Yazar: baki ÖZ 1996



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə11/15
tarix06.02.2018
ölçüsü0,63 Mb.
#26155
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15

Alevi-Bektaşiliğin "şeytan" anlayışı Hacı Bektaş'ın bakışı doğrultusundadır.

KESİM X - DİPNOTLAR:

(1) Bkz: Prof. İ. Melikoff - Uyur İdik Uyardılar, (Çev: T. Alptekin), Cem yay. İst. 1993, s: 63 v.d. Makalenin İlhan Cem Erseven çevirisi için de bkz: C. Şener (Der): Alevilik Üstüne Ne Dediler, Ant yay. İst. 1990, s: 128-152, özel yeri, s: 145.

(2) Melikoff, s: 145 v.d.

(3) Melikoff, s: 122.

(4) Melikoff, s: 123.

(5) Prof. Melika Aktok Kaşgarlı - "Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun Tarihi inanç Yapısı", Türk Dünyası Araştırmaları, sayı: 40, Şubat 1986, s: 50, 51,62,75.

(6) Geniş açıklamalar için bkz: Erol Sever - Yezidilik ve Yezidilerin Kökeni, Berfin yay. İst. 1993.

(7) Sever, s: 16, 57 v.d., 128.

(8) Kaşgarlı, s: 57.

(9) Kaşgarlı, s: 55 v.d., 57, 58.

(10) Kaşgarlı, s: 59, 60, 61 v.d.; Sever, s: 17 v.d., 116.

(11) Bkz: V. Minorsky - "Ehl-i Hak", İslam Ansiklopedisi, Milli Eğ. Bak yay. C: IV, s: 201-207 arası.

(12) Melikoff, s: 123.

(13) Mehmet Yaman - Makalat ve Müslümanlık, s: 23; Aziz Yalçın - Makalat-ı Hacı Bektaş Veli, Der yay. İst. 1993, s: 93, 134 v.d., 152 175.

...

KESİM: XI



İÇKİ / DEM / DOLU

Alevilik karalanmak istendiğinde içkiye'de değinilir. T.M. Sözengil'in "Tarih Boyunca Alevilik" kitabında bu konu yinelenerek ünlü (!) "sapıklık"lar arasında sayılır.

Oysa, genelinde içki yalnızca Aleviliğe ve Alevi-Bektaşi halka özgü değildir. Yalnız bu kesimce içilmez. Tarih boyu Sünni yönetim çevreleri ve halk kesimleri de içmişlerdir. Halen de içmektedirler. İçki Aleviliğin ilkeleri, edeb erkânı arasında da değildir. Her Alevi-Bektaşi yöresinde de içilmez. Her Alevi-Bektaşi Cem'inde de öyle. Kaldı ki Alevi-Bektaşiler'de içki içmenin bir "adabı" (kuralı) vardır. İçki, kişiler ve topluluk için bir "mihenk taşı" (ölçü)dür. Alevi-Bektaşiler içkiyi bir "nefis terbiyesi" olarak görürler. Alevilikteki içkinin niteliği budur.

İçkinin Türk Kaynağı:

Bilindiği gibi Türkler Asya kökenlidir. İçki yapımı ve kullanımı Asya'da, Türk boyları arasında çok eskiden beri biliniyor, yapılıyor ve kullanılıyordu. İçki Türk toy ve şölenlerinin vazgeçilmez eğlencesiydi. Oğuz Kağan Destanı'nda Duylı Kayı'nın kardeşi İrki'nin han olması töreninde hayvan derilerinden oluşturulan havuzların birine rakı, ikincisine kımız, ötekineyse yoğurt doldurulur. Bir ay geceli-gündüzlü toy-düğün yapılır. Köl İrkil Han, "kımızlı kadeh" sunar. Korkut "kımız içer".

Çin kaynakları Hun Türkleri'nin (Hu-yung-nu) "kımız içip, kımız şölenleri" düzenlediklerini yazar. Aynı kaynaklar Göktürkler'in (Tu-Kiu) "kısrak sütünden yapılmış kımız kullandıklarını ve sarhoş oluncaya dek içtiklerini" yazar. Dede Korkud öykülerinde "göl gibi kımız sağdınldığı"ndan söz edilir. Yeni Müslüman olan Oğuzlar'ın içki geleneklerini henüz sürdürdüklerinin de kanıtıdır bu. Kırgızlar'ın Manas Destanı'nda içkili toylar şölenler anlatılır. Selçuk-Name Gün Han'ın şöleninde "kımız" içildiğini yazar. Alaaddin Keykubat yönetime gelirken Konya'da "kımızlı şölenler" düzenler. Oktay Kağan'ın yönetime gelişinde "altın kadehlerde" içki dağıtılır. Uluğ Bey'in düğününde kadınların da katıldığı törende "bolca içki tüketilir". İbn-i Arapşah bunlardan "nefretle" sözeder. Timur'a elçi gönderilen İspanyol Klaviyo, Timur'un verdiği yemekte "içkiler içildiğini" anlatır. İbni Batuda Kırım ve Özbek saraylarında beyler ve hatunlarca ağırlanmış, "kımız ve boza" sunulmuştur (1).

İçki Sünni Selçuklu, Babür ve Osmanlı hanedanlıkları dönemlerinde de vardır. Birer İslam devletleri olmalarına karşın; içki içilir ve toplumun bir adeti olarak sürer. Selçuklular'da "şarap kuyuları", "şarap nazırları (bakanları)" ve "şarap askerleri" vardır. Şarap askerlerinin görevi şarap kuyularına zehir atılmasını önlemektir. Şarap içmenin, Sünni inancın egemen olduğu bir devlette, üstelik resmi çevrelerce sürdürüldüğünü ve kadrolaştığını görüyoruz (2).

İçki, Osmanlılar döneminde de yaşatılır. "Lütfi Paşa Tarihi"nde Osman Bey'in beyliğini kurduğunda kendisine "türlü ballardan ve kımızlardan" içkiler sunulduğunu yazar. II. Murat dönemi tarihçilerinden Yazıcıoğlu Ali Efendi "kadınlı-erkekli yiyilip içilen şölenler"den söz eder (3). IV. Murat 05.08.1634'de içki yasağı getirirse de bunun önüne geçememiş, yasağa bizzat kendisi uymamıştır. Bilindiği gibi Osmanlı sarayının şarap gereksinimi Kıbrıs'tan karşılanıyordu.

İçki Anadolu'da Hititler'den beri bilinir. Hititçe'de "Vain-Vien" sözü vardır. Şarap anlamına gelir. Anadolu-Yunan Tanrıları'ndan Dionizos'da şarabı simgeler. Anadolu'da Dionizos şarap ve bereket törenleri yapılırdı.

İçki ve şarabın bir başka kaynağı da İran'dır. Cem (Cemşit) şarabın bulucusu olarak bilinir. Gökten inen ışık yerden bir üzüm asması bitirir. Cemşit bu asmanın üzümlerini sıkarak, içki yapar ve çevresindekilere içirir. İran içkili toplantılarının kaynağı budur (4).

İçkinin İslam ve Kuran Kaynağı:

Duruma bakılırsa, Hz. Muhammed döneminde içki yasak değildir. Yalnız insanlar özendirilmez de. Halife Ömer'in yönetimi döneminde komutanlardan Huzeyfe'nin şikayeti üzerine Ömer döneminde yasaklanarak içene "seksen deynek vurulması" cezası getirilir. Tarih, yaklaşık 638'lerdir (5).

Kuran'da "şarap" sözü bilinen içki anlamında geçmez. Yalnız "hamr" sözcüğü ile, sarhoş edici nesne anlamında "sekr" geçer. Kuran'da içki yasağı yoktur. İçki keyf verici "güzel rızklar" arasında sayılır. İnsanlar bir tarımsal tekniğe, üretime özendirilir. Hurmadan ve üzümden şarap üretimi bunlardan biridir (6).

"Hurma ağacının meyvalarıyla üzümlerden de şarap yaparsınız, güzel bir rızk elde edersiniz; şüphe yok ki bunda da akıl eden topluluğa bir delil var" (Nahl, 67).

Kuran'da cennet tanımı ve betimlemesi yapılır. Her türlü güzellikler ve zevklerin burada olduğu, bu tür şeylere ancak cennetde ulaşılacağı yazılar. Ulaşılacak şeylerden biri de "şaraptır. Bir bakıma "şarap" ödül olarak sunulur.

"Çekinenlere vadedilen cennet, şöyledir âdeta; Orda su ırmakları var, bozulup kokmaz ve süt ırmakları var, lezzetleri bozulmaz ve şarap ırmakları var, içenlere safı lezzet ve bal ırmakları var, süzme ve onlara, orada bütün meyvalardan sunulur ve Rablerinden yargılanma var; buna nail olan, o kişiye benzer mi ki ateşte ebedidir ve kaynar sularla sulanır da onların barsakları parçalanmaktadır" (Muhammed, 15).

Şarap, cennete gidenlere Tanrıca sunuluyor. Akla şu geliyor; şarap "kötü" ve "haram" olsaydı Tanrı tarafından sunulmazdı.

"Üstlerinde, ipincecik yeşil ve ipek elbiseler, kalın ipekten dokunmuş libaslar vardır ve gümüş bilezikler takınırlar ve Rableri, onları tertemiz bir şarapla suvarır" (Al-Dahr, 21).

Kuran'da ölçülü içme önerilmiştir. "Şarabın katresi haramdır" anlayışıyla tüm üzüm bağlarını bile söktürmeye kalkışan softa zihniyeti görülmez. "Haram"dır diye bir buyruk da verilmemiştir.

"Ve birbirlerine öyle bir kadeh sunaflar ki içtikleri şarabın sonucunda ne boş şeylerden bahsediş var, ne günaha giriş" (Al-Tûr,23).

Ölçülü olmayla, ama aynı zamanda içkinin de serbest oluşuyla ilgili şöyle bir ayet daha vardır.

"Sana şarap ve kumarın hükümlerini soruyorlar. De ki: ikisinde de hem büyük günah var, hem insanlara faydalar var; fakat günahları, faydalarından daha çok. (...)" (Bakara 219).

Kuran, içmenin zarar ve yararları üzerinde durur. İçilmemesini önerir. Yasaklamaz, içmemeyi özendirir.

"... Namaza yaklaşmayın ne söylediğinizi bilmeyecek kadar sarhoşken (...)" (Nisa, 43).

İçkiyi çok kullanmanın toplumda huzursuzlukların kaynağı olacağına değinilerek, ölçülü olma istenir.

"Ey inananlar, şarap, kumar, tapınmak için dikilmiş olan taşlar, fal için kullanılan oklar, ancak Şeytanın işlerinden ve birer pisliktir bunlar. Bunlardan kaçının da muradına erenlerden olun" (Mâide, 90).

"Şeytan şarap ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan menetmek ister" (Mâide, 91).

Kuran'da "cennetlikler" şarap içerler. Kendi halinde kimseye zarar vermeden içenlere Kuran yasaklama getirmez, dahası hoşgörür. İçki içmenin ideal biçimini belirler.

"Kaynakları meydanda, akıp duran şarap ırmaklarından taslar sunulur onlara, bembeyazdır o şarap, lezzetlidir içenlere, orada ne bir sersemlik var, ne de sarhoş olurlar" (Al-Sâffat, 46-47-48).

İslami-Tasavvufi çevreler hiçbir zaman içkiye yasaklayıcı gözle bakmamıştır. İçki yasağı "ham sofu" çevrelerin anlayışıdır. "Vilayetname" Mevlana ile Tebrizli Şems'in sohbetlerinde şarap içtiklerinden söz eder (7). Alevi-Sünni "Rum Abdalları"nın haşhaşa, ondan yapılan uyuşturucu afyona düşkünlükleri bilinir. Bayezıd-ı Bistami, Feriduddin-i Attar, Muhyiddin-i Arabi ve Şems-i Tebrizi gibi mutavsavvıfların afyon kullandıkları konuşmalarındaki dengesizlik, anlam karışıklığı ve tutarsızlıklarında da anlaşılır (8).

Alevi-Bektaşilik'te İçki:

Bektaşiler "Dem" denilen içkiyi (rakıyı) Cem'e insanları ölçmek, denemek, ölçülü davranmalarını sağlamak amacıyla ("mihenk taşı") Akyazılı Sultan'ın soktuğunu kabul ederler (8). Doç.Y.N.Öztürk'se Bektaşilerde şarap içmenin (demlenme) Balım Sultan'la töreleştirilen "İslam dışı bir tavır" (9) olduğunu yazar. Demek ki içki (dem) 16. yüzyılda Alevi-Bektaşi Cem'lerine girmiş olmalıdır.

İlahiyat profesörü Fığlalı'nın da belirttiği gibi genel Alevi-Bektaşi topluluklarında dolu "ibadet hükmünde" sayılır. Cem'de "büyük bir saygıyla" anılır. Kurban yenilmesi sırasında "kesinlikle dolu içilmez". Orta Anadolu ve Doğu Anadolu'da dolu olarak şerbet verilir (10). Yörelere göre bu gelenek, farklı sürdürülür. Yozgat'ta Erkânlı köylerinde Cem'de yaşlılar adabına göre dolu içerler. "Pençeli" kesim içmez. Malatya, Erzincan ve Tunceli yöresinde de Cem'de dolu alınmaz. Bir takım yörelerde dedeler dahi dolusunu aldıktan sonra Cem'e girerler. Kimi yörelerdeyse içkili dedeler dahi Cem'e alınmazlar (11).

İçki Alevilerde "Kırklar Meclisi"nin bir anısı olarak kutluluk kazanmış ve dolu adıyla ayinin bir parçası durumuna sokulmuştur. Bilindiği gibi "Kırklar Meclisi"nde bir üzüm tanesinden çıkarılan şıra "Kırkları" esrik kılar. "Kırkı bir can olur". Alevilikteki paylaşımcılık ve birliktelik anlayışları bu tür mitolojik anılardan temellerini bulur.

Alevi-Bektaşi Cem'lerinde dolu kullanımı İslami kaynaktan değil, Ortaasya kaynağından gelmektedir. Eski Türk örf ve adetlerinin İslami bir cila altında yaşatılmasıdır bu gelenekler. Ortaasya Tüıkleri'nde, Şamanlıkta kurbana "Tolu / Dolu" denirdi. Günümüzde Alevi toplumlanndaki kurbanın "lığlanması" da Şamanilik kaynaklıdır. Asya gelenekleri Anadolu'da da sürdürülmüştür (12).

İçki Alevilikte bir eski geleneğin sürdürülmesidir. Yoksa, Aleviliğin temel ilkesi, kuralı değildir. İçki içme ve Cem'lerde dolu kullanma genel de değildir. İçki, ölçülü olmanın bir yoludur. Yoksa "Üss-i Zafer" kitabında yazarı Mehmet Esat'ın 1826'larda Bektaşi tekkelerinin kapatılmasında bütün tekkelerde alkollü içkiler bulunduğu, "içki şişelerinin ağızlarına Kuran sayfalarının tıkaç yapıldığı" (13) türündeki savları bir Alevi-Bektaşilik düşmanının suçlamalarıdır. Bilindiği gibi M. Esat Bey II. Mahmut'un Yeniçeriliği ve Bektaşiliği kaldırmak için göreve getirdiği bir vakanivüstüdür. Bu olayların kuramcısı odur. Yansız ve nesnel yazacağı doğallıkla kuşkuludur.

Alevi-Bektaşi şiirinde içki / dem / doluya yer verilir. Esriklikten, esrik olmaktan söz edilir. Fakat bu içip sarhoş olmak anlamında değildir. Sevdiklerinin aşkıyla mest olmak anlamındadır. Tanrısıyla birleşmek, peygamberiyle, çok sevip yücelttikleri Ali'yle tıpkı "Kırklar Meclisi"ndeki gibi özbenliklerini eritip, birleştirmek anlamındadır. Viranı, "Ali'dir kadehim, Ali'dir şişem", Dertli, "Getir saki mey engürü, ki el tutmaz ayak tutmaz / Anı Zahid yasak ettiyse, aşk ehli yasak tutmaz"; Kararsız Veli, "Anun içün esürük sarhoşlaruz / içtiğimiz kadeh doludur bizim"; Pir Sultan, "Dolumuzu içeliden ezelden / Münkir ne bilir evliya sırrından"; Teslim Abdal, "Doldurdu doldurdu bir dolu verdi / Ol Hızır'ın yeşil eli sabahtan"; Pir Mehmet, "Sun elinden içem kudret dolusun / Senin aşkın beni Mecnun eyledi", Kul Şukri; "Gerçekler Ali'den dolu içtiler / Yedi nefisten ruhların seçtiler" derlerken bunu amaçlamışlardır, yoksa sarhoşluğu değil (14).

Dolu içmenin alışkanlık olduğu Alevi-Bektaşi yöreleri vardır. Genel bir kural olmamakla birlikte tüm Alevi-Bektaşi topluluklarında dolu "Hak dolusu"dur, "Hünkar Hacı Bektaş Veli dolusudur", "Gerçek Erenler dolusudur". Saygıyla alınır, edeple içilir. Ayinin bir bakıma kaçınılmaz bir öğesidir. Kutsal bir havada içilen doludan kötü bir sonuç beklenemez. Bir "günah" doğmasına olanak yoktur. Öylesi bir ortam da zaten yoktur.

Hacı Bektaş Çelebilerinden A. Celalettiıı Ulusoy'un gözlemleri ve değerlendirmeleri ilginçtir. Dem toplumda olumsuz değil, olumlu etki yapar. Taplantılarda "edep" içerisinde dem alınması toplumsal dostluk ve kardeşliği doğurur, kanısındadır. Şöyle diyor:

"Alevi-Bektaşi yolunda, dem'in belli ölçüler içinde dostluğa ve kaynaşmaya yönelik muhabbet havası içinde içilmesi, toplumsal yaşantıda olumlu etkiler göstermiştir. Düğünlerde, özel ziyafetlerde ve benzeri törenlerde bir Alevi-Bektaşi'nin cana yakınlığı yanında, terbiyeli ve saygılı davranışı hemen dikkati çeker. Bu toplumsal yaşantıda yapılan eğitimle, toplumsal yapıda barış, kardeşlik yolunda gerçekleştirilen bir başarıdır. İnsanların vazgeçemediği içki içme eğilimi, terbiye ve ahlâk kuralları içinde, disiplin altına alınmıştır. Edep dışı, incitici hareketlere ve hafifliklere meydan verilmeden, insan yaşantısına hoş bir hava ve renk getirilmiştir" (15).

İçki, Alevi-Bektaşiğilin bir kuralı, ilkesi değildir. Edep-Erkânı arasında da temel olarak yer almaz. Her Alevi-Bektaşi yöresinde de içilmez. Birçok Sünni ve Sünni yöresi de içki kullanır. Oysa, Alevi-Bektaşilerde içki kullanmanın (dem alma) bir adabı (kuralı, ilkesi) vardır. İçki, kişiler ve topluluklar için bir "mihenk taşı", bir kişinin erdemlik ölçüsü olarak algılanır. Alevi-Bektaşiler içkiyi bir "nefis terbiyesi" olarak görürler. Dem, ayinlerde alınır ve kutsal bir saygınlığı vardır. Yerine göre sözü-sohbeti açar, insanları birbiriyle kaynaştırır. Toplumsal dostluk ve kardeşliği sağlar. Bu yanıyla da olumlu bir işlev üstlenmiş ve olumlu bir görevi yerine getirmektedir.

Alevi-Bektaşiler içki kullanmada edepli ve ölçülüdürler. "Üç K" ilkesini uygularlar. "Üç K"nın anlamı bu toplumca şudur. İçki alınırken eşin (karın), komşun ve kesen zarar görmeyecek ve olumsuz olarak etkilenmeyecektir. Bu ilke Alevi-Bektaşi toplumunu denetimli, kontrollü ve disiplinli kılar.

Kadeh, avucun içine alınır. Bu, sevgiyle tutuştur. Baş parmak yukarıya doğrudur. Tanrı'yı gösterir. "Allah-Muhammed-Ali" diyerek kadehten üç küçük yudum alınır. Hiçbir zaman kadeh tümden içilmez, boşaltılmaz. Kadehler tokuşturulurken, eller tokuşturulur ve "Cam cama değil, can cana" olmasına özen gösterilir. Bunlar belli bir adap ve disiplin içerisinde yapılır.

KESİM XI - DİPNOTLAR:

(1) Geniş bilgi ve kanıtlar için bkz: Eröz, s: 305 v.d.

(2) Bkz: Bender, s: 214.

(3) Eröz, s: 309.

(4) Eyuboğlu, s: 324.

(5) Şinasi Koç - Gerçek islâm Dini, Ank. 1989, s: 144.

(6) Ayet metinleri için şu kuran çevirisi esas alınmıştır. Abdulbaki Gölpınarlı - Kur'an-ı Kerim Anlamı, Remzi Kitapevi, İst. 1968.

(7) Vilayetname, s: 94.

(8) Eyuboğlu, s: 105.

(8) Noyan, s: 22 v.d.

(9) öztürk, s: 178.

(10) Fığlalı, s: 331.

(11) Gözlemlerin bir kısmı Prof. Mehmet Eröz'den alınmıştır. Bkz: s: 315. ,

(12) Bkz: Eröz, s: 314; Fığlalı, s: 368.

(13) Bkz: Öztürk, s: 198.

(14) Oytam, s: 118 v.d.; Eröz, s: 315 v.d.

(15) A. C. Ulusoy - Hünkâr Hacı Bektaş Veli ve Alevi-Bektaşi Yolu, Hacıbektaş, 1986, II. baskı, s: 231.

...

KESİM: XII



ALEVİ-BEKTAŞİLİK HRİSTİYANLIKTAN MI KAYNAKLANMIŞTIR ?

Hristiyanlık Alevi-Bektaşiliği Belirlemiştir Savı:

Bu sav iki kaynaktan gelir. Birincisi Alevi-Bektaşiliğe açıkça düşman olan kesimlerden. Karalamak, aşağılamak amaçlıdır. Bu savı son dönemler T.M. Sözengil "Tarih Boyunca Alevilik" adlı kitabında işleyerek, Aleviliğin Yahudilik ve Hristiyanlık'tan çıktığını savundu.

Bu savda (iddiada) olan ikinci kesimse Batılı, Hristiyan kökenli araştırmacı yazarlardır. Bunlar 1910'lu yıllarda çalışmalar yapan İngiliz F.W. Hasluck'la 1940'lı yıllarda ürün veren, yine İngiliz J.K.Birge'dir. Ard niyet taşınmaz. Aleviliği aşağılamak, karalamak amacında değillerdir. Doğu kültürünün esrarlı ve gizemsel yanı onları Alevi-Bektaşi kültürünü araştırmaya yöneltmiştir. Kendi Hristiyanlık kültürünün izleri açısından olaya yaklaşılmış, sonuçta Alevi-Bektaşilik içerisinde Hristiyanlık hatları oldukça kabartılmış olarak ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşım yazarları yanılgılara götürmüştür. Şimdi Alevi-Bektaşilikte abartılarak savunulan Hristiyanlık izlerine bakalım:

• T.M.Sözengil'in ve daha birçoğunun savı Abdullah b. Seba "masalı"na dayanmaktadır. Bunu önceki konularda irdeleyip yanıt verdiğimiz için yeniden ele almıyoruz.

Hasluck'a Göre:

• Hasluck, "Bektaşilik Tetkikleri" ve "Christianity and İslam under the Sultans" adlı yapıtlannda Hacı Bektaş'ın Bektaşiliğin kurucusu olamayacağını; bir kabile atası, bir toplum önderi olabileceğini savunuyor.

• Hasluck'a göre Anadolu'da Türkleşme ve İslamlaşmanın gerçekleşmesinde eski Hristiyan inançları yöntem görevi yapmıştır. Eskişehir-Afyon arasındaki Sinan Baba tekkesi kurulmadan önce burada Zeus tapınağı ve bir Bizans kilisesi vardır. Zile, Lefkoşa, Kırklareli gibi yerlerde "Kırklar Makamları" vardı ve bunlar İslam dervişlerince benimsenmiştir.

• Hızır İlyas, Hristiyan Georgios'un İslamlaşmış biçimidir.

• Eski Hristiyan manastır yıkıntıları üzerinde veli-eren mezarlarının kurulması Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında etkili olmuştur.

• Anadolu'da "Aya Yorgi", "Aya Eliyas" ve "Serceyos" adlı Hristiyan veliler Alevi-Bektaşilerde "Hızır" olarak kabul edilir.

• Trabzon yöresindeki Şeyh Elvan Tekkesindeki "Hızır" "Aya Teodoros"un yerini almıştır.

• Dersim ve yöresi Alevileri'nde "Ali" "İsa"nın; "Oniki İmam" "Oniki havari'nin; "Hasan"la "Hüseyin" "Petros"la "Pavlos"un yerini almıştır.

• Hacı Bektaş Tekkesinin yerinde önceleri "Ayos Haralambos" adlı bir Hristiyan manastırı vardır. Bu yüzden burası Hristiyanlarca da ziyaret edilir. Piskopos Kirillos (1815) ise Hacı Bektaş'ı "Ayos Harulambos" değil, "Abos Evistanbos"la aynı sayar.

• Alevi-Bektaşilikteki "Allah-Muhammet-Ali" üçlemesi (teslis) Hristiyanlıktaki "Tanrı-İsa-Meryem" üçlemesinden alınmıştır.

• Hristiyan rahiplerinin evlenmemeleriyle ("mücerredlik") Alevi-Bektaşi dervişlerinin evlenmemeleri arasında bağ vardır.

• Alevi-Bektaşilikteki "Düşkünlük", Hristiyanlıktaki "Afaroz" kurumuyla benzerlik gösterir (1).

Birge'ye Göre:

• Bektaşi adetleriyle Doğu Kilisesince uygulanan yedi ayin (Vaftiz, kutsal yağlanma, Aşai Rabbani, evlenmeme, günah, karma, nikah kıyma v.b.) arasında çarpıcı benzerlikler vardır.

• Hz.İsa'yla Hz.Muhammed'in ilk dönemlerinin aynılığına ortakça inanılır.

• Oniki İmam'la Oniki Havari benzerdir. İsrail'in Oniki Kabilesi vardır.

• İsa'nın bakireden doğuşuyla Balım Sultan'ın doğum öyküsü arasında benzerlik vardır.

• Hacı Bektaş bir çoklarınca St. Haralambos'un dirilişi olarak görülür.

• Bektaşi uygulamalarıyla İncil anlatısı arasında kimi koşutluklar vardır.

• Virani Baba, insanın Tanrı'ya ulaşması için yeniden doğması gerektiğini savunusunda Yuhanna benzeri bir dil kullanır.

• Alevi-Bektaşilerin tavşan yememesi Leviticus XI, 6'ya uymaktadır (Dr. White'nin saptaması).

• Hristiyanlıktaki üçlemeyle Alevi-Bektaşilikteki üçleme (teslis) aynıdır.

• Elif tac, piskopos tacına benzer.

• Tığbent, Hristiyan keşişinin kuşağına benzer (2).

Eski Kültürler Alevi-Bektaşilik Hamurunda Yoğrulmuştur:

Olaya, tarih ve toplumbilimi verilerini gözönüne olarak yaklaşmak zorundayız. Alevi-Bektaşiliği salt Yahudilik ve Hristiyanlığın yeniden dirilmesi olarak görürsek bilimsellikten ve varolan gerçekten kaçmış; kinin, nefretin ağına düşmüş oluruz.

Alevi-Bektaşilik ne Hristiyanlığın yeniden canlanması, ne de Prof. İlhan Başgöz'ün savunduğu gibi "Bizans İmparatorluğunda görülen Hristiyan zındıklığı zincirinin halkalarıdır" (3). Alevi-Bektaşilik eski Ortaasya, Ortadoğu, Anadolu ve Balkan kültür ve inanışlarına kucak açan; onları hoşgörü ve insanseverlik potasında eriten; yeni inanış ve düşünce ilkeleri çerçevesinde kalıba döken; biçim, öz ve nitelik kazandıran bir olgudur, oluşumdur. Bir takım eski Hristiyan azizleri İslam gösterilmemiş, kimi Hristiyanlık ilkeleri Aleviliğin-Bektaşiliğin ilkeleri durumuna getirilmemiştir. Alevi-Bektaşilik bir eklektizm (seçmecilik) değil, bir sentez (bireşim) dir. Bu düşünce ve ilkelerin yeniden yoğrulması, karılması ve yeniden kalıba dökülmesidir. Önceki kültürler Alevi-Bektaşilik içerisinde eritilmiştir, sindirilmiştir. Bunun böyle olması doğaldır. Çünkü, Alevilikte, coğrafya etkeni belirleyici olmuştur. Belirtilen yörelerdeki insan topluluklarına yeni bir yaşam, yeni bir dünya anlayışı kazandırılırken onlardan, onların olanlardan da birşeyler almak gerekir. Onları yeni dünya anlayışı içerisinde toparlamanın, birleştirmenin yoludur bu. Alevi-Bektaşiliğin hoşgörülülüğü, bu yanından gelir. Bu yüzden de Sünni-İslamlığa karşın, farklı kültür ve etniksel çevrelerin İslamlaşmasında Alevi-Bektaşilik daha kazandırıcı olmuştur.

Alevi-Bektaşiliğin bu özelliği araştırmacı ve bilginlerin dikkatini çekti. Birge, "Bektaşilik'te hem Müslüman ve hem de Hristiyan nüfusu çekebilecek çok özellik vardır" der (4). Bu yargıdan yola çıkarak geniş coğrafi bölgelerdeki pağanist Hristiyan ve öteki inanç ve etniklere ait toplumların Alevi-Bektaşilikte toplanmalarını şu gerekçelere bağlar:

"Hristiyanlık örneğinde bir bağımlılık ilişkisinden emin olmak kolay değildir. Benzeşmenin çok fazla olduğu birçok durumda gerçek köken bir başka yönde olabilir. Hatta fikir benzerliği sonradan Hristiyanları çekmeye etkili bir hizmet sunmuş ve onların tarikat içinde kendilerini yuvalarında hissetmelerini sağlamış olabilir. Bu nedenle (...) benzeşmeler listesi, köken üzerine bir tez ileri sürülmeden fakat yalnızca Bektaşilik'te dışsal olarak Müslüman, ama içsel olarak Küçük Asya'ya da Arnavutluk'taki ilkel bir Hristiyan tipi için, eski inanç ve adetlerin İslamın görünüşte kabulünü zorunlu göstermiş olan dışsal durumla uzlaştırılmasını olanaklı kılabilen seçmeci yapıda bir sistem bulunduğunu göstermek için verilmiştir. Bu yolla yalnızca Grek ve Arnavutlar değil, fakat bir zamanlar Nasturi Hristiyan olan milyonlarca Türk'ün torunları da Bektaşi sistemi içinde eritilmiştir" (5).

Birge, çalışmalarında Alevi-Bektaşilik'teki Hristiyan öğelerin kök olduğunu, temel ve belirleyici rol oynadıklarını savunmaz. Oluşuma, Ortadoğu çok dinselliği ve çok etnikselliği açısından yaklaşır. Alevi-Bektaşiliğin tutumunda; Hristiyanları ve öteki dinlerde olanları tarikata çekip, onlara yabancılıklarını duyurmama çabasının ön plana çıkağını görür.

Oluşumun bu gerçek yanını ömrünü Alevi-Bektaşiliği araştırmaya ayırmış Prof. İ. Melikoff da görür. Şunu saptıyor:

"Bektaşiler üzerinde çalışan kimi bilginler, tarikat içinde Hıristiyan öğelerin önemini abartmışlardır. Bununla birlikte, genellikle Sufi tarikatlarda görülen, çevreye uyum sağlayabilirliğin, Bektaşilik'te de söz konusu olduğunu belirtmek isterim. Bu nedenledir ki Bektaşilik, Hıristiyan çevreye yerleştiği zaman, bu öğeleri sindirebilmiştir" (6)

Alevi-Bektaşilikteki, Hıristiyanlığa ilişkin kimi benzerlikler birer temel olmayan ayrıntılardır. Bu tür benzerlikler bilimsellikten uzak, biraz da Hıristiyanlık tutuculuğuyla, kimi yabancı ve yerli yazarlarca abartılmıştır. Toplumsal ilişkilerin kültür alış verişine yolaçabileceğini, bu yüzden Alevilik-Bektaşilik üzerinde Hıristiyan inanç ve kurumlarının "küçük çapta" da olsa etkisi olabileceğini bir toplumbilimci (sosyolog) olan Alevi-Bektaşi uzmanlarından Prof. M. Eröz de kabul eder (7).

Alevi-Bektaşi olanların bir kesimi önceleri Ortadoğu ve Anadolu'ya gelmiş, zamanla Hıristiyanlaşmış Türkler'dir. Bunu yadsımak olası değil. Hacı Bektaş, Hz. Ali, Oniki İmamlar tarihsel kişilik olarak çok net olarak biliniyor. Bunları eski Hıristiyan azizleriyle özdeşleştirmek ancak inanç ve duygu bağlamında kalır. Gerçekten de bu kişilikler tarihsel birer varlıktırlar. Yaşamış ve derin izler bırakmışlardır. Bunları yok saymak, Hıristiyan azizlerin gölgesinde bırakmak birer Hıristiyan tutuculuğudur. Yerli yazarlar için de olsa olsa ard düşünceliliktir. Her iki tutum da bilime ters düşer.


Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə