Diğer
taraftan, Bektaşi Menkıbelerinde de dağ ve tepe kültünden söz eden bazı örnekler
bulmaktayız. Örneğin, Menakıb-ı Hacı Bektaşi Veli’de sürekli olarak bir Arafat dağından söz
edilmektedir. Vilayetname-i Hacım Sultan’ın da, Hacım’ın daima yüksek tepeler üzerinde günlerce
yemeden içmeden ibadette bulunduğu belirtilmektedir. Orta Asya’da eski Türklerin yaşadıkları çeşitli
bölgelerde dağ kültüne mutlaka rastlandığı görülmektedir. Buradaki dağların çoğu Türkçe,
“mübarek”, “büyük ata”, “büyük hakan” anlamlarına gelen Han Tanrı, Buztağ Ata, Bayın Ula vb.
adlar taşımaktadır. VII. yüzyılda Göktürkler dahil bütün Türk boyları ünlü Ötüken adındaki ormanlı
dağı kutsal tanımaktadırlar. Bunların dışında, Göktürklerin, “İduk Baş” ve “Tamag İduk” adında iki
mukaddes dağı vardı ki, İduk Yer-su adıyla tanınmakta idiler (İnan, 1995:74).
Yapılan çalışmalar, dağ ve tepe kültünün XIII. yüzyılda Moğollarda bile mevcut olduğunu
ortaya çıkartmıştır. Ayrıca, dağ ve tepe kültü Altaylılarda da dikkati çekmektedir. Altaylılar, her dağın
kendi ayrı ruhları olduğuna inanmakta idiler. Onlara göre bu dağ ruhları insanlara hem iyilik hem de
kötülük yapabilirlerdi (İnan, 1995:74).
Anadolu’da özellikle Bektaşi ve Kızılbaş toplumlarında dağ kültüne ilişkin örneklere sıklıkla
rastlanmaktadır. Hacıbektaş’taki Arafat dağından başka Kırıkkale yakınlarındaki Hasanzede Köyü’nün
yakınlarında bulunan Denek dağı bunlardan birisidir. Orta Asya Türklerinde olduğu gibi Kızılbaşlar da
bu dağlara esrar dolu yerler ve kutsal mekanlar olarak bakmaktadırlar. Doğu Anadolu’da dağ kültü
önemli bir yere sahiptir. Bingöl Dağları üzerindeki Kaşkar Tepesi kutsal sayılmaktadır. Eski
Türklerdeki dağ ve tepe kültüyle ilgili motifler, sadece Bektaşi menkıbelerinde değil İslami devirde
kaleme alınan önemli metinlerde de vardır. Örneğin, Dede Korkut Kitabında kahramanlar sıkıştıkları
zaman adeta canlı bir varlığa seslenirmişçesine dağlara seslenmişlerdir. Âşık Kerem, Âşık Garip vb.
halk destanlarında, dağlara hitap eden seslenişler vardır. Köroğlu sefere çıkacağı zaman dağ başlarına
bakar ya da sefer sırasında geçit vermeyen bir dağla karşılaştığında tepedeki evliyaya yalvarır ancak
dağ o zaman geçit verirdi (Boratav,1988:88).
Taş ve kaya kültüne ait motifleri içeren tek menkıbe, Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli’dir.
Buradaki menkıbelerin birinde anlatıldığına göre, Hacı Bektaş'ın evliyadan olduğuna inanmayan biri,
elindeki bıçakla oradaki bir kayayı kesmesini ister. Hacı Bektaş da bıçakla kayayı ikiye böler. Adam
bunu görünce kendisine mürit olur. Bu kerametin delili olan kayalar tekkeye kaldırılır ve gelip
geçenler tarafından saygıyla ziyaret edilir. Bir başka menkıbede, aslana binip yılanı kamçılayarak Hacı
Bektaş’ın ziyarete gelen Seyyid Mahmud Hayrani’ ye karşı Hacı Bektaş’ın, kızıl bir kayaya binerek
karşılamaya çıktığı ve kayayı uzunca bir süre yürüttüğü hikaye edilir. Bektaşiler ve Kızılbaşlarca,
bugün türbeye 350 m. uzaklıkta bulunan bu kayanın gerçekten yürüdüğüne inanılır (Ocak, 1983:78).
Orta Asya’da İslam öncesi devirde Türklerde bazı taş ve kayaların kutlu sayıldıklarına ilişkin
pek çok veri bulunmaktadır. Uygurların ünlü Kut Dağı efsanesi bunun güzel bir örneğini
oluşturmaktadır. Bu efsanede, Uygur ülkesinin refahının Kut dağı adıyla iri bir yeşim kayasına bağlı
olduğu bu kaya sayesinde ülkenin ve halkın felaketten uzak bir hayat sürdüğü anlatılmaktadır. Bunu
öğrenen Çinliler, Uygur kağanının oğluna imparatorun kızını verme karşılığında kayayı isterler.
Halkın karşı koymasına rağmen kağan teklifi kabul eder. Çinliler kayayı parçalayarak onu ülkelerine
götürürler. Fakat, kayanın gitmesiyle kıtlık başlar ve sonunda Uygurlar göç etmek zorunda kalırlar
(Ocak, 1983:79).
Orman kültü ilkel toplulukların orman ürünleriyle, avcılıkla geçindikleri dönemin kalıntısıdır.
Ötüken ormanlarının (Ötüken Yış) Göktürkler ve Uygurlarla birlikte dönemin bütün Türkler
tarafından kutsal sayıldığını biliyoruz. Zamanla hayat koşulları ve dini inançları değişmesine rağmen
pek çok ulus orman kültünü yeni dinlerine de sokmuşlardır. Orman ruhlarına her avcı kurban sunabilir.
Sunma işlemi sırasında kamın aracılığına ihtiyaç yoktur. Görülüyor ki, orman kültü en eski devrin iş
bölümünün Şamanları dahi yaratmadığı dönemin kalıntısıdır (Hassan, 1986: 111).
Ağaç, yerin dibine dalan kökleri, göğe doğru dik bir biçimde yükselen gövdesi ve gökyüzüne
dağılan dal, budak ve yapraklarıyla olduğu kadar, mevsimden mevsime kendini yenilemesi ve daha
pek çok özelliğiyle de eski çağlardan beri insanlığın dikkatini çekmiştir. Bununla birlikte ağaç, daima
hayatın ve ebediliğin de timsali olarak benimsenmiştir (Eliade, 1975:231). Eliade diğer tabiat
kültlerinde olduğu gibi ağaç kültünde de ağacın maddi varlığının değil, özelliklerinin ve temsil ettiği
gücün kült konusu olduğunu belirtmiştir. Diğer taraftan, insanın küçük bir filizden gün geçtikçe
büyüyen, gelişen ve sonunda bir nedenden dolayı çürüyen ağaçla, kendi yaşamı arasında da paralellik
kurduğunu vurgulamıştır (Eliade, 1975:23).
Doğa güçlerine inanç çerçevesinde dağ kültünün yanı sıra "orman ve ağaç kültü" de önemli
bir yer tutmaktadır. Gerçekte orman kültü, ormanda yaşayan ve yiyecek derleyip avcılık yaparak
geçinen ilkel topluluklara özgüdür. Türklerin de göçebe çoban hayatına oradan geçtikleri öne
sürülmüştür. Bazı araştırmacılar, Türklerin inançlarının temelinde bozkır kültürünün hakim olduğunu
düşünmektedirler. Türklerde Kutsal Ötüken Dağı ormanla kaplıdır ve "Ötüken Yış" (Ötüken Ormanı),
Göktürkler ve Uygurlarca kutsal bilinmektedir. İslam Öncesi Türklerdeki ağaç kültünün ilk ortaya
çıkış bölgesi olarak dağlık Ötüken olduğu tahmin etmektedir. Hunlar, her yıl yaz bitiminde
muhtemelen Ötüken’de yer alan, Lung-Ch’eng (Ejder Şehri) denilen başkentlerinde yaptıkları yer
ayini, şehrin yakınındadır (Güngör, 2002, C.3: 262).
Dede Korkut, er olsun avrat olsun herkesin ağacı saydığını ve çekindiğini belirtmiştir. Orta
Asya’da bin yaşında, beş kollu büyük gövdeli bir ağacın bölgede en saygın şey olduğunu belirtmiştir
(Avcıoğlu, 1995:359). İncelenen örnekler, her ağacın ya da aynı ağacın her yerde kült konusu
olmadığını, hatta sıklıkla, çam, kayın ve çınar benzeri meyvesiz ve ulu ağaçların kült olarak kabul
edildiği üzerinde yoğunlaşmaktadır (Ocak, 1983:84).Dede Korkut’ ta Kazan’ın oğlu Uruğ ağaç ile
söyleşirken,
“Başını alıp bakacak olsam başsız ağaç,
Dibini alıp bakacak olsam dipsiz ağaç”.
diyerek, ağacın yeraltında ve yerüstünde sonsuza ulaştığını vurgular (Avcıoğlu, 1995:360).
Ağaç kültü Uygurlarda farklı bir yönü de ortaya koymaktadır. Bunlarda ağacın insan soyu ile ilgisine
dair inancın varlığını ünlü menşe efsanesinden anlamaktayız. Cüveyni’nin kaydettiği bu efsaneye
göre, Uygurlar Karakurum’da Tuğla ve Selenka nehirlerinin birleştiği yerde bulunan fusuk ve naj
(fıstık ve çam fıstığı) ağaçları arasına gökten inen ışıktan türediklerine, daha doğrusu atalarının bu
ışığın o ağaçları gebe bırakması sonucu dünyaya geldiklerine inanıyorlardı (Cüveyni, Akt, Ocak,
1983:85-86).
Radloff, İnan ve Roux, aşağı yukarı bütün Altaylı kavimlerde en çok çam ve kayın ağaçlarının
kült olarak kabul edildiğini, bunları çınar ve servi ağaçlarının takip ettiğini belirtirken bu ağaçlara
yapılan duaların İslamiyet sonrasında da devam ettiğini vurgulamışlardır. Bu dualardan dikkate değer
biri şu şekildedir;
Altın yapraklı boz kayın,
Sekiz gölgeli mukaddes kayın,
Dokuz köklü, altın yapraklı mübarek kayın,
Ey mübarek kayın, sana kara yanaklı,
Ak kuzu kurban ediyorum (İnan,1995:87).
Anadolu sahası, ağaç kültünün Müslüman Türklerdeki en ilgi çekici örneklerinin ortaya çıktığı
yerlerden biri olarak görülmektedir. Bu kültün, Sünni kesimde de olmakla beraber daha çok Alevi
zümrelerde yer bulduğu söylenebilir. Bu kült resmi evraklara bile girmiştir. Memduh Paşa adında bir
Osmanlı valisinin II.Abdülhamid’e yolladığı bir raporda, Kızılbaşların büyük ağaçlara oldukça saygı
gösterdikleri ve sık sık ziyarette bulundukları belirtilmektedir (Şapolyo, Akt. Ocak, 1983:89).
Ağaç kültü, Kızılbaş toplulukları içinde daha çok Tahtacılar ve Yörüklerde yayılmıştır.
Tahtacılar, geçimlerini ağaç kesmekle sağlamaktadırlar. Bununla birlikte, onların ağaçlara büyük saygı
ve bağlılıkları vardır. Muharrem ayında ağaç kesmek yasaktır. Hafta içinde ise, Salı günleri ağaç
kesilmez. Yeniden işe başlayacakları zaman, ağaçlara dualar okunur. Tahtacılar en çok, sarıçam, ladin,
köknar ve ardıcı; Yörükler ise, kara dut , çınar ve katran ağacını kutlu sayarlar ve hepside tek ağaçları
kült olarak kabul ederler (Roux, 1962, Akt, Ocak, 1983:89).