Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç Sistemleri Öğretiler-Dinler



Yüklə 224,4 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/10
tarix07.12.2017
ölçüsü224,4 Kb.
#14452
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

tekkesinde, civardaki hastaları yanına çağırdığı ve onları iyileştirdiği hikaye olunmuştur (Ocak, 

1983:100). Diğer taraftan“gelecekten haber verme motifi”ne örnek olarak, Hacı Bektaş’ın kendini 

Sulucakaraöyük’ ten Kırşehir Valisi Nuruddin Caca’ya makamından azledileceğini ve işkence 

göreceğini bildirmesi ve söylediklerinin aynen çıkmasını verebiliriz. “Ruhun bedeni geçici olarak terk 

etmesi (transmigration) motifi” hakkında ise iki ünlü menkıbe vardır. Bunlardan ilkine göre, Baba 

İlyas’ın oğullarından Yahya Paşa, istediği zaman “bir sipahinin atını koyup gitmesi gibi” bedenini terk 

edip bir süre sonra tekrar dönerdi. Otman Baba ise, zaman zaman tekbir getirip namaza başladığı an, 

cisminden çıkıp gider, bir süre sonra tekrar cismine girerek rüku ve secde yapardı.  “Göğe yükselip 



tanrı ile konuşma motifi  ile de sık sık karşılaşmaktayız. Örneğin, Âşık Paşa’nın kerametlerini anlatan 

bir menkıbede, tıpkı Hz. Muhammed’in miracı gibi, Allah katına çıkarak onunla bizzat görüştüğü ve 

gizli alemleri baştan başa seyrettiği anlatılmaktadır (Ocak, 1983:100-113). 

Şamanizm inancının içeriği ve sergilediği doktrine göre; bir din olarak kabul görmezse de din 

kadar etkili   olmuş   ve   uzun   yıllar Türklerin yaşamlarında ve hayatlarında büyük rol oynamıştır. 

Özellikle Altaylı Türkler uzun yıllar etkisinde kalmıştır. Animizm’in ve natürizm’in kaynaklarından 

oluşan bir zemin üzerinde tutunarak hızla yayılan Şamanizm’de, bu inancı yayan ve uygulayan kişilere 

Şaman denilmektedir. Şamanlara göre;  insanlarda kendileri için heybetli ve korkutucu olan kötü

iyilik eden iyi ruhlar bulunur. İnsanlar ölüp  dünyadan  ayrıldıktan  sonra, o  ölen  kişilerin   ruhları 

insanlar arasında dolaşır. Onlara musallat olarak, zaman zaman zarar verirler. Şamanlar zararlı olan  

ruhları kovmak amacıyla törenler düzenleyip  dualar okur. 

Toplum arasında büyük güç olan hatta yayıldığı yerlerde devletin kaderini değiştirebilen  

Şamanizm   inancında  olan  Türklerde  diğer aynı inançta olan millet ve toplumlarda olduğu gibi 

Şamanların tanrılarla konuştuğuna,  ruhlarla konuşup onların yardımıyla yol göstericilik yaparak  akıl 

öğrettiğine, hekimlik yaparak hastalara musallat olan kötü ruhları kovmak için telkin yolu  ve  yaptığı  

çeşitli  bitkisel  ilaçlarla  şifa aradığı görülür. Daha da ilginci başına at kuyruğu, yüzlerine maske 

geçirip, ziller ve çıngıraklar takılı özel giysileriyle bağırır, oynar ve davul  çalarak  dua  edip  çeşitli 

hareketler yapar. Şamanizm’de  Şamanlara göre insanların biri kendilerinde diğeri de ayrı ama 

birbirinin aynısı olan iki ruhu vardır. Bu eş ruh bir hayvan halinde de olabilir ki buna da “Yekil ” 

denilmektedir. Şamanizm’de birden fazla tanrı vardır ve bu tanrıların görev  ve  yetkileri  birbirinden 

ayrıdır.  Şamanizm’de beş kutsal unsur vardır. Bunlar; demir, toprak, ateş, su ve ağaçtır. Yine  

Şamanlara  göre gökler on yedi kat olup bu mekan; aydınlıklar içerisinde cennetler alemi olup burada 

tanrılar ikamet ekmektedir. Yeraltı ise dokuz tabakaya  ayrılır  ve orada karanlıklar diyarı   ve 

cehennemler bölgesidir. Ölen  günahsız  bir  kişinin  ruhunu  göklerdeki  cennetlere hakim olan iyilik 

tanrısı Ülgen’e  götüren  Yayuci ile günahkarları yer altında oturan kötülük  tanrısı  Erlik Han’a  

götüren “Körmös” ler  vardır. İlk  Uygur  hanları  Kül  Bilge  ve  Moyun Çur  birer Şamanist’tir. 763 

yılında Böğü Hanın Şamanlığı bırakıp Mani dinine girmesi ile Uygurlar da dinlerini değiştirdi. 

4. Budizm 

M.Ö. VI. yüzyılda Hindistan'da ortaya çıkan Budizm, Hindistan'ın dışında M.Ö. III. yüzyılda 

yayılmaya başlamış; Orta Asya'ya, Çin'e, 372'den sonra Kore'ye uzanmış; Tibet'e yerleşmesi ancak 

VIII. yüzyılda olmuştur.   Batı Türkistan'da Budizm, Sasanilerin desteklediği Zerdüştîlik ve Mani dini 

karşısında pek tutunamamış; Doğu Türkistan'ın yerleşik çevrelerinde kendine daha uygun muhitler 

elde etmiş; Budist külliyeler Çin'e doğru uzanan kervan yolları boyunca dikilerek, faaliyetlerini 

asırlarca sürdürmüşlerdir. Güneye doğru uzanan kervan yolu üzerinde Hotan ve Miran; kuzeye giden 

yol boyunca ise Tumşuk ve Kuça şehirlerinde, III-IV. yüzyıllardan itibaren kurulmaya başlayan

"Vihara" (Türkçe "Vihar") denilen Budist manastırlarında "Toyin" denilen Budist rahipler, bu dinin 

propagandalarını yapmışlardır (Esin,1978:59).  Budizm Karluklar  arasında yayılmıştır.  

Türklerin girdiği yabancı dinler arasında onları en çok etkileyen inanç sistemlerinden birisi 

Hindistan kökenli Budizm'dir. En belirgin özelliği, tapılacak üstün bir varlığa yer vermemesi olan 

Budizm, her şeyin serbestçe incelenmesi, denenmesi esasına dayanan bir öğreti veya felsefe 

niteliğindedir (Turan,1994:104). Temel inancı olan tenasüh (ruh göçü) gereğince canlılar 

Nirvanaya (ebedi mutluluk) ulaşıncaya kadar öldükten sonra değişik kalıplarda birçok kez yeniden 

dünyaya gelirler (Ocak, 2000:66). 




Budizm, yaklaşık 2500 yıl önce, bugün Buda olarak bilinen, Prens Siddhata Gotama’nın  35 

yaşında bir uyanma ve aydınlanma yaşaması ile doğmuştur. Gotama, Kuzey Hindistan’da kraliyet 

ailesinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Fakat zamanla, varlık ve lüksün mutluluğun garantisi 

olmadığını anlamıştır. Her şeyi bırakıp uzunca bir süre ormanda yaşamıştır. Altı  yıl boyunca 

meditaston ve insan mutluluğu üzerine çalıştıktan sonra aydınlanmıştır. Daha sonra 80 yaşına kadar 

Budizm’in ilkelerini öğreterek yaşamını sürdürmüştür. Birçok insana göre Budizm,  dinin ötesinde bir 

“felsefe” ve “yaşama biçimi”dir. Bir felsefedir çünkü, sevgi ve umut anlamları taşır. Budizm, bir 

taraftan ahlaki yaşama rehberlik ederken bir yandan da, insanın eylem ve düşüncelerinin farkında 

olmasını ve gerçek mutluluğa ulaşmasını sağlamaktadır (White, 1993:22).  

Gotama 10 yıl babasının sarayında kaldıktan sonra 29 yaşında, evli  ve  bir  çocuk  babasıyken 

sarayı terk ederek bir mağaraya çekilir ve kendisinin kurduğu Budizm dininin esasları üzerinde çalışır. 

Buda ilk yıllarda çok  tepki  almasına rağmen daha sonra kurduğu din, ilgi çeker ve kısa zamanda hızla 

yayılır. M.Ö 480 yılında seksen yaşında  ölen  ve  elli yıl  bu dini yaymak için çalışan Buda’ya  

Sakyamoni  de derler. Halk arasında yaygın olan Brahma dini yersiz ve zararlı bir dindir. Bu  din  

ızdırap  verip, felaket getirdiğini ve ıstırap ve felaketlerden kurtulanı ancak geçici ve fani olan dünya 

işlerinden el çekmek, dünya  varlığına  iltifat  etmek, zevklerden kaçınmak, arzularını öldürmek ve 

doğru olmakla mümkün olacaktır. İnsanlar böyle hareket edip; hiç bir cana kıymazsa, kimseye fenalık 

etmezse, malını almaz, yalan söylemezse, kutsal alemi temsil eden ve sükun  ve  huzur alemi  olan 

(Nirvana’ya) ulaşabilirler ki Nirvana bütün arzuları yok etmek içindir.  

Türklere özgü bir Şamanlığın yaygın olduğu dönemde Göktürk Kağanı To-Po Han’ın 

Budizm’i kabul etmesinin, bu dinin Türkler arasında da yayılmasına neden olmuştur (Turan, 

1994:103).     

Budistler Buda’nın vaazlarının Pali-Kanon adlı bir kitapta toplandığına ve 400 yıl kadar sözlü 

olarak kuşaktan kuşağa  aktarıldığına inanırlar. Budizm’in kutsal kitabı üç sepet anlamına gelen 

“Tripitaka veya Tipitaka’dır”. Bu kitaplarda rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri, beslenme, 

giyinme, Buda’nın hayatı, konuşmaları, vaazların yorumu, Budizm felsefesi vb. ayrıntılı bir şekilde 

anlatılır.  

Buda’nın öğretisinin başlıca özelliği; Buda’nın aydınlanma sonucu bulmuş olduğu gerçekleri 

birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini öğretmeyi ve böylelikle yöntemi öğrenen 

kimselerin kendi çabalarıyla bu gerçekleri kendilerinin bulup yaşantısal deneyimle doğrulamalarını 

öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda’nın yaşadığı dönemde Budizm bir din, Buda 

da bir peygamber değildi.  

Nirvana, Batı’da genelde anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu anda 

gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. İstek ve tutkuların yok olması, ıstırabın etkili olmayacağı 

bir iç barışa, iç suskunluğa, aşkın bir mutluluğa erişmektir. Nirvana’ya erişme isteği de dahil olmak 

üzere tüm istek ve tutkular bırakılmadan, olanla, gelenle yetinmekten gelen iyimser bir yetingenlik 

kazanılmadan Nirvana gerçekleştirilemez. Nirvana’yı gerçekleştiren kimse bir yandan da günlük 

yaşamını normal haliyle sürdürür.  

Nirvana’ya erişen kimselerin tek farkı, bu zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesidir. 

Eylemlerinde beğenilmek, beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı  işlerden alkış 

beklemiyor, başarı ya da kazanç onu fazla sevindirmediği gibi başarısızlık ya da yitim de fazla 

üzmüyor. Kuşkusuz acı da çekiyor ama bunlara bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun 

eğmesini de biliyor. Beni aşınca bütünle bütünleşiyor. Yarının getireceklerine kaygısız, ben’in 

doyumsuzluğundan gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl yaşanmalıysa öyle yaşamaya 

başlıyor. Özgürlük, coşku, aşkın mutluluk içinde, akıp gitmekte olan yaşam  ırmağı içindeki yerinin 

bilincine erişiyor. Gerçeğin sözcüklerle kavramlarla değil; ancak yaşantıyla kavranabileceğini savunan 

Budizm sözcüklere, kavramlara tutsak olmak yerine onları tam olarak denetim altına almak istiyor.  

Budistlere göre; Mazdaizm’de olduğu gibi ölen insanın cesedi pistir.Toprak kutsal kabul 

edildiği  için   ölen kişinin cesedi ya nehre atılır ya vahşi  hayvanlara  verilir  veya  yakılarak  ölenin  

teninin   toprağa   değerek   toprağı kirletmesi  önlenir. Hint  ve Çinliler de  bir  Buda’nın   yakılan 

cesedinin külleri yedi memlekete dağıtılırken, Türkler Budizm’i farklı olarak kabul etmişler ve 

bilhassa insan ölüsü ve gömülmemesi ile ilgili inançları benimsememişlerdir 




Yüklə 224,4 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə