118
Türk Dünyasının Ortak Kültürel Mirası Dede Korkut Hikâyelerine Farklı
Yaklaşımlar Üzerine Değerlendirmeler
ki bu metinler, bir yandan terk edilme veya yok olma sürecine girmiş eski kül-
türel mirası koruma güdüsüyle söylenir veya yazılırken öte yandan genellikle
bürokratik bir tercihle kabul edilen yeni medeniyet dairesinin değerleriyle
uzlaşma çabalarını terennüm etmektedir.
Sözlü kültürlerinin canlı ve dinamik dokusuna rağmen medeniyet değişimi
süreçlerinde Türk destanlarının yazılı halde tespit edilmiş olması bile aslın-
da önemli bir olgudur. Çekirdeğinin iki tarihsel tabakaya yaslandığı bilinen,
sözlü gelenekte sınırsız ve yaygın yaşamını sürdürürken Vatikan ve Dresden
kitaplarındaki “boy”larıyla daha yeni ve yakın çağlara ve coğrafyalara işaret
eden Dede Korkut Kitabı da sonuçta bir Oğuzname’dir. Bu bağlamda, mesela
Kazaklar arasındaki Korkut Ata veya Korkut Evliya gibi efsanevi tiplemeler-
le mitolojik dönemin izlerini bünyesinde barındırdığı gibi Uygurca ve İslamî
Oğuznâme’nin devamı niteliğini de taşır. Ayrıca Vatikan kitabının “Hikâyet-i
Oğuznâme-i Kazan Beg ve Gayrı” başlığında geçen “name” sözü ile Dresden
kitabının “Kitab-ı Dedem Korkud âlâ Lisan-ı Ta’ife-i Oğuzân” başlığında yer
alan “kitab” sözü bu eserin yazılı tespitine vurgu yapmamıza zemin hazırlar.
Türkoloji araştırmalarıyla paralel giden Dede Korkut araştırmalarını ta-
rihsel ve coğrafi açılardan değişik aşamalarda değerlendirebiliriz. Bu aşama-
lardan ilki 1800’lü yıllardan, yani başlangıçtan 1920’ye kadar olan ve Batı
merkezli Türkoloji araştırmaları bağlamında yer alan çalışmalardır. Bu çalış-
malar, daha ziyade metni tanıtma ve okuma problemleriyle ilgilidir. Bu açı-
dan Almanya, İtalya ve Rusya merkezli bu çalışmalara “metinlerin tavsifi”,
“öncü çalışmalar” ve “ilk metin neşirleri” diyebiliriz (Bk. Sertkaya 2006:
8-23). Oysa bilimsel anlamda daha sonraki dönemde yapılan Dede Korkut
araştırmaları, ikinci dönem olan 1920 sonrasında, Sovyetler Birliği sınırları
arkasında kalan coğrafya ile bu coğrafya dışında kalan bölgelerde farklı şekil-
de cereyan etmiştir. Ayrıntıya girmeden söylemek gerekirse 1920 sonrasında
Sovyetler Birliği dönemi de kendi içinde 1920-1950 arası, 1950-1990 arası ve
1990’dan günümüz kadarki dönem olmak üzere üçe ayrılabilir.
Biz bu bildiride öncelikle Türkiye eksenli yaklaşımları temel olarak alıp
daha sonra Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’daki Sovyetler Birliği
dönemi ve sonrası Dede Korkut araştırmalarına kısmen eleştirel çerçevede
göz atmaya çalışacağız.
Türkiye Merkezli Türkoloji Anlayışı ve Türkiye Araştırmaları
1815 yılında gün ışığına çıkan Dede Korkut Kitabı’yla ilgili araştırmalar,
1914’e kadar yabancı Türkologların ilgi alanıyla sınırlı kalmıştır. 1916 yı-
119
Ali DUYMAZ
lında Kilisli Muallim Rıfat’ın İstanbul’da eski harflerle bastırdığı Dede Kor-
kut Kitabı bu anlamda Türk araştırmacıların ilk ilgisine de işaret etmektedir.
Bu metin yayınından sonra Türkiye’de bilimsel yayınlara giden çalışmaların
önü açılmış, Ergin, Gökyay, Kırzıoğlu başta olmak üzere birçok araştırmacı
Dede Korkut’u değişik yönleriyle ele almıştır. Bu ilk araştırmalarda Batı’da
kurulan ve Türkiye’de de benimsenen bir felsefe hâkimdir. Bu felsefe de,
imparatorluktan ulusal kültüre bağlı bir devlet anlayışına evrilen Türkiye’de
Dede Korkut gibi metinlerin milli kültürün temel eserleri arasında kabul edil-
mesidir. Ancak kabul etmeliyiz ki Türkiye’deki çalışmalar Atatürk devri Türk
tarih tezi kapsamında Anadolu’yla veya yeni Türkiye Cumhuriyetinin siyasi
sınırlarıyla çerçevelenmiş bir Türklük veya Oğuzluk anlayışına bağlı kalma-
mıştır. Türk sözü hem Türkiye Cumhuriyetini kuran halk anlamında siyasi
bir mana yüklenmiş hem de tarihsel ve coğrafi perspektifte ortak bir kültürel
mirası üretmiş ve paylaşmış ideal bir anlam kazanmıştır. Bu yüzden Dede
Korkut Kitabı sadece Anadolu Türklüğünün değil tarihsel derinliği içinde ge-
lişip serpilen ve Anadolu’da birikiminin zirvesine ulaşan bir medeniyetin mi-
rası olarak kabul görmüştür. Belki bu sebeple Dede Korkut Kitabı etnik veya
coğrafi mensubiyet şuurunu canlı tutan bir metin olarak algılanmamış, daha
genel ve medeniyet sürecinin bir parçası olarak değerlendirilmiştir.
Türkiye’de yapılan Dede Korkut çalışmalarını bir kaç açıdan değerlendi-
rebiliriz:
Bu açılardan biri, hatta birincisi Dede Korkut Kitabı’nın bir dil yadigârı
olarak görülmesi ve dil araştırmacılarının ilgisine mazhar olmasıdır. Dede
Korkut Kitabı Türkiye’de öncelikle dil araştırmacılarının metin kurma nok-
tasında ilgisini çekmiş, gerek Orhan Şaik Gökyay gerekse Muharrem Ergin
metin okuma noktalarında tartışmalar içine girmişlerdir. Hatta bu metin oku-
ma konusundaki tartışmaların Türkiye sınırları dışına taşarak Azerbaycan’da
Hemid Araslı’ya kadar uzandığı da malumdur. Metin okumaları Türkiye’de
Dede Korkut araştırmalarının belki de en temel sorunu olarak görüldüğü
için son yıllara kadar yeni metin okumalar, okuma hatalarının düzeltilmesi
gibi hususlar yeni yayınların oluşmasına zemin hazırlamıştır. Ergin ve Gök-
yay’dan sonra Semih Tezcan, Osman Fikri Sertkaya, adettin Öztürk, Mustafa
Sinan Kaçalin gibi isimler yeni metin neşirleri yapmışlardır. Metin okuma ve
anlamlandırma hususundaki hassasiyet Azerbaycan ve Türkmenistan’da aynı
çerçevede değildir. Son yıllarda Azerbaycan’da da metin okuma problemleri
üzerinde duran yayınlar yapılmışsa da bunlar daha ziyade yer adları, özel
isimler ve Azerbaycan Türkçesine uygun yakıştırmalarla sınırlı kalmıştır.