Yazar: baki ÖZ 1996



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə10/15
tarix06.02.2018
ölçüsü0,63 Mb.
#26155
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15

Tavşan Yasağının Totemik Kaynağı:

Toplumbilimciler ve tarihçiler Türklerin tarihinde insanlığın ilk dini olan totemciliğin varlığı konusunda çelişkiye düşer ve değişik görüşler getirirler. Prof. İ. Kafesoğlu, Prof. B. Ögel, Van Gennap, J. G. Frazier kendilerine özgü yorumlar geliştirerek Türkler'de totemciliğin olmadığını kanıtlamaya çalışırlar. Doğan Avcıoğlu'nun da belirttiği gibi; bozkır insanının dinine belki totemcilik denilemez. Totemcilik onun ancak bir parçasıdır. Şamanlık ve tengricilik bu dinin başka yanları, türevleridir. Kısaca, eski Türk dininde totemcilik, şamanlık ve tengricilik gibi daha başka inanış biçimleri vardır. Totemcilik bozkır toplumsal yaşamının bir belirtisidir. Eski Türkler avcı, çoban, çiftçi ve genellikle göçebedirler. Gereksimelerini doğada, hayvanda sağlıyorlar. Bu durum, onu giderek doğayla, hayvanla ve canlıyla "kutsal akraba" durumuna götürmüştür.

Yemesini-içmesini onlardan beklediği gibi, savunmasını-korunmasını, dahası geleceğini düzenleyebilmek için doğa ve doğa üstü güçlerin de denetimini bu öğelerden bekler. Böylece bu toplumsal yapı doğrultusunda bir inanış, düşünce ve davranış biçimi doğar. Bu insanlar için artık, özdekdışı güç çeşitli varlıkların içine girerek özdek biçime bürünmüş, yani cisimleşmiş bir kutsallık kazanmıştır. İşte totem budur. Bu nedenle Ortaasya bozkırında "kutsal" hayvancılık ve doğacılık, yalnızca totemciliğe indirgenemez, o çerçeveyi çok aşar. Birçok bilginin bozkır topluluklarına totemci etiketini yapıştıramayışının nedeni bu olsa gerek.

Totemciliğin temel öğeleri şunlar (11):

• Boyların varlığı.

• Boyları ve totem türünün aynı topraklarda toplanması. Totemle yer arasında yakın bağ vardır.

• Totemin temsili.

Bireyden bireye değil de, türlerden boylara doğru ilişkilerin kurulması.

• İlişkilerde totemin iyilik ve koruyuculuk getirmesi.

• Kurban, belirleyici değildir.

• Bitkiler ve cansız şeyler totem olabiliyorsa da, totem genellikle hayvanlardır.

• Totemle insan arasında akrabalık vardır. Totem, topluluğun atasıdır.

• Totemcilik boy örgütlenmesi olan yerlerde vardır. Totemsiz boy olabilir, fakat boysuz totem olmaz.

• Totemin koruyuculuğu topluma yükümlülükler getirir. İnsanlar totem hayvanı öldürmek ve yemekten kaçınırlar.

• Totemik toplumlarda genellikle ekzogamik (boy dışı) evlilik kurumu vardır. Yalnız bu totemciliğe bağlı değil, ayrı özerk bir kurum biçimindedir.

Totemciliğin bu genel özelliklerinden hareketle eski Türk toplumlarının yapısındaki totemik kristalleşmeyi belirleyelim:

• Altaylarda hayvan tapıncı enderdir. Ruhların hayvan biçiminde düşünülmesi insan-hayvan arası farkı değil, insan-hayvan arası bağı belirtir.

• Hayvan ile çiftleşme kültü yok gibidir. Bundan korkulur.

• Bitki ve taşlara totem olarak rastlansa da belirleyici değildir. Totem, çoğunluk hayvandır.

• Her boyun özel damgası vardır. Totem sayılan hayvan ongun biçiminde temsil edilir.

• Hayvan-insan arasındaki akrabalık Ortaasya bozkır yaşantısının başlıca özelliğidir.

• Soy (ecdat) topraklarına kutsal bağlılık vardır.

• Akraba ya da bağlaşık olan hayvanı yemek veya öldürmek yasağı vardır. Yakutlar'da ve Oğuzlar'da bu durum belirlenmiştir.

• Hayvan koruyucu ve kılavuzdur. Koruyucu hayvanın o boyun atası olma olasılığı vardır. Göktürkler'in koruyucu ve yolgöstericisi kurdu aynı zamanda ataları sayılması gibi.

• Ekzogami (dışevlilik) belirleyici değilse de, çok yaygındır.

Bu karşılaştırmalardan sonra tarih araştırmacısı Doğan Avcıoğlu; "Bozkırdaki Türk boyları totemci saymamak için hiçbir temel engel bulunmadığını göstermeye yeterlidir. Hatta bu bozkır boylarının özünde ve temelinde totemci oldukları sonucuna varılabilir" der. Karşılaştırmalı kanıtlar Avcıoğlu'nu doğrulamaktadır. Kısaca eski Türkler totemci topluluklardır. Sonradan Şamanlık aşamasına geçişleri eski totemik inanç izlerini silmez, daha da besleyerek İslami döneme aktarır. Türkler'in İslamlaşması bu eski inançları yok etmez, sona erdirmez. Alevilik geniş ölçüde eski Türk dininin İslamlaştırılmış biçimi olur. Ötede Sünni Yörük ve Türkmenler'de de eski inançlar güçlü bir biçimde yaşar.

Gerek Asya'da gerekse Anadolu'da totemik inançlara sıkça rastlamak olası. Çuvaşlar "kurt" adını ağıza almayı tabu sayarlar. Onun yerine "Peygamber iti" sözünü kullanırlar. Edremit Alevi Türkmenleri de kurda "Peygamber köpeği" derler. Alevi-Sünni Türkmen ve Yörükler yolda kurda rastlamanın uğur getireceğine inanırlar (12).

Adana yöresinde Sakız ağacı kutsal sayılır. Kertenkeleye dokunulmaz. Dersim'deki Munzur suyundaki balıklarla Urfa Halil İbrahim gölündeki balıklar kutsaldır, dokunulmaz (13).

Prof. Fuat Bozkurt'a göre, "Tavşan yasağı Önasya dinlerinde bulunmaz. Büyük olasılıkla bu inanç İç-asya kaynaklıdır. Tavşan eski Türk totemidir. Totemde sevilen ve saygı duyulan yönlere karşılık, nefret edilen yanlar da vardır. Tavşan için Aleviler arasında zamanla nefret edilen yan ağır basmıştır"(14)

Oğuz destanlarında "altın gözlü" tavşandan sözedilir. Ortaasya Şamanları tavşana "Kozan", onunla ilgili toteme "Kozantöz" derler. Radlof, Tatar ve Teleüt'ler de tavşan totemine rastlar (15).

Prof. J. P. Roux'e göre; Ortaasya halklarında tavşanı hedef alan bir yasaklama" yoktur. Tavşanın eski adı Türk dillerinde (lehçelerinde) vardır. "Tawışyan" sözcüğü görülür. Eski Türk takviminde 4. ay tavşan ayıdır. Yakutlar'da tavşan kuraklığın habercisi olduğu için gözden ırak tutulmaz. Uygur metinlerinde tavşan ayında yapılması sakıncalı görülen ve uğursuzluk kabul edilen tırnak kesme, traş olmak gibi durumlar vardır. Eski Hunlar'da, Tatarlar'da, Şorlar'da, Kırgızlar'da, Yakutlar'da tavşan avlanırdı. Yakutlar'da tavşanların kuyruk ya da kulakları "kötü düşünceleri uzaklaştırıcı" olarak kullanılırdı. Tavşan Şamanlıkta yardımcı hayvanlardandır. Altay halk mitolojisinde de tavşan özel yeri olan dört hayvandan biridir. Tatarlar'da avda kendilerine yol gösteren tavşan kültü vardır (18). Bu örnekleri daha da çoğaltmak olası. Gerek görmüyoruz. Olayın aydınlanması açısından bu kadar toplumbilimsel gereç yeterli umarım.

Sonuç olarak, tavşan yasağı İslam değil, Ortaasya kökenli. Türklerin Ortaasya tarihiyle ilgili. Tavşan yasağıyla ilgili Alevi-Sünni çevrelerde anlatılanlar İslami dönemde ve İslami çerçevede çıkmış, bir takım yakıştırmaların zamanla başka suçlamalarla pekiştirilmiş durumudur. Bunların, olayın özüyle bağı yoktur. Tavşan yasağı Türkler'in totemik döneminden Anadolu'ya kadar uzanmış izleridir. Yani birer totem kalıntılarıdır bunlar. Ne var ki tavşan toteminin olumsuz yanı Aleviler arasında gelişmiştir. Yemedikleri doğrudur. Bir takım gerekçeleri vardır. Bunu ileri sürüyorlar da. Yalnız, tavşanın uğradığı tarlaların ekilmediği biçimindeki bağnazlığı da hiçbir Alevi toplumunun ve bireyinin gösterdiğine ne rastlanmıştır ne de rastlamışızdır. Kısaca burası iftiradır.

Tavşanın adet (hayız) gördüğü için yenmediği tezi biyolojiye ters düşer. Çünkü bütün dişi canlılar adet görürler.

Alevi-Bektaşilerin Anadolu dönemlerinde tavşan yemedikleri 14. y.y. Arap gezgini İbni Batuta'ca (1304-1369) bildirilir. Hatta kendisine Sinop'ta tavşan sunularak Alevi olup olmadığı sınavından geçirilir. Maliki mezhebinde olan İbni Batuda, tavşan yiyerek sınavdan geçtiği gibi, "gerçekten Şiiler (Aleviler) tavşan eti yememektedirler" diyerek Anadolu'ya ilk gelen Türk-Türkmen topluluklarının Alevi olduklarını, henüz Ortaasya kültüründen kopmadıkları bu dönemlerinde tavşan yemeyerek totemik tavırlarını sürdürdüklerini kanıtlar (19).

Kısaca Alevilerin tavşan yememeleri İslami değil, Asya kökenlidir. Eski dinlerden, kültürlerden ve totem anlayışlarından kalmadır. Eski totemlerin İslamsal kılıf altında sürmesidir, tavşan yememe geleneği.

KESİM VIII - DİPNOTLAR:

(1) Mehmet Tevfik Oytam - Bektaşiliğin İçyüzü, Maarif kitabevi, İst. 1988, s: 275 v.d.

(2) Bozkurt, (1990), s: 136; Şapolyo, s: 283.

(3) Oytam, s: 276.

(4) Atalay, s: 25.

(5) Brailsford'un "Macedonia"sından alınmıştır. Bkz: J. K. Birge - Bektaşilik Tarihi, Ant yay. İst. 1991, s: 147; Jean Paul Roux - "Türk İnancında Tavşanın Yeri", Cem Dergisi, sayı: 8, Ocak 1992, s: 42.

(6) Roux, Cem Dergisi, Sayı: 8, s: 42.

(7) Bozkurt (1990), s: 136.

(8) Noyan, s: 216.

(9) Roux, Cem Dergisi, sayı: 8, s: 43.

(10) Bu tür malzemeler için bkz: Noyan, s: 216 v.d.; Bozkurt (1990), s: 137 v.d.; Eröz, s: 414 v.d.; Şapolyo, s: 292.

(11) Totemciliğin genel özellikleri ve eski Türkler'deki totemik özellikler için genellikle şu yapıttan yararlanılmıştır. Bkz: Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, C: I, s: 401-408.

(12) Bkz: Eröz, s: 410 v.d.

(13) Noyan, s: 216.

(14) Bozkurt (1990), s: 137.

(15) Eröz, s: 415.

(18) Bkz: Roux, Cem Dergisi, sayı: 8, s: 43 v.d.

(19) Bkz: İsmet Parmaksızoğlu (Haz.) - İbni Batuda Seyahatnamesinden Seçmeler, Milli Eğ. Bas. İst. 1971, s: 64.

...

KİTAP: ALEVİLİĞE İFTİRALARA CEVAPLAR



YAZAR: BAKİ ÖZ

1996


KESİM: IX-X-XI-XII-XIII-XIV-XV

KESİM: IX

ALEVİLER YIKANMAZ MI?

Çeşitli iftiralar yapılıyor. "Alevilerin yıkanmadıkları", "Suyu kutsal kabul edip kullanmadıkları" bunlardan biri. Acaba öyle mi? Aleviler yıkanmıyorlar, temizlenmiyorlar mı? Su yalnızca Aleviler'de mi kutsal, yoksa Ortaasya kökenli bir kutsallık mı taşıyor? Olaya bu sorular bağlamında yaklaşalım. Su Kültünün Ortaasya Kaynağı: İ.Ö. 1500'lü yıllarda Aral Gölü yöresi Türkleri'nin su ruhlarına inanıp, suda ölmeyi onur saydıklarına tarihte rastlıyoruz. Hunlar sulara ve ağaçlara kurbanlar sunuyorlardı. Tarihçi Gardizi 11. y. yıl Kimek-Kıpçakları'nın İrtiş Irmağına tapındıklarını ve bunlar arasında su kültü olduğunu yazar. Su, Kimekler'in tanrısıdır. İbn al-Fakih'e göre Burshan halkında Isık-göl költü vardır. Göktürk yazıtlarına göre Türkler'in tapınçlarından biri de sudur. Bozkır insanı için su, kutsal yaşam kaynağıdır. Susuzluk yıkım ve umutsuzluktur. Ortaasya'dan göçün nedeni susuzluktur. "Yer - su" inancını simgeleyen tapıncın en belirgin olanı Oğuzlar'da görülür. Dede Korkut öykülerinde de "kutsal su" sık sık işlenir. Başkurt töre ve törenlerinde de su kültü temeldir. Şamardık inançları nedeniyle Moğollar da sudan çekinirler (1).

Su Kültünün Anadolu'da İzleri: Ortaasya'daki su kültü Anadolu'ya göçlerle birlikte gelmiştir. Anadolu'nun birçok yerinde ırmaklar, göller kutsaldır. Edremit yöresi Tahtacılar'ı çocuklarının karın ağrılarının geçmesi için "ulu çaylara" dua ederler. Erkâna girme törenlerinde bacılar yazmalarının ucuyla su alarak musahiplerinin ayaklarının önüne damlatırlar. Suyu kutlu sayıp ona tapınma özellikle Kızılbaş Türkmenleri arasında yaygındır. Dersim'deki Munzur suyu kutsaldır. Kaynağındaki balıklara dokunulmaz. Her yıl Nevruz'da bu suyun başında semah yapılır. Sünni çevre olmasına karşın Urfa'daki Balıklı Göl Kutsamaları Şamanilik etkisi taşır. Doğaldır ki Şamanilik geleneği İslamsal bir örtüyle kaplanmıştır. Alevi inancında su "hep Mekke'yi bulmak" için çırpınır. Volkanik Düden tipli göller hep Aleviler için esrarlı sayılır. İnanç duymalarını sağlar. Toroslar'da, Bulgar dağları üzerinde "Gök-Göl" ve "Kara-Göl" diye iki göl vardır. Söke'nin Kemer (Sazlıköy) köyünün yakınındaki iki su birikintisi de çevre halkınca esrarlı sayılır (2). Erzincan Esence (Keşiş) Dağı'nın doruğundaki "Aygır Göl" ve Çayırlı'nın Yaylalar Köyü çevresindeki "Yedi Göller" de düden tip göllerdir. Yöre halkının ziyaret yerleridir.

Anadolu insanının temizlik kaynağının bir başka ayağı da Hititler'dir. Hititler, İlkçağ toplumları içerisinde temizliğe önem veren hemen hemen tek millettir. Yıkanıp temiz giysilerini giydikten sonra tanrılarının huzuruna tapınmaya çıkıyorlardı. Kazı yapılan Hitit kentlerinde kanalizasyon, tuvalet sistemine rastlanır.

Su Kültü ve Alevilik:

Anadolu Aleviliği bu kaynaklardan beslenmiştir. Alevilikte, suyla temizlenmek bir araçtır. Amaç, tinsel arınmadır. Su kutsaldır da o nedenle "yıkanmıyorlar", "suyu kirletmemek için abdestten kaçınılıyor" türündeki savlar olayı kaba çizgileriyle görmekten kaynaklanıyor ve yaşamın gerçeğiyle örtüşmüyor. Olaya Türkiye toplumu ve kökenleri açısından bakalım. Anadolu insanı, Alevi ve Sünnisiyle Asya insanıdır. Genellikle Oğuz-Türkmen kökenli... Hayvancı... Göçer... Anadolu'da da uzun zaman bu yapısını sürdürmüş. Yerleştiğinde de kırsal kesimleri yurt edinmiş. Hem Alevi hem Sünni köylerinde tuvalet sorunu bugün dahi çözülmüş değildir. Kaymakam-öğretmen işbirliğiyle çoğu Alevi-Sünni köylerindeki tuvalet yapımı kampanyalarındaki çalışmalarımızı ve gözlemlerimizi anımsıyorum. Sünni köylerinde bile yaptığımız kampanya çalışmaları sonucu tuvalet yapımını % 10'larda gerçekleştirebildiğimizi biliyorum. Bu köylülüğün, köylü yapının bir sonucudur. Ketleşmeyle bunlar çözülmüştür.

Anadolu'da; -bırakın Alevi ailesini Sünni aileler bile- büyükbaba, büyükanne, torun ve yeğenlerle birlikte yaşanılır. Yani toplumbilimsel anlamda geniş aile yapısı egemendir. Öyle herkese bir yatak odası da düşmez. Çoğu tüm aile bir veya iki odalı bir evde yaşarlar. Çadır yaşamını sürdüren topluluklar vardır. Bu biçimde içiçe yaşayan insanların cinsel ilişkiden sonra su bulup hemen yıkanması düşünülemez. Aksi durumda bu işi merasimle yapmış olur. Alevi köylüsünün de Sünni köylüsünün de, konumu aynıdır. Aynı sorunla karşı karşıyadır. Bu yapıdan ve olanaksızlıklardan kaynaklanan durumu; Sünni kesimi gözardı ederek yalnız Alevilere yüklemek haksızlık olur. Olanaklar ölçüsünde Alevisiyle Sünnisiyle Türkiye halkı artık Ortaasya'dan getirdiği "su kültü"nü de aşarak temizliğini yapmaktadır.

Alevilerde inançtan kaynaklanan su kutsallığının nedeni şudur: Aleviler, "dört öğe"den biri olan suya; insanlara, canlılara, doğaya yaşam verdiği için saygı duyuyor, kutsal gözle bakıyorlar. Suyu ve çevreyi kirletmekten kaçmıyorlar. Günümüz çevrecilerinden yüz yıllarca önce Aleviler, suyun yaşam verici özelliğini gözönüne alarak; özelinde suyu, genelinde çevrelerini kirletmemişlerdir, korumuşlardır.

Olayın özü ve içeriği bu!..

KESİM IX - DİPNOTLAR:

(1) Su kültüyle ilgili şu kaynaklar birçok gereç sunarlar: Bkz: Abdulkadir İnan - "Türklerde Su Kültü ile ilgili Gelenekler", Makaleler ve İncelemeler, TTK yay. Ank. 1968, C: I, s: 491-495; Eröz, s: 375 v.d.; Bozkurt (1990) s: 120 v.d.; Bozkurt (1995), s: 30 v.d., 37 v.d.; Birdoğan (1990), s: 18.

(2) Bkz: Eröz, s: 375; Birdoğan, s: 482.

...

KESİM: X


ALEVİLİKTE ŞEYTAN KUTSAL MIDIR?

Şeytan İnancının Kaynağı:

Şeytan, iyi tanrı karşısına kötü tanrı koyan ikici dinlerden gelme bir inançtır. Örneğin Zerdüştlük dininde iyi tanrı Hürmüz'ün karşısındaki Ehrimen böylesi bir şeytandır.

Şeytan inancı, birçok mitolojilerde kötücül varlık olarak yer almakla birlikte Yahudi, Hıristiyan ve İslam geleneğinde oldukça önemsenmiş ve Tanrı'ya başkaldıran melek anlamında görülmüştür. İslamlığa göre, şeytan ateşten yaratılmış sayılır. Bu açıdan da Zerdüştlük'le ilişkili görünmektedir. İslam inançlarına göre Şeytan, kendisinin ateşten yaratılmasına karşın Adem'in topraktan yaratılmasını ileri sürerek ona secde etmez, Tanrı'nın buyruğuna karşı gelir. Bu nedenle cennetten kovulur ve sonsuza dek insanları doğru yoldan saptırmayı kendine iş edinir. İlkel Animizm'in kalıntıları olan şeytan çeşitli mitolojilerde farklı biçimlerde tasarlanır.

Ehl-i Hakk, Yezidilik ve Alevilik'te Şeytan İnancının Niteliği:

Bizi ilgilendiren yanı bu. Bu iddia ömrünü Alevilik ve türevlerini incelemeye, araştırmaya adamış Prof. İrene Melikoff'undur. Şunu yazıyor:

"Şeytan ne Anadolu Alevilerinde, ne Ali İlâhi ya da Ehl-i Hakk topluluklarda kötü ruhu temsil eder. O, Adem'in önünde eğilmek istememişse, bu Allah'ı çok sevmesinden ve Allah'tan başkasının önünde secde etme düşüncesini kabul etmeyişindendir. Şeytan, Tanrıya aşırı sevgisinden dolayı günah işlemiştir. Bu nedenle, ruh göçü dönüşümünde (tenasüh) Tanrının her zaman en yakınında yer alır. Ali, Tanrının t-cellisi olunca onun kölesi Kamberde de şeytan tecelli eder. Ehl-i Hakk'larda, şeytan bedenleşmelerinden biri de Melek Tavus'dur. Melek Tavus bizi inançlarında Alevilerle ve dahası Ehl-i Hakk'la, hiç şüphe götürmez kimi ortak noktalar bulunan Yezidi'lere götürür" (1).

Ortak kökenli bir takım inanç, düşünce ve geleneklerle karşı karşıyayız. Melikoff'a göre Ehl-i Hakk, Alevilik ve Yezidilik arasında bu açıdan kimi ortak yanlar vardır. Yezidiler horoz biçiminde beliren Melek Tavus diye andıkları "Tanrı'nın bir başka biçimine taparlar". Yezidiler'deki Melek Tavus Anadolu'da horozdur. Özellikle beyaz horoz Alevilerde de "saygı görür", "kutsal"dır. Melikoff'un alan çalışmalarının sonuçlarına göre, tarikata kabul törenlerinde olsun, musahip olma törenlerinde olsun horoz kurban edilmesi zorunluluktur. Bu horoza "Cebrail" denir (2). Törenlerde horozun kurban edildiğini biz de saptadık.

Bu horoz inancı (kültü) "Mazdeen" kökenlidir. Avesta'da da geçmektedir. Ölümden sonraki dirilişin ve sonsuz yaşamın simgesidir. Bir güneş-kuştur. Güneş tanrısallığı inancından (Mitra) kaynaklanıyor olmalıdır. Bu bizi, Alevilik, Ehl-i Hak ve Yezidilik'teki "ortak bir temele dayanan" yaratılış söylenecesine götürür (3). Söylencelerde Melek Tavus'la Melek Cebrail birbiriyle karıştırılmaktadır. Her ikisinde de "Göksel Horoz" simgesi canlandırılmaktadır. Bu kanıtlardan hareket eden Prof. İ. Melikoff Yezidiler'in "haksız yere şeytana tapanlar" olarak nitelendiğini ileri sürer (4).

Kısaca Yezidilik:

Yezidilik, bir Ortadoğu dinidir. Ortadoğu dinleri ve özellikle Zerdüştlük kaynaklıdır. Yezidiler, özellikle Kürt ve Araptırlar. Asuri kalıntıları oldukları da savunulur. Prof. M.A. Kaşgarlı Yezidiler arasına göçer Türk boylarının da girdiğini, bu inancın "etno-antropoloji bakımından Türk törelerine dayandığını", daha da ileri giderek Yezidi toplumunun "Türk kökenli" olduklarını söyler (5).

Prof. Kaşgarlı'nın bu iddiası doğrusu çok aşırıdır. Henüz kanıtlanmamıştır. Ama Yezidi toplumunun bu bölgenin eski Kürt, Arap ve Asurileri'nin dağlar arasındaki vadilerde kalmış kalıntıları olduğu doğrudur. Anadolu'nun giriş kapısı oluşu nedeniyle sonradan kimi göçer Türkler'in de bunlar arasına girmesi doğaldır. Zaten Yezidi toplumu kendi içinde türdeş olmayan bir yapı gösterir.

Çeşitli etnik kümelerin birleşmesiyle Yezidi topluluklar oluşmuştur. Etnik ve inançsal bir bireşim (sentez) dir. Yezidilik araştırmacısı Erol Sever'e göre dinin karma olması "bu etnik kümelerin kendi inançlarını yoğurup bütünleştirmelerinden" ileri geliyordu. Bu inanışı Şeyh Adi kurmuştu. Gnostik ve heterodoks bir inanıştı. Konumları "sır" ve "gizlenme"yi gerektirmişti. Tarih boyu Arap ve Osmanlı'nın "İslama döndürmeleri"nden kurtulamamışlardır. Bu uğurda çok Yezidi kanı akmıştır. Kutsal kitapları Meshaf Reş (= Kitap el Asvad) "Siyah Kitap"dır. Kast türü sınıfsal sistem bu topluluklarda egemendir. Yezidilerin dünya lideri Muaviye bin İsmail el-Yezidi'ye göre; Tanrı (Azda) kendi maddesinden Melek Tavus'u yaratır. Ona "evreni biçimlendirme ve insanı yaratma" görevi verir. Melek Tavus'un Adem'e secde etmeyişinin, Tanrı'nın buyruğuna başkaldırışının kaynağı bu anlayışta yatar. Çünkü, Melek Tavus Tanrı'nın bizzat maddesinden, nurundan gelmektedir. Cemaat lideri Melek Tavus'un şeytan, kendilerinin de "şeytana taparlar" olduğu savını kabul etmez (6).

Yezidiler Ne Ölçüde Alevilerdir?

Yezidiler'le Aleviler arasında genel bir takım benzerliklerin dışında özdeşlik bulmak pek olası değildir. Yezidiler, Aleviler'in sahip olup uğrunda can verdikleri değerleri sahiplenmedikleri gibi, Aleviler'in kendileri için baş düşman olarak gördükleri değerlere de sıkıca bağlıdırlar ve kendi varlıklarını o değerlere bağlı görürler.

Yezidiliğin kurucusu Şeyh Adi [Adiy] Muaviye'yi savunur. I. Yezid'i "İmamoğlu İmam" olarak değerlendirir. Yezid'in "dinsizlere karşı" savaştığını, onu lanetleyenlerin "topluluktan atılacağını" söyler. Kendilerinin Muaviye'nin oğlu Yezid'den geldiklerine inanırlar. Yezidiler arasında katı bir Yezid inancı ve kültü vardır. Yezid'in doğumunda bedenine bir kutsal ruhun girdiğine inanılır ve bu doğum günü tüm Yezidilerce önemli bir bayram olarak kutlanır (7). Yezid'e bağlılık zorbalık ve bağnazlık düzeyine vardırılmıştır. "Yezid'i tanımayanların kanı ve malı helal" görülmektedir (8).

Yezidilik önderleri açıkça Sünniliklerini ortaya koymuşlardı. Bu yolağın kurucusu Şeyh Adi katı bir Sünnidir. Zikire karşıdır. Yandaşlarına dünyadan kopmayı önerir. Kuralları oldukça katıdır. Yerine geçenlerden oğlu Şeyh Hasan İbni Adi Şemseddin ile yeğeni Şark Abul Barakat Sünnidirler. Her türlü yeniliğe karşıdırlar ve gelişmelere kapalıdırlar. İbni Taymivye ve Makrizi gibi XII. ve XIII. yüzyılın İslam yazarları Yezidiler'in Hz. Ali'ye karşı olduklarını, Ali'ye inananları "kafirlikle" suçladıklarını yazarlar (9).

Bu nasıl Aleviliktir?.. Kendini Sünni inançlı görecek, Yezid'den geldiğini, ona bağlı olduğunu, Ali'ye inanların "kafir" olduğunu söyleyecek ve yine bu inanca Alevilik denilecektir! Olası mı?.. Bunun yanı sıra Yezidilik'ten yola çıkılarak Alevilik suçlanacaktır, karalanacaktır. Yezidilik'le Alevilik birbirine yüzseksen derece terstir.

Yezidilik'te de şeytana tapma inancı kesinlikle yoktur. Yezidilik'teki "Tavus Melek" inancı geç dönemlerde oluşmuştur. Kötü melek olan İblis veya Şeytan Yezidilik'te tavus kuşuyla simgeleştirilir. Araştırıcılara göre; Yezidiler, bu kötü meleğin kendilerine zarar vermesini önlemek için kutsallaştırmalardır. Oysa Yezidilik, "şeytana tapma değil, şeytanın varlığını reddetme" ilkesine dayanır. Şeytan, İblis gibi sözcükleri söylemek bile kesinlikle yasaktır (10).

Kısaca Ehl-i Hakk İnanışı:

Ehl-i Hakk'lar özellikle Batı İran'da Kürt ve Türkmen boyları arasında yaygındır. İnananları genellikle göçebeler, köylüler ve yoksul kesimlerdir. Ali'ye bağlılık temeli üstüne Sultan İshak'ça kurulmuştur. Merkezi kişi, Hz. Ali'dir. Oniki İmamcı'dırlar. Şiiliğin "aşırı" öğelerini taşır. Farklı inanç akımlarının bir konfederasyonu biçimindedirler. Ruh göçüne inanırlar (11).

Alevilik Şeytanı Yüceltmez, Kutsallaştırmaz:

Ehl-i Hakk ve Yezidilik türü bir takım inanış akımları doğrudan Anadolu Aleviliğiyle ilişkili değildirler. Bunların hepsi de Ortaasya ve Ortadoğu kökenli olduğundan, Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasında yoğrularak oluştuğundan ortak yanları vardır. Bir takım ortak ilke ve öğelerden yola çıkmış ve bunların üzerine omurgalarını oturtmuşlardır. Aynı zamanda merkezi dinlerin karşısında yer almış (özellikle İslamlığın), bu dinleri yüzeysel benimsemişlerdir. Bu durum onların heteredoks inanış ve akımlar olmasına neden olmuştur. Birleştikleri merkezi noktalar oldukları gibi, temelde ve yüzeyde ayrıldıkları çok noktalar da vardır. Alevilik, Ehl-i Hakk ve Yezidilik arasındaki ilişki böylesi bir konumdadır.

Yezidilik'teki şeytan inancıyla merkezi İslami anlayışta bilinen şeytan inancının aynı içerikte olmadığını Prof. Melikoff da saptayarak bilimsel bir veri olarak savunur. Yezidilik'tekinin "kötülük ruhunu temsil etmediğini" açıklar. Bu üç kesimin de "ruhun beden göçünün sürekliliğine" inandıklarını, saptadığı verilere dayanarak Aleviler'in "şeytan inancına tümüyle yabancı" olduklarını belirtir. Bunun da "ruh göçü" inancından kaynaklandığını söyler (12). Kısaca Aleviler'in olaya bakışı şöyle:

Öteki türevlere karşın; Alevilik şeytana bir kutsallık, saygınlık yüklemez. Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden gelen Alevi dedelerini sorgulayarak böyle bir sonucu saptadık. Şeytanın kutsallığını, tanrısallığını çok yadırgadılar. Bu düşünceyle ilk kez karşılaştıklarını belirttiler. Alevi çevrelerde "lanet kör şeytana" sözü çok kullanılır. Bu sözde de olduğu gibi şeytan "lanetlik" olarak bilinir. Şeytanı kutsal ve saygın görme anlayışı Melikoff gibi araştırıcıların genelleme yapmalarından, Alevilikle öteki türevler arasındaki ayrılıkları görmemekten kaynaklanıyor olmalı.

Alevi inancında şunu da saptamak olası. Şeytan tanrının değil, Adem'in hasmıdır. Savaşımı, tepkisi Adem'e karşıdır. Burada Aleviliğin şeytanı Tanrı'yla bir tutmadığı, eş koşmadığı anlayışı somut olarak çıkar sanırım.

Hacı Bektaş'ın "Makalat"ından "şeytan" konusu ele alınır, değerlendirilir. "Şeytan" Hacı Bektaş'ta soyut mitolojik ve dinselliğe büründürülmüş bir kavram değildir. Somutlaştırılır ve yaşamla bağdaştırılır. Olaya insan erdemliliği açısından bakar. "Kibir"i, "buğuz"u, "buhulluk / pahıllık / pağıllık"ı, "tanı ah"ı, "öfke"yi, "gaybet'i, "kahkaha"yı, "maskaralık"ı, "şeytan", şeytansal özellikler, kendi deyimiyle "şeytan fiilleri" olarak görür (13).


Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə