da o kimsenin ruhunun yanması derler. Temas büyüsünün özünde ise, birinin saçına, tırnağına,
kirpiğine, dişine ya da elbiselerinden bir parçaya sahip olan kişinin, o kimse üzerinde olumlu ya da
olumsuz güçlere sahip olması yatmaktadır (Frazer, 1954, Akt. Örnek, 1988:141-144).
Şamanizm inancına göre, Şamanların temel görevlerinin ve özelliklerinin sihirbazlık ve
büyücülük olduğu da bilinen bir gerçektir. Bunun nedeni Ohlmarks tarafından şu şekilde
açıklanmaktadır; Sibirya ve Orta Asya gibi iklimi sert olan yerlerde ve genellikle doğaya
hükmedememenin ilkel insanlarda tepkilere yol açtığı görülmektedir. Bu tepkiler özellikle hassas
bünyelerde ortaya çıkmakta ve bu kişiler sihirbaz din adamı görevini yüklenmektedir. İşte bu
sihirbazlar böylece yerlerini Şamanlara bırakmışlardır (Ohlmarks, 1966:208-213, Akt. Ocak, 1983:98).
Şamanlar hastaları tedavi ederken, onların kötü ruhlarla nasıl savaştıklarını ve nasıl hasta
olduklarını temsil eden ayinler, soyut ritüeller ve simgesel işlemler yaparlar. Levi-Strauss, bu tedavi
biçimini, köy, kabile, klan ve topluluğun önünde yapıldığı için hem hasta hem toplum hem de şaman
açısından bir psikanaliz süreci olarak yorumlamaktadır. Şaman bir psikanalist gibi, hastalığa neden
olan durumun yaşandığı ilk ana, yani geçmiş yaşantıya dönüp o anı tekrar yaşatarak psikolojik
arınmayı amaçlamaktadır. Böylelikle psikolojik kökenli hastalıklar sağaltılmaktadır (Levi-Strauss,
1993:51, Akt. Kaya, 2001:213).
Bütün bu arkaik inanç biçimlerinin ve pratiklerinin bugün, ruhsal sorunların sağaltımı
amacıyla kullanılan yöntemlerden biri olan “psikodrama” nın ve hem bir sağaltım aracı olan hem de
sanatsal performansı içeren bir doğaçlama tiyatro türü olan “play-back” tiyatronun kökenine ilişkin
ipuçları verdiği de düşünülebilir.
Büyünün amacı olumlu da olabilir olumsuz da olabilir. Örneğin, ak büyü yağmur yağdırmak,
ekinleri büyütmek, avı bereketli kılmak, düşmanı öldürmek gibi kötülükleri önlemek, şeytanı kovmak
vb. sağlamak için bazı dualar okunarak yapılan uygulamalardır. Kara büyü ise, bir kimsenin başına
felaket ya da ölüm getirmesi beklenen uygulamalara verilen addır (Tezcan, 1996:120-121).
İnsan boyları, hayvanların insanda olmayan üstün güç ve yeteneklerinden yararlanmak için
çeşitli yollar denemişlerdir. Özellikle de, hayvanların belli organlarının geleceği bilme gücü olduğuna
inanmışlardır. Bu organlar, genellikle bağırsak ve kürek kemikleridir. Çin kaynaklarına göre, anası
hastalanan Hun kralı, bağırsaklara bakarak çare arar. Attila, Fransa’da başarıyla sonuçlanmayan 451
yılı savaşlarından önce, falcılardan savaşın sonucunu öğrenmek ister. Falcılar, kurbanların
bağırsaklarını ve kemiklerini inceleyerek kötü haberi verirler. Mısırda Memluk Türkleri de iyi ve kötü
olayları kürek kemiğinden öğrenirler. Cengiz Han, koyun kürek kemiğine danışmadan hiçbir sefere
çıkmaz (Avcıoğlu, 1995:373-374).
Günümüzde sıklıkla rastlanan, okunmuş pirinç, tuz, şeker ya da benzeri maddelerin yenilmesi,
yutulması, muskaların giysilere iliştirilmesi, duaların yazılı olduğu kolyelerin, yüzüklerin takılması vb.
inanmaların birer “temas büyüsü” uzantısı olabileceği de düşünülebilir.
3. Falcılık ve Kehanet
Falcılık Şamanizm’in başlıca ögelerinden biridir. Fal Eski Türkçe’de “ırk” kelimesiyle ifade
edilmiştir. Bugün bu kelime “ırk bakmak” fal bakmak anlamında Anadolu’da da kullanılmaktadır.
Falcılar, fal açmak için kullandıkları nesneye göre; yogrıncı, kumalakçı, ırımçı gibi adlar alırlar (İnan,
1995: 151-152).
Şamanistlerde, Müslüman Türklerden Kırgız-Kazaklarda ve Nogaylarda en meşhur fal kürek
kemiği falıdır. Kürek kemiği falından Nogay hikaye ve destanlarında çok söz edilir. Başkurtlarda,
Altay ve Yakut Şamanistlerinde kürek kemiği falı yaygındır. Kırgız-Kazaklar kürek kemiğine çok
saygı gösterirler, kırmadan köpeklere atmazlar. Destan ve hikayelerinde, kürek kemiği falı motifine
rastlanır (İnan, 1995: 153-155).
Kürek kemiği ile fal açtırmak isteyen kişi, bir kürek kemiği bulur. Bu kemiğin kaynatılmamış
olması gerekir. Falcı (kam) kemiği ateşte kızdırdıktan sonra, eline alıp ince tarafından tutar. Kemikte
çizgiler, noktalar, çatlaklar belirmiştir. Falcı, bu beliren şekillere göre yorumunu yapar. Falcılık bilim
adamları elinde gelişmiş, Arapça “ilm ül kelf” risalesine konu olmuştur. Türk göçebeleri arasında aşık
kemiği ile fal açmak adeti de vardır. Yapılacak işin hayırlı olup olmayacağını öğrenmek için, davul
üzerine aşık kemiği atılarak niyet tutulur (İnan, 1995: 156).
Yakutlarda kaşık ve eldiven ile de fal açılır; yeni ev yapmak için seçilen yerde, yapılan ayin
sırasında eldivenle fal açılır. Eldiven avuç yukarı gelinceye kadar dualarla atılır. Eldivenin düştüğü
yere haç dikilir. Burada toplanıp ateş yakılır. Ateşe yağ, yoğurt dökerler, at yelesinden kıl koparıp
atarlar. Daha sonra, şaman yahut evi yapacak adam kaşık alıp dua ederek kaşığı havaya fırlatır. Fal iyi
gelirse ev sahibi kaşığı kapar, yakasına yerleştirir. Ev yapıldıktan sonra da ayin yapılır (İnan, 1995:
117-118).
Kırgız-Kazaklarda ve Özbeklerde yaygın fallardan biri de kumalak denilen faldır. Kumalak
için 41 taş veya 41 nohut, fasulye veya 41 tane koyun tezeği kullanılır. Çeşitli gruplamalar yapıldıktan
sonra yerde kalan dokuz taşa bakarak falcı, fal sahibine geleceği ile ilgili yorum yapar (İnan, 1995:
158).
Bir başka fal da ateş falıdır. Ateş falı; ateşin alevlerine, közlerin duruşuna, odunun ıslık
seslerine göre geleceği keşfetmeye çalışmaktır (İnan, 1995: 159).
4. Şekil -Don Değiştirme (Metamorphose)
İlkel insana göre, yeryüzünde bulunan her varlık bir kuvvetin taşıyıcısıdır. Ayrıca, bir cisim
birden fazla görünüşler altında da bulunabilir. Bununla birlikte, cisim farklı görünüşlere sahip olabilir;
fakat bunlar geçicidir. Cismin asıl özelliği değişmez. Şekil değiştirme genellikle üstün bir güç (Allah,
sihirbaz, cadı, evliya vb.) tarafından, ya yapılan bir iyiliğe karşılık ödül ya da kötülüğe karşı ceza
olarak gerçekleştirilmekte idi. Türk efsane ve masallarında, şekil değiştirme motifine ilişkin olarak
“donuna girmek” deyiminin kullanıldığı görülmektedir. Bu efsane ve masallarda sıklıkla, “geyik
donuna girmek” ve “turna donuna girmek” ten söz edilmektedir. Genellikle don değiştirme motifi bir
hayvanın donuna girme biçiminde görülmektedir (Boratav, 1978:109).
Bu konuyla ilgili olarak, Kaygusuz Abdal’ın, şeyhi Abdal Musa’ya nasıl mürit olduğunu
anlatan ve Bektaşiler arasında çok tanınan bir hikaye oldukça önemlidir. Rivayete göre, Alaiye
Beyinin oğlu Gaybi Beğ adamlarıyla ava çıkar. Bir ara güzel bir ahu görerek adamlarından ayrılır. Bir
süre kovaladıktan sonra ön bacağının yanından onu okla yaralamayı başarır. Fakat ahu koşmaya
devam ederek Abdal Musa’nın tekkesinden içeri girer ve kaybolur. Dervişler ahuyu görmediklerini
söyleyip bir de şeyhlerine başvurmasını bildirirler. Gaybi Beğ, meydan denilen salona girer ve Abdal
Musa’yı postunda otururken bulur. Kendisine durumu anlatır. Abdal Musa cüppesini yukarı kaldırır ve
koltuğunun altındaki oku gösterir. Şaşkına dönen Gaybi Bey, affını ve müritliğe kabulünü ister (Ocak,
1983:155).
Büyük Kızılbaş dedelerinden ve velilerinden sayılan Hasan Dede’nin de geyiklerle haşır neşir
olduğu, yanına tuz alarak dağlara çekildiği ve geyiklere tuz yalattığı rivayet edilmektedir. Pir Sultan
Abdal’ın şu dizeleri Kızılbaş dedelerinin geyiklerle olan ilişkilerini açıkça göstermektedir;
Haberim duyarsın geyikler ile,
Yaramı sararsın şehitler ile,
Kırk yıl dağda gezdim geyikler ile,
Dost senin derdinden ben yana yana (Gölpınarlı-Boratav, :123).
Ocak’a göre (1983:163), geyik, kuş ya da herhangi bir hayvanın şekline girmenin bir kısmı
Şamanizm’den geçmiş gibi görünse de gerçekte Budizm’den geçmiş inançlardır.
5. Tanrının İnsan Şeklinde Görünmesi
Eski Türklerde tanrının insan şeklinde göründüğüne dair pek çok inanç vardır. Altayların Ay-
Mangus masalında adı olmayan bir çocuğa tanrı tarafından ad konulduğu anlatılmaktadır. Çocuk,
adının tanrı tarafından konulacağını öğrenince onu aramaya çıkar. Dolaşırken bir ara insan sesine
benzeyen bir sesin kendisini çağırdığını duyar. Sesin geldiği yana gittiğinde, kayın ağacının yanında
duran bir ihtiyar görür. İhtiyar çocuğa Ay-Mangus adını verir. Çocuk ihtiyarın kim olduğunu sorunca
da şu yanıtı alır: “Ben insan değilim. Ben yaradan tanrıyım. Babasız bir insana ad verdim” (Ocak,
1983:112).
6. Bayram- Tören ve Ayinler
Uraz, bayramların, salgın hastalıklar, kıtlıklar ve büyük zelzeleler sona erdiğinde, savaşlardan
zaferle çıkıldığında, sığır denilen avlar başarıyla bittiğinde, yılbaşlarında, meyve mevsiminde ve halkı
ilgilendiren büyük büyüler bozulduğunda yapıldığını belirtmektedir (Uraz, 1994:238).
Altay Türklerinin tanrılar adına yaptıkları bayramların en büyüğü Ayzıt Bayramı’dır. Bu
bayramlar iki mevsimde yapılırdı. Yazın yapılan bayram törenlerini ak şamanlar idare ederdi.
Ormanda yapılan bu törende beyaz elbise giyilirdi. Bu törene kadınlar katılmazdı. Kışın yapılan
bayram törenlerini ise kara şamanlar idare ederdi. Bu törende şamanlar siyah elbise giyerlerdi. Kış
törenleri evlerde yapılır ve kadınların da katılımına açık olurdu (Uraz, 1994: 239).
Bu bayramlardan bir diğeri ise, Üzüt Bayramı’dır. Diğer adıyla ruhlar bayramı olarak
tanımlanmaktadır. Bedenden ayrıldıktan sonra “süne” denilen ruh, başka bir dünyaya gider. Orada
süneyi Erlik’in bekçisi olan ölüm ruhu Aldacılar karşılar. Aldacılar her yeni ölünün çoktan ölmüş
yakınlarından birinin ruhudur. Süne ile Aldacılar bir süre dolaşır. Çocuk Süne’si yedi, yetişkinlerin
Süne’si kırk gün böyle dolaşır. Bu süre içinde ölü çıkan evde çeşitli tabular varlık gösterir. Bu eve
şaman girmez. Bir hafta, ölü çıkan evden dışarıya eşya verilmez. Dışarıdan da alınmaz. Kırk gün sonra
ölen kimsenin akrabaları “Üzüt Bayramı” yaparlar. Bu bayramda, hayvan kesilir, eti ile sofralar
kurulur ve ihtiyarlar yüksek sesle dualar okurlar (Uraz,1994: 240-241). Altaylılara göre ölüm iki
nedenden olur. Bunlardan biri, Erlik’ in açgözlülüğü, ikincisi ise Ülgen’le Erlik’in birlikte aldıkları
karardır.
Törenlerin en önemlilerinden biri ölüler için yapılandır. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra,
başka bir aleme gideceğinden, orada o ruhu taşıyan insanla buluşarak dünyada yaşadığı gibi
yaşayacağına ya da ruhun başka bir bedene girerek ikinci kez dünyaya geleceğine inanılırdı. Bu
nedenle, ölen kimse eşyalarıyla, silahları, atı ve en yakın dostları ile gömülürdü. Ölüler genellikle
toprağa gömülürdü; fakat, ölüleri suya atan, yakan, köpeklere yediren ağır taşlar altına koyan ya da
ağaç kavuğuna sokan boylar da bulunmakta idi. Yakutlar, ölene en iyi elbiseyi giydirir, tabutuna bir
çakı, bir çakmak taşı, kav, yağ, et gibi öbür dünyada gerekecek eşyaları koyarlardı.
Sümerlerin inancına göre, ruh insandan ayrılınca uçar, yeryüzünde dolaşırdı. Bu ruha
“Edimnu” denirdi. Eğer ölü geç gömülecek olursa, Edimnu kötü ruh haline gelir, hortlayabilirdi. Bunu
önlemek için ise, ölünün hemen gömülmesi gerekirdi (Uraz, 1994: 226-227).
7. Tenasüh (Reincarnation, Metempsycose) İnancı
Genel bir tanımla, öldükten sonra insanın ruhunun başka bir bedene girerek hayatını
sürdürebilmesi olarak tanımlanabilen tenasüh inancı, eski dünyanın farklı yerlerinde farklı biçimlerde
kabul gören bir inanç biçimidir. Bununla birlikte, insan ruhunun insana, hayvana, bitkiye veya cansız
bir varlığa göç etmesi gibi çeşitli biçimleri olan bu inancın en hakim olduğu, en fazla işlenip geliştiği
yer Hindistan’dır. Budizm inanışının temelini oluşturmaktadır.
Özellikle Bektaşilikte tenasüh inancı oldukça kabul gören bir inanıştır. Örneğin, Menakıb-ı
Hacı Bektaş Veli’de, şöyle bir menkıbe nakledilir; Hacı Bektaş’ın şeyhi Lokman-ı Perende’nin hacdan
dönüşünü kutlamak üzere gelen Horasan erenleri, o zaman henüz çocuk olan Hacı Bektaş’ın
kerametlerine inanmamaktadırlar. Bunun üzerine Hacı Bektaş, kendisinin aslında Hz. Ali’nin sırrı
olduğunu söylemek zorunda kalır. Bu defa Horasan erenleri, Hz. Ali’nin biri alnında, biri avucunun
içinde iki yeşil beni olduğunu söylerler. Hacı Bektaş, derhal alnını ve avucunu açarak yeşil benleri
gösterir. Böylece, onun hakikaten Hz. Ali’nin sırrı olduğunu, yani Hz. Ali’nin Hacı Bektaş’ın
bedeninde yaşadığını anlarlar (Ocak, 1983:133). Hz. Ali’nin değişik kalıplarda yaşadığını gösteren bu
inancı vurgulayan pek çok nefes vardır. Pir Sultan Abdal’ın;
Pir Sultan’ ım şu dünyaya
Dolu geldim dolu benim
Bilmeyenler bilsin beni
Ben Ali’yim Ali benim
Kıtaları ile Kul Hüseyin’ in
Balım sultan gerçek sırr-ı Ali’sin,
Müminlerin kanadısın kolusun,
Pirim Hünkar Hacı Bektaş Veli’ sin,
Cansız duvarları yürüten medet.
Kıtaları da örnekler arasındadır (Gölpınarlı-Boratav: 1991:98-99).
8. Yada Taşı ve Yağmur Tılsımları
Avcıoğlu, yada taşının bazı hayvanların karnından ya da kafatasından yapıldığını, yağmur, kar
yağdırma ve fırtına estirme gibi sihirli güçlerinin olduğunu belirtmiştir (Avcıoğlu, 1995:374).
Yada taşı, Türk topluluklarında çok eski bir inanca konu olmuş bir nesnedir. Bu inanca göre,
Türk tanrısı Türklerin en eski atasına, istendiğinde yağmur, kar ve dolu yağdıran sihirli bir taş
armağan etmiştir. Yada, cada, yat denilen bu taşın her dönemde Türk Şamanlarının (kam) ve
komutanlarının elinde bulunduğuna inanılır. Yakutlar yada taşına sata derler ve en kuvvetli sata taşının
kurdun karnında bulunduğuna inanırlar. Sata taşına bir yabancının ya da bir kadının eli değdiğinde
taşın öldüğüne inanılırdı (Örnek, 1988:162-163).
9. Havada Uçma (Levitation)
Bu motife ilişkin yalnızca iki menkıbe bulunmaktadır. Bunların ikisi de Vilayetname-i Sultan
Şucauddin’dedir. Bu menkıbelerden ilkine göre, sultan bir gün müritleriyle otururken aniden vecde
gelip herkesin gözü önünde yerden yükselmiş ve bulutların üstünde bir süre uçtuktan sonra tekrar yere
inmiştir. İkinci menkıbede ise, Sultan Şucauddin kendisine bir koyun vermeyi reddeden sürü sahibine
kızarak havalanıp uçmuş ve bulutlara yükselmiştir (Ocak, 1983:180).
Bu motiflere hem Budizm hem de Şamanizm inancında rastlamaktayız. Fakat “havada uçma”
özellikle Budizm inancında görülen mistik yöntemlerden biridir.
Kaynakça
Turan, Şerafettin (1994), Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınları, Ankara.
Akarsu, Bedia (1988), Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Kitabevi, İstanbul.
Meydan Larousse (1971), İnanç, C.6, Meydan Yayınevi, İstanbul.
Tezcan, Mahmut (1996), Kültürel Antropoloji, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Avcıoğlu, Doğan (1995), Türklerin Tarihi, I. Cilt, Tekin Yayınevi, İstanbul.
Hançerlioğlu, Orhan (1993), Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Ocak, Ahmet Yaşar (1983), Bektaşî Menakıblarında İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi,
İstanbul.
.............. (2000), Alevi-Bektaşi İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul.
Örnek, Sedat Veyis (1988), 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, Gerçek Yayınları,
İstanbul.
Uraz, Murat (1994), Türk Mitolojisi, Düşünen Adam Yayınları, İstanbul.
Esin, Emel (1978), İslâmiyet'ten Önce Türk Kültür Tarihi ve İslâm'a Giriş, İstanbul.
White, Brian (1993), A Five Minute to Inroduction to Budism, http://www.budha.net.
Barthold, V. V. (1981), Moğol İstilasına Kadar Türkistan, (Hzr. Hakkı Dursun Yıldız), İstanbul.
............ (1975), Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Ankara.
Ögel, Bahaeddin (1984), İslamiyet'ten önce Türk Kültür Tarihi I, Ankara.
Güngör, Harun (2002), Eski Türklerde Din ve Düşünce, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.
Kuzgun, Şaban (1993), Hazar ve Karay Türkleri, Ankara.
İnan, Abdulkadir (1991), Makaleler ve İncelemeler, C II, Ankara.
............. (1995), Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yayınları, Ankara.
Hacaloğlu, R. A. (1995), Türkmen ve Asur Kiliselerinde Okunan Türkçe İlahî Metinleri, Türk Kültürü
Araştırma Enst. Yay., Ankara.
Gumilev (1999), Eski Türkler, (Çev: D. Ahsen Batur), İstanbul.
Eröz, Mehmet (1992), Eski Türk Dini ve Alevilik Bektaşilik, TDAV, İstanbul.
Kaya, Muharrem (2001), Eski Türk İnanışlarının Türkiye’deki Halk Hekimliğindeki İzleri,
Folklor/Edebiyat C.VII, S.25.
Boratav, Pertev Naili, (1988), Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği, Adam Yayınları, İstanbul.
............. (1978), 100 Soruda Türk Halk Edebîyatı, Gerçek Yayınları, İstanbul.
Hassan, Ümit (1986), Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, Varlık Yayınları, Ankara.
Eberhard, W. (1942), Çin'in Şimal Komşuları, çev: Nimet Uluğtuğ,Ankara.
Divitçioğlu, Sencer (1987), Kök Türkler, Ada Yayınları, İstanbul.
Tanyu, Hikmet (1980), İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, A.Ü. İlahiyat Fakültesi
Yayınları, Ankara.
Gölpınarlı(Abdülbaki)-Boratav (Pertev Naili),(1991)Pir Sultan Abdal,Dergah Yay. İstanbul.
Dostları ilə paylaş: |