Pilancı,
Avrupa Ülkelerindeki Türklerin Türkçeyi Kullanma Ortamları
153
lerle işbirliği yapmada başarılı olmak bu ülkelerin çok kültürlülüğe yaklaşımı-
na, göçmenlere yönelik politikalarına bağlıdır.
Konuya bu açıdan bakıldığında çözümün gittikçe güçleştiği görülmektedir.
1980’lerin başında gündeme gelen ve 1990’ların başından
bu yana belirleyi-
ci olan küreselleşme ideolojisi, çok kültürlülük, demokrasi, ayrımcılığın ön-
lenmesi, azınlıkların korunması ve etnik merkezli insan hakları gibi kavramla-
rın Batı’dan hareketle bütün dünyada yükselen değerler olarak karşımıza
çıkmasının ardından; “Çok kültürlülüğün hayata geçirilmesi yabancı düş-
manlığını artırır ve bu da demokrasiyi yıkar.” (Altınbaş Akgül 2005: 4), dü-
şüncesinin yaygınlaşması Avrupa ülkelerinde iç politikanın merkezine otur-
muş, siyasi amaçlar için de kullanılır hâle gelmiştir. Daha önce çok kültürlü-
lük kapsamında, farklılıklar arasında
tam bir eşitlikten söz edilen, içindeki
göçmenlerin dillerini konuşmasına yönelik herhangi bir kısıtlama yapılmadığı
varsayılan Avrupa ülkelerinde, ABD ve Kanada’dakine benzer çok kültürlü
ülke modelinin oluşturulamadığı ve son yıllarda çok kültürlülükten tek kültür-
lülüğe doğru bir kayışın olduğu gözlenmekte; bu gelişmenin örneğin Hollan-
da Başbakanı Balkenende’nin “Hollanda kültürüne açık olmayan,
dili öğ-
renmeyen farklı kültürdeki insanlarla ilgili soruna özellikle eğileceği” sözlerin-
de olduğu gibi hükümet politikalarına yansıdığı görülmektedir. Meselenin bir
yanında, “yeni azınlıklar” (Altınbaş Akgül–Sezai 2002: 3) olarak adlandırılan
göçmenlerin haklarının korunma kaygısı varken, öbür yanında Avrupa ülke
yönetimlerinin göçmenlerin ana dillerini sürdürmelerini entegrasyon sorunu
olarak görmeleri yatmaktadır. Avrupa ülkelerinde, çok kültürlülük uygulama-
ları, kültürel bölünmeyi hızlandıracağı düşüncesiyle tehdit
olarak kabul edil-
mekte dolayısıyla çok kültürlülük giderek zayıflamaya, tek kültürlülük ya da
hâkim kültürlülük ağırlık kazanmaya başlamış görünmektedir (Altınbaş 2006:
58). Azınlık dillerine tepki gösterilmesinin sebebi olan kültürel bölünme endi-
şesi de bu çerçevede değerlendirilmelidir (Laborde 2001: 717-724). Gelişen
yeni durumun ilk hareketleri de göçmenlerin ana dili kullanım ortamlarında
ve haklarında kendini göstermektedir. Avrupa ülkelerinde, göçmenlerin kül-
türlerine ve dillerine karşı gelişen yeni anlayışın okullarda, hatta okul bahçe-
lerinde ve sokakta, içinde bulunulan ülkenin dilinden
başka bir dil konuşul-
masını yasaklayan önlemlerle; başka dillerde yayın yapan televizyon kanalla-
rının yayınlarına konulan yasaklarla; devlet yetkililerinin sert söylemleriyle
uygulamaya da geçirilmeye çalışıldığı görülmektedir.
6
Göçmenlere bulundukları ülkenin dilini ve kültürünü zorla kabul ettirerek
asimilasyona girişmenin, bireylerin kişiliklerinde meydana getireceği yıkım
göz önüne alındığında,
Avrupa ülkelerindeki Türklerin, yaratılan şartlarla,
kendiliğinden, bu değişim sürecine sokuldukları gözlenmektedir. Türklerin dış
göç sürecinin geçmişinin çok gerilere gitmemesine rağmen, değişimin çok
bilig, Bahar / 2009, sayı 49
154
hızlı gerçekleştiği; grubun çoğunda ekonomik anlamda var olmanın, kültü-
rüyle var olmanın önüne geçtiği görülmektedir.
Avrupa ülkelerindeki genç kuşaklar üzerine bugüne kadar yapılan çalışma-
larda Türk araştırmacılar tarafından iki genel yaklaşımın oluştuğu görülmek-
tedir: Birinci yaklaşımı paylaşan araştırmacılar; Abadan-Unat (1976), Doyu-
ran-Kartal (2004), Türkdoğan (1984), Kağıtçıbaşı (1987), Sezgin (1992),
Kılıçarslan (1992), Seçmez (1992), ve Güler (1992); 2. ve sonraki kuşaklarda
görülen kültürel farklılıkların tehlikeli bir gelişme olduğu üzerinde durmakta
ve bu tehlikenin bir an önce önüne geçilmesi gerektiğini savunmaktadır.
İkinci yaklaşımda ise Çağlar (1994), Necef 1996), Kaya (1997); 2. kuşak ve
sonraki Türklerin hem yaşadıkları ülkenin hem de Türk kültüründen parçalar
taşıdıklarına ve melez kimlikler geliştirdiklerine dikkat
çekmekte ve bunun
aslında korkulacak bir gelişme olmadığını belirtmektedirler. Bu görüşleri ele
alan Yalçın “1970’lerin sonunda iddia edildiği gibi iki dilin karışık kullanımı
nedeniyle, Türkçenin birkaç yıl içinde yok olacağı şeklindeki öngörünün
doğru çıkmadığını, entegrasyon ve çok kültürcülük söylemleri ile de gerçeğin
tam tersine işlediğini” ileri sürer (2002: 45-60). Yalçın, son yıllarda yapılan
araştırmalardan yola çıkarak Yabancı ülkelerde yaşayan 2. ve sonraki kuşak
Türk gençlerinin iki dili karışık kullanmalarının devam ettiğini ve durumun
Türklük bilinçlerinin yok olacağı anlamına gelmemesi gerektiğini;
tam tersine
iyi kullanılması durumunda getirilerinin fazla olacağını savunmakla birlikte
(2002: 11) Avrupa ülkelerindeki Türklerle ilgili gelişmenin, demokratik olduk-
ları savunulsa bile kültürel farklılıklara bakışta hoşgörü eksikliği taşıyan Avru-
pa ülkelerinin, yabancı düşmanlığını nasıl çözümleyeceği konusu ile bağlantılı
olduğunu da belirtmektedir (2002: 13).
Bu çalışmada elde ettiğimiz sonuçlar ise yukarıdaki yaklaşımlardan birincisini
desteklemektedir. Araştırma sonuçları, Türklerin mevcut özellikleri ile kısa bir
süre içinde Avrupa ülkelerinde gelişen sosyal ve ekonomik tablo değişikliği-
ne; çok kültürlülükten tek kültürlülüğe kayış uygulamalarına; dilsel farklılaş-
manın iletişimdeki entegrasyonu azalttığı, bu ülkelerde eğitim seviyesini dü-
şürdüğü, gelişmeyi zorlaştırdığı görüşlerinin giderek yaygınlaşmasına
ve bun-
lardan kaynaklanan yaptırımlara karşı duramayacağını göstermektedir. Av-
rupa ülkelerinde bulunan Türklerin, Türkçeyi kullanma ortamları, sürdüre-
bilme imkânları ve koruma bilinçleri ivedilikle başlatılacak çalışmalarla iyileş-
tirilebilir bir özellik göstermekle birlikte Avrupa ülkelerinde oluşan yeni anla-
yışın kabul görmesi hâlinde; 3. kuşakla birlikte belirginleşen Türkçe kullanma
ortamları daha da azalacak,
Türkçe yeterlikleri düşecek, ana dilinden ve
kültüründen kopuş hızlanacaktır. Çoğunlukla aile içinde kullanılan dil, eği-
timde ve diğer kamusal alanlarda kullanılmadığı için çocuklara geçerken
orijinalliğini kaybedecek; 3. kuşakla birlikte kullanımda daha etkin olan dil,