65
KUR’AN’A GÖRE BİLGİ-İMAN İLİŞKİSİ VE YAKÎN KAVRAMI
en kamil haliyle ve o konuda hiçbir tereddüde yer olmayacak şekilde göreceklerini (İbn
Âşûr, 1984: XXX, 522) ihtar etmektedir.
Görüldüğü üzere, az önce zikrettiğimiz iki âyet, inkârcıların cehennemi kesinlikle
göreceklerini haber vermekle birlikte ikincisinde, onu görmenin ayne’l-yakîn ile olacağı
özellikle belirtilmiştir. Bu durum ise şu şekillerde açıklanmaktadır: Bir görüşe göre o
kimseler, ilk önce cehennemin alevini görmüş olabilirler ve bir önceki âyette haber ve-
rilen bu olabilir. İkinci âyete ise onların cehennemi ayne’l-yakîn görmeleriyle oraya gir-
diklerinden onu bütün keyfiyetiyle ve detaylarıyla görüp tanımaları kastedilmiş olabilir.
Bir başka görüşe göre, cehennemi müminler de uzaktan göreceklerdir. Birinci âyet buna
işaret eder. Fakat kafirler cehenneme girerek bunu bütün hakikatiyle göreceklerdir. İkinci
âyette geçen ayne’l-yakîn tamlaması buna işaret eder (Râzî, t.y: XXXII, 80).
c. Hakke’l-yakîn
birleşir. Bu açıklamalara göre bu âyet, inkârcıların, cehennemi tam
hakikatiyle, en kamil haliyle ve o konuda hiçbir tereddüde yer
olmayacak şekilde göreceklerini (İbn Âşûr, 1984: XXX, 522) ihtar
etmektedir.
Görüldüğü üzere, az önce zikrettiğimiz iki âyet, inkârcıların
cehennemi kesinlikle göreceklerini haber vermekle birlikte
ikincisinde, onu görmenin ayne’l-yakîn ile olacağı özellikle
belirtilmiştir. Bu durum ise şu şekillerde açıklanmaktadır: Bir görüşe
göre o kimseler, ilk önce cehennemin alevini görmüş olabilirler ve bir
önceki âyette haber verilen bu olabilir. İkinci âyete ise onların
cehennemi ayne’l-yakîn görmeleriyle oraya girdiklerinden onu bütün
keyfiyetiyle ve detaylarıyla görüp tanımaları kastedilmiş olabilir. Bir
başka görüşe göre, cehennemi müminler de uzaktan göreceklerdir.
Birinci âyet buna işaret eder. Fakat kafirler cehenneme girerek bunu
bütün hakikatiyle göreceklerdir. İkinci âyette geçen ayne’l-yakîn
tamlaması buna işaret eder (Râzî, t.y: XXXII, 80).
c. Hakke’l-yakîn (ُِنيِقَيْلاُُّقَح)
Bu isim tamlaması şu iki âyette geçer:ُ ِنيِقَيْلاُ ُّقَحُ َو هَلُ اَذَٰهُ َّنِإ
(Şüphesiz ki bu, hakke’l-yakîndir.) (Vâkıa, 56/95) ُِنيِقَيْلاُُّقَحَلُ هَّنِإَو (Ve o,
gerçekten hakke’l-yakîndir.) (Hakka, 69/51) Bu tamlamaların
gramatik yapısı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmekle birlikte,
konumuz hakkında bir fikir vermesi açısından bunların şu ikisiyle
yetinmek istiyoruz:
Bir görüşe göre, lafızları farklı olmakla birlikte anlamları aynı
olan hak ve yakîn kelimeleri, birbirine muzaf kılınarak yakîn tekit
edilmiştir. Nitekim, bir kelimenin yine kendisine veyahut lafzı farklı,
anlamı aynı olan bir kelimeye muzaf kılınması, Arap dili açısından
mübalağalı tekit yapmanın bir yoludur. Mesela, yakîn ve doğrunun en
nihaî mertebesini ifade etmek için, باوصلاُ باوصُ ,ُ نيقيلاُ نيقيُ اذه (Bu
yakînin yakînidir/en büyük yakîndir; bu doğrunun doğrunun
Bu isim tamlaması şu iki âyette geçer:
birleşir. Bu açıklamalara göre bu âyet, inkârcıların, cehennemi tam
hakikatiyle, en kamil haliyle ve o konuda hiçbir tereddüde yer
olmayacak şekilde göreceklerini (İbn Âşûr, 1984: XXX, 522) ihtar
etmektedir.
Görüldüğü üzere, az önce zikrettiğimiz iki âyet, inkârcıların
cehennemi kesinlikle göreceklerini haber vermekle birlikte
ikincisinde, onu görmenin ayne’l-yakîn ile olacağı özellikle
belirtilmiştir. Bu durum ise şu şekillerde açıklanmaktadır: Bir görüşe
göre o kimseler, ilk önce cehennemin alevini görmüş olabilirler ve bir
önceki âyette haber verilen bu olabilir. İkinci âyete ise onların
cehennemi ayne’l-yakîn görmeleriyle oraya girdiklerinden onu bütün
keyfiyetiyle ve detaylarıyla görüp tanımaları kastedilmiş olabilir. Bir
başka görüşe göre, cehennemi müminler de uzaktan göreceklerdir.
Birinci âyet buna işaret eder. Fakat kafirler cehenneme girerek bunu
bütün hakikatiyle göreceklerdir. İkinci âyette geçen ayne’l-yakîn
tamlaması buna işaret eder (Râzî, t.y: XXXII, 80).
c. Hakke’l-yakîn (ُِنيِقَيْلاُُّقَح)
Bu isim tamlaması şu iki âyette geçer:ُ ِنيِقَيْلاُ ُّقَحُ َو هَلُ اَذَٰهُ َّنِإ
(Şüphesiz ki bu, hakke’l-yakîndir.) (Vâkıa, 56/95) ُِنيِقَيْلاُُّقَحَلُ هَّنِإَو (Ve o,
gerçekten hakke’l-yakîndir.) (Hakka, 69/51) Bu tamlamaların
gramatik yapısı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmekle birlikte,
konumuz hakkında bir fikir vermesi açısından bunların şu ikisiyle
yetinmek istiyoruz:
Bir görüşe göre, lafızları farklı olmakla birlikte anlamları aynı
olan hak ve yakîn kelimeleri, birbirine muzaf kılınarak yakîn tekit
edilmiştir. Nitekim, bir kelimenin yine kendisine veyahut lafzı farklı,
anlamı aynı olan bir kelimeye muzaf kılınması, Arap dili açısından
mübalağalı tekit yapmanın bir yoludur. Mesela, yakîn ve doğrunun en
nihaî mertebesini ifade etmek için, باوصلاُ باوصُ ,ُ نيقيلاُ نيقيُ اذه (Bu
yakînin yakînidir/en büyük yakîndir; bu doğrunun doğrunun
(Şüphesiz ki bu, hakke’l-
yakîndir.) (Vâkıa, 56/95)
birleşir. Bu açıklamalara göre bu âyet, inkârcıların, cehennemi tam
hakikatiyle, en kamil haliyle ve o konuda hiçbir tereddüde yer
olmayacak şekilde göreceklerini (İbn Âşûr, 1984: XXX, 522) ihtar
etmektedir.
Görüldüğü üzere, az önce zikrettiğimiz iki âyet, inkârcıların
cehennemi kesinlikle göreceklerini haber vermekle birlikte
ikincisinde, onu görmenin ayne’l-yakîn ile olacağı özellikle
belirtilmiştir. Bu durum ise şu şekillerde açıklanmaktadır: Bir görüşe
göre o kimseler, ilk önce cehennemin alevini görmüş olabilirler ve bir
önceki âyette haber verilen bu olabilir. İkinci âyete ise onların
cehennemi ayne’l-yakîn görmeleriyle oraya girdiklerinden onu bütün
keyfiyetiyle ve detaylarıyla görüp tanımaları kastedilmiş olabilir. Bir
başka görüşe göre, cehennemi müminler de uzaktan göreceklerdir.
Birinci âyet buna işaret eder. Fakat kafirler cehenneme girerek bunu
bütün hakikatiyle göreceklerdir. İkinci âyette geçen ayne’l-yakîn
tamlaması buna işaret eder (Râzî, t.y: XXXII, 80).
c. Hakke’l-yakîn (ُِنيِقَيْلاُُّقَح)
Bu isim tamlaması şu iki âyette geçer:ُ ِنيِقَيْلاُ ُّقَحُ َو هَلُ اَذَٰهُ َّنِإ
(Şüphesiz ki bu, hakke’l-yakîndir.) (Vâkıa, 56/95) ُِنيِقَيْلاُُّقَحَلُ هَّنِإَو (Ve o,
gerçekten hakke’l-yakîndir.) (Hakka, 69/51) Bu tamlamaların
gramatik yapısı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmekle birlikte,
konumuz hakkında bir fikir vermesi açısından bunların şu ikisiyle
yetinmek istiyoruz:
Bir görüşe göre, lafızları farklı olmakla birlikte anlamları aynı
olan hak ve yakîn kelimeleri, birbirine muzaf kılınarak yakîn tekit
edilmiştir. Nitekim, bir kelimenin yine kendisine veyahut lafzı farklı,
anlamı aynı olan bir kelimeye muzaf kılınması, Arap dili açısından
mübalağalı tekit yapmanın bir yoludur. Mesela, yakîn ve doğrunun en
nihaî mertebesini ifade etmek için, باوصلاُ باوصُ ,ُ نيقيلاُ نيقيُ اذه (Bu
yakînin yakînidir/en büyük yakîndir; bu doğrunun doğrunun
(Ve o, gerçekten hakke’l-yakîndir.) (Hakka, 69/51)
Bu tamlamaların gramatik yapısı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmekle birlikte, konu-
muz hakkında bir fikir vermesi açısından bunların şu ikisiyle yetinmek istiyoruz:
Bir görüşe göre, lafızları farklı olmakla birlikte anlamları aynı olan hak ve yakîn
kelimeleri, birbirine muzaf kılınarak yakîn tekit edilmiştir. Nitekim, bir kelimenin yine
kendisine veyahut lafzı farklı, anlamı aynı olan bir kelimeye muzaf kılınması, Arap dili
açısından mübalağalı tekit yapmanın bir yoludur. Mesela, yakîn ve doğrunun en nihaî
mertebesini ifade etmek için,
birleşir. Bu açıklamalara göre bu âyet, inkârcıların, cehennemi tam
hakikatiyle, en kamil haliyle ve o konuda hiçbir tereddüde yer
olmayacak şekilde göreceklerini (İbn Âşûr, 1984: XXX, 522) ihtar
etmektedir.
Görüldüğü üzere, az önce zikrettiğimiz iki âyet, inkârcıların
cehennemi kesinlikle göreceklerini haber vermekle birlikte
ikincisinde, onu görmenin ayne’l-yakîn ile olacağı özellikle
belirtilmiştir. Bu durum ise şu şekillerde açıklanmaktadır: Bir görüşe
göre o kimseler, ilk önce cehennemin alevini görmüş olabilirler ve bir
önceki âyette haber verilen bu olabilir. İkinci âyete ise onların
cehennemi ayne’l-yakîn görmeleriyle oraya girdiklerinden onu bütün
keyfiyetiyle ve detaylarıyla görüp tanımaları kastedilmiş olabilir. Bir
başka görüşe göre, cehennemi müminler de uzaktan göreceklerdir.
Birinci âyet buna işaret eder. Fakat kafirler cehenneme girerek bunu
bütün hakikatiyle göreceklerdir. İkinci âyette geçen ayne’l-yakîn
tamlaması buna işaret eder (Râzî, t.y: XXXII, 80).
c. Hakke’l-yakîn (ُِنيِقَيْلاُُّقَح)
Bu isim tamlaması şu iki âyette geçer:ُ ِنيِقَيْلاُ ُّقَحُ َو هَلُ اَذَٰهُ َّنِإ
(Şüphesiz ki bu, hakke’l-yakîndir.) (Vâkıa, 56/95) ُِنيِقَيْلاُُّقَحَلُ هَّنِإَو (Ve o,
gerçekten hakke’l-yakîndir.) (Hakka, 69/51) Bu tamlamaların
gramatik yapısı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmekle birlikte,
konumuz hakkında bir fikir vermesi açısından bunların şu ikisiyle
yetinmek istiyoruz:
Bir görüşe göre, lafızları farklı olmakla birlikte anlamları aynı
olan hak ve yakîn kelimeleri, birbirine muzaf kılınarak yakîn tekit
edilmiştir. Nitekim, bir kelimenin yine kendisine veyahut lafzı farklı,
anlamı aynı olan bir kelimeye muzaf kılınması, Arap dili açısından
mübalağalı tekit yapmanın bir yoludur. Mesela, yakîn ve doğrunun en
nihaî mertebesini ifade etmek için, باوصلاُ باوصُ ,ُ نيقيلاُ نيقيُ اذه (Bu
yakînin yakînidir/en büyük yakîndir; bu doğrunun doğrunun
(Bu yakînin yakînidir/en
büyük yakîndir; bu doğrunun doğrunun doğrusudur/en büyük doğrudur.) denilir.
2
Aynı
kelimenin isim tamlaması halinde tekrarlanması yoluyla tekit ve mübalağa kastedilmesi
durumu, Türkçe’de de rastlanılan bir durumdur. Mesela birinin son derece cahil olduğu-
nu, “cahilin cahili”, son derece tembel olduğunu “tembelin tembeli” şeklinde de ifade
ederiz.
Bir görüşe göre,
doğrusudur/en büyük doğrudur.) denilir.
2
Aynı kelimenin isim
tamlaması halinde tekrarlanması yoluyla tekit ve mübalağa
kastedilmesi durumu, Türkçe’de de rastlanılan bir durumdur. Mesela
birinin son derece cahil olduğunu, “cahilin cahili”, son derece tembel
olduğunu “tembelin tembeli” şeklinde de ifade ederiz.
Bir görüşe göre, ُ نيِقَيلاُُّقحلا (el-hakkü’l-yakîn) şeklinde olan sıfat
tamlaması, isim tamlaması halinde zikredilmiştir. Burada mavsuf
sıfata izafe edilmiştir; dolayısıyla yakîn kelimesi sıfat, hak kelimesi
mavsuftur. Buna göre bu tamlama, “şüphesiz/kesin hakikat” anlamına
gelir (Taberî, 2000, XVIII, 194). Bu açıklamalara göre, bu tamlamanın
yer aldığı bu âyetler, kıyamet halleri ile verilen haberlerin kesinliğinde
hiçbir şüphenin olamayacağı, bunların kimsenin inkâr ve itiraz
edemeyeceği bir hakikat olduğunu bildirilmektedir (Taberî, 2000:
XXXIII, 163; Zemahşerî, 1998: VI, 38).
Müfessirlerce yakînle ilgili bu üç tamlama hakkında yapılan
nahvî analizler, bu üç tamlamanın Kur’an’da yakînin ve imanın
derecelendirilmesi hakkında kullanılan birer terim olmadığını, sonraki
dönemlerde bu tamlamalara bu anlamların yüklenilmiş olduğunu
ortaya koyar (İbn Âşûr, t.y: XXIX, 150). Nitekim ünlü mutasavvıf
Kuşeyrî, sözü geçen üç tamlamanın hepsinin aslında yakîn anlamında
olmakla birlikte tasavvufi birer ıstılah olarak yakîni derecelendirmede
kullanıldığını belirtir ve sonra tasavvufi ıstılah anlamlarını izah eder
(Kuşeyrî, er-Risâle, t.y: 911).
Salt bilgi açısından ele alındığında; ilme'l-yakîn; sâlim akıl,
tefekkür ve mütevâtir haberin ifade ettiği bilginin karşılığıdır. Ayne'l-
yakîn, ilme’l-yakînin üstündeki derece olup duyularla ya da tecrübe ile
elde edilen, bizzat müşahede sonucu ortaya çıkan bilgidir. Hakka'l-
yakîn ise kesinlik ifade etme bakımından en üstün bilgi çeşididir ve
kişinin ayne'l-yakîn derecesini elde ettikten sonraki hakikate olan
2
) İbn Atiyye, V, 254-255. Kûfelilerce hak ve yakîn kelimeleri, eş anlamlı
kelimelerdir. Eş anlamlı iki kelime birbirine muzaf kılınmıştır. Basralılar ise, iki
kelime eş anlamlı olmakla birlikte, hak kelimesi daha mübalağalı olan yakîn
kelimesine muzaf kılınmıştır. İbn Atiyye, V, 263. Râzî bu görüşü tercih ettiğini
belirtir. (Râzî, XXIX, 205).
(el-hakkü’l-yakîn) şeklinde olan sıfat tamlaması, isim
tamlaması halinde zikredilmiştir. Burada mavsuf sıfata izafe edilmiştir; dolayısıyla yakîn
kelimesi sıfat, hak kelimesi mavsuftur. Buna göre bu tamlama, “şüphesiz/kesin hakikat”
anlamına gelir (Taberî, 2000, XVIII, 194). Bu açıklamalara göre, bu tamlamanın yer aldı-
ğı bu âyetler, kıyamet halleri ile verilen haberlerin kesinliğinde hiçbir şüphenin olamaya-
cağı, bunların kimsenin inkâr ve itiraz edemeyeceği bir hakikat olduğunu bildirilmektedir
(Taberî, 2000: XXXIII, 163; Zemahşerî, 1998: VI, 38).
2) İbn Atiyye, V, 254-255. Kûfelilerce hak ve yakîn kelimeleri, eş anlamlı kelimelerdir. Eş anlamlı iki
kelime birbirine muzaf kılınmıştır. Basralılar ise, iki kelime eş anlamlı olmakla birlikte, hak keli-
mesi daha mübalağalı olan yakîn kelimesine muzaf kılınmıştır. İbn Atiyye, V, 263. Râzî bu görüşü
tercih ettiğini belirtir. (Râzî, XXIX, 205).