Türklerde İslamiyet Öncesi İnanç Sistemleri Öğretiler-Dinler



Yüklə 224,4 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə6/10
tarix07.12.2017
ölçüsü224,4 Kb.
#14452
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

gönüllerini hoş tutmak, anılarını tazelemek, kurban ve adaklarla anmak yoluyla bitkilerin, hayvanların 

çoğalmasını sağlamak mümkündür.Bu amaçla ataların figür ve maskeleri yapılmakta, adlarına bayram 

ve törenler düzenlenmektedir. Diğer taraftan atalar, dinsel ve toplumsal buyrukların, gelenek ve 

göreneklerin koruyucuları olarak kabul edilirler. Bunların yerine getirilmesi onları sevindirmekte, tersi 

ise öfkelendirmektedir (Örnek, 1988: 94-95).  

Atalar kültünün eski Türk toplulukları arasında en köklü ve en eski inançlardan biri olduğu 

söylenebilir. Hemen hemen bütün Kuzey ve Orta Asya kavimlerinde bulunduğu görülen ve ataerkil 

aile yapısının bir sonucu olarak yorumlanan atalar kültü, tarihi iyi bilinen en eski Türk 

topluluklarından Hunlar zamanında tespit edilmektedir (Ocak, 1983:26).  Eski çağlarda Orta Asya 

Türklerinde de bu kültün hayli yayıldığına dair kanıtlar bulunmaktadır (Roux, 1962, Akt. Ocak, 

1983:85). Diğer taraftan, Orhun Kitabeleri’nde özellikle Bilge Kağan Kitabesi’nin sonunda yer alan 

bölümler atalar kültünün varlığının Göktürklerde de görüldüğünü göstermektedir. 13. yüzyılda 

Moğollarda da atalar kültünün önemli bir yer tuttuğu Batı kaynaklarından anlaşılmaktadır (Ergin, 

1970, Akt. Ocak, 1983:26-27).  Atalar kültü, ruhun bir bedenden ötekine geçmesi inancını benimseyen 

Budizm ve Manihaizm’in Türklerce kabul görmesinde etkili olmuştur. Bu külte göre, çok yaşayan, 

bilgili, yönetici insanlar öldüğünde onların ruhları, ailesine ve toplumuna yardım eder ve onları 

korurdu (Ocak, 2000:62). 

Türklerin,  İslamiyet’i kabul etmesinden sonra da halkın yatırlara gidip dua etmesi, şifa 

dilemesi, niyaz etmesi, “Allah’ın sevgili kulları olan ve Allah’a sözü ve nazı geçebilen evliyanın 

yardımını dilemek” şeklinde açıklanmaya çalışılmıştır. Böyle bir açıklama eski inanışlarla bağı olan 

uygulamaları  İslami kurallara uymasa da uygun hale getirmektir. Bu yatırlara gidip dua edenler, 

elbette Allah’a dua da ederler, fakat kendi gözlemlerimize göre, öncelikle o yatıra yönelik olarak dua 

ederler. Onun ruhundan medet umarlar (Eröz, 1992:103). 

Günümüzde, Anadolu halkı, evliyaların yattığı yerlere (tekke, zaviye, türbe, mezar, hazire, 

dergah vb.) gider ve onlardan yardım diler. Bu yardım, işsizlere iş, hastalara sağlık vb. biçimlerde 

görülebilir. Fakat bu yardım isteğinin mutlaka inanılarak yapılması gerekmektedir (Kaya, 2001:200).  

Bugün hala Anadolu’da varlığını sürdüren, evliya, dede, baba inanışlarının kökenini Atalar 

kültüne bağlayabiliriz. Ayrıca, evliyalardan istenilen dileğin gerçekleşeceğine ve evliyanın yardım 

edeceğine mutlaka inanılması gerektiği düşündürücüdür. Bu mutlak inanç, kişinin psikolojik olarak 

koşullanmasını dolayısıyla da bilinçli olmasa bile bunun gerçekleşmesine ilişkin çaba göstermesini 

doğurabilir.  

Ataların bu şekilde kutsal ağaçlarda eyleştiği inancı Anadolu'da hemen hemen her türbenin 

yanında kesilmesi yasak olan bir kutsal ağaç bulunmasını da açıklamaktadır. Bu ağaç ve bitkilere 

gösterdikleri saygı, aynı zamanda atalarına gösterdikleri bir saygı haline geliyor. Bu bitkileri törenlerde 

kullanarak da atalarından yardım istiyorlar. Ağaçlara bez bağlamak, mezarlara belli bitkiler bırakmak 

vb. bu çağrının ifadesidir. Ata ruhlarının bu şekilde doğada belli nesnelerde varolduğu düşüncesi 

insanların tüm doğayı canlı olarak algılamasına ve animizm inancına yol açmıştır.  

4. Gök Tanrı Kültü 

Araştırmalar, gök tanrı kültünün, toprakla ilgisi bulunmadığı için ancak göçebe, avcı ve çoban 

toplumlarda olabileceğini, dolayısıyla bu kültün kaynağının Asya bozkırlarında aranması gerektiğini 

göstermektedir. Bazı araştırmalarda tengri, tengeri, tengere ve tingir gibi, dil ve anlam yönünden gök 

tanrı kültü ile ilgili sözcükler belirlenmiştir (Eliade,1975:63-64, Akt, Ocak, 1983:30).  

Hunlar Gök-Tanrı'ya inanıyor, onu daha sonra Kaşgarlı Mahmut'un ifade edeceği üzere, hem 

gök hem de Tanrı anlamını içeren "Tengri" kelimesi ile ifade ediyorlardı. Göktürkler de aynı anlamda 

Tengri kelimesini kullanıyorlardı. Ayrıca Tonyukuk Kitabesinde "Türk Tanrısı" kavramına yer 

veriyorlardı. 763’ te Mani dinini kabul eden Uygurlar, Tanrı kelimesinin başına Kün, Ay ve Kün-Ay 

kelimelerini ilave ederek Kün Tengri, Ay Tengri, Kün-Ay Tengri kavramlarını oluşturmuşlardır. Her 

ne kadar, Kaşgarlı Mahmut,  Türklerin büyük bir dağ, büyük bir ağaç gibi kendilerine ulu görünen her 

şeye tengri dediklerini ifade ediyorsa da Türklerde Tanrı kelimesi yalnızca Gök-Tanrı'yı ifade etmek 

için kullanılmıştır (Güngör, 2002, C.3: 262).   



Türkler yüce ve soyut bir Tanrı anlayışına  erişmiş olmakla birlikte, başlangıçta onu yine de 

gökte düşünüyorlardı. Orhun Kitabeleri’nde "üze kök tengri" terkibinde Tanrı aynı zamanda gök 

anlamını da korumaktaydı.  Göktürk çağında, dünyayı kaplayan, yeryüzünde her şeyi hükmü altında 

tutan semanın, bozkırlı gözünde Tanrı kabul edilmiş olabileceği düşünülebilir (Güngör, 2002, C.3: 

262).  

Hun, Göktürk ve Moğol devletlerinde en büyük tanrı, Gök Tanrı’dır. Gök Tanrı, gökteki bütün 



yıldızları, ayı ve güneşi kapsayan nesnel bir varlıktır. Kat kat olan semada yaşayan Gök Tanrı, 

insanlardan farklı düşünülmez. İnsanlar gibi onlar da yer, içer, eğlenir. Altaylıların, gökte altın tahtta 

oturan tanrısı Ülgen’in göğün farklı katlarında oturan oğulları, kızları ve yardımcıları vardır. Göksel 

cisimlerin tümü Gök Tanrıdır. Fakat onu oluşturan güneş, ay gibi cisimler de farklı birer tanrı olarak 

düşünülmüştür. Örneğin, Hun hükümdarı her sabah çadırından çıkarak güneşe, geceleri ise aya tapardı. 

Yakutlara göre, iki kardeş olan Ay ve Güneş tanrıdırlar (Avcıoğlu, 1995:352-353). 

Gök Tanrı kültünün hemen hemen tüm Orta Asya toplumlarında çok köklü bir inanç olması 

nedeni ile İslam sonrası dönemde de etkisinin sürdüğünü görmekteyiz. İslamiyete geçişi belli bir 

oranda kolaylaştırdığı söylenilen bu kültün, bazı  İslami metinlerde örneklerine rastlanmaktadır. 

Örneğin, Dede Korkut Kitabı bunun en tipik örneklerindendir (Ocak, 1983:32).  

Gök Tanrı yanı  sıra ikincil tanrılar da bulunmaktadırlar. Gök Tanrı insanın ve hayvanın tek 

tanrısı değildir. Örneğin, Yakutların Ayısıt adını taşıyan tanrısı tüm özellikleri ile bereket tanrıçası 

niteliği taşımaktadır. Ayısıt, genç anaları, yavrularını ve aynı durumda olan hayvanları ve onların 

yavrularını korur. Göktürklere göre, üstte tanrı, altta yer buyurduğu için Türk budunu zenginleşmiştir. 

Böylece, gök ve yer tanrılarının bir çifti oluşturduğu anlaşılmaktadır. Göktürklerin yer tanrısı, 

Moğollarda Etügen adını alır. Tanrıçadan, kadınları, oğulları, hayvanları ve hububatı koruması, 

sürüleri ve ürünleri çoğaltması beklenir. Yer tanrıçası ise, Yakutlarda, bitkilerin büyümesini ve 

yavruların doğuşunu cesaretlendirir (Avcıoğlu, 1995:354).  



5. Tabiat Kültleri 

Türk ve Moğol boylarında oba kültü çok yaygındır. Oba steplerde toprak, dağ geçitlerinde taş 

yığınlarından meydana getirilen suni tepeler (höyük) dir. Bu obalar, steplerde kutsal dağ ve tepe yerini 

tutarlar. Her oba, boyun tapınağı olur. Burada kurban kesilir, dini törenler yapılır. Oba yanından geçen 

her yolcu atının kılından veya elindeki paçavralardan bir parçayı adak olarak bırakır (İnan, 1995: 61). 

Dağlar ve tepeler, tarihin bilinen en eski devirlerinden beri, yükseklikleri, gökyüzüne 

yakınlıkları dolayısıyla insanların gözünde ululuk, yücelik ve ilahilik sembolü kabul edilmiştir. Bu 

nedenle de insan üstü varlıkların, ilahların mekanı olarak düşünülmüştür. Yunanlıların Olimpos’u, 

Eski Türklerin Ötüken’i, İslam ülkeleri mitolojilerinin vazgeçilmez Kafdağı, akla gelen ilk örneklerdir 

(Ocak, 1983:70-71).  

Dağlar sadece, içinde varolduğuna inanılan kuvvetli ruhtan dolayı kutlu sayılmamış, yer altı 

ve yer üstü unsurları, büyüklüğüyle birleştiren mitolojik bir varlık olarak da algılanmıştır. Dünyanın 

oluşumuna ilişkin anlatılarda, evren, dünya yaratılırken gök, yer ve yer altı (yani tanrılar, insanlar ve 

ölüler) birleşir. Bunları bir araya getiren merkez konumdaki dağ, ağaç, sarmaşık, merdiven birer temel 

direk, merkez ve kökenin simgesi olarak kutsallaşmaktadır (Eliade, 1992:1-46, Akt. Kaya, 2001:203). 

Şamanların dualarında özellikle dağlardan söz edilirken dağın ruhu ile somut bir varlık olarak 

kendisini ayırt etmek mümkün değildir. Bazı dağlar belirli kabilelerin “töz”ü sayılırlar. Böylece, belli 

bir kabilenin menşei belli bir dağa bağlanmış olur. 12. yüzyılda Moğollar, dağları inanç sistemlerinin 

oldukça önemli bir parçası olarak görmüşlerdir. Temuçin (Cengiz Han), gençliğinde Merkitler’in bir 

baskını  sırasında Burkhan Haldun Dağı’na sığınmış ve bu dağın yardımıyla kurtulmuş olduğunu  şu 

şekilde anlatmıştır: “Haldun Burkhan’ ın yardımıyla bir kırlangıcın hayatı gibi hayatım kurtuldu. 

Burkhan Haldun’a her sabah tapmalıyım, bunu neslim ve neslimin nesli böyle bilsin”. Temuçin bu 

sözlerle kuşağını boynuna ve külahını koynuna asarak güneşe dönmüş ve eliyle göğsüne vurarak 

güneşe karşı dokuz defa diz çöküp tövbe ve istiğfar etmiştir (İnan, 1995:45).  




Yüklə 224,4 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə