Temmuz 2016 sayi 19 Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin



Yüklə 0,9 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə7/32
tarix25.06.2018
ölçüsü0,9 Mb.
#51165
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   32

18

19

   



|

   Temmuz 2016  

|

   Sayı 19



BURSA

DA ZAMAN



   

|

   Temmuz 2016  



|

   Sayı 19

BURSA



DA ZAMAN



Mahallenin Namusu / Metin Önal MENGÜŞOĞLU

MAHALLENİN 

NAMUSU

  Diyalog böylece sürer gider. Ne tatlı 



beraberlikler, akrabalıklar kurmuştur 

Anadolu insanı birbirleriyle. Bir benzerini 

başka toplumlarda bulamayacağınız bu 

muhteşem mozaik, bütün yer altı ve yer 

üstü zenginliklerinden çok daha değerlidir, 

çünkü insana dair münasebetler bütünüdür.

Ünlü Azerbeycanlı şair Bahtiyar 

Vahapzade’nin dizelerini hatırlayalım:



“Ezizim vatan yahşi 

Gezmeye keten yahşi 

Gezmeye gurbet eller 

Ölmeye vatan yahşi”

Bir aileye, bir kabileye, bir köye, bir 

kasabaya, bir millete, bir şehre, bir 

mahalleye aidiyet ve mensubiyet 

kaçınılmazdır. İnsan, toplum halinde, 

birbirine her bakımdan muhtaç yaşamak 

üzere yaratılmıştır. Bu sebeple onun bir 

aidiyet ve mensubiyet hissi vardır. Bunun 

sürdürülmesi gerekmektedir. 

Topraktan gelmiş ve toprağa gidecek olan 

insanın bünyesinde, doğup büyüdüğü 

toprağın hamuru, mayalanmış bir sıla 

hasreti olarak daima var bulunacaktır. Ne 

var ki yeni zamanların modası globalizm, 

küreselleşme, başka söyleyişle evrensellik 

gösterisi, kimilerini şaşırtmış, haramzadeye 

çevirmiştir. Sanki duvar deliğinden 

çıkmışçasına aile, mahalle, şehir ve millet 

kimliğini yok sayarak, evrensel görünmeyi 

marifet sanmaktadırlar.

Bilinmelidir ki bir aile, şehir ve mahalle 

mensubiyeti ve aidiyeti yaşamamış 

bulunan yahut böylesi bir mensubiyeti 

küçümseyenler, asla evrensel olamazlar. 

Kişi kendi olmadıkça, bir kimlik ve kişilik 

sahibi, tek başına bir değer taşımadıkça, 

evrensel olan kitle arasında kaybolup 

-Kardeş sen nerelisin?

-Bursalı.

-Hangi mahallesinden?

-Umurbey.

-O, yakınız; ben de Molla Arap’tan. Caminin karşısında, Boşnak 

Mahallesinden.

-Boşnak mısınız?

-Babam Zaza Elazığ’dan, annem Boşnak.

-Ben Arnavut’um; babam Arnavut, annem Türk.

-Yenimahalle Tatar Mahallesi olarak bilinir.

-Evet, öyledir.

Metin Önal MENGÜŞOĞLU

İzzet Keribar



20

21

   



|

   Temmuz 2016  

|

   Sayı 19



BURSA

DA ZAMAN



   

|

   Temmuz 2016  



|

   Sayı 19

BURSA



DA ZAMAN



Mahallenin Namusu / Metin Önal MENGÜŞOĞLU

gider. Evrensellik, benlik bilinci, ben 

idrakini yitirmemiş insanlar tarafından 

gerçekleştirilirse, yazımızın başında sözünü 

ettiğimiz beraberlikleri var kılar. İnsan 

öncelikle bir aile evladı, bir mahallenin 

çocuğu olarak şekillenir, kimlik ve kişilik 

kazanır. 

Mendilimde Kan Sesleri adlı harika şiirinde 

Edip Cansever ne güzel söylemişti:



“İnsan yaşadığı yere benzer 

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer 

Suyunda yüzen balığa 

Toprağını iten çiçeğe 

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine 

Konya’nın beyaz 

Antep’in kırmızı düzlüğüne benzer



Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye  

Ahmet Abi…”

Şiir böyle uzayıp gidiyor. Birbirine bunca 

benzeyen bu insanları benzer kılan şey, aynı 

mahallenin çocukları olmaları değil midir? 

O halde kimin kime, hangi sebeple caka 

satma hakkı olabilir ki? Düşünelim bakalım, 

nedir bütün bu ayrışmalar, kavgalar, 

küslükler, kinler, garezler?

Umurbey Mahallesi’nde bir terzi vardı. 

Mahallemizin muhtarıydı. Bilseniz nasıl 

güzel bir insandı Erdoğan Uçarsu abi. Usta 

işi elbiseler dikerdi. Hemen arka sokağında 

oturmaya başlamıştım. Benim Elazığ, 

Diyarbakır, Malatya ve İstanbul’dan bir 

hayli terzi dostum vardı. Terzilerde oturmuş 

kalkmışlığım çoktur. Bu sebeple yerleştiğim 

şehirlerde terziler aramışımdır. Onu ise 

yerde ararken gökte bulmuştum sanki. 

Artık elbiselerimi ona diktiriyordum. 

Allah nasip etti iki adım ötemde terzi 

bulunan bir evde oturmaya başladım. 

Erdoğan abiyle sohbetlerimizde anlatırdı. 

Vaktiyle şehir merkezinde bir terziye çırak 

olarak girmiş. Her gün evden çok erken 

vakitlerde çıkar, yaya olarak yokuş aşağı 

Setbaşı Köprüsüne doğru yürürmüş. 

Esnafın dükkânlarını erken vakitlerde 

açtığı o yıllarda sırasıyla bakkal, manav, 

terzi, berber, sütçü, simitçi kime rastlarsa 

hepsiyle mutlaka selamlaşarak yol alırmış. 

Rahmetli, o günleri yâd ederek içini çeker, 

şimdilerde insanların birbirlerinden selamı 

bile esirgediklerini söyler hüzünlenirdi. 

Ben Asyalı Bir Ozan adlı ilk şiir kitabımda 

bir bölümün adı: Sokağa Dair’ler idi. Orada 

şöyle yazmıştım:



“Sokağa çektiğim çizgi 

O kızlara duvak olsun 

Gün görmediler onlar ki 

Yaban yüzleri ak olsun

Bir gün perdeyi açarak 

Yüzünü orada bırak 

Bütün göreceğin kıvrak 

Ve çıkmaz bir sokak olsun.”

O günkü duygularımı hiç eksiksiz bugün 

de aynen hatırlıyor hatta kimse kızmazsa 

yaşıyorum, diyeceğim. Bir sahiplenmeydi 

benim yaptığım. Bir namus bekçiliği de 

diyebilirsiniz. Mahallenin namusu. Şerif 

Mardin hocanın, Türkiye’de başörtüsü 

meselesinin yoğun tartışıldığı yıllarda 

dile getirdiği, Mahalle Baskısı fenomeni, 

şeklinde adlandırmak da mümkündür. Evet, 

böyle bir baskıyı bizler de hissederdik. Ne 

var ki bundan şikâyetçi değildik. Öteki 

mahallenin çocukları bizim mahallenin 

kızlarına bakar, onları rahatsız ederlerse, 

karşılarında bizi bulurlardı. Elbet bunun 

tersi de olurdu. 

Mahalle hazları, hatıraları, paylaşımlarıyla 

insana şekil veren, insanı otokontrole tabi 

tutan yönüyle bir zamanların harika bir 

toplum birimiydi. Apartmanlaşma, evlerin 

dikine büyümesi bütün hayatımızın altını 

üstüne getirdi. Artık mahalle bakkalı, 

mahalle kasabı, mahalle manavı, mahalle 

berberi, mahalle kahvesi yok. Güya 

evrenselleşti insanlık. Herkes yalnızlaştı. 

Kimsenin dostu kalmadı. Benlik bilinci 

değil, ben idraki değil yaşanmakta olan, acı 

veren, yürek yakan bencillik adlı bir virüstür 

insan kanına giren.

Bilirsiniz yeni kuşaklar başka türlü 

sevdalanmakta. Başka türlü şiirler, şarkılar 

ve müzikten hoşlanmakta. Başka türlü bir 

sevgi dili kullanmaktalar. Çok sevdiğim 

şair arkadaşlarımdan birisinin güzel kızı 

bir hikâye kitabı yayımlamış, bir nüshasını 

da bana postalamıştı. Eseri okudum, hoş, 

sevimli öyküler vardı. Ne var ki hemen 

her öyküde sıklıkla kullanılan bir söyleyiş 

dikkatimi çekti. Şöyle konuşturuyordu 

yazar kızımız, aksiliklerle karşılaşan 

kahramanlarını: “Kahretsin!” Hepsi bu 

kadar. Peki, Türkçemizde böyle bir söyleyiş 

var mıydı? Bu dil kime aitti? Mektup 

yazdım ve sordum kızımıza. Farkına 

vardı ve televizyon izleme alışkanlığının 

etkisinde kalan diline ait bu söyleyişin

yanlışlığını itiraf etti. Televizyon da bir tür 

mahalleyi terk edişin araçlarındandır diye 

düşünüyorum.

Yeni kuşakların takdir ettiğim bir başka 

marifeti daha var. “Şiir Sokakta” diyorlar. 

Benim kuşağım, altmışlı yetmişli yıllarda 

hatta seksenlerde de kısmen devam 

eden duvar yazılarını, daha çok ideolojik 

savaş sloganlarına ayırmıştı. Birileri “Tek 

Yol Devrim” ötekiler “Hak Yol İslam” bir 

başkaları da “Tanrı Türkü Korusun” yazarak 

yüreklerini yatıştırırdı. Şimdilerde de elbet 

ideolojik sloganlara sarılanlar yok değil. 

Ne var ki o yılların heyecanı pek kalmadı. 

Şimdiki sloganlar artık savaş ağzı kokmuyor. 

Eski ve son derece tehlikeli sloganlar yerine 

sevgi sözcüklerinin çoğalması umudumdur.  

“Şiir Sokakta” diyen genç kuşaklar arasında 

deha çapında zeki çocuklar var. Grafiti yani 

duvar yazı ve resimleri sanatını uygulayan 

gençler, sokakları süsleyen, göz ve zihin 

zevkini kamçılayan eserler üretiyorlar. 

Birilerini belki rahatsız etse, duvar 

sahiplerinin öfkesini üzerlerine çekse de, 

doğrusu ben genç insanların bu tavırlarını 

yadırgamıyor hatta rast gelirsem tebrik 

ediyorum. 

“Şiir Sokakta” imzasıyla bizim arka 

sokaktaki apartmanlardan birisinin 

duvarına, tanımadığım bir genç, üç yıl önce, 

iki dizeden ibaret ve hala orada duran

şöyle bir şiirsel söz yazmıştı:



“Önüne bakmasan diyorum 

Çarpışsak artık.”

Genç delikanlı ya da kızımız, arzu ettiği 

kişiyle çarpıştı mı, aralarında neler 

gerçekleşti bilmem mümkün değil. Yalnız 

şunu biliyorum ki burada muhteşem bir 

sanat zekâsı ve ince bir idrak mevcut. Bu 

çocuk her kimse, mesela bu yazıyı okuyorsa 

onunla mutlaka tanışmak isterim. Beni 

görmeye gelmese bile bu alanda mutlaka 

çalışmasını dilerim. Eğer, geçmişteki gibi 

birbirinin bütün ihtiyaç ve sıkıntılarından 

haberdar mahalleliler olsaydık, onu illa 

ki bulur ve elinden tutmaya çalışırdım. 

Gelin görün ki alt komşumun bile ismini 

bilmiyorum şimdilerde. 

Mahalle yeniden var kılınabilir mi? Yeniden 

birbirinden haberli, birbirinin tuzuna, 

maydanozuna, limonuna, sarımsağına 

muhtaç sevgili komşuları, akşam 

oturmalarına çağırmak, onlarla dertleşmek 

mümkün müdür? 

Giden, geri gelmiyor, bunu hepimiz 

biliyoruz. Ancak gidenin geriye bıraktığı 

izlenim aramızda daima yaşar. Mahalle 

camisinin tuğlalarını dizen usta, mahalle 

çeşmesinin oluğunu değiştiren sucu, 

mahallenin hem muhtarı hem terzisi 

Erdoğan abi unutulmuyor. Mahallenin 

ismini değiştirmeye kalkışanlar, bütün 

hatıralarımızı bir anda ortadan kaldırmak 

isteyenler, bize iyilik etmezler. İnsan 

hatıralarla yaşadığı gibi, ne demişti şair, 

“insan yaşadığı yere benzer.” 

Bahtiyar Vahapzade’nin yukarıda aktarılan 

dizeleri, yanılmıyorsam şimdilerde Konya 

Türküsü olarak kimi okuyucular tarafından 

seslendiriliyor. Ne muhteşem çağrışımları 

vardır son iki dizenin: “Gezmeye gurbet 

eller / Ölmeye vatan yahşi.” Yaban elleri 

görme, tanıma, oralarda gezme, dolaşma, 

hatta tanımak maksadıyla gurbetin 

sokaklarında kaybolma teşebbüsü, insana 

emsalsiz hazlar tattırır. Böyledir ancak 

hiç kimse gurbette uzun süre kalmaktan 

hoşnut olmaz. Hele ki ölümlü insan

cesedinin yabancı yerlerde unutulmasını 

asla istemez. Ölmek ancak öz yurdunda 

insanı teselli edecektir. Yurttan kovulmuş 

kimi sanat, düşünce ve siyaset insanlarının 

ölmek için yurtlarını arzulamaları boşuna 

değildir.

Mahallenin namusu orada yaşayan her 

sakinin omuzlarına, hem hak hem de 

sorumluluk olarak yüklenmiş demektir. 

Mahallenin insanını, çocuklarını, kadınlarını, 

camisini, çeşmesini, ağaçlarını, köpeklerini, 

kedilerini, varsa tavuklarını, bakkalını, 

manavını, kahvesini, berberini, kasabını, 

bahçelerini, yemişlerini hülasa adını, sanını, 

hatıralarını korumak namus bekçiliği ise, 

böylesi namusun bekçisi olmayı her sakin 

onur saymalıdır. 

Dar anlamdaki en güzel yurdumuz, 

mahallemiz yaşasın diye ne yapabiliriz?



Zerrin Tavşan


Yüklə 0,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə