XəZƏr universiteti erciyes universiteti



Yüklə 4,93 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə41/222
tarix15.03.2018
ölçüsü4,93 Mb.
#31889
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   222

90 

 

 1960’lı  yıllarla  birlikteBatılı  ülkelerde  geleneksel  yaşam  biçimlerine  karşı, 



alternatif yaşam biçimlerinin farkedilişi, aile, devlet, toplum, cinsellik gibi konularda 

farklı bakış açıları geliştiren gençliğin yeni düşünceler geliştirmeleri ve bu düşünce-

lerini yaşama geçirmeleri Batı Toplumlarında dönüşümlere neden olur. Kökeni 20. 

yüzyılın öncü sanat akımlarından Fütürizm’e, Dada’ya dayanan Performans sanatı, 

1950 ve 60’larda Batı sanatında güçlü bir akım olarak yer alır. Performans sanatında 

“kimlik, ırk ve din, cinsiyet ve cinsel tercih gibi çeşitli toplumsal kodlar görünür hale 

gelirken, bu kodlara yönelik önyargılar sorgulanır” (ANTMEN, 2008, s:225).  

 İkinci dalga Feminizm hareketi, “Feminist Sanatı” başlattığında bir grup ka-

dın sanatçı ve sanat tarihçisi, Batı sanatındaki erkek egemen sanat üretimini ve bu 

bakışla biçimlenmiş kadın imgesini eleştirmeye başlarlar. Kadın sanatçıların önünü 

açmayı ve kadın bedenine, kadınsı bir duyarlıkla bakmayı amaçlayan Feminist sanat 

hareketi, Batı medyasındaki kadın imgesini reddeder. Başlangıçta, oldukça çarpıcı 

ve dikkat çekici bir görsel dil geliştiren feminist sanat hareketi, ikinci aşamasında, 

cinsel kimlikleri oluşturan toplumsal yapılar üzerine odaklanır. “Kadın bedenine ve 

temsillerine, doğurganlığa ve ana tanrıça kültüne odaklanan, kadın bedeninin biyolo-

jik özelliklerini imgeleştiren ilk kuşak feminist sanatçıların ardından gelen sanatçı-

lar, kadın bedeninden çok kadınbedenini kuşatan kültürel kodların eleştirisine yönel-

miştir. ”(ANTMEN, 2008:242)  

 Tüm bu yol alıştan sonra, sanat tarihinde yerini almış çok önemli kadın sanat-

çılar olmasına rağmen yinede kadınların bu alanda erkeklerkadar varlık gösterdikle-

rini söylemek güçtür. Ne yazık ki müzelerde yer alan sanatsal çalışmalara bakıldığın-

da  sanatçıolarak  kadınların  çalışmalarının  erkeklerin  çalışmalarının  yarısına  bile 

yaklaşamadığıgörülür. Kadının birey olma yolunda verdiği mücadele o kadar yoru-

cu, yıpratıcıdır ki, varılan son noktada hala maduriyet yaşayan çok sayıda kadın ol-

masına rağmen, bu günün postmodern dünyasında önemli çalışma duraklarından biri 

olan kimlik anlatılarında kadının sesini duyuran pek çok çalışmanın yapılıyor olması 

yine de bir teselli olabilir.  

Günümüzün çok kültürlü ortamından beslenerek üreten sanatçılar, çoklu de-

ğerlere yöneldiler ve doğal olarak kimlik arayışı ön plana çıkmaya başladı. Bu tür 

çalışmalarda amaç eşitsizlik, ayrımcılık, ötekileştirmek gibi konulara dikkat çekmek, 

bir farkındalık yaratmaktır. Sanatçının kimliği yaşamında, sanatında yatar ifadesin-

den yola çıkılarak (MİLAS, 2005) kimlik anlatıları üzerine çalışmalar üreten sanat-

çıların hem bu konuyla ilgili dertlerinin olduğunu göstermesi, hem de bu tür çalışma-

larda  niceliksel  olarak  kadınların  erkeklerden  daha  önde  olması  traji-komik  bir 

gösterge olarak durumun hala vahim olduğunu ve mücadelenin devam etmekte oldu-

ğunu göstermektedir.  

 

ANTMEN, Ahu, 2008, Sanat ve Cinsiyet, İstanbul, İletişim Yayınları 



BERKTAY Fatmagül, 2003, Tarihin Cinsiyeti, İstanbul, Metis Yayınları.  

WALTERS,  Margaret,  2009  Feminizm,  Çev:  Hakan  Gür,  İstanbul,  Dost  Yayı-

nevi:138.  

ANTMENT, Ahu, 2008, :239, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, İstanbul, Sel Ya-

yıncılık 



91 

 

VREELAND, Suzan, 2007, Artemisian’ın Çilesi İstanbul, Literatür Yayınları  



DELBEE,  Anne,  Bir  Kadın,  1989,  Çev:  Ayşe  Kurşunlu  Ortaç,  İstanbul,  Afa  Ya-

yınları 


ULUSOY, Demet, 1999, Plastik Sanatlarda Toplumsal Cinsiyet, Ankara, Hacettepe 

Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:66, Sayı:2 

MİLAS, Herkül, 2005, Türk ve Yunan Romanlarında ‘öteki’ ve Kimlik, İstanbul, 

İletişim Yayınları 



 

 

 

 



 

 


92 

 

EDEBİYATIN KİMLİK OLUŞTURMADAKİ ROLÜ ÜZERİNE BİR 



DENEME: FAZIL İSKENDER VE ÇEGEMLİ SANDRO ROMANI 

 

Mehmet Özberk 

 

Fazıl  Abduloviç  İskender  6  Mart  1929  tarihinde  Sohum’da  dünyaya  gelir. 



Abhaz

 olan annesi ve akrabalarının yanında öğrenim gören İskender, yaz aylarında 



dağ  eteklerinde  yaşayan  tanıdıklarıyla  vakit  geçirerek  tüm  çocukluğunu  Abhaz 

halkının  içinde  yaşar.  Sanatçının  yaşamında  iki  olay  büyük  önem  taşır.  Birincisi, 

1938 yılında çok sevdiği dayısının Magadan’a sürgüne gönderilmesi ve orada in-

sanlık dışı bir şekilde ölmesidir. İkinci olaysa, dayısının ölümünden hemen sonra 

İran asıllı babasının Stalin politikası sonucu İran’a geri gönderilip orada sürgün ya-

şaması ve 1957 yılında ölene kadar ailesini bir daha görmemiş olmasıdır. Fazıl İsken-

der bu acı hatıraları anımsarken: “Sosyal açıdan ben erkenden olgunlaştım” (İskan-

der, 2003:4) ifadesini kullanır. Sanatçının yaşamındaki bu acı olaylar ve çocukluk 

izlenimleri  eserlerinde  sıkça  görülür:  “Hatrımda  kadınların  sessizce  çığlık  atan 

ağızları ve gözlerindeki anlamsız ifadelerle ağlayan yüzleri kaldı… Babam için ol-

dukça  korkuyor  ve  herkes  için  utanıyordum”  (İskander,  2003:5).  İskender  1948 

yılında üniversite eğitimine başlar. Öğrenimi bitince Bryansk, Kursk ve Sohum’daki 

çeşitli gazete ve dergilerde çalışır. Edebiyat dünyasına 1957 yılında yayımladığı şiir 

derlemesiyle  girer  ve  bu  kitabın  başarısının  ardından  Yazarlar  Birliği’ne  (Soyuz 

Pisateley) üye olur. 1962 yılında ilk öykülerini dergilerde yayımlar ve 1966 yılında 

bunları bir kitapta toplar. Sanatçıya asıl şöhreti getiren Çegemli Sandro (Sandro iz 

Çegema) romanının ilk bölümlerini ise 1973 yılında Novıy Mir, Znamya, Yunost 

gibi farklı dergilerde yayımlar. Zamanla büyük bir roman haline gelen bu bölümlerin 

Rusya’da  tam  olarak  basılması  ise  1989  yılını  bulur.  Fazıl  İskender  bu  eseriyle 

Devlet Ödülü’ne layık görülür. Sanatçı, aynı eseriyle farklı tarihlerde Avrupa’da iki 

büyük edebiyat ödülü daha kazanır. İskender 1990 yılından sonra ise uzun öyküler, 

roman  ve  gazetelerde  sosyo-politik  yazılar  kaleme  alır.  Ülkemizde  de  tanınan  ve 

eserlerinin  bir  kısmı  Türkçeye  çevrilen  İskender  kırk  seneyi  aşkın  bir  süredir 

Moskova’da yaşamakta ve çalışmaktadır.  

Sanatçının doğup büyüdüğü yer olan ve romanına mekan olarak seçtiği Çegem 

Köyü’yle küçük bir temsilini verdiği Abhazya’yı ve tarihini kısaca özetleyelim: 



“Yüzölçümü  8.  600  kilometrekare  olan  Abhazya’nın başkenti yaklaşık  125. 

000 nüfusa sahip Sohum’dur. Abhazlar, onikinci yüzyıldan daha geriye uzanan köklü 

devlet  geleneğine  sahip  Kafkasya’nın  en  eski  yerli  halklarından  biridir.  Sünni 

Müslüman olan Abhazlar, Abhazca konuşmaktadır. 1921 yılında kurulan Abhazya 

Sovyet  Sosyalist  Cumhuriyeti,  aynı  yıl  Gürcistan  Sovyet  Sosyalist  Cumhuriyeti  ile 

birlik anlaşması imzalayarak eşit statüde SSCB’ye girmiştir. (…) Ancak, Gürcü asıllı 

                                                        

Kafkasya’da yaşayan topluluklarla ilgili etnik adlandırmalar günümüzde sorun oluşturmaktadır. Biz 



bu çalışmamızda, Rus diline yakınlığı ve Abhazya’da yaşayan insanları temsil etmesi sebebiyle 

Abhaz kelimesini kullanmayı tercih ettik. Bu sorunla ilgili detaylı bir çalışma için bakınız: 

POPŞU,  Murat,  Bir  Adlandırma  Sorunu:  Abhaz  mı  Abaza  mı?,  Nart,  İki  Aylık  Düşün  ve  Kültür 

Dergisi Kafkas Dernekleri Federasyonu Yayın Organı, Sayı 51, Eylül-Ekim 2006.  



Yüklə 4,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   222




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə