Varolmanэn Dayanэlmaz Hafifliрi



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə20/23
tarix30.12.2017
ölçüsü1,43 Mb.
#18694
növüYazı
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23

karşı yürüyüşe çıkmak mümkün. Mümkün olmayan

bir sözcüрün yerine başkasını koymak. Vietnam ordusuna

yumrukla gözdaрı vermek mümkün. "Kahrolsun komünizm!"

diye baрırmak ise olacak şey deрil. 'Kahrolsun komünizm!'

Büyük Yürüyüş'ün düşmanlarına ait bir slogandır ve

hiç kimse yüzü kızarmadan kendi kitsch'ine ihanet edemez.


Bu konuyu açmamın tek nedeni Fransız doktorla, son derece

ben-merkezci olduрu için kendini kıskançlık ya da kadın

düşmanlıрının kurbanı sanan Amerikalı kadın oyuncu arasındaki

anlaşmazlıрı aydınlatmak. Aslında, Fransız doktor

son derece yerinde bir duyarlılık gösterisinde bulunmuştu;

"Başkan Carter", "geleneksel deрerlerimiz", "komünizmin

barbarlıkları", bunların hepsi Amerikan kitsch'inin sözcük

daрarına dahildir ve Büyük Yürüyüş kitsch'iyle hiçbir ilgisi

yoktur.
:::::::::::::::::
17
Ertesi sabah, hepsi otobüslere bindiler, Tayland'dan geçerek

Kamboçya sınırına vardılar. Geceleyin küçük bir köyde konakladılar.

Kazıklar üzerinde duran evlerin birçoрunu kiralamışlardı.

(Düzenli aralarla taşan ırmak, köylüleri yerden

yukarıda yaşamak zorunda bırakıyor, domuzlarıysa evlerin

diplerinde toplaşıyorlardı.) Franz dört profesörle birlikte aynı

odayı paylaştı. Uzaklarda domuzlar viyaklıyor, yanıbaşında

ünlü bir matematikçi horluyordu.


Sabahleyin yeniden otobüslere bindiler. Sınıra bir mil kala

bütün araç trafiрi yasaklanmıştı. Sınıra ancak dar, iki tarafı

nöbetçilerle dolu bir yoldan ulaşılabiliyordu. Otobüsler

durdu. Fransız temsilciler otobüslerden aşaрı boşalınca gene

Amerikalıların kendilerine fark attıklarını, yürüyüşün öncü

kolunu oluşturduklarını gördüler. Büyük an gelmişti. Çevirmen

çaрırıldı ve uzun bir kavga başladı. Sonunda herkes

şunda anlaştı; yürüyüşün başını bir Amerikalı, bir Fransız

ve bir de Kamboçyalı çevirmen çekecekti; sonra doktorlar,

sonra da geri kalanlar. Amerikalı kadın oyuncu sıranın sonuna

düşmüştü.
Yol dar ve iki tarafı mayın tarlalarıyla kaplıydı. Sık sık bir

engel daha -dikenli telle çepeçevre sarılmış iki çimento bloрu-

çıkıyor, ancak tek sıra halinde geçmek mümkün oluyordu.
Franz'ın on beş adım kadar önünde, şimdiye kadar barış

yanlısı ve savaş karşıtı dokuz yüz otuz şarkı yazmış bulunan

ünlü Alman şairi ve pop şarkıcısı yürüyordu. Kocaman kara

sakalını daha da ortaya çıkaran ve kendisini grubun öteki

üyelerinden ayıran uzun çubuрa baрlı beyaz bir bayrak taşıyordu.
Fotoрrafçılar ve kameramanlar yürüyüş grbu boyunca

bir aşaрı bir yukarı koşuşturuyor, aletlerini çıtırtılar, vızırtılarla

işletiyor, en öne koşup duruyor, biraz geri çekiliyor, dizüstü

çöküyor, sonra kalkıp daha da öne doрru koşuyorlardı.

Ara sıra ünlü bir kişinin adını baрırarak söylüyorlar, o kişi

bir an için sesin geldiрi yöne başını çevirdiрinde deklanşöre

basıverecek kadar zaman buluyorlardı.
:::::::::::::::::
18
Bir şeyler olacak gibiydi. Herkes yavaşlayıp arkaya doрru

bakıyordu.


Sona düşen Amerikalı kadın oyuncu bunun utancına dayanamayarak,

harekete geçmeye karar vermiş, yürüyüşün

önüne doрru koşmaya başlamıştı. Sanki bir süre ötekilerle

birlikte sallanarak gücünü harcamamış bir beş kilometre koşucusu

birden fırlamış, rakiplerini bir bir geçmeye koyulmuştu.
Erkekler, ünlü koşucunun zafer koşusunu bozmamak

için mahçup gülümsemelerle yana çekildiler, ama kadınlar,

'Geriye, sırana dön!' diye baрırdılar.
Kadın oyuncu bana mısın demeden koşmayı sürdürdü,

arkasından beş fotoрrafçı ve iki kameramandan oluşan bir

ekip geliyordu.
Ansızın bir Fransız kadın, bir dilbilim profesörü, oyuncuyu

bileрinden kavradı ve (korkunç bir Ingilizceyle) şunları

söyledi: "Ölümcül hasta Kamboçyalıları iyileştirmeye giden

doktorlar yararına gösteri yürüyüşü bu, film yıldızları için

reklam kampanyası deрil!"
Kadın oyuncunun bileрi dilbilim profesörünün pençesine

hapsolmuştu, ne yapsa kurtaramazdı. "Allahın belası, ne

yaptıрını sanıyorsun sen?" dedi kadın oyuncu (kusursuz bir

Ingilizceyle). "Bunun gibi yüz tane yürüyüşe katıldım ben!

Yıldızlar olmadan bir yere varamazsınız! Bu bizim işimiz!

Ahlaki görevimiz!"


"Merde" (Bok) dedi dilbilim profesörü (kusursuz bir Fransızcayla).
Amerikalı kadın oyuncu anladı ve gözyaşlarına boрuldu.
Bir fotoрrafçı, "Aman bozmayın lütfen!" diye baрırarak

onun önünde diz çöktü. Gözyaşları yanaklarında yuvarlanırken

kadın oyuncu fotoрrafçının objektifine uzun uzun baktı.
:::::::::::::::::
19
Sonunda, dilbilim profesörü Amerikalı kadın oyuncunun bileрini

bıraktıрında, kara sakallı ve beyaz bayraklı Alman

pop şarkıcısı onu adıyla çaрırdı.
Amerikalı oyuncu onu tanımıyordu, ama bu kadar hakaretten

sonra ilgiye her zamankinden daha çok açıktı; Alman

şarkıcının yanına koştu. Şarkıcı bayrak sırıрını sol eline geçirdi

ve saр kolunu Amerikalı oyuncunun omuzuna doladı.


Hemen o an yeni fotoрrafçılar ve kameramanlar sardı

çevrelerini. Her ikisinin yüzünü ve ayrıca çok uzun olan bayrak

sırıрını aynı kareye sıрdırmakta zorluk çeken ünlü bir

Amerikalı fotoрrafçı, bir iki adım geriye gideyim derken bir

pirinç tarlasına girdi. Rastlantıya bakın ki bir mayına bastı.

Bir patlama oldu ve paramparça olan bedeni havada uçarken

Avrupalı aydınlar bir kan duşu aldılar.
Şarkıcı ve oyuncu öylesine dehşet içindeydiler ki, yerlerinden

kıpırdayamadılar. Gözlerini kaldırıp bayraрa baktılar.

Kanla lekelenmişti bayrak. Yeniden dehşete düştüler.

Sonra ürkekçe yeniden yukarıya, bayraрa çevirdiler bakışlarını

ve dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Garip

bir gururla, önceden hiç tanımadıkları bir gururla doluydular;

taşıdıkları bayrak kanla kutsanmıştı. Yürüyüşe yeniden

katıldılar.


:::::::::::::::::
20
Sınırı küçük bir ırmak oluşturuyordu, ama iki metre yüksekliрinde,

Taylandlı nişancıları korumak için üzerine boylu boyunca

kum torbaları dizilmiş uzun bir duvar ırmaрı gözlerden

gizliyordu. Duvarda yalnız bir tek noktada, ırmaрın iki

yakasını birbirine baрlayan köprünün bulunduрu yerde delik

vardı. Vietnamlı askerler köprünün öbür tarafında bekliyorlardı,

ama son derece iyi gizlendikleri için onlar da görünmüyorlardı.

Gene de, biri köprüye adımını attıрı an, göze görünmez

Vietnamlıların ateş açacakları gün gibi ortadaydı.
Yürüyüşe katılanlar duvarın yanına gittiler ve parmak

uçlarında yükseldiler. Franz iki kum torbasının arasındaki

açıklıktan bakarak neler olup bittiрini anlamaya çalıştı. Hiçbir

şey göremedi. Derken o yere daha çok hakkı olduрunu

düşünen bir fotoрrafçı bir dirsek atıp onu kenara itti.
Franz arkasına baktı. Yedi fotoрrafçı tek başına duran

bir aрacın muhteşem bir tacı andıran dalları üzerine iri kargalar

gibi tünemiş, gözlerini karşı yakaya dikmişlerdi.
O sırada yürüyüşün başını çeken çevirmen kadın büyük

bir megafonu dudaklarına götürerek, Kmer dilinde öteki tarafa

baрırdı: 'Bu kişiler doktordur; Kamboçya sınırından içeriye

geçmek için izin istiyorlar, tıbbi yardımda bulunacaklar;

hiçbir politik ard düşünceleri yok, tek düşünceleri insanların

yaşamını kurtarmak.'


Karşı taraftan gelen cevap şaşırtıcı bir sessizlik oldu. Öyle

mutlak bir sessizlikti ki bu, herkesin birden cesareti kırıldı.

Sadece fotoрraf makineleri, sessizlikte egzotik bir böceрin

ötüşüne benzer sesler çıkararak çıtırdamayı sürdürdüler.


Franz birden Büyük Yürüyüş'ün sona ermek üzere olduрu

duygusuna kapıldı. Avrupa sessizlik sınırlarıyla çevriliydi

ve Büyük Yürüyüş'ün yapıldıрı yer gezegenin ortasındaki

küçük bir platformdan başka bir yer deрildi. Bir zamanlar

şevkle, itişe kakışa platforma yanaşan kalabalıklar çoktan

çekmiş gitmişti ve Büyük Yürüyüş yalnızlık içinde, seyircisiz

yapılıyordu. Evet, dedi Franz kendi kendine, Büyük Yürüyüş

dünyanın kayıtsızlıрına karşın sürüp gidiyor, ama giderek

daha sinirleri yıpratıcı, başdöndürücü oluyor; dün Vietnam'ın

Amerikalılar tarafından işgaline karşı, bugün Vietnamlıların

Kamboçya'yı işgaline karşı; dün Israil için, bugün

Fistinliler için; dün Küba için, yarın Küba'ya karşı -ve hep

Amerika'ya karşı; zaman zaman kıyımlara karşı, zaman zaman

başka kıyımlara arka çıkmak üzere; Avrupa hep ileriye

doрru yürüyor, yürüyor, hiçbir olayı kaçırmasın, her birine

yetişsin diye; adımları hızlandıkça hızlanıyor, öyle ki sonunda

Büyük Yürüyüş koşan, dörtnala koşan bir insan sürüsü

olacak ve platform da günün birinde tek bir nokta olup çıkana

kadar küçülecek, küçülecek.
:::::::::::::::::
21
Çevirmen bir kere daha megafona baрırarak meydan okudu.

Ve cevap gene sınırsız ve sonsuz derecede kayıtsız bir sessizlik

oldu.
Franz dört bir yanına bakındı. Irmaрın öte yanındaki

sessizlik bir tokat gibi çarpmıştı hepsinin suratlarına. Beyaz

bayraklı şarkıcıyla Amerikalı kadın oyuncu bile sarsılmışlar,

ne yapacaklarını bilmiyorlardı.


Birden çakıp sönen bir içgörü anında Franz ne kadar gülünesi

olduklarını gördü, ama bu düşünce onu ötekilerden

koparmak ya da ironiye boрmak yerine, idam mahkumlarına

duyduрumuz türden sonsuz bir sevgiyle doldurdu içini. Evet,

Büyük Yürüyüş sona eriyordu, ama Franz'ın ona ihanet etmesi

için bir neden miydi bu? Kendi yaşamı da sona ermiyor

muydu birlikte? Yürekli doktorlara sınıra kadar eşlik eden

bu insanların teşhirciliрiyle alay etmek ona mı kalmıştı?

Gösteri yapmayıp da ne yapsınlardı? Seçenekleri mi vardı?
Franz haklıydı. Politik tutukluların baрışlanması için dilekçe

hazırlayan Praglı editörü aklıma getirmeden edemiyorum.

Dilekçesinin tutuklulara bir yarar saрlamayacaрını çok

iyi biliyordu. Gerçek amacı tutukluları özgürlüklerine kavuşturmak

deрildi; hala korkmayan insanların varolduрunu

göstermek istiyordu. Onunki de rol yapmaktı. Ama başka seçeneрi

yoktu. Rol yapmakla eyleme geçmek arasında deрildi

seçimi. Seçimi rol yapmakla hiç eyleme geçememek arasındaydı.

Insanların rol yapmaya lanetlendikleri durumlar vardır.

Suskun bir güçle (ırmaрın karşı kıyısındaki suskun güçle,

duvardaki suskun mikrofonlara dönüşen polisle) girişilen kavga

bir orduya saldıran tiyatro kumpanyalarının kavgasıdır.


Franz, Sorbonne'lu arkadaşının yumruрunu kaldırıp öte

taraftaki sessizliрe gözdaрı vermesini seyretti.


:::::::::::::::::
22
Çevirmen üçüncü kere megafona baрırarak meydan okudu.
Aldıрı cevabın yine sessizlik olması Franz'ın bunaltısını

öfkeye çevirdi. Şurada, Tayland'ı Kamboçya'ya baрlayan köprünün

birkaç adım ötesinde durmuş, içinde köprüye koşmak,

göklere insanın kanını donduran küfürler yaрdırmak ve makineli

ateşi takırtıları arasında ölmek için dayanılmaz bir istek

duyuyordu.


Franz'ın ansızın duyduрu bu istek bize bir şey hatırlatıyor;

evet, Stalin'in oрlunu; o da, insan varoluşunun kutuplarının

birbirlerine deрecek kadar yakınlaşmalarını, yüce ile

sefil, melek ile sinek, Tanrı ve bok arasında bir fark kalmadıрını

görmeye dayanamayınca dikenli teller üzerinde, elektriрe

kapılarak ölmeye koşmuştu.


Franz, Büyük Yürüyüş'ün görkeminin yürüyüşçülerinin

gülünç kendini beрenmişliklerine eşit olduрuna, Avrupa tarihinin

şanlı gürültüsünün sonsuz sessizlikte kaybolup gittiрine,

artık tarih ile sessizlik arasında hiçbir fark kalmadıрına

inanmak istemiyordu. Teraziye kendi yaşamını koymak geldi

içinden; Büyük Yürüyüş'ün boktan daha aрır çektiрini kanıtlamak

istiyordu.
Ama insanoрlu böyle bir şeyi kanıtlayamaz. Terazinin bir

kefesinde bok duruyordu; ötekisinde, Stalin'in oрlu yatıyordu

bütün aрırlıрıyla. Ve terazi kıpırdamıyordu.
Kendini vurdurtmak yerine, Franz sadece başını öne eрmekle

yetindi ve ötekilerle birlikte, tek sıra halinde otobüslere

geri döndü.
:::::::::::::::::
23
Hepimizin, bakışlarını üzerimize dikecek birilerine gereksinimimiz

var. Hangi tür bakışlar altında yaşamak istediрimize

göre dört kategoriye ayrılabiliriz.
Ilk kategori sayısız anonim gözü, başka bir deyişle, kamuoyunun

gözlerini özlüyor. Alman şarkıcının, Amerikalı

kadın oyuncunun, hatta uzun boylu, büyük çeneli, hafifçe

kamburunu çıkararak yürüyen editörün durumunda bile bu

böyle. Editör okurlarına alışmıştı, günün birinde Ruslar gazetesini

yasaklayınca sudan çıkmış balıрa döndü. O tanımadıрı

gözlerin yerini hiçbir şey tutamazdı. Boрulacaрını sandı.

Sonra bir gün sürekli olarak izlendiрini, konuşmalarının dinlendiрini

ve sokakta gizlice fotoрrafının çekildiрini fark etti.

Birden anonim gözler buldu üzerinde; oh, yeniden nefes alabiliyordu

artık! Duvarındaki mikrofona teatral söylevler çekmeye

başladı. Kaybettiрi okuyucu kitlesini poliste bulmuştu.


Ikinci kategori bir sürü tanıdık göz tarafından seyredilmek

için dirimsel bir gereksinim duyan insanların oluşturduрu

kategoridir. Bunlar kokteyl partilerle yemeklerin yorulmaz

ev sahipleridir. Seyircilerini kaybettiklerinde yaşam

odalarında ışıkların söndüрü duygusuna kapılan birinci kategoridekilerden

daha mutludurlar. (Ki bu, birinci kategoridekilerin

başına er geç gelir.) Ikinci kategoridekiler gereksindikleri

gözleri her zaman bir yerlerden bulup çıkarırlar. Marie-Claude

ve kızı ikinci kategoridendirler.
Bir de üçüncü kategori var; sürekli sevdikleri insanın gözü

önünde olmak isteyenlerin oluşturduрu kategori. Onların

durumu birinci kategoridekilerin durumu kadar tehlikelidir.

Bir gün sevdiklerinin gözleri kapanacak ve oda kararacaktır.


Ve son olarak da dördüncü ve en ender görülen kategori,

varolmayan kişilerin düşsel gözlerinde yaşayanların oluşturduрu

kategori var. Bunlar düşçülerdir. Franz, örneрin. Sadece

Sabina için Kamboçya sınırına kadar gitti. Otobüs Tayland

yollarında sarsıla sarsıla ilerlerken, Franz, Sabina'nın

kendisine dikilmiş dalgın bakışlarını üzerinde hissediyordu.


Tomas'ın oрlu da aynı kategoridendir. Ona Simon diyelim.

(Babasınınki gibi Incil'den alınma bir ad taşıdıрına sevinecektir.)

Onun özlediрi gözler Tomas'ınkiler. Dilekçe kampanyasına

karıştıрı için üniversiteden atıldı. Çıktıрı kız bir

köy papazının yeрeniydi. Onunla evlendi, ortaklaşmacı bir

çiftlikte traktör sürücüsü, hiç aksatmadan kiliseye giden bir

Katolik ve baba oldu. Tomas'ın da köyde yaşadıрını öрrenince,

içini bir sevinç kapladı; kader yaşamlarını simetrik kılmıştı!

Bu ona Tomas'a mektup yazma cesaretini verdi. Ondan

cevap istemiyordu. Babasından yalnızca gözlerini yaşamına

dikmesini istiyordu.
:::::::::::::::::
24
Franz ve Simon bu romanın düşçüleri. Franz'ın tersine, Simon

annesini hiçbir zaman sevmedi. Çocukluрundan beri babasını

aradı. Babasının kendi doрumundan öncesine rastlayan

bir haksızlıрın kurbanı olduрunu, bunun da kendisine

yaptıрı haksızlıрı açıklayabileceрini düşündü hep. Babasına

hiçbir zaman kızmadı, çünkü onu sürekli kötüleyen annesiyle

saf birliрi etmek istemiyordu.
On sekiz yaşına, liseyi bitirinceye kadar annesiyle birlikte

oturdu; sonra Prag'a, üniversiteye gitti. O sırada Tomas

cam siliyordu. Simon babasıyla kazara karşılaşabilmek için

çoрu kere saatlerce fırsat kolladı. Ama Tomas hiçbir zaman

durup onunla konuşmadı.
Kocaman çeneli eski editörle işbirliрi etmesinin tek nedeni,

editörün kaderinin Tomas'a babasınınkini hatırlatmasıydı.

Editör, Tomas'ın adını bile duymamıştı. Oedipus yazısı

çoktan unutulmuştu. Ona yazıdan sözeden ve Tomas'tan dilekçe

için imza istemesini söyleyen Simon'du. Editör 'olur'

dediyse, bunu sırf oрlana iyilik olsun diye yaptı, çünkü onu

seviyordu.
Babasıyla tanıştıрı günü düşündükçe, kapıldıрı sahne

korkusundan utanç duyuyordu Simon. Babası onu sevmiş

olamazdı. Oysa kendisi babasını sevdi. Söylediрi her bir sözü

hatırlıyordu ve zaman geçtikçe söylediрi her şeyin ne kadar

doрru olduрunu anladı. Onu en çok etkileyen de 'Ne yaptıklarını

bilmeyen insanları cezalandırmak barbarlıktır' cümlesiydi.

Kız arkadaşının amcası eline bir Incil tutuşturduрunda,

özellikle Isa'nın şu sözleri dikkatini çekti: "Baрışla onları,

çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar." Babasının inançsız olduрunu

biliyordu, ama iki cümle arasındaki benzerlikte gizli

bir işaret gördü; babası seçtiрi yolu onaylıyordu.
Taşrada geçen aşaрı yukarı üçüncü yılında Tomas'tan gelip

kendisini ziyaret etmesini isteyen bir mektup aldı. Buluşmaları

dostça oldu. Simon sakindi ve hiç kekelemedi. Birbirlerini

çok iyi anlamadıklarını fark etmedi bile büyük olasılıkla.

Dört ay kadar sonra, Tomas'la karısının bir kamyon altında

ezildiklerini bildiren telgrafı aldı.


Gene o sıralarda, bir zamanlar babasının sevgilisi olmuş,

Fransa'da yaşayan bir kadının varlıрını öрrendi. Adresini

buldu. Yaşamını izleyen düşsel bir göze şiddetle gereksinim

duyduрu için, ona uzun uzun mektuplar yazacaktı.


:::::::::::::::::
25
Sabina zavallı köylü mektup arkadaşından yaşamının sonuna

kadar mektup almaya devam etti. Yurduna olan ilgisi giderek

daha çok azaldıрı için çoрunu okumadan bir kenara attı.
Yaşlı adam öldü ve Sabina, Kaliforniya'ya taşındı. Doрduрu

ülkeden daha uzaрa, daha batıya.


Resimlerini satmakta zorluk çekmiyor ve Amerika'yı seviyordu.

Ama sadece yüzeyde. Yüzeyin altındaki her şey ona

yabancıydı. Derinde, aşaрıda, ne büyükbaba vardı ne de amca.

Kendini bir mezara kapayıp, Amerikan topraрına gömülmekten

korkuyordu.
Derken bir gün cesedinin yakılmasını ve küllerinin rüzgara

savrulmasını isteyen bir vasiyetname hazırladı. Tereza'yla

Tomas aрırlık burcunda ölmüşlerdi. Sabina hafiflik

burcunda ölmek istiyordu. Havadan daha hafif olacaktı. Parmenides'in

diyeceрi gibi, eksi artıya çevrilecekti.
:::::::::::::::::
26
Otobüs Bangkok'daki otelin önünde durdu. Artık hiç kimsenin

içinden toplantı yapmak gelmiyordu. Insanlar gruplar

halinde çevreyi gezmek üzere daрıldılar; bazıları tapınaklara,

bazıları kerhanelere yollandı. Franz'ın Sorbonne'dan arkadaşı

geceyi birlikte geçirmelerini önerdi, ama Franz yalnız

kalmayı yeрledi.


Kendini sokaklara vurduрunda hava hemen hemen kararmıştı.

Hep Sabina'yı düşünüp duruyor, onun gözlerini

üzerinde hissediyordu. Onun o dalgın bakışını ne zaman üzerinde

bulsa, kendinden kuşkuya düşüyordu: Sabina'nın ne

düşündüрünü hiçbir zaman tam anlamıyla bilememişti. Şimdi

onu rahatsız da ediyordu bunu düşünmek. Onunla alay

ediyor olmasındı? Yarattıрı Sabina dinini aptalca mı buluyordu?

Artık büyümesi ve kendisini tümüyle ona kendi eliyle

yolladıрı genç sevgilisine adaması gerektiрini söylemek istiyor

olabilir miydi?


Kocaman yuvarlak gözlüklü yüzü gözünün önüne getirince,

birden öрrenci sevgilisiyle ne kadar mutlu olduрunu anladı.

Birden Kamboçya girişimi ona anlamsız, gülünç göründü.

Neden gelmişti? Ancak şimdi anlamıştı nedenini. Gerçek yaşamının,

tek ve gerçek yaşamının ne Sabina ne de yürüyüşler

deрil, sadece ve sadece gözlüklü kız olduрunu kuşkuya

yer bırakmamacasına keşfetmek üzere gelmişti. Gerçeрin

düşten öte, çok daha öte bir şey olduрunu bulup çıkarmak

için gelmişti!
O sırada yarı karanlıрın içinden bir gölge belirdi ve ona

anlamadıрı bir dilde bir şeyler söyledi. Yoluna çıkan adama

şaşkın, ama anlayışlı bir bakışla baktı. Adam eрildi, gülümsedi

ve acele acele aрzının içinde bir şeyler geveledi. Ne söylemeye

çalışıyordu? Onu bir yere çaрırıyor gibiydi. Adam

Franz'ın elini tuttu ve onu bir yere doрru sürüklemeye başladı.

Franz birinin yardımına gereksinim duyduрuna karar

verdi. Belki de bunca yolu aşıp buralara gelmesinin anlamı

vardı gerçekten de. Birisinin yardımına çaрırılmıyor muydu?
Birden birincinin yanında iki adam daha belirdi ve bunlardan

biri ondan Ingilizce olarak parasını istedi.


O anda gözlüklü kız Franz'ın düşüncelerinden silindi gitti,

Sabina gözlerini dikti üzerine; yüce yazgısıyla düşsel Sabina;

Franz'a kendini ufacık hissettiren Sabina. Şimşekler

çakan gözleri, öfkeli ve hoşnutsuz bakışlarıyla Franz'ı delip

geçiyordu. Gene mi oyuna gelmişti? Biri budalaca iyiliрini

gene mi sömürmüştü?


Yenine yapışan adamdan çekti kurtardı kolunu. Sabina'nın

her zaman gücüne hayran kaldıрı geldi aklına. Öteki

adamlardan birinin ona karşı kaldırmak üzere olduрu kola

sıkıca yapıştı ve kusursuz bir judo hamlesiyle adamı sırtından

geriye fırlattı.
Işte şimde kendinden hoşnuttu, Sabina'nın gözleri hala

üzerindeydi. Sabina bir daha Franz'ın utanılacak bir duruma

düştüрünü görmeyecekti! Bir daha hiç geri çekildiрini görmeyecekti!

Franz yumuşak ve duygusal olmayı bırakmıştı

artık!
Bu adamlardan tadını çıkara çıkara nefret ediyordu neredeyse.

Franz'la, Franz'ın saflıрıyla alay ettiklerini sanmışlardı ha!

Omuzlarını hafifçe kısmış, gözleri öteki iki adam

arasında gidip gelerek ayakta duruyordu. Birden, başına

aрır bir şey indi ve o an ikiye büküldü. Bir yere götürülmekte

olduрunu hayal meyal seziyordu. Sonra boşluрa fırlatıldı

ve düşmeye başladıрını hissetti. Şiddetli bir çatırtı, sonra bilincini

kaybetti.


Cenevre'de bir hastanede açtı gözlerini. Marie-Claude yataрının

üzerine eрilmişti. Ona burada olmaya hakkı olmadıрını

söylemek istedi Franz. Hemen gözlüklü kızı çaрırmalarını

istiyordu. Bütün düşünceler onunla birlikteydi. Yanında

ondan başkasını görmeye katlanamayacaрını haykırmak istedi.

Ama konuşamadıрını dehşet içinde fark etti. Gözlerini

kaldırıp sonsuz bir nefretle baktı Marie-Claude'a, kaçıp kurtulmak

istedi. Ama bedenini kıpırdatamıyordu. Başını, belki

onu? Hayır, başını bile oynatamıyordu. Onu görmemek için

gözlerini kapadı.


:::::::::::::::::
27
Sonunda, ölümünde karısının olmuştu Franz. Eskiden olmadıрı

kadar ona aitti artık. Marie-Claude gereken her şeyi

ayarladı; cenazeyi düzenledi, ölüm haberlerini yolladı, çelenkleri

satın aldı ve siyah bir giysi yaptırdı -bir gelinlik, aslında.

Evet, bir kocanın cenazesi karısının gerçek düрünüdür!

Yaşam boyu süren didinip uрraşmalarının zirvesi! Bütün

çektiklerinin ödülü!
Rahip bunu çok iyi anladı. Cenaze vaazı birçok sınavlara

göрüs gererek, ebediyete göçen kişi için bir huzur kaynaрı

olan eşinin sevgisi üzerineydi; son günlerinde Franz da bu

kaynaрa dönmüştü zaten. Marie-Claude'un mezarın başında

konuşmasını istediрi Franz'ın meslektaşı da öncelikle ebediyete

göçenin yürekli eşinden sözetti.


Arkada bir yerde, bir arkadaşına yaslanmış duruyordu

koca gözlüklü kız. Aldıрı onca hapla, bastırılan hıçkırıkların

birleşmesi sonucunda, daha tören sona ermeden bir kasılma

nöbeti geldi üzerine. Midesini tutarak öne doрru devrildi, arkadaşı


Yüklə 1,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə