Sonuçlar
199
Boşanma kararını alma aşamasında
hukuki meseleler
ön plana alınmasa da, başvurunun yapılmasıyla
birlikte boşanmış bireylerin çoğu hukuki konular ile
yüz yüze gelmiştir. Görüşülen boşanmış bireylerin
yarıya yakınında velayet ve nafaka konuları, daha
küçük bir kesimde tazminat ve mal paylaşımı
gündeme gelmiştir.
Nafaka konusunu beklenileceği üzere kadınlar ve
çocuk sahibi bireyler tarafından daha çok gündeme
getirilmiştir. Nafaka uygulaması boşanmış bireylerin
en çok sıkıntılı olduğu hukuksal konulardan
biridir. Nafaka ödeyecek tarafın maddi durumunu
saklaması ya da kişilerin sosyoekonomik durumları
göz önünde bulundurmadan verilen nafaka
kararları, çoğu zaman gereksinimleri karşılamaktan
uzak gözükmektedir. Öte yandan nafakanın
ödenmediği durumlar karşısında asıl bir yaptırım
uygulanacağına dair kadınların bir kısmının yeterli
bilgisinin olmadığı da söylenebilir.
Nafaka vermek durumunda olan tarafın nafaka
vermemek ya da az vermek için gelirini az göstermesi,
saklaması, SGK’lı işinden ayrılıp kayıt dışı çalışması
gibi kötü niyetli hareketlerin
önüne geçilmesi için
çeşitli uygulamalar getirilmesine ihtiyaç vardır.
Ayrıca nafaka alacak kişilerin mağdur olmaması
için ilgili ödemenin devlet tarafından yapılıp
daha sonra nafaka verecek kişiden tahsil edilmesi
de düşünülebilir. Nafakanın belirlenmesinde
vergilendirme sistemi gibi bir sistemin kurularak
bir ölçüt getirilmesi konuyu hakimin inisiyatifinden
çıkarabilir. Nafakanın ödenmemesinin karşı tarafın
gelirinin yetersizliğinden kaynaklandığı durumlarda
kadına nafaka dışında sosyal yardım yapılması da
faydalı olacaktır.
Beş yıldan uzun süre evli kalanlarla çocuklu ailelerde
velayet, mahkeme sırasında daha fazla gündeme
gelen bir hukuki meseledir. Özellikle küçük yaştaki
çocukların ve kız çocuklarının anneyle kalmasına
dair alınan kararlardan
genel olarak ebeveynler
memnundur. Diğer yandan çocuklarının maddi
açıdan bakımları annelerin bir bölümü için endişe
verici bir konudur. Bu nedenle nafaka miktarı ve
nafakanın düzenli olarak ödenmesine dair kontrol
mekanizmaları anneler için oldukça önemlidir.
Bu bağlamda yasa uygulayıcılar velayet ile nafaka
sisteminin birlikte iyi şekilde işlemesinin önemine
işaret etmiştir.
Velayet kapsamında karşılaşılan diğer
mağduriyet çocukların, velayeti alamayan tarafa
gösterilmemesidir. Bu sorunu özellikle babalar
yaşamaktadır. Bu nedenle velayet hangi tarafa
verilirse verilsin sosyal hizmetler uzmanları
tarafından takip edilmesi gerekmekte ve gerekli
şartlar yerine getirilmediğinde bununla ilgili bir
yaptırım uygulanmalıdır.
Boşanan bireylerin
büyük çoğunluğunun tazminat
talebinde bulunmadıkları tespit edilmiştir.
Tazminat, 34 yaşından küçük bireyler, lise
ve yükseköğretim düzeyine sahip bireylerle
çocuksuz olanların mahkeme süreçlerinde
daha fazla gündeme gelmiştir. Yüksek eğitimli
bireylerde daha düşük eğitimlilere kıyasla nafaka,
mal paylaşımı ve tazminat konusunun daha fazla
gündeme gelmesi hukuki sürece dair farkındalık
veya bireylerin sosyoekonomik durumlarıyla da
ilişkili olabilir. Daha çok “yıpranma” sebebiyle
ve daha çok çekişmeli boşanmalarda talep
edilmektedir.
Tazminat talebinde bulunmayan bireyler veya bu
karar çıkmasına rağmen alamayanlar çoğunlukla
karşı tarafın böylesi bir talebi karşılayacak maddi
güçte olmayışını gerekçe göstermektedir. Diğer
yandan, tazminat ödemekle yükümlü olanlar, ağırlıklı
olarak erkekler maddi durumlarının tazminat
bedellerinin çok üzerinde olduğunu düşünmektedir.
Manevi tazminat sisteminde
özellikle fiziksel
ve ruhsal anlamda eşine zarar vermiş kişilerin
kusurlarına göre küçük, temsili meblağlarla
tazminat ödemesinin adil olmadığı yönünde
yorumlar bulunmaktadır. Öte yandan kusur ilkesi
üzerinden tazminat kararının verilmesi tarafların
birbirlerini kusurlu göstermeye yönelik bir
davranış sergilemesine de neden olabilmektedir.
Nafakalarda olduğu gibi tazminat uygulamasında
da net kriter olmaması kanun uygulayıcı ve
uzmanlar tarafından eleştirilmektedir. Bu
nedenle tazminat meblağlarının net bir şekilde
tanımlanması düşünülebilir.
TBNA2014
200
Mal paylaşımı daha nadiren olmakla birlikte
özellikle yükseköğretim mezunları, beş yıldan daha
az süre evli kalanlar ve çocuğu olmayanlar tarafından
talep edilmektedir. Bireylerin mal rejimine tabi
tutulabilecek herhangi bir malının
veya mülkünün
olmayışı bu tip bir talepte bulunmamalarının
başlıca sebeplerindendir. Öte yandan bireylerin
önemli bölümünün evliliklerini hızlı ve minimum
sorunla sonlandırmak amacıyla eşlerinden hiçbir
mal talebinde bulunmadıkları da tespit edilmiştir.
Ayrıca mal sahibi olan erkeklerin bir bölümü
boşanma sürecinde mal varlıklarını saklamakta,
boşanma öncesinde mallarını başkasının üstüne
geçirmektedir. Kadının boşanma sırasında eşinin
mal varlığını kanıtlamak konusunda zorluk yaşadığı
ve bu durumun mahkeme sürecini uzattığı da
anlaşılmaktadır.
Çalışma kapsamında boşanma konusundaki hukuki
düzenlemeler de ayrıntılı olarak incelenmiştir.
Ülkemizde 1926 tarihli ve 743 sayılı ilk Türk
Medeni Kanunu’nun kabulüyle birlikte
boşanma
hukukunda devrim niteliğinde değişikler meydana
gelmiştir. En çarpıcı değişiklikler, boşanmanın
bağımsız mahkemeler önünde görülmeye
başlanması, evliliğin mahkeme kararıyla sona
erdirilmesi, kadınların da eşit boşanma hakkına
sahip olması ve boşanma
sebeplerinin kanundaki
sınırlı sayıdaki sebeplere indirgenmesi yoluyla keyfi
boşanmanın ortadan kalkmış olmasıdır.
743 sayılı Medeni Kanun’un boşanma sebepleri
yönünden benimsediği düzenleme, 1988 tarihli
değişikliklerle birlikte, 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nda da aynen muhafaza edilmiştir.
Bu çerçevede özel ve genel boşanma sebepleri
şeklindeki ayrıma da bağlı kalınmıştır. Buna göre
özel
boşanma sebepleri zina, hayata kast, pek fena
muamele ve onur kırıcı davranış, suç işleme ve
haysiyetsiz hayat sürme ve terktir. Genel boşanma
sebepleri, evlilik birliğinin temelinden sarsılması,
anlaşmalı boşanma ve fiili ayrılıktır.
Günümüzdeki uygulamaya bakıldığında açılan
boşanma davalarının %90’ının evlilik birliğinin
temelinden sarsılması sebebine dayanılarak açıldığı,
dolayısıyla genel - özel boşanma sebepleri ayrımının
pratikte değeri kalmadığı tespit edilmektedir. Bu
durum, evlilik birliğinin temelinden sarsılması
sebebinin, eşler arasında boşanma nedeni
olabilecek olguların tümünü (zina, pek kötü ve
onur kırıcı davranış, terk vb.) kapsamasından
kaynaklanmaktadır. Bu fiili durum dikkate alınarak,
sözkonusu özel sebep – genel sebep ayrımının
ortadan kaldırılması ve bir yasa değişikliyle daha
sade bir düzenlemeye gidilmesi önerilmektedir. Bu
çerçevede, boşanma sebeplerinin evlilik birliğinin
temelinde sarsılması, anlaşmalı boşanma ve ortak
yaşamın kurulamaması sebepleriyle sınırlandırılması
isabetli olacaktır.
MK. m.166 f.1 ve f.2’de düzenlenen evlilik
birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayanarak
kusurlu veya kusursuz olan her eş boşanma davası
açabilmektedir. Ancak söz konusu maddede,
kusuru daha fazla olan eş davayı açmışsa, kusursuz
olan davalı eşin itiraz ederek davanın reddini
sağlayabileceği düzenlenmektedir. Uygulamada
kusuru daha fazla olan eş tarafından açılan boşanma
davalarında davalı konumundaki eşin boşanmamak
için direndiği tespit edilmektedir. Bu itirazlar
genellikle öç alma, cezalandırma gibi psikolojik
nedenlere veya ekonomik çıkarlara dayanmaktadır.
Buna karşılık, temelinden sarsılmış olan bir evliliği,
salt kusur unsuruna dayanarak ayakta tutmak
mümkün değildir. İsviçre ve pek çok modern hukuk
sisteminde benimsendiği gibi, ülkemizde de kusurun
etkisini sadece boşanmaya bağlı maddi veya manevi
tazminatın belirlenmesi bakımından sınırlamak, az
kusurlu olan eşin itirazda bulunmuş olmasını bir
boşanma davasının reddi sebebi olmaktan çıkarmak
adil olan yaklaşımdır.
MK. m.166 f.4’te ortak hayatın kurulamaması
sebebine dayanılarak boşanmaya hükmedilebilmesi
için önceden açılmış ve retle sonuçlanmış
bir boşanma davasının varlığı aranmaktadır.
Uygulamada bu hükmü dolanmak amacıyla,
boşanmak isteyen kusurlu eş tarafından
önce bir
boşanma davası açılmakta ve henüz yargılamaya
bile geçilemeden davadan feragat edilmektedir. Bu
yüzden, uygulamada etkisiz hale getirilen, önceden
açılan boşanma davasının reddedilmiş olması
şartının MK. m.166 f.4 hükmünden çıkarılması