Yazar: baki ÖZ 1996



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə7/15
tarix06.02.2018
ölçüsü0,63 Mb.
#26155
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   15

• Sanat çevreleri yozluk içindedir. Bunu, ürünlerine bilinçli-bilinçsiz yansıtmaktadırlar. Oysa, sanat ve sanatçı toplumun lokomotifidir. Toplumu iyiliklere, yeniliklere, çağdaş anlayışlara ulaştırır. Tarihsel misyonu budur. Ahlaksal çöküş sanatı ve sanatçıyı toplumun gözünden düşürür, toplumu sanat ve sanatçıdan uzaklaştırır. Topluma ulaşmayan sanatın ve sanatçının bir yararı ve gereği olamaz. Her türlü ahlaksızlıkların sanat ve sanat ürünü olarak sunulması, toplumu sanat ve sanatçıdan koparır. Güner Ümit'in İnterstar'daki şovunda hostesin karnındaki çocuğun kimden olduğunu tartışması, baba araması, dahası -ima olarak da olsa- kendi babasından aldığını söyleyecek ölçüde bir zillete düşerek toplumsal değer ve ahlak yargılarını küçümsemesi, sanat ve sanatçılık adına üzücüdür ve Türkiye toplumu için talihsizliktir. İşin ilginç yanı böyle bir zillette olan birinin kendisine "Kızılbaş mısınız?" diye sorulduğunda, bu soruyu "Estağfurullah"la karşılamıştır. Bu ölçüde zillete düşmüş, kadınlık iffetini sıfırlamış birinin içinde bulunduğu durumunu Kızılbaşlıktan daha üstün görmesini hiçbir mantığa, insanlık anlayışına, sanatçılığa ve ahlaka sığdıramıyorum. Türkiye bu tür sanatçı geçinenlere sahip olduğu için geleceğinden endişe duymalıdır.

Öyle sanıyorum ki herkes şapkayı önüne koyup olanları birkez daha değerlendirmeli, birkez daha düşünmelidir. Bu ülke hepimizin. Kurtuluş da bizlerden gelmelidir. Kimsenin sanat adına, bilgisizliğinden ardniyetlik uğruna, yahut kendi aymazlığının sonucu olarak ülkeyi iç savaşa götürmeye hakkı yoktur. Bunun önlemleri alınmalıdır. Doğallıkla aşağılandığı için protesto eden ve direnenlerin tutuklanmasıyla değil. Devlet bunu, toplumunu eğiterek ve bilinçlendirerek yapmalıdır. Toplumun birbirini tanımasını ve sevmesini sağlayarak yapmalıdır.

Oysa Kızılbaşlık Aleviliktir:

Birçok yazar olsun, sıradan halk olsun bu tür şeylerin Alevi-Bektaşilerde olmadığını, yalnız Kızılbaş ve Rafizi topluluklarında görüldüğünü yazarlar, söylerler. Yanlış. Varsa heriki toplulukta da var. Yoksa, hiç birinde de yok. Bu tutum kaçamakça suçlamadır. Dürüstçe davranış değildir. Bir çifte standartlıktır. Oportünistliğin daniskasıdır. Dürüstlük, yansızlık ve bilimsellikle bağdaşmaz.

Alevilik tarih boyu çeşitli yerlerde çeşitli adlarla anılmıştır. Bu adların verilmesine belli kıskançlık, kötüleme gibi etmenlerin yanı sıra, onların kimi giyimleri ve davranışları da rol oynamıştır. Alevilere en yaygın olarak "Kızılbaşlar" denilmiştir. Suçlama ve aşağılamaya yönelik olarak "Rafızi", "Mum söndürenler", İran Şiileri ise Farsça "Çerağ kûşan"ı kullanmışlardır. Anadolu'da "Tavşan yemezler", Maku'da "Karakoyunlular", Urmiye'de "Abdal Beyliler", Gülistan'da "Gulyailer", Karadağ'da (Tebriz yöresi) "Şamlular", Karabağ'da "Milliler", Meşhed'de "Ali İlahiler", Tebriz'de "Guran", İran'da "Ehl-i Hakk", Anadolu'da ise yerine göre "Alevi", "Kızılbaş", "Güruh-ı Naci", "Sofi Süreği", "Şah Safi Süreği", Tahtacılar", "Çepniler", "Bektaşiler"; Osmanlı dönemindeyse "Kalenderiler", "Haydariler", "Abdallar", "Cavlakiler", "Torlaklar" ve "Işıklar", "Camiler", "Ethemiler", "İshakiler", "Şemsiler", "Hurufiler"... gibi adlar almışlardır (10).

Alevilik tarihinde "Alevi" adı pek yaygın değildir. İlk dönemler Hz. Ali'nin ailesinden, onun soyundan gelenlere ad olarak verilmiştir. X. - XI y. yıllara kadar kullanılmıştır. Giderek kapsamı genişlemişse de Osmanlı tarihi boyunca -birkaç istisna dışında- kullanılmaz. Aşıkpaşaoğlu, Neşri, Peçevi, Hoca Sadettin, Solakzade, Gelibolulu Ali, Naima ve daha birçok Osmanlı vakanemesini (kronik) taramamıza karşın, "Alevi" adına rastlayamadık. "Kızılbaş" adı yaygın. O da Safevilerle birlikte ortaya çıkıyor. Şah İsmail'in babası Şah Haydar döneminde (1460-1488) bu "Kızılbaş" adı doğmuştur. O dönemler Safeviler'in yandaşları kırmızı bir serpuş giyerler. Başlangıçta siyasal bir ad olur. Giderek dinsel ve mezhepsel bir renk kazanır. Şah İsmail'in de "Divan"ında kesinlikle "Alevi" adı yoktur. Sürekli "Kızılbaş" deyimi kullanılmıştır. Osmanlı kronikleri de yarı sövme anlamında İran'dan ve Safeviler'den söz ederken "Kızılbaş" deyimini kullanmışlardır. Balkanlar'da da "Alevi" değil, "Kızılbaş" deyimi kullanılmıştır. Bu yörelerde Alevilere "Babailer" de denmiş, çoğu kez bu ad kullanılmıştır. Ancak 19. y.yıldan itibaren "Alevi" deyimi Türkiye'de öteki türev ve adların da yerini alırcasına kullanılır. "Alevi" adı Ali'ye bağlılıktan gelir. İran'da kullanılışı da bu anlamdadır. Zamanla Suriye'de geleneksel "Nusayri" sözcüğü de yerini "Alavi (Alaouite)"ye bırakmıştır (11).

Kısaca "Kızılbaşlık" Aleviliktir. Ayrı bir "Kızılbaş" topluluğu, toplumu ne görülmüştür, ne de vardır. Dolanbaçlı yollarla Aleviliği aşağılamak için "Kızılbaşlık"a bir takım şeyler yüklenir. Bunlar genelinde Aleviler için yapılan iftiralardır. Bunlara gerekli yanıtlar zaman zaman verildiğinden, ayrıca değinme gereğini duymuyoruz.

Kızılbaşlığı (ya da Aleviliği) namus bakımından aşağılamak öteden beri var olan yönetimin ve yönetici sınıfın genel tutumudur. Bu Burjuvazinin beynindeki kötülüklerin yansımasıdır. Günümüzün ünlü Bektaşi halifelerinden Turgut Koca Baba bu karalamaya şu yanıtı verir:

"Bizim yolumuzda her leke silinir. Hatta katran lekesi dahi silinir. Sadece ve sadece namus lekesi silinmez. Muhammed-Ali yoluna namus lekesi olanlar giremez. Bizim yolumuza namus lekesi olanlar gelmesin" (12).

Namus, Alevi toplumunun en duyarlı olduğu noktadır.

Dünya anlayışının temel ilkesi ve yaşama biçiminin özü-eksenidir. Bunu çok iyi bilen siyasal İslami çevreler Aleviliğe hep bu ana ekseninde saldırmış, en duyarlı noktasında vurmaya çalışmıştır. Bu, feodalitenin ve burjuvazinin yönetimde kalmada tarih boyu edindiği deneyimlerinin sonucudur. Gerçi güneş balçıkla sıvanmıyor ama, çamur atınca da izi kalıyor. Yönetimde kalmayı iş edinmiş çevreler bunun bilincindeler ve zaman zaman kullanmaktan da çekinmiyorlar. Çeşitli kurumlar yoluyla toplumun bilincine yerleştirilen bu tür aşağılamaların silinmesi oldukça zor. Ahlaksallığı yaşamına eksen alan Alevi toplumu tarihi boyu savaşım vermesine karşın, bu bilinç tortusunu söküp atamamıştır. Bugün bilmeden de söylense, şov olarak da dile getirilmiş olsa, bu tür karalamaların toplumun bilincinde yer edindiğini, en az tortusunun korunduğunu gösterir. İslam ve Osmanlı burjuvazisi başarmıştır bu işi. En önemli karşıtını, en önemli canalıcı noktasından vurmuş ve bu yaraların günümüze kadar kanamasını sağlamıştır. Güçlü feodal ve burjuva iktidarı güçlü olduğunu kanıtlamıştır. Gücüyle ve marifetinin kustuğu zehirle övünüyor olmalıdır.

KESİM II - DİPNOTLAR:

(1) Bkz: Meydan Larousse Ansiklopedisi, Sabah yay. c: II, s: 25; Büyük Larousse Ans. Milliyet yay. c: II, s: 700.

(2) Bu kitaplar ve tanımlar için bkz: Ali Ağa Varlık - Hanedan-ı Ehlibeyt Neden Hor Görüldü, Can yay. İst. 1993. s: 58 v.d.

(3) Aydın Karaahmetoğlu (Danışman: Ali Bayrak) - Fransızca - Türkçe, Türkçe-Fransızca Sözlük, Fono yay. İst. 1989.

(4) Bkz: Enver Behnan Şapolyo - Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Türkiye yay. İst. 1964, s: 256, 267, 384.

(5) Bkz: Şapolyo, s: 283.

(6) Şapolyo, s: 266.

(7) Ömer Seyfettin - Harem, Ünlü Kitabevi, İst. 1988, s: 29 v.d.

(8) Halit Kemal Elbir - Evlenmesi Memnu Akrabaların Evlenmelerinin ve Cinsi Münasebetlerinin Ceza Müeyyidesi ile Tehalidi Meselesi Kar-şısında Türk Hukuku, İst. 1947, s: 668 v.d.; Prof, Dr. Ferit H. Saymen - Doç. Dr. Halid K. Elbir - Türk Medeni Hukuku - Aile Hukuku, İst. 1957, C: III, s: 417.

(9) Prof. Muammer Aksoy- Kötü Durumda Evlilik Dışı Çocuklar, Ank. 1943, s: 31.

(10) Bkz: Abdülbaki Gölpınarlı - "Kızılbaş", İslam Ansiklopedisi; M. Eğ. Bak. yay. c: VI., s: 790; Nejat Birdğan - Anadolu'nun Gizli Kültürü Alevilik, İst. 1990, s: 207 v.d.; Prof. Fuat Köprülü - "Abdal", Birdoğan'ın (1995) kitabının ekinden, s: 437 v.d., 435 v.d., 441 v.d.

(11) "Alevi" adının ve kavramının tarihsel süreç içerisinde yüklendiği anlamlar üzerine bir çözümleme denemesi için şu çalışmamıza bkz: Baki Öz - Alevilik Nedir?, Der yay. İst. 1995, s: 172-178 arası. Ayrıca bu konuda geniş açıklamalar için bkz: Prof. İrene Melikoff - Uyur İdik Uyardılar, Cem yay, İst. 1993, s: 25 v.d., 33 v.d., 54 v.d., 102 v.d.

(12) Turgut Koca'nın sözleri için bkz: Varlık, s: 77.

...

KESİM: III (Sayfa 93~96)



RAFİZİ DENEN BİR TOPLULUK VAR MIDIR?

Sözcük Olarak Rafızilik:

TDK'nın "Türkçe Sözlük"ü "Rafizilik"i Şia mezhebinin bir kolu ve bu koldan olanların inancı olarak veriyor. Ünlü dilci Şemseddin Sami Bey de "Kâmûs-i Türkî"sinin "Temel Türkçe Sözlük" olarak Tercüman gazetesince yayınlanmışında "Şii fırkalarından" olarak verir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın "İslam Ansiklopedisi"nde de maddenin yazarı ünlü doğu bilimci Kramers, Rafıziliği "Şiiler için kullanılan adlardan biri" olarak niteler. Yalnız Şii kollarından herhangi birinin adı olmadığını da belirtir. Sözcük olarak Ebu Bekir ve Ömer'in halifeliğini kabul etmeme eylemiyle (rafaza) türediğini vurgular (1). "Meydan Laorusse" de "Rafz"ın "bırakma, terk etme" olduğunu yazar (2). Orhan Hançerlioğlu'na göre "Rafızilik", "Ebubekir'le Ömer'in halifeliklerini yadsıyanların Aliciliği"dir. "Bırakanlar" anlamına gelen Arapça "rafız" ve "rafaza" sözcüklerinden türetilmiştir. Ali'ye aşırı bağlılık gösteren bir anlayıştır. Şiiliğin bir koludur. Bunlar Peygamberden sonra Hz. Ali'nin halife olması gerektiğini ileri sürerler. Daha sonraları Osman ve Muaviye'yi de yadsımışlardır. Tanrı'nın Ali'den belirerek dünyaya yeniden geleceğine inanırlar. VII. y. yılda savunulan bu düşünceler "Batınilik disiplini içerisindedir". Hançerlioğlu'na göre; Râfızilik, Bâtınilik, Şiilik ve Alevilik deyimleri temelde aynı anlayışta olanları dile getirir (3).

Prof. Brockelmann'a göre "Rafîzilik"in İslam dışı bir kaynağı/kökeni vardır. İslami dönemde bütün Rafızilere "zındık" denir. Zındık, "Sasaniler'de Avesta Ortodoks akidesine karşı, bunun yeni bir yorumunu (zend) yapmaya cesaret eden herkese verilirdi. Sonradan bu ad özellikle Mani ve Mazdek dininde olanlara verilmiştir" (4).

Aleviler arasında oldukça tanınan Halil Öztoprak "Rafizilik"in "dünyayı terk etmiş, hayır yol tutan" demek olduğunu yazarak Kuran'ın Ali İmran suresi 200. ayetini örnek verip, sözcüğün oradan çıktığını söylerse de; Kuran'ın hiçbir çevirisinde adı belirtilen ayette bu sözcüğe ve uzak-yakın anlamına rastlayamadık (5). Öztoprak'ın tanımlaması zoraki bir anlam yüklemedir. Bu anlam, Rafıziliğin çıkışı ve tarihsel süreciyle bağdaşmaz. Çünkü Rafizilik özünde kurulu düzene ve ortodoks dinlere tepkidir. Dine katıca sarılmak değildir.

İran Şiiliği İçin de Aynı Suçlama:

"Rafızi" adı gerek İran'ı, gerek İran Şiiliğini, gerekse Anadolu Aleviliğini suçlamak, ayıplamak ve aşağılamak için kullanılmıştır. Bugün de aynı anlamda kullanılmaktadır.

A. Gölpınarlı Şiiliğe ilişkin, kadın konusunda ahlak dışı göstermek amacıyla yazılan Şer'i-İslamcı yayınlardan bir takım bölümler aktarır. Bunlar, "Rafizilik" adı altında Şiiliğe yapılan suçlamalardır. Örneğin; "Rafiza'nın yüz erkeğin adeti beklemeden buluşabileceği (...), onlarca iddet de bulunmadığını (...)" kaynaklardan saptıyor. Haklı olarak şu soruyu yöneltiyor. "Şia'nın hangi fıkıh kitabında görmüşler bunu?" (6). Nedeni belli; karalama, iftira...

Osmanlı'da Rafızi Adı Nasıl ve Neden Çıktı:

Osmanlı kaynaklarında "rafızi" sözüne tümüyle siyasal bir yafta olarak Sünniliğin dışındaki kesimler için, bir karalama/aşağılama nitesi olarak kullanıldığını görüyoruz. Bu ad ve nite özellikle XVI. y.yıldan itibaren Osmanlı'da bir siyasal terim olarak görev yapmaya başlamıştır.

Bundan olacak ki, tarihçi E. Behnan Şapolyo Aleviliği aklamaya çalışırken, özellikle Rafizilik'ten ayrı tutmaya çalışmış; "Mum söndürme ve herşeyi mübah saymak bu Rafizilerdedir. Kızılbaşlara düşman olanlar Rafizilerin bu kötü âdetlerini onlara yüklerler" (7) der. Halkımızın deyişiyle "vur abalının abası" nadir bu durum.

Rafıziliğin Siyasal Olarak Ortaya Çıkışı:

Rafizilik hakkındaki görüşler farklıdır. Çoğu yazarlara göre Şiilik; Gulat, Zeydiler ve Rafiziler'den oluşur. Kısaca Rafizilik, Şiiliğin bir koludur. Rafizilik ilkin Ebu Bekir'le Ömer'in halifeliğine karşı çıkanlarla başlatılmıştır. Kimileriyse Hz. Hüseyin'in torunlarından Zeyd bin Ali'nin Ebu Bekir'le Ömer'in halifeliğini onaylamamasına karşı çıkanların başlattığı hareket olarak görürler Rafıziliği (8).

Görüldüğü kadanyla Zeyd pek toparlayıcı olamaz. Düşüncelerini geniş kitlelere benimsetemez. Kimi Şii çevreler Ebu Bekir'le Ömer'i "gasbcı" görmezler. Zeyd'in Emevileri de lanetlememesini isteyerek ondan ayrılırlar. "Râfıza" (ayrı yola gidenler) adını alırlar. Bu adın kendilerine önce Zeyd'in değil Mugire b.Şu'be'nin verdiğini kabul ederler. Rafıziler, önce Zey'in kardeşi Muhammed b. Ali'yi, sonra da oğlu Cafer'i gerçek imam olarak ilan ederler. Ne var ki bu kimseler Rafizilerle hiç ilgilenmezler (9).

Prof. E. R. Fığlalı'ya göre "râfızi" sözü dördüncü imam Zeynelabidin'in oğlu Zeyd (699-740)'in Emeviler'in Irakeyn valisi Yusuf b. Ömer es-Sakafi'ye karşı ayaklanması sırasında edebiyata girmiştir. Kendisini yalnız bırakan adamlarına "beni bırakıp kaçtınız, terkettiniz (rafaztumûni)" der. Bu olaydan sonra Zeyd'i yalnız bırakanlara "rafizi" denmiştir (10).

Edebiyatta ve siyasal-yönetsel çevrelerde siyasal bir terim ve ad olarak sürekli kullanılmasına karşın var mı böyle bir din, mezhep, tarikat, devlet ve topluluk?.. "Terkeden" anlamını yitirerek zamanla "sapkın, sapmış, dinden çıkmış" anlamına dönüşen Rafiziler; nerede devlet kurmuş ve nerede yaşamışlardır?.. Nerededir bu Rafizi topluluğu?..

Ne geçmişte, ne de günümüzde ayrı bir Rafizi inancı ve topluluğu yoktur ve olmamıştır. Dün olduğu gibi bugün de siyasal-yönetsel çevreler bu tür siyasal içerikli terimler arkasına sığınarak insanları suçlayıp baskı altında tutmaya çalışmışlardır. Bu, toplumu baskıyla yönetmenin bir yolu olarak görülmüştür. Tüm Batıni akımlar ve Alevi-Bektaşilik bu yolla yok edilmeye çalışılmıştır. Rafızilik olayının içeriği budur. Sünnilik dışı akımları ve inançları önlemenin bir yoludur bu.

KESİM III - DİPNOTLAR:

(1) Bkz: J. H. Kramers - "Rafiziler", İslam Ansiklopedisi, C: IX, s: 593.

(2) "Rafz" maddesi - Meydan Larousse, Sabah yay. C: XVI, s: 396

(3) Orhan Hançerlioğlu - İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İst. 1975, s: 531.

(4) Prof. Cari Brockelmann - İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi (Çev.: N. Çağatay), TTK yay. Ank. 1992, s: 92.

(5) Bkz: Halil Öztoprak - Kuran'da Hikmet Tarihte Hakikat ve Kuran'da Hikmet İncil'de Hakikat, Can yay. İst. 1990, s: 61 v.d.

(6) Bkz: Abdülbaki Gölpınarlı - Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Der yay. İst. 1979, s: 98-135 arası. Alıntı s: 103.

(7) E. B. Şapolyo - Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, s: 256.

(8) Esat Korkmaz - Alevilik Bektaşilik Sözlüğü, Ant yay. İst. 1994, 2. baskı, s: 290 v.d.

(9) Julius.yVelIhausen - İslamiyetin İlk Devrinde Dini - Siyasi Muhalefet Partileri (Çev.: F. Işıltan), TTK yay, Ank. 1989, s: 158 v.d.

(10) Prof. E. Ruhi Fığlalı - Türkiye'de Alevilik-Bektaşilik, s: 13 v.d.

...

KESİM: IV (Sayfa 97~101)



ALEVİLİK YAHUDİ KAYNAKLI MI?

"ABDULLAH BİN SEBA MASALI"

Tarık Mümtaz Sözengil "Tarih Boyunca Alevilik" adlı kitabında çoktan bilimsel ispata kavuşmuş bir konuyu görmemezlikten - bilmemezlikten geliyor (1). Aleviliğin kuruluşunu bir Yahudi olan İbni Seba'ya bağlıyor. Dahası Ali'nin halifeliğe gelişini de İbni Seba'nın çabası olarak görüyor. Cemel ve Sıffın savaşlarını da çıkardığını söyleyerek Muaviye'yi aklamaya çalışıyor. Ali'nin "Allahlığını" da bu kişinin topluma kazandırdığını yazıyor. Bu görüşleri 12.5.1993 günü HBB TV. kanalında vaiz Hasan Ali Buldan da aynen yineledi. Kısaca Aleviliği bir "Yahudi Tezgahı" olarak sundu.

Görülüyor ki gerçekler / doğrular tümüyle başka da olsa, insanların görmek istememeleri durumunda yıllanmış yalanları / iftiraları temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp insanların önüne süreceklerdir. Aynı yalanlar / yanlışlar çengel sakızı gibi sürekli çiğnenecektir. Bu sağ tandanslı insanların, kafalarını gerçekler karşısında kuma gömen karanlık düşüncelilerin yaptıkları da böyle: Gerçekleri-doğruları görmemezlikten gelmek... Halen odunumun parası deyip diretmek. Amaç karşı düşünceyi yok kılmak, yanlış da olsa kendi görüşünün egemenliğini sağlamak. Yapılan şey bu.

Oysa, doğru olan bu değil. Doğru/gerçek olanı yetkin bir İslam tarihçisi olan Abdülbaki Gölpınarlı çalışmalarıyla tanıtladı. Yıllar oluyor ki onun "Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik" ile "Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar" adlı yapıtları okurun elinde (2). Bu çalışmalar Abdullah bin Seba'nın yaşamamış bir kişi olduğunu, bunun bir uydurma ve öteden beri gelen belli çevrelerin bir "masalı"ndan başka birşey olmadığını tarihsel verilerle kanıtladı. Yeniden aynı iftiralara saplanmaya neden gerek duyuluyor, bilemiyorum?

"Masal" Ne Diyor?

• Abdullah b. Seba Yemen Yahudilerinden. Zamanla Müslüman olmuş. Yahudilikteki Yuşa hakkındaki kanısını Müslüman olduktan sonra Ali'yle özdeştirmiş.

• Her peygamberin bir ardılı (vasiysi) olduğundan Hz. Muhammed'in de ardılı Ali'dir.

• Peygamber Muhammed son dönemler yeniden dünyaya gelecektir.

• Mazdakilerde olduğu gibi servet ve mal ortakça dağıtılacaktır.

• Ali, Tanrı'nın görünümüdür, Tanrıdır. İbni Sebâ'ysa onun peygamberidir. Galiyecilikin kurucusu İbni Sebâ'dır.

• İbni Seba, Küfe, Şam ve Mısır'ı dolaşarak bu görüşlerini; Ebu-Zerr, Ammâr, Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Ebu Huzeyfe'nin oğlu Muhammed, Udeys oğlu Abdurrahman, Suhân oğlu Sâsaa ve Malik'ül-Eşter gibi İslamın büyüklerine kazandırır.

Düşünülmesi gereken birşey var: Ebu-Zerr sürülüyor. Rebeze kuşkulu bir biçimde ölüyor. Ammar'la Abdullah b. Mesud dövülüyor. Halife Osman'a karşı ayaklanmalar olurken, eylemciler kıyıma uğratılıyor, bu adama hiç kimse rastlamıyor. Bu adam hiçbir yerde görülmüyor, izlenmiyor. Cemel Savaşı'ndan sonra da izine rastlanmayacaktır.

"Masal"ın Kaynağı Kim?

"Masal", bir "rivayet"ler zinciri oluşturuyor. Hep birbirinden aktarak almışlar. "Acaba" sorusu akıllarına gelmemiş veya getirmemişler. Yahut da Arap yazarlarının işlerine böyle gelmiş.

Bu "masalı" İbni Ebi-Bekr, Seyf'ten ve İbni Esir'den alıyor. İbni Asakir'se Seyf'ten alıyor. Zehebî, Seyf ve Taberi'den aktarıyor. Başkalarının doğrudan kaynağı Taberi'dir. Sonradan gelen doğulu ve batılı tarihçi ve doğubilimcilerinin tümünün kaynağı Taberi'dir. Taberi bu "masal"a ve yalana ilk inanan tarihçidir. Çevresine ve sonraki kuşaklara da o yaymıştır. Taberi bu yalan haberi Seriyy b. Yahya adlı birinden Şuayb aracılığıyla almıştır. Zehebi ise kaynak olarak Yezid'e, o da Atiyye'ye, o ise Seyf'e dayanır. Bu durum rivayet aktarımı, yani bir bakıma yalan/"masal" aktarımı biçiminde sürüyor.

Taberi'yi Seyf'e Bağlayan Seriyy Kimdir?

Seriyy b. Yahya b. Ayas (Öl: 167), Taberi (doğ: 224) doğmadan elliyedi yıl önce ölmüştür. İlişki kurulamaz. Seriyy b. İsmail olması da olası değil. Bu kişi H. 103'de ölmüştür. Gerçi, Taberi Seriyy b. Yahya diye bu adamın babasının adını da anar. Yalnız 327'lerde ölen bu kişi; ne kimseden rivayet almıştır, ne de bir başkası ondan rivayet aktarmıştır. Rivayetçilerden, 258'lerde ölen Seriyy b. Asım b. Sehl ise kaynaklarda "yalancılıkla" suçlanmaktadır. Şuayb bilinmiyor. Atuyya ise 110'da ölen Atıyyat'ül-Avfı mi, yoksa 121'de ölen Atıyya b. Kays mı? Seyf'in ölümü 170'den sonra olduğu için birincisi olamaz. İkincisiyye Şamlı'dır. Seyf'le hiç görüşmemiştir. Yezid'in kim olduğu belli değildir.

Görülüyor ki bir yalan ve uydurma yumağıyla karşı karşıyayız.

Bir Başka Aktarma Yapılan Seyf b. Ömer Kimdir?

Üsseyid kabilesinin Temim boyunun birkaç oymağı zamanla bir araya gelir. "Bürcümi" adıyla yeni bir oymak doğar. Seyf bu oymaktandır. Küfe'lidir. Bağdat'a yerleşmiştir. Harunreşid zamanında ölmüştür. Kitaplarında İslamın ilk kuruluş dönemini anlatır. Ebu Bekir'e karşı gelenleri "İslamlıktan dönmüş" olarak niteler. Yorumlar geliştirerek Ümeyyeoğullarını savunur. Roma, Şam, Filistin ve İran'ın alınışını anlatır. Osman'a karşı ayaklanmaya, öldürülmesine ve Cemel Savaşı'na değinir.

Seyf kitaplarında yüzelliye yakın kahramanı Hz. Muhammed'in sahabesi arasında sayar. Bir takım kentleri de bu kahramanlara "fethettirir". Oysa bunların hiçbiri Hz. Muhammed'i görmedikleri gibi, yaşamamışlardır da. Sözü edilen kentlerin (13 tane) hiçbiri de kurulmamıştır. İlginç!

Rical kitaplarının Seyf'le ilgili görüşleri şunlar:

• Yahya b. Muin (öl: 846): "Hadisi zayıf ve gevşektir. Onda hayır yoktur".

• Nesei (öl: 915): "Zayıftır. Hadisini bırakmışlardır. Ona ne güvenilir, ne de emindir".

• Ebu-Davud (öl: 928): "Değersizdir. Çok yalan söyler".

• İbn Ebi-Hâtım (öl: 938): "Hadisini bırakmışlardır".

• İb'üs-Sekn (öl: 964): "Zayıftır".

• İbni Hıbban (öl: 965): "Uydurduğu rivayetleri güvenilir adamlar ağzından aktanr. Zındıklıkla yerilmiştir. Rivayet uydurur denmiştir".

• Dâru Kutni (öl: 995): "Rivayetleri zayıftır. Bırakılmıştır".

• Hâkim (öl: 1014): "Rivayetlerini bırakmışlardır. Zındıklıkla töhmetlenmiştir".

• Firuzâbâdi (öl: 1414): "Zayıftır".

• İbni Hacer (öl: 1448): "Çok zayıftır".

• Suyûti (öl: 1505)" "Çok zayıftır".

• Safıyüddin (öl: 1517): "Onu çok zayıf saymışlardır".

Savaşlarda binlerce insan öldüren, dünya dolusu ganimetler edinen, ırmak ve denizleri çöl yapan, çölleri denizlere çeviren, olayları ve yılları değiştiren, kahramanlar ve kentler icad eden, tek rivayetçi kendisi olan, alabildiğine kabile şovenizmi güden, sonsuza dek kalacağını bildiren, hayvanları konuşturan, olmayan ve olmayacak olayları uyduran Seyf b. Ömer'in bu sınırsız muahilesi bir Abdullah b. Seba doğurmuş ve kimi istismarcılara, din ve mezhep yobazlarına malzeme sunmuştur. Onlar da böylesi bir muahilenin sunduğu gereçleri yıllardır kullana kallana bitiremiyorlar.

Seyf b. Ömer'in anlattıkları ne Şia, ne de Sünni hadis ve tarih kitapıarında kesinlikle bulunmamaktadır. Bununla birlikte Abdullah b. Seba, biraz Ammar'ın, biraz da Ebu-Zerr'in yaşamlarından esinlenerek Seyfce uydurulmuş, gerçekten bir ana-babadan doğmamış, yaşamamış, bir muahile ürünüdür. Daha sonraki süreçte bu uydurna kimi süslemelerle donatılmış, giderek dinsel-siyasal, toplumsal ve mezhepsel ilmekler de atılan bu olay, günümüz ard niyetli karanlık beyinlerin elinde siyasal istismar aracı olmuştur. Bile bile, bilmezlikten gelinerek bu siyasal araç Aleviliği köken olarak Yahudiliğe dayandırarak karalamak için kullanılmaktadır.

Zaten siyasal İslamcı çevreler her yanıt olanaksızlığına düştükleri yerde, suçlamak/karalamak istediklerinde hemen ona bir Yahudi kulpu takarlar. Bu "İsrailiyattır", "Batıl inanışlardır", "İslamiyete sonradan sokulmuştur" gibi kaçış içerisine girerler. İslamcı çevrelerin bir bakıma savunma mekanizmalarıdır bunlar.

İşte Aleviliğe "kurucu" yapılan Abdullah b. Seba Masalı'nın içeriği bu!...

KESİM IV - DİPNOTLAR:

(1) Bkz: Sözengil, s: 10 v.d.

(2) Abdullah b. Seba Olayının bir "uydurma", bir "masal" olduğunu kanıtlayan çalışmalar için bkz: Murtaza'l-Askeri - Abdullah b. Sabâ Masalı; Bir Yalancının Düzmeleri, (Çev: A. Gölpınarlı), Baha mat. İst. 1974; Abdülbaki Gölpınarlı - Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatler, Gerçek yay. İst. 1969, s: 33-37; Abdülbaki Gölpınarlı - Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Der yay. İst. 1979, s: 91-97.

...

KESİM: V


ALEVİLİKTE KURAN İNANCI

İslamcı çevreler Aleviliği Kuran'a bağlı olmamakla, onun hükümlerine inanmayıp uymamakla suçlar. Aleviliği Kuran ve İslam dışına atmaya çalışırlar. İslamcı anlayışla Aleviliğin bu alanda ayrıldıkları noktalar vardır. Olay, farklı değerlendirilir. İslamcı çevreler Kuran'ın tam, eksiksiz ve katışıksız olduğu iddiasındadır. Alevi çevrelerse Kuran'ın Ali ve Ehlibeyt'le ilgili hükümlerinin çıkarıldığı, "kalem katıldığı", bir düzenlenme süreci geçirdiğini savunurlar. Bu düzenleme sürecinin Ali ve Ehlibeyt aleyhine bir gelişme gösterdiğini ileri sürerler. Aleviler bu görüşlerinde yalnız değillerdir. Bilim çevreleri de Alevi görüşü destekler.

Kuran'a "Kalem Katıldı mı?"

Bilindiği gibi Kuran bir düzenleme süreci geçirmiştir. Ebu Bekir'in halifeliği döneminde ezberde olan ayetler yazılı duruma getirilmiş, Osman'ın halifeliği dönemindeyse Zeyd bin Sabit başkanlığında bir kurul oluşturularak yazılı duruma getirilen Kuran'ın düzenlemesi yapılmış, ayet ve süreler üzerine sistemleştirilmiş, yedi nüsha çoğaltılarak İslam'ın yayıldığı bölgelerde birliği sağlamak amacıyla Amilliklere birer tane gönderilmiştir. Bu düzenlenen nüshaya tarihçiler "Osman Kuran'ı" derler. Birinci ve ikinci özgün metinlerse ilerde ayrılığa neden olur gerekçesiyle yakılmışlardır (1). Ders kitaplarına kadar inen bilgi budur.


Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə