"Hayır;" dedi Tomas.
Doрru söylüyordu. Hastaneyi terk ettiрi günden bu yana
başcerrahı bir kere bile görmemişti. Birlikte ne kadar da iyi
çalışmışlardı oysa; birbirlerini dost olarak görmeye başladıkları
bile söylenebilirdi. Bu yüzden nasıl söylenirse söylensin,
bu 'hayır'da hüzünlü bir tını vardı ve Tomas başcerrah konusunu
açtıрı için S.'nin kendisine kızdıрını sezdi: Tıpkı başcerrah
gibi S. de bir kere bile olsun Tomas'a uрrayıp hatırını ya
da bir eksik olup olmadıрını sormamıştı.
Iki eski meslektaş arasındaki her türlü konuşma imkanı
ortadan kalkmıştı. Bundan ikisi de, özellikle Tomas, pişmanlık
duysalar da durum buydu. Eski meslek arkadaşlarının
kendisini unutmalarına kızmıyordu. Bunu yanında duran
genç adama açıkça anlatabilseydi keşke. Aslında, "Utanılacak
bir şey yok! Seni gördüрüme sevindim!" demek istiyordu.
Ama bu sözleri söylemeye korkuyordu, çünkü o ana kadar
söylemeye çalıştıрı her şey yanlış çıkmıştı aрzından, bu içten
sözler de meslektaşı tarafından alaylı sözler olarak alınabilirdi.
"Kusura bakma," dedi S. uzun bir sessizlikten sonra, "Gerçekten
acelem var." Elini uzuttı. "Sana bir telefon çakarım."
Korkaklık ettiрini sandıkları sırada ona burun kıvıran
arkadaşlarının hepsi her dakika gülümseyip durmuşlardı
Tomas'a. Şimdiyse artık onu aşaрılayamayacaklarını, ona
saygı göstermeye zorunlu olduklarını anladıklarından bucak
bucak kaçmaya çalışıyorlardı.
Aslına bakarsanız eski hastaları da şampanyayla aрırlamak
şöyle dursun, artık evlerine bile çaрırmıyorlardı Tomas'ı.
Deklase aydının konumunda ayrıcalıklı bir yan yoktu çoktandır;
yerleşik, kalıcı ve yüzleşilmesi hoş olmayan bir şey olmuş
çıkmıştı.
:::::::::::::::::
21
Eve gitti, yattı ve her zamankinden daha erken uykuya daldı.
Bir saat sonra mide aрrılarıyla uyandı. Ne zaman bunalıp sıkılsa
ortaya çıkan bir rahatsızlıktı bu. Ilaç dolabını açtı ve bir
küfür savurdu; bomboştu, dolabı dolu tutmak tamamen aklından
çıkmıştı. Acıyı irade gücüyle denetlemeye çalıştı, aslında
oldukça başarılı da oldu, ama yeniden uyuyamıyordu. Tereza
saat bir buçukta eve döndüрünde onunla çene çalmak geldi
Tomas'ın içinden. Ona cenazeden, editörün onunla konuşmaktan
kaçınmasından ve S.'yle karşılaşmasından sözetti.
"Prag son günlerde ne kadar çirkinleşti," dedi Tereza.
"Biliyorum," dedi Tomas.
Tereza bir an sustu, sonra uysal bir sesle, "En iyisi buradan
ayrılmak," dedi.
"Sana katılıyorum;" dedi Tomas, "ama gidilecek yer yok ki."
Pijamalarını giymiş yataрın üzerinde oturuyordu. Tereza
geldi, yanına oturdu ve onu yandan kollarıyla sardı.
"Taşraya ne dersin?" dedi.
"Orada tek başımıza olurduk. O editöre ya da eski arkadaşlarına
rastlamazdın. Oradaki insanlar farklı. Sonra doрaya
geri dönmüş olurduk. Doрa hep, her zaman olduрu gibi."
O anda bir acı daha saplandı Tomas'ın karnına. Kendini
yaşlı hissetti, özlediрi şeyin her şeyden çok huzur ve sessizlik
olduрu duygusuna kapıldı.
"Belki de haklısın," dedi güçlükle. Acı, soluk almasını
zorlaştırıyordu.
"Küçük bir evimiz, küçük bir bahçemiz olurdu. Karenin'in
koşup oynamasına yetecek büyüklükte bir bahçe."
"Evet," dedi Tomas.
Taşraya taşınırlarsa yaşamlarının neye benzeyeceрini
gözünün önüne getirmeye çalışıyordu. Her hafta başka bir
kadın bulmakta zorluk çekecekti. Erotik serüvenlerinin sonu
demekti bu.
"Bir tek şu var, taşrada benimle sıkılacaksın," dedi Tereza.
Onun aklından geçenleri okumuştu sanki.
Aрrı daha da arttı. Tomas konuşamıyordu. Kadın peşinde
koşmasının da bir çeşit 'Es muss sein!' -onu kıskıvrak tutsak
eden bir zorunluluk- olduрu geldi aklına. Tatil istiyordu.
Ama mutlak bir tatil, bütün zorunluluklardan, bütün 'Es
muss sein!'lardan uzak bir tatil. Insan hastanedeki ameliyat
masasını bırakıp tatile (sürekli bir tatile) çıkabiliyorsa eрer,
neden dünya denen ameliyat masasını eline hayali neşterini
alıp üzerinde kadınların milyonda bir benzeşmezliklerini
sakladıkları kilitli kutuyu kesip biçmeye çalıştıрı masayı bırakıp
tatile çıkamasın?
"Miden azdı gene" diye baрırdı Tereza. Bir şeylerin yolunda
gitmediрini yeni fark etmişti.
Tomas evet anlamında salladı başını.
"Iрneni yaptın mı?"
Tomas hayır anlamında başını salladı. "Ilaç kutusunu yedeklemeyi
unutmuşum."
Tereza, onun dikkatsizliрine kızmıştı, ama gene de acıdan
boncuk boncuk ter damlalarıyla dolan alnını okşadı.
"Şimdi biraz daha iyiyim."
"Yat," dedi Tereza, sonra üstüne bir battaniye örttü. Banyoya
gitti, bir dakika geçmeden dönüp yanına, yataрa girdi.
Başını yastıktan kaldırmadan Tereza'ya döndü ve bir an
soluрu kesilecek gibi oldu; Tereza'nın gözleri dayanılmaz bir
acıyla yanıyordu.
"Söylesene Tereza, ne var? Son günlerde senin içinde bir
şeyler olup bitiyor. Hissedebiliyorum. Biliyorum."
"Hayır." Başını salladı. "Hiçbir şey yok."
"Yalan söylemenin bir anlamı yok ki."
"Gene aynı şeyler," dedi Tereza.
"Aynı şeyler," derken kendi kıskançlıрını ve Tomas'ın sadakatsizliklerini
anlatmak istiyordu.
Ama Tomas işin ucunu bırakmamaya kararlıydı. "Hayır,
Tereza. Bu defaki farklı bir şey. Hiç bu kadar kötü olmamıştın."
"Peki o zaman, anlatacaрım," dedi Tereza. "Git, saçlarını
yıka."
Tomas anlamadı.
Açıklarken Tereza'nın ses tonu yaslı, hınçsız, neredeyse
sevecendi. "Aylardır saçın aрır bir koku saçıyor. Kadın cinsel
organı kokuyor. Sana söylemek istemedim ama gecelerde sevgililerinin
apışaralarının kokusunu solumak zorunda kaldım."
Tereza sözlerini bitirdiрi an, Tomas'ın midesi yeniden
acımaya başladı. Ne söyleyeceрini bilemiyordu. Nasıl her yanını
ova ova keselemişti oysa! Bedeni, elleri, yüzü, her yeri
kokularından en ufak bir iz kalmasın diye. Hatta onların kokulu
sabunlarından bile uzak durmuş, yanında hep kendi
keskin kokulu sabununu taşımıştı. Ama saçını unutmuştu!
Hiç aklına gelmemişti!
Sonra, bacaklarını ayırıp yüzünün üzerine oturan, kendisini
yüzüyle, başının tepesiyle sevip okşamasını isteyen kadını
hatırladı. Ondan nefret ediyordu şimdi. Ne aptalca buluşlardı
bunlar! Yalanlamanın hiçbir işe yaramayacaрını anladı.
Tek yapabileceрi şey sersem gibi gülerek banyoya yollanmaktı.
Ama Tereza yeniden alnını okşadı ve, "Burada kal, yatakta.
Yıkanıp temizlenmeye kalkışma şimdi. Artık alıştım,"
dedi.
Midesi öldürüyordu Tomas'ı, tek istediрi huzur ve sessizlikti.
"Şu benim hastama yazacaрım, hani kaplıcalarda gördüрümüze.
Köyünün baрlı olduрu kaza hangisiydi, biliyor musun?"
"Hayır."
Tomas konuşmakta son derece zorluk çekiyordu. Tek söyleyebildiрi,
"Korular... inişli çıkışlı tepeler..." oldu.
"Tamam. Öyle yapacaрız. Buradan çekip gideceрiz. Ama
konuşmak yok artık..." Bir yandan da Tomas'ın alnını okşamayı
sürdürüyordu Tereza. Tek bir söz söylemeden orada öylece
yanyana yattılar. Yavaş yavaş aрrı azalmaya başladı.
Çok geçmeden ikisi de uykuya dalmışlardı.
:::::::::::::::::
22
Gecenin ortasında uyandı ve şaşkınlıkla uykusunda ardarda
erotik rüyalar gördüрünü fark etti. Apaçık hatırladıрı tek rüya
sonuncusuydu: Dev gibi çıplak bir kadın, Tomas'ın en az
beş katı, bir havuzun suyu üzerine sırtüstü uzanmış, su yüzeyinde
süzülüyordu. Kasıklarından göbek deliрine kadar
bütün karnı sık kıllarla kaplıydı. Tomas ona havuzun kenarından
bakarken son derece heyecanlandı.
Bedeni mide aрrılarıyla halsiz düşmüşken nasıl heyecanlanabilmişti?
Hele uyanıkken görse midesini bulandıracak
bir kadın görüntüsü karşısında nasıl heyecan duyabiliyordu?
ŞöyIe düşündü: Kafa denen mekanizmada karşılıklı dönen
iki dişli çark var. Birinde, görüntüler; ötekinde bedenin
tepkileri. Çıplak kadın görüntüsünü taşıyan dişli, kendisine
denk gelen ereksiyon-emir dişlisine giriyor. Ama şu ya da bu
nedenle dişlilerin hareketinde bir karışıklık olur da heyecan
dişlisi uçmakta olan kırlangıç görüntüsünü taşıyan dişliye
girerse, o zaman erkeklik organı uçmakta olan bir kırlangıç
gördü mü kalkıyor.
Dahası, Tomas'ın insan uykusu üzerinde uzmanlaşmış
bir meslektaşının yaptıрı araştırmaya göre, erkeklerin cinsel
organları gördükleri rüya ne olursa olsun kalkıyordu. Demek
ki, cinsel organın kalkmasıyla çıplak kadınlar arasındaki
baрlantı Yaratan'ın insan kafasındaki mekanizmayı çalıştırmasının
binlerce yolundan sadece biriydi.
Ya aşkın bütün bunlarla ortak yanı nedir? Hiç. Kafasındaki
dişlilerden biri attıрında Tomas kırlangıç görünce uyarılıyorsa,
bu dişlilerden hiçbirinin Tereza'ya beslediрi aşk
üzerinde etkisi olamaz.
Cinsel heyecan, Yaratan'ın kendi eрlencesi için kullandıрı
bir mekanizma ise, aşk yalnızca bize ait olan ve Yaratan'dan
kaçmamızı mümkün kılan şeydir. Aşk bizim özgürlüрümüzdür.
Aşk 'Es muss sein!'in ötesinde yatar.
Tam öyle de deрil ama. Aşk, Yaratan'ın kendi eрlencesi
için kullandıрı kurmalı oyuncaktan farklı bir şey de olsa, ona
ilişiktir bir yanıyla. Ona, korunmasız bir çıplak kadının dev
bir saatin sarkacına baрlı olması gibi baрlıdır.
Tomas şöyle düşündü: Aşkı sekse iliştirmek Yaratan'ın
aklına gelip gelebilecek en garip fikirlerden biridir.
Aynı zamanda şunu da düşündü: Aşkı seks denen budalalıktan
kurtarmanın yollarından biri kafamızdaki mekanizmayı
kırlangıç gördük mü uyarılacak biçimde kurmak olabilir.
Ve kafasında bu tatlı düşünceyle uyuklamaya başladı.
Ama tam uykunun eşiрinde, karmakarışık kavramların yitik
ülkesinde ansızın bütün bilmecelerin çözümünü, bütün gizlerin
anahtarını, yeni bir ütopya, bir cennet bulduрuna emin
oldu; erkeklerin kırlangıç görünce uyarıldıklarını ve Tomas'ın
Tereza'yı seksin saldırgan budalalıрı olmaksızın sevebileceрi
bir dünya.
Sonra uykuya daldı.
:::::::::::::::::
23
Yarı çıplak bir sürü kadın kendisine sarılmak istiyorlardı,
ama o yorgundu ve onlardan kurtulmak için yan odaya açılan
kapıyı açtı. Orada, tam karşısına gelen yerde, bir divanın
üzerinde yanlamasına yatmış genç bir kadın gördü. O da yarı
çıplaktı: Üzerinde sadece külotu vardı. Dirseрi üzerinde
doрrularak, geleceрini bildiрini anlatan bir gülümsemeyle
baktı ona.
Yanına gitti kadının. Onu en sonunda bulmuş olmaktan
ve orada onunla birlikte olmaktan dolayı anlatılmaz bir mutlulukla
doluydu içi. Yanına oturdu, kadına bir şey söyledi, o
da ona karşılık verdi. Dinginlik yayıyordu kadın çevreye.
Eliyle yavaş, yumuşak hareketler yapıyordu. Bütün yaşamı
boyunca onun hareketlerinin dinginliрini özlemiş durmuştu.
Dişil dinginlik yanına bile uрramayan bir şey olmuştu yaşamı
boyunca.
Ama işte tam o sırada rüya geriye, gerçekliрe doрru kaymaya
başladı. Kendini yine ne uyur ne de uyanık olduрumuz
o yitik ülkede buldu. Genç kadının gözlerinin önünden kaybolup
gitmesini görme düşüncesi onu dehşete düşürdü ve
kendi kendine 'Tanrım onu kaybedersem nasıl üzüleceрim!'
dedi. Deli gibi kim olduрunu, onunla nerede tanıştıрını, birlikte
ne yaşadıklarını hatırlamaya çalıştı. Kadın kendisini
bu kadar iyi tanıyorsa o onu nasıl unutabilirdi? Sabah ilk iş
telefon etmeye söz verdi kendi kendine. Ama sözü verir vermez
tutamayacaрını da fark etti! Adını bilmiyordu. Bu kadar
iyi tanıdıрı birinin adını nasıl unutabilirdi? Bu sırada neredeyse
tümüyle uyanmıştı, gözleri açıktı ve kendi kendine 'Ben
neredeyim?' diye soruyordu. Evet, Prag'dayım, ama o kadın, o
da burada mı oturuyor? Onunla başka bir yerde tanışmadım
mı? Isviçreli olabilir miydi? Kadını tanımadıрına, ne Praglı
ne de Isviçreli olduрuna, rüyasından başka hiçbir yerde varolmadıрına
aklı yatıncaya kadar epey bir zaman geçti.
O kadar altüst olmuştu ki, yataрın içinde dimdik oturdu.
Tereza yanıbaşında derin derin soluk alıyordu. Düşündü, rüyasındaki
kadın tanıdıрı kadınlardan hiçbirine benzemiyordu.
Hepsinden çok daha yakından tanıdıрı duygusunu uyandıran
kadın, hiç tanımadıрı bir kadın çıkmıştı sonuçta. Ama
gene de hep özlediрi kadındı o. Eрer kişiye özel bir cenneti
olacak olsa, o cennette bu kadının dizi dibinde yaşardı. Rüyasındaki
kadın aşkının 'Es muss sein!'ıydı.
Platon'un Şölen'indeki ünlü efsane aklına geldi ansızın:
Tanrı onları ortadan ikiye ayırıncaya kadar bütün insanlar
hermafroditti, o zamandan beri bu yarılar birbirlerini arayarak
dünyanın dört bir bucaрında gezinip duruyorlar. Aşk
kaybettiрimiz yarıyı özleyişimizdi işte.
Diyelim ki gerçekten öyledir; dünyanın herhangi bir yerinde
her birimizin bedeninin öteki yarısını oluşturan bir eş
vardır. Tomas'ın öteki yarısı rüyasını gördüрü genç kadındı.
Ne çare ki, insan öteki yarısını kendisi bulamaz. Bunun yerine,
saz sepette bir Tereza gönderilir ona. Peki gene de, daha
sonra kendisi için kararlaştırılmış olan kişiyle, öteki yarısıyla
karşılaşırsa ne olur? Hangisini yeрlemelidir? Saz sepetten
çıkan kadını mı yoksa Platon'un efsanesindeki kadını mı?
Rüyadaki kadınla ideal bir dünyada yaşarken gözünün
önüne getirmeye çalıştı kendini. Ideal evlerinin önünden geçip
gittiрini görüyor Tereza'nın. Tereza yalnız ve gözlerinde
sonsuz hüzünlü bir ifadeyle durup, içeriye ona bakıyor. Onun
bakışlarına dayanamıyor Tomas. Yeniden, onun acısını kendi
yüreрinde duyuyor. Yeniden, sevecenliрe yenik düşüyor ve
Tereza'nın ruhunun ta derinliklerine kadar batıyor. Pencereden
atlayıp dışarıya çıkıyor, ama Tereza Tomas'ı hep kızdırıp
sinirlendiren o ani, sert hareketlerle kendini nerede mutlu
hissediyorsa orada kalmasını söylüyor acı acı. Tomas onun
seрiren ellerini tutuyor ve sakinleştirmek için kendi ellerinin
arasına bastırıyor. Ve zaman zaman mutluluрunu yaşadıрı
evi bırakıp gideceрini, zaman zaman cennetini ve rüyasındaki
kadını terk edeceрini Tereza'yla, altı gülünç rastlantıdan
doрan kadınla kaçıp gitmek için aşkının 'Es muss sein!'ına
ihanet edeceрini biliyor o anda Tomas.
Bütün bunlar aklından geçerken yatakta dimdik oturuyor,
yanına uzanmış yatan ve uykusunda elini tutan kadına
bakıyordu. Ona karşı anlatılmaz bir aşk duydu. O sıra Tereza'nın
uykusu çok hafif olmalı ki gözlerini açtı ve soran bakışlarla
Tomas'a baktı.
"Neye bakıyorsun?" diye sordu Tereza.
Onu uyandırmak yerine pışpışlayıp uyutması gerektiрini
biliyordu Tomas, bu yüzden zihninde yeni bir rüya imgesi
uyandıracak bir cevap bulmaya çalıştı.
"Yıldızlara bakıyorum," dedi.
"Yıldızlara bakıyorum deme bana. Yalan. Yere bakıyorsun."
"Uçaktayız da ondan. Yıldızlar altımızda."
"Ah, uçakta demek;" dedi Tereza, Tomas'ın elini daha da
sıkı sıkı tuttu ve yeniden uykuya daldı. Tomas, Tereza'nın
yıldızların ta yukarılarında yolalan bir uçaрın yuvarlak penceresinden
dışarıya baktıрını biliyordu şimdi.
:::::::::::::::::
VI
BÜYÜK YÜRÜYÜŞ
:::::::::::::::::
1
Stalin'in oрlu Yakov'un nasıl öldüрünü ancak 1980 yılında
Sunday Times gazetesinde okuyabildik. II. Dünya Savaşı sırasında
Almanlara tutsak düşen Yakov, bir grup Ingiliz subayıyla
birlikte bir kampa konulmuştu. Aynı kenefi paylaşıyorlardı.
Stalin'in oрlu; kenefi leş gibi bırakıp çıkma alışkanlıрındaydı.
Ingiliz subaylar, dünyanın en güçlü adamının oрlunun
boku da olsa, keneflerinin boka bulanmasına içerliyorlardı.
Yakov'un dikkatine sundular konuyu. Yakov alındı.
Tekrar tekrar dikkatini çekip kenefi temizlemesini saрlamaya
çalıştılar. Öfkelendi, tartışma çıkardı, kavga etti. Sonunda
kamp komutanıyla bir görüşme istedi. Komutanın aracı
olmasını istiyordu. Ama kibirli Alman, bok konusu konuşmayı
reddetti. Stalin'in oрlu içine düştüрü yüz kızartıcı duruma
dayanamadı. En korkunç Rusça küfürler haykırarak, kampı
çevreleyen elektrikli dikenli tellere attı kendini. Hedefi vurmuştu.
Ingilizlerin kenefini artık bir daha hiç boka bulamayacak
olan bedeni tele çakılmış kalmıştı.
:::::::::::::::::
2
Stalin'in oрlunun işi zordu. Eldeki bütün kanıtlar babasının
oрlanı peydahladıрı kadını öldürdüрünü gösteriyor. Oрul
Stalin, hem Tanrı'nın Oрlu (babasına Tanrı gibi tapıldıрı
için) hem de O'nun dışladıрı idi. Insanlar ondan çift yanlı
korkuyorlardı; onlara hem gazabı (ne de olsa Stalin'in oрluydu)
hem de lütfu ile (babası, dışladıрı oрlunu cezalandırmak
için onun arkadaşlarını cezalandırabilirdi) zarar verebilirdi.
Itilmişlik ve ayrıcalık, mutluluk ve ızdırap -kimse karşıtların
nasıl kolaylıkla birbirlerine dönüşebileceklerini, insan
varoluşunun bir kutbundan ötekine geçmek için kısacık bir
adımın yeteceрini Yakov'dan daha somut olarak anlayamamıştır.
Derken, tam savaşın başında Almanlara tutsak düştü ve
ona zaten her zaman tiksinç gelmiş anlaşılmaz, burnu büyük
bir ulusun üyeleri olan öteki tutsaklar onu pis olmakla suçladılar.
Omuzlarında en yüce bir dram taşıyan (düşmüş bir
melek ve Tanrı'nın Oрlu olarak) kendisi, yüce bir şey için
(Tanrı ve melekler katında bir şey) deрil de bok yüzünden mi
yargılanacaktı? Dramların en yücesi ile en alçaрı bu denli
baş döndürecek kadar birbirine yakın mıydı?
Baş döndürecek kadar birbirine yakın ha? Yaklaşıklık,
yakınlık baş dönmesine yolaçar mı ki?
Açabilir. Kuzey Kutbu, Güney Kutbu'na deрecek kadar
yaklaşırsa, yeryüzü kaybolur ve insanoрlu kendini başını
döndüren bir boşlukta bulur, düşer.
Eрer itilmişlik ve ayrıcalık aynı kapıya çıkıyorsa, eрer yüce
ile deрersiz arasında bir fark yoksa, eрer Tanrı'nın Oрlu bok
yüzünden yargılanıyorsa, insan varoluş boyutlarını kaybeder
ve dayanılmaz ölçüde hafifler. Stalin'in oрlu kendini elektrikli
tele attıрında, tel örgü acınası biçimde havaya dikilmiş, boşlukta
sallanan bir terazi kefesi gibiydi; onu havaya kaldıran
ise boyutlarını kaybeden bir dünyanın sonsuz hafifliрi...
Stalin'in oрlu bok yoluna can vermişti. Ama bok yoluna
ölmek saçma bir ölüm deрildir. Ülkelerinin sınırlarını doрuya
doрru genişletmek için canlarını gözden çıkaran Almanlar,
ülkelerinin gücünü batıya doрru yaymak için ölen Ruslar
-evet, onlar budalaca bir şey uрruna öldüler ve ölümlerinin
ne bir anlamı ne de bir genel geçerliрi var. Savaş denen şeyin
genel budalalıрı içinde, Stalin'in oрlunun ölümü tek metafizik
ölüm olarak beliriyor.
:::::::::::::::::
3
Küçüklüрümde, çocuklar için yeniden yazılmış ve Gustave
Dore'un gravürleriyle süslenmiş Ahd-i Atik'i okurken, Tanrı'yı
bir bulutun üzerinde oturur görmüştüm. Gözü, burnu ve
uzun sakalı olan yaşlı bir adamdı Tanrı ve kendi kendime,
eрer O'nun aрzı varsa, yemek de yemesi gerektiрini düşünmüştüm.
Ve eрer yemek yiyorsa, barsakları da var demekti.
Ama, çok dindar bir aileden gelmememe raрmen bu düşünce
her zaman ödümü kopartırdı. Tanrısal bir barsaрın düşüncesi
bile küfür gibi gelirdi bana.
Kendiliрimden, herhangi bir teolojik eрitimden geçmeden,
çocuk aklımla Tanrı'yla bokun uzlaşmazlıрını kavramış
ve Hıristiyan antropolojisinin temel tezini, yani insanın Tanrı'nın
suretinde yaratıldıрını sorgulamaya vardırmıştım işi.
Ya/ya da: Ya insan Tanrı'nın suretinde yaratılmıştı -ve Tanrı'nın
barsakları vardı!- ya da Tanrı'nın barsakları yoktu ve
insan O'na benzemiyordu.
Eski gnostikler benim beş yaşında hissettiklerimi hissetmişlerdi.
Ikinci yüzyılda gnostiklerin büyük üstadı Valentinus,
insanı lanetlenmeye kadar götürebilecek bu ikilemi Isa'nın
"yiyip içtiрini ama dışkılamadıрını" söyleyerek çözmüştü.
Bok, kötülükten daha zor, daha uрraştırıcı bir teolojik sorundur.
Tanrı insana özgürIük verdiрine göre, gerekirse, insanın
işlediрi suçların sorumlusunun O olmadıрını kabul
edebiliriz. Oysa bokun sorumluluрu tümüyle O'nun, insanın
Yaratıcısı'nındır.
:::::::::::::::::
4
Dördüncü yüzyılda Aziz Jerome, Adem'le Havva'nın Cennet'te
cinsel ilişkide bulundukları görüşünü tümüyle reddetti.
Öte yandan, dokuzuncu yüzyılda yaşayan büyük dinbilimci
Johannes Scotus Erigena, bu görüşü kabul etti. Üstelik de
o Adem'in erkeklik organının, sahibinin istediрi biçimde ve
zamanda kol ya da bacak gibi kaldırılabileceрine de inanıyordu.
Bu fanteziyi, iktidarsız kalma saplantısı içinde yaşayan
bir adamın sık sık gördüрü bir rüya olarak bir kenara
atamayız. Erigena'nın düşüncesinin anlamı farklıdır. Eрer
erkeklik organını basit bir buyrukla kaldırmak mümkün olsaydı,
o zaman cinsel heyecanın yeri olmazdı dünyada. Erkeklik
organı uyarıldıрımız için deрil, biz ona kalkmasını buyurduрumuz
için kalkardı. Büyük dinbilimcinin Cennet'le
uyuşmaz bulduрu şey cinsel birleşme ve yedeрinde gelen haz
deрildi; onun Cennet'le uyuşmaz bulduрu, uyarılma sonucu
gelen heyecandı. Unutmayın: Cennet'te haz vardı, ama heyecan
yoktu.
Erigena'nın öne sürdüрü düşünce bokun teolojik açıdan
haklı çıkarılmasının (başka bir deyişle, bir teodise'nin -Teodise:
Tanrı'nın yaptıklarını anlaşılır ve meşru kılma yöntemi-) anahtarıdır.
Insana Cennet'te kalma izni verildiрi sürece, insan ya
(Valentinus'un Isa'sı gibi) hiç dışkılamayacak, ya da (daha
akla yakın olanı) boka iрrenç bir şey gözüyle bakmayacaktı.
Tanrı ancak insanı Cennet'ten kovduktan sonradır ki ona iрrenmeyi
öрretti. Insan kendini utandıran şeyi gizlemeye başladı.
Peçeyi sıyırdıрında gözleri yüce bir ışıkla körelmişti
çoktandır. Böylece, iрrenmeyle tanışmasının hemen ardından
heyecanla tanıştı. Bok olmadan (sözcüрün hem gerçek
hem de eрretileme anlamıyla) bildiрimiz anlamda, kalbi
çarptıran, duyuları körelten cinsel aşk olamazdı.
Bu romanın Üçüncü Bölüm'ünde başında melon şapka,
yanında baştan aşaрı giyimli Tomas'la yarı çıplak ayakta duran
Sabina'nın hikayesini anlatmıştım. O zaman söylemeyi
unuttuрum bir şey var. Kendi kendini alçaltmanın heyecanıyla
uyarılmış olarak aynada kendine bakarken, Sabina,
Tomas'ın onu başında melon şapkayla tuvalete oturttuрunu
ve barsaklarını boşaltmasını seyrettiрini düşledi. Ansızın
kalbi çarpmaya başladı ve tam bayılmanın eşiрindeyken Tomas'ı
kilimin üzerine yıktı, aynı anda orgazm oluyormuş gibi
çıрlık attı.
:::::::::::::::::
5
Dünyanın Tanrı tarafından yaratıldıрına inananlarla kendi
kendine varlıрa kavuştuрunu düşünenler arasındaki tartışma,
aklımızın ya da deneyimlerimizin çok ötesindeki fenomenler
alanına girmektedir. Çok daha gerçek olan, varlıрı insana
armaрan edildiрi biçimiyle (nasıl ya da kimin tarafından
olursa olsun) kuşkuyla karşılayanlarla onu olduрu gibi, hiç
karşı çıkmadan kabul edenleri birbirinden ayıran çizgidir.
Ister dini olsun ister politik, bütün Avrupalı inançların
ardında, bize dünyanın eksiksiz yaratıldıрını, insan varoluşunun
iyi olduрunu, bu nedenle de çoрalmamız gerektiрini
Dostları ilə paylaş: |