söyleyen Yaradılış Kitabı'nın birinci bölümü yatar. Bu temel
imana varoluşla kesin uzlaşma adını verelim.
Son zamanlara kadar bok lafının basında b.. olarak geçmesinin
ahlaki kaygılarla hiçbir ilgisi yoktur. Bokun ahlaksızlık
olduрunu öne süremeyiz herhalde, deрil mi? Boka karşı
çıkma metafizik bir karşı çıkıştır. Her gün yaptıрımız dışkılama
işi yaradılışın kabul edilmezliрinin günbegün kanıtlanması
demektir. Ya/ya da: Ya bok kabul edilebilir bir şeydir
(bu durumda banyonun kapısını kilitlemeyelim) ya da kabul
edilemeyecek bir biçimde yaratılmışız demektir.
Bundan da şu çıkıyor demek ki; 'varoluşla kesin olarak
uzlaşma'nın önerdiрi estetik ülkü, bokun reddedildiрi ve herkesin
bok yokmuş gibi davrandıрı bir dünyadır. Bu estetik
ülkünün adı kitsch'dir.
Kitsch, o duygusal on dokuzuncu yüzyılın ortasında doрmuş
Almanca bir sözcüktür; oradan da Batı dillerine geçmiştir.
Ne var ki çok sık kullanılmaktan özgün metafizik anlamını
kaybetmiştir sözcük; kitsch, sözcüрün hem gerçek hem
de eрretileme anlamında, bokun kesin reddidir, kitsch insan
varoluşunda temelden kabul edilemez olan her şeyi kapsamı
dışına atar.
:::::::::::::::::
6
Sabina'nın içteniçe komünizme isyan edişinde etik olmaktan
çok estetik bir nitelik vardı. Onu tiksindiren komünist dünyanın
çirkinliрinden (inek ahırlarına dönüştürülmüş şato yıkıntılarından)
çok, bu dünyanın takınmaya çalıştıрı güzellik
maskesiydi -başka bir deyişle, komünist kitsch'i. Komünist
kitsch'inin en iyi örneрi 1 Mayıs denen törendi.
Insanların hala heyecan duyabildikleri ya da heyecan duyarmış
gibi yapabildikleri günlerdeki 1 Mayıs resmi geçitlerini
görmüştü Sabina. Kadınların hepsi kırmızı, beyaz ve mavi
bluzlar giyerler ve balkonlardan ya da pencerelerden onları
seyredenler, yürüyüşçülerin oluşturduрu beş köşeli yıldız,
kalp ya da harf gibi çeşitli biçimleri seçebilirlerdi. Her gruba
eşlik ederek uygun adım gitmelerini saрlayan küçük bando
mızıkalar vardı. Bir grup üzerinden geçilen platforma yaklaşırken,
en bezgin suratlar bile, sanki gerektiрince sevinç dolu
ya da daha kesin söylemek gerekirse, gerektiрince uzlaşma
içinde olduklarını göstermek ister gibi aрızları kulaklarına vararak
gülümserlerdi. Sadece komünizmle olan politik uzlaşmalarının
dışavurumu deрildi bu; hayır, onlarınki varolmanın
kendisiyle uzlaşmaktı. 1 Mayıs töreni esinini, varoluşla kesin
uzlaşma denen o derin kuyudan çekip çıkarıyordu. Resmi geçidin
yazılmayan, söylenmeyen sloganı 'Yaşasın komünizm!'
deрil, 'yaşasın hayat!'tı. Komünist politikanın gücü ve kurnazlıрı
bu sloganı kendine maledebilmesinde yatıyordu. Çünkü
komünizmin savlarına metelik vermeyen insanları komünist
resmi geçide çeken bu budalaca totoloji ('Yaşasın yaşam!') idi.
:::::::::::::::::
7
On yıl sonra (bu sırada Sabina Amerika'ya yerleşmişti) arkadaşlarının
arkadaşı, Amerikalı bir senatör Sabina'yı dev boyutlardaki
arabasına bindirmişti. Arabanın arka koltuрunda
senatörün dört çocuрu zıp zıp zıplıyorlardı: Senatör, arabayı
içinde yapay buz pisti bulunan bir stadyumun önünde durdurdu.
Çocuklar arabadan dışarı fırladılar ve stadyumu çevreleyen
geniş çayırlık alanda koşmaya başladılar. Direksiyonun
arkasında oturup hülyalı gözlerIe, zıplayıp duran dört
küçük bedene bakan senatör, Sabina'ya, 'Bir bak şunlara hele,'
dedi. Sonra koluyla bir daire, stadyumu, çayırlık alanı ve
çocukları da içine alan bir daire çizerek 'Işte ben mutluluk
diye buna derim,' diye ekledi.
Sözlerinin ardında çocukların koşuşunu, çimenlerin yeşerişini
görmenin de ötesinde bir sevinç gizliydi; çimenlerin
bitmediрi, çocukların koşuşmadıрı -senatör bundan çok
emindi- komünist bir ülkeden gelen göçmenin acısına yönelik
derin bir anlayış vardı bu sözlerde.
O anda senatör Prag'ın bir meydanında bir kürsünün
üzerinde geldi Sabina'nın gözlerinin önüne. Yüzündeki gülümseme,
komünist devlet adamlarının kürsülerinin tepelerinden,
ta aşaрılardaki resmi geçitte birörnek gülümseyen
yurttaşlarına yolladıkları gülümsemenin aynıydı.
:::::::::::::::::
8
Senatör çocukların mutlu olduklarını nereden biliyordu?
Ruhlarının içini mi görüyordu? Gözden kayboldukları an üçü
bir olup dördüncüyü dövmeye başlarsa ne olacaktı peki?
Senatörün savını doрrulayan tek şey vardı: Duyguları.
Yürek konuştuрunda, akıl karşı koymayı yakışıksız bulur.
Kitsch'in egemen olduрu yerde, kalbin diktatörlüрü hüküm
sürer.
Kitsch'in insanda uyandırdıрı duygu kitlelerin paylaşabileceрi
türden olmalıdır. O halde, kitsch alışılmamış bir durumdan
yola çıkamaz; kişilerin belleklerine kazımış oldukları
temel imgelerden türemek zorundadır; hayırsız kız evlat,
ihmal edilmiş baba, çayırlarda koşuşan çocuklar, ihanete uрramış
vatan, ilk aşk.
Kitsch iki damla gözyaşının ardarda yuvarlanıvermesine
neden olur. Ilk damla şöyle der: Çocukların çayırda koşuştuрunu
görmek ne güzel şey!
Ikinci damla ise şunu söyler: Çocukların çayırlarda koşuştuklarını
görüp bütün insanlıkla birlikte duygulanmak
ne kadar da güzel!
Kitsch'i kitsch yapan ikinci damladır.
Insanların yeryüzündeki kardeşliрi ancak kitsch temeli
üzerinde kurulabilir.
:::::::::::::::::
9
Ve bunu en iyi bilen de politikacılardır. Açıkta bir fotoрraf
makinesi mi gördüler, hemen en yakın çocuрun yanına koşar,
havaya kaldırır, yanaрından öperler. Kitsch bütün politikacıların,
bütün politik partilerin ve hareketlerin estetik ülküsüdür.
Çeşitli politik eрilimlerin yanyana varoldukları ya da birbirine
rakip etkilerin birbirlerini ortadan kaldırdıрı, ya da sınırlandırdıрı
toplumlarda yaşayanlarımız kitsch işkencesinden
az çok kurtarabilirler kendini; birey bireyliрini koruyabilir;
sanatçı benzersiz eserler yaratabilir. Ama gücü tek bir
politik hareket eline geçirdiрinde, kendimizi totaliter kitsch'in
ortasında buluruz.
'Totaliter' derken kitsch'e zarar verecek her şeyin tümden
koşuluyla sürüp atılmasını kastediyorum; her türlü bireylik
gösterisi (çünkü topluluktan sapma, o sırıtkan kardeşliрin
suratına fırlatılmış bir tükürüktür); her kuşku (çünkü ayrıntıları
kuşkuyla karşılayan herkes sonunda yaşamdan kuşku
duymaya vardıracaktır işi); her türlü ironi (çünkü kitsch alanı
içinde herkes son derece ciddiye alınmalıdır); ayrıca ailesini
terk eden anne ya da erkekleri kadınlara yeр tutan adam
da; çünkü böyle yapmakla o kutsal buyruрu ('Bereket saç ve
çoрal') sorgulamış olmaktadırlar.
Bu açıdan baktıрımızda Gulag Takımadaları'nı, totaliter
kitsch'in kendi süprüntülerinden kurtulmak için kullandıрı
bir laрım çukuru olarak görebiliriz.
:::::::::::::::::
10
II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından gelen dönem Stalinci
terörün en korkunç günlerine rastlar. Tereza'nın babasının
sudan bir nedenle tutuklandıрı ve on yaşındaki Tereza'nın
ailesiyle oturduрu apartman katından defedildiрi dönemdir
bu. Aynı zamanda yirmi yaşındaki Sabina'nın Güzel Sanatlar
Akademisi'nde resim öрrenimi gördüрü dönem. Orada,
Marksizm hocası şöyle bir sosyalist sanat kuramı geliştirir:
Sovyet toplumu öyle ilerlemiştir ki, temel çelişki artık iyi ve
kötü arasında deрil, iyi ile daha iyi arasındadır. Böylece bok
(temelden kabul edilemez olan her şey yani) yalnızca 'öteki
tarafta' (Amerika'da örneрin) varolabilir ve yalnızca oradan,
dışarıdan, yabancı bir şey olarak (bir casus olarak örneрin)
'iyi ve daha iyi'nin dünyasına sızabilir.
Gerçekten de tarihin o en acımasız günlerinde bütün komünist
ülkelerin sinemalarını istila eden Sovyet filmleri akıl
almaz bir masumiyet ve erdemliрe bulanmıştı. Iki Rus arasında
yaşanabilecek en büyük çelişki, aşk anlaşmazlıрı olabilirdi:
Oрlan kızın kendisini artık sevmediрini sanırdı; kız oрlanın
kendisini artık sevmediрini sanırdı. Ama son sahnede
birbirlerinin kollarına atılırlar, mutluluk gözyaşları yanaklarından
aşaрıya doрru süzülürdü.
Bu filmlerin yakın zamanlardaki alışılagelmiş yorumu
şu: Komünizmin gerçeрi çok daha kötüymüş, fakat bunlar
komünist idealleri gösteriyorlarmış.
Sabina hep bu yoruma isyan etmişti. Ne zaman Sovyet
kitsch'i dünyasının gerçeрe dönüştüрünü görse, sırtından
aşaрı bir ürperme inerdi. Her türlü tutuklanmaları ve et
kuyruklarıyla geçen bir komünist yönetimde yaşamayı buna
kat kat yeр tutardı. Gerçek komünist dünyada hayat henüz
yaşanabilir durumdaydı. Komünist idealinin gerçekliрe kavuşturulduрu
dünyada, o sırıtkan budalaların dünyasında
ise söyleyecek hiçbir şeyi olamaz, haftasına kalmadan dehşetten
ölür giderdi.
Sovyet kitsch'inin Sabina'da uyandırdıрı duygu, Tereza'nın
bir grup çıplak kadınla havuzun çevresinde uygun adım
yürütüldüрü, havuzun yüzeyinde cesetler süzülürken neşeli
şarkılar söylemeye zorlandıрı rüyayı görürken duyduрu dehşete
dikkat çekecek kadar benziyor bence. Tereza kadınların
hiçbirine bir tek soru, bir tek sözcük söyleyemiyor, duyuramıyordu
rüyasında; duyursa da alacaрı cevap söylenen şarkının
o anki dörtlüрü olurdu ancak. Onlara gizlice göz bile kırpamazdı;
kadınlar elleriyle işaret ederek onu hemen havuzun
üzerindeki sepette oturan adama gösterirler, adam da
onu vururdu.
Tereza'nın rüyası kitsch'in işlevini gözler önüne seriyor;
kitsch ölümü perdelemek için kullanılan bir paravanadır.
:::::::::::::::::
11
Totaliter kitsch'in kapsadıрı alanda bütün cevaplar önceden
verilmiştir ve bu her türlü soruyu imkansız kılar. Demek ki,
totaliter kitsch'in gerçekten karşısında olan kişi sorular soran
kişidir. Soru, dekor bezini yırtıp bize sahnenin arkasında
gizli olanı gösteren bir bıçak gibidir. Hatta, Sabina tablolarının
anlamını de böyle açıklamıştı Tereza'ya; yüzeyde anlaşılabilir
bir yalan; altında yalanın içinden kendini belli eden
açıklanmaz, anlatılmaz bir gerçek.
Ama totaliter rejim dediрimiz şeye karşı savaşanlar da
sürekli kendilerini sorgulayarak, şüpheler içinde iş göremezler.
Onlar da, kalabalıklara bir şeyleri anlatmak, ortak gözyaşları
döktürmek için kesinliklere ve basit gerçeklere gerek
duyarlar.
Bir keresinde Sabina, Almanya'daki bir politik örgüt tarafından
düzenlenen bir sergi açmıştı. Serginin kataloрunu
eline aldıрında ilk gördüрü şey üzerine dikenli tel resmi bindirilmiş
kendi fotoрrafı oldu. Içeride ise bir azizin ya da din
şehidinin yaşamı gibi kaleme alınmış biyografisini buldu; acı
çekmiş, haksızlıрa karşı savaşmış, yaraları kanayan anavatanını
terk etmeye zorlanmış, ama hala kavgasını sürdürüyormuş.
"Resimleri mutluluk yolunda birer kavgadır," deniliyordu
son cümlede.
Karşı çıktı Sabina, ama anlamadılar.
Komünizm modern sanata baskı uygulamıyor mu demek
istiyorsunuz?
"Benim düşmanım kitsch, komünizm deрil!" diye cevapladı
Sabina öfkeyle.
O günden sonra, biyografisine uydurma bilgiler eklemeye
başladı. Amerika'ya vardıрında Çek olduрunu bile gizlemeyi
başarmıştı. Yaşamının başkaları tarafından kitsch kılıрına
sokulmasını önlemek için giriştiрi umarsız çabaydı bu.
:::::::::::::::::
12
Sabina üzerine yarıyarıya tamamlanmış bir resim yerleştirilmiş
resim sehpasının önünde ayakta duruyordu; arkasındaki
koltukta oturan yaşlı adam, vurduрu her fırça darbesini
gözleriyle izliyordu.
Sonunda, adam "Evet gitme zamanı geldi," dedi kolundaki
saate bakarak.
Sabina paleti elinden bıraktı, yıkanmak üzere banyoya
gitti. Yaşlı adam koltuрundan kalktı, bir masaya dayalı duran
bastonuna uzandı. Atölyenin kapısı doрrudan bahçeye
açılıyordu. Hava kararıyordu. Elli adım ötede ince tahtalardan
inşa edilmiş beyaz bir ev vardı. Zemin katın ışıkları yanıyordu.
Ölmekte olan güne karşı ışıl ışıl parlayan iki pencerenin
görüntüsü Sabina'nın içini burktu.
Bütün yaşamı boyunca kitsch'i düşman bellemişti. Ama
gerçekte onu hep yanında taşıyıp durmamış mıydı? Onun
kitsch'i de huzur, sessizlik, uyum dolu, canlı bir anneyle bilge
bir babanın kanatları altında bir yuvaydı. Anne-babasının
ölümünden sonra biçim kazanan bir görüntüydü bu. Yaşamı
rüyaların bu en tatlısına ne kadar az benzerse, bu görüntünün
büyüsüne karşı o kadar duyarlı oluyordu; duygusal filmlerdeki
hayırsız kızlar ihmal edilmiş babalarına sarılır, aynı
anda mutlu ailenin yaşadıkları evin pencereleri ölmekte olan
güne karşı parıldarken az mı aрlamıştı.
Yaşlı adamla New York'ta tanışmıştı. Adam zengindi, resim
seviyordu. Yaşlı karısıyla birlikte taşrada bir evde oturuyordu.
Evle karşıkarşıya ama gene yaşlı adamın arazisi üzerinde
eski bir ahır vardı. Onu Sabina için bir atölyeye dönüştürmüştü;
oturur, günlerce Sabina'nın her fırça darbesini izlerdi.
Şimdi üçü birlikte yemek yiyorlardı. Yaşlı kadın Sabina'ya
'kızım' diyordu, ama görünürdeki bütün ipuçları kişiye
tam tersini düşündürebilirdi; yani Sabina'nın anne olduрunu,
iki çocuрununsa ona bayıldıklarını, ona taptıklarını, aрzının
içine baktıklarını...
Öyleyse, kendisi, yaşlılıрın eşiрinde, çocukluрunda kendisinden
koparılıp alınan anne-babasını mı bulmuştu? Yoksa,
sonunda hiç doрurmadıрı çocuklarına mı kavuşmuştu?
Bunun bir yanılsama olduрunun elbette farkındaydı.
Yaşlı çiftle geçirdiрi günler sadece kısa bir geçiş dönemiydi.
Yaşlı adamın ciddi bir hastalıрı vardı ve karısı, tek başına
kaldıрında gidip Kanada'daki oрullarının yanında oturacaktı.
Sabina'nın ihanetlerden örülü yolu başka bir yerde uzanıp
gidecek, parıl parıl parlayan iki pencere, pencerelerin ardında
yaşayan mutlu aile ile ilgili sersemce, yavan bir şarkı,
varlıрının ta derinlerinden bir yerden çıkarak arasıra varolmanın
dayanılmaz hafifliрine sızacaktı.
Şarkı içine dokunsa bile Sabina duygularını ciddiye almıyordu;
şarkının güzel bir yalan olduрunu çok iyi biliyordu
çünkü. Kitsch'in yalan olduрu ortaya çıktıрı an, kitsch,
kitsch-olmayan baрlamına girer, böylelikle otorite gücünü
kaybeder ve herhangi bir insan zaafı kadar dokunaklı olur
sadece. Çünkü hiçbirimiz kitsch'den tamamen sakınacak kadar
insanüstü deрiliz. Ne kadar aşaрılık bulursak bulalım,
kitsch insanlık durumunun vazgeçilmez bir parçasıdır.
:::::::::::::::::
13
Kitsch'in kökeninde varoluşla kayıtsız şartsız uzlaşma yatar.
Ama varoluşun temeli nedir? Tanrı mı? Insanlık mı?
Kavga mı? Aşk mı? Kadın mı? Erkek mi?
Görüşler deрiştiрine göre, çeşitli kitsch'ler vardır: Katolik,
Protestan, Yahudi, komünist, faşist, demokratik, feminist,
Avrupalı, Amerikalı, ulusal, uluslararası.
Fransız Devrimi'nden bu yana, Avrupa'nın bir yarısı sol,
bir yarısı da saр olarak nitelendirildi. Oysa birini ya da ötekini
ortaya koyduрu kuramsal ilkeler açısından tanımlamak
hemen hemen imkansız. Şaşılacak şey de deрil; politik hareketler
akli tutumlardan çok, şu ya da bu politik kitsch'i oluşturan
düş, imge, ya da sözcükler üzerinde yükselirler.
Franz'ı öylesine sarhoş eden Büyük Yürüyüş düşü de bütün
zamanların ve eрilimlerin solcularını biraraya getiren
bir politik kitsch'dir. Büyük Yürüyüş kardeşlik, eşitlik, adalet,
mutluluk yolunda göz kamaştırıcı bir yürüyüştür; sürdükçe
sürer Büyük Yürüyüş, engeller de vardır elbette, yürüyüş
Büyük Yürüyüş olacaksa engelsiz olmaz.
Proletarya diktatörlüрü mü, demokrasi mi? Tüketim toplumunun
reddi mi, üretimi arttırma istekleri mi? Giyotin mi,
ölüm cezasına hayır mı? Fark etmez. Bir solcuyu solcu yapan,
şu ya da bu kuram deрil, herhangi bir kuramı Büyük
Yürüyüş denen kitsch'e yedirebilme yeteneрidir.
:::::::::::::::::
14
Franz'ın kitsch hayranı olmadıрı çok açık. Büyük Yürüyüş
düşü onun yaşamında az çok Sabina'nın yaşamındaki parıl
parıl parlayan iki pencereyle ilgili yavan şarkının yerini tutuyordu.
Franz hangi partiye oy verdi? Korkarım oy filan
vermedi; seçim gününü daрlarda yürüyüş yaparak geçirdi.
Elbette ki Büyük Yürüyüş düşünü artık dokunaklı bulmuyor
demek deрil bu. Yüzyılların içinden yürüyüp duran coşkun
bir kalabalıрın parçası olduрumuzu düşlemek her zaman hoş
bir şeydir; Franz da bu düşü hiçbir zaman tam olarak unutmuş
deрildi.
Bir gün, arkadaşları Paris'ten telefon ettiler. Kamboçya'ya
bir yürüyüş hazırlıyorlardı, katılmasını istediler.
Kamboçya kısa süre önce Amerikan bombardımanına uрramış,
bir iç savaş geçirmiş, derken yerel komünistler küçük
ülkenin beşte birini ortadan kaldıran bir kıyım nöbetine kapılmışlar
ve son olarak da ülke artık Rusya'nın kölesinden
başka bir şey olmayan Vietnam tarafından işgal edilmişti.
Kamboçya açlıktan kırılıyordu, insanlar ilaç yokluрundan
ölüp gidiyorlardı. Uluslararası bir tıp örgütü ülkeye girmek
için tekrar tekrar izin istemiş ama Vietnamlılar tarafından
geri çevrilmişti. Düşünce şuydu: Önemli Batılı aydınlardan
oluşan bir grup Kamboçya sınırına yürüyecekler ve dünyanın
gözleri önünde gerçekleştirilen bu büyük gösteri sonucunda
işgal altındaki ülke, doktorları içeri almaya zorlanacaktı.
Franz'la konuşan, Paris sokaklarında birlikte yürüyüşlere
katıldıрı bir arkadaşıydı. Franz önce çaрrıyı sevinçle karşıladı,
ama sonra gözü odanın öteki ucunda bir koltukta oturan
öрrenci sevgilisine takıldı. Gözlüklerinin koskocaman,
yuvarlak camlarının altından büyümüş gözlerini kaldırmış
ona bakıyordu kız. Franz, bu gözlerin ona gitmemesi için yalvardıрı
sanısına kapıldı. Ve özür dileyerek katılamayacaрını
söyledi.
Telefonu kapar kapamaz pişman oldu. Evet, etten kemikten
sevgilisinin istediрini yapmıştı, ama hayalindeki
sevgiliyi unutmuştu. Kamboçya Sabina'nın ülkesiyle aynı
şey deрil miydi? Komşusunun komünist ordusu tarafından
işgal edilmiş bir ülke! Rusya'nın yumruрu altında ezilen bir
ülke! Hemen o an, Franz yarıyarıya unuttuрu arkadaşının,
kendisiyle Sabina'nın isteрi üzerine baрlantı kurduрu duygusuna
kapıldı.
Göksel varlıklar her şeyi bilir, her şeyi görürler. Yürüyüşe
katılırlar; Sabina kendinden geçmiş bir durumda göklerden
onu seyredecekti; Franz'ın kendisine baрlı kaldıрını anlayacaktı.
"Yürüyüşe katılırsam çok üzülür müsün?" diye sordu gözlüklü
kıza; kız ondan ayrı geçirdiрi her günü bir kayıp sayıyor,
ama gene de ona hiçbir konuda hayır diyemiyordu.
Birkaç gün sonra yirmi doktor, elli kadar aydın (profesörler,
diplomatlar, şarkıcılar, oyuncular ve valiler) ve ayrıca
dört yüz gazeteci ve fotoрrafçıyla birlikte Paris'ten kalkan
büyük jetin içindeydi.
:::::::::::::::::
15
Uçak Bangkok'a indi. Dört yüz yetmiş doktor, aydın ve gazeteci,
uluslararası bir otelin büyük balo salonuna yollandılar;
burada başka doktorlar, oyuncular, şarkıcılar ve dilbilim
profesörleri, not defterleri, kayıt araçları, fotoрraf ve video
makineleri taşıyan yüzlerce başka gazeteciyle birlikte toplanmış
onları bekliyorlardı. Podyumda, uzun bir masanın başında
oturan yirmi kadar Amerikalı toplantıya başkanlık
ediyorlardı.
Franz'la birlikte balo salonuna giren Fransız aydınları
aşaрılandıklarını, hakarete uрradıklarını hissettiler. Kamboçya'ya
yürüyüş kendi düşünceleriydi ve işte Amerikalılar,
her zamanki gibi hiç utanıp arlanmadan yalnızca olayı ellerine
almakla kalmamış, aynı zamanda da bir Danimarkalının
ya da Fransızın kendilerini anlayıp anlamayacaрını hiç düşünmeksizin
Ingilizce konuşarak yapmışlardı bu işi. Danimarkalılar
bir zamanlar kendi başlarına bir ulus oluşturduklarını
çoktan unuttukları için, seslerini yükseltmeyi beceren
tek Avrupalılar olarak Fransızlar kalmıştı geriye. Ilkelerine
o kadar deрer veriyorlardı ki, Ingilizce protesto etmeyi
reddederek, podyumdaki Amerikalılara ana dillerinde dert
anlatmaya kalkıştılar. Tek bir söz anlamayan Amerikalılar
dostça, uzlaşmacı gülümsemelerle karşılık verdiler. Sonunda
Fransızlar itirazlarını Ingilizce ortaya koymaktan başka çıkar
yol bulamadılar: "Burada Fransızlar varken bu toplantı
neden Ingilizce yapılıyor?"
Böylesine garip bir soruya şaşmakla birlikte Amerikalılar
gene de gülümsemekten vazgeçmeyerek uzlaşmayı kabul
ettiler: Toplantı iki dilde yapılacaktı. Ama toplantıya kaldıрı
yerden devam etmeden önce uygun bir çevirmen bulmak gerekiyordu.
Ardından, her cümle hem Ingilizce hem Fransızca
söylenmeye başlandı, bu da tartışmaları iki katı uzattı; daha
doрrusu iki katından da fazla, çünkü bütün Fransızlar biraz
Ingilizce bildikleri için çevirmenin sözünü kesip düzeltiyorlar,
söylediрi her söz üzerinde tartışıyorlardı.
Ünlü bir Amerikalı kadın oyuncu konuşmak üzere ayaрa
kalktıрında toplantı doruk noktasına ulaştı. Onun yüzünden,
salona daha da çok fotoрrafçı ve kameraman doldu ve aрzından
çıkanın her hecesi deklanşör çıt-çıtlarıyla karşılanmaya
başladı. Kadın oyuncu, acı çeken çocuklardan, komünist diktatörlüрün
barbarlıрından, insanın güvenlik hakkından, son
zamanlarda uygar toplumun geleneksel deрerlerine yönelen
tehditlerden, bireyin vazgeçilmez özgürlüрünden ve Kamboçya'daki
olaylardan derin üzüntü duyan Başkan Carter'dan
sözetti. Son sözlerini söylediрinde gözyaşları içindeydi.
Derken kızıl bıyıklı genç bir Fransız doktoru ayaрa fırladı
ve "Buraya ölen insanları iyileştirmeye geldik, Başkan
Carter'a saygı sunmaya deрil! Bu işi bir Amerikan propaganda
sirkine döndürmeyelim! Burada komünizmi protesto etmek
üzere bulunmuyoruz! Yaşam kurtarmak için geldik!" diye
haykırdı.
Hemen başka Fransızlar da ona katıldılar. Çevirmen
korktu ve söylenenleri çevirmeye cesaret edemedi. Böylece
podyumdaki yirmi kadar Amerikalı gene iyi niyet dolu gülümsemelerle,
evetlercesine başlarını sallayarak Fransızları
seyrettiler. Hatta içlerinden biri, Avrupalıların ortak coşku
anlarında yumruklarını kaldırdıklarını bildiрi için yumruрunu
kaldırdı.
:::::::::::::::::
16
Nasıl oluyor da solcu entelektüeller (bıyıklı doktor solcu entelektüelin
alasıydı), komünizm her zaman solun alanı sayılagelmişken
komünist bir ülkenin çıkarlarına karşı düzenlenen
bir yürüyüşe katılabiliyorlar?
Sovyetler Birliрi denen ülkenin cinayetleri dayanılmayacak
birer rezalet boyutuna ulaştıрında, bir solcunun önünde
iki seçenek belirdi; ya eski yaşamına tükürüp artık yürümeyecek
ya da (az çok koyunluk ederek) Sovyetler Birliрi'ni, yeni
bir deрerlendirmeyle, Büyük Yürüyüş'ü engelleyenler sınıfına
sokacak ve yürümeye devam edecekti.
Solcuyu solcu yapanın Büyük Yürüyüş kitsch'i olduрunu
söylemiş miydim? Kitsch özdeşliрi bir politik stratejiden deрil,
imgelerden, eрretilemelerden ve söz daрarından ileri gelir.
Demek ki alışkanlıktan vazgeçip komünist bir ülkenin çıkarlarına
Dostları ilə paylaş: |