Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7, Aralık 2011, s. 85-106
87
Fuzûlî’nin Divanına Sosyal Psikoloji Açısından Bir Bakış (Ötekileştirilmiş Fuzûlî)
ve Sünni halk arasındaki düşmanlık ve nefret iyice artmıştır. Bu nefret, bazen devlet otoritesini zulme
döndürmüş, bazen de çatışmaları, katliamları doğurmuştur.
İşte Fuzûlî, toplumun böyle hiziplere ayrıldığı bir ortamda yaşamıştır. Fuzûlî, Farsça divanının önsözünde bu
ortamı, kendisinden şiir yazmasını isteyen birisine söylediği sözlerle anlatır: “Sevda-zede benden bu fenni
ummak şayan-ı hayrettir. Zira doğduğum ve yaşadığım yer Irak-ı Arap’tır. Burası padişahların gölgesinden uzak
kalmıştır. Şuursuz halkı yüzünden mamur değildir. Burası öyle bir bostandır ki salınan servileri sam yelinin
kasırgaları, ve açılmamış goncaları ise mazlum şehitlerin mezarlarının kubbeleridir. Burası öyle bir ayş u tarab
meclisidir ki şarabı parçalanmış ciğerlerin kanı, nağmeleri avare gariplerin feryatlarıdır. Mihnet artıran çölünden
bir rahat rüzgârı esmemiş, belalarla dolu beyabanında bir damla ihsan bulutu bir zerre toz bastırmamıştır. Böyle
riyazet (çile) bahçelerinde gönül goncası nasıl açılır ve dil bülbülü ne terennüm eder” (Karahan 1989:70).
Alttaki beyit “te’sîr-i devlet” terkibinin anlamlarına göre değişik manalar kazanabilir. Biz Fuzûlî’nin hayatı ve
yaşadığı ortam açısından düşündüğümüzde beyte, “âlimin, bilginin ağırlığı, vakarı, metaneti sabit değil, rüzgâra
kapılmış lale yaprağı gibi esen yele göre hareket ediyor. Devletin tesiri, servinin sudaki görüntüsü gibi
tepetaklak olmuş” anlamı verilebilir. Siyasetin, insanların davranışlarına hatta ilme yön verdiği, âlimlerin dahi
dalkavukluk ettiği, adaletin yerine zulmün hakim olduğu, devletin tesirinin, yönetiminin, otoritesinin tersine
döndüğü, karmakarışık bir ortam bundan daha şairane bir dille nasıl tasvir edilebilir.
Yelde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bî-sebât
Suda ‘aks-i serv tek te’sîr-i devlet vâjgûn
G sh.356
**
Fuzûlî’nin yaşadığı çatışma, kavga, fesat ortamı onda o kadar derin psikolojik izler bırakmıştır ki onun
kötümserliği, güvensizliği, yalnızlık ve kimsesizlik hisleri bütün eserlerinde daima hissedilir; dikkat edildiğinde,
eserlerinde hep bu çatışma ortamını yansıttığı görülür. Fuzûlî, Beng ü Bade’de beng ile badeyi ve yandaşları
olarak gösterdiği meze ve çerezleri çatıştırır; (eğer Fuzûlî’ye ait ise-ki konusu bakımından ona yakışmaktadır.)
Sohbetü’l-esmar’da meyve ve sebzeleri münakaşa ve kavga ortamına çeker. İnsanların fesadından,
kötülüklerinden, peygamberlere ve Ehl-i Beyt’e ettikleri zulüm ve işkencelerden bahseden Hadîkatü’s-sü’edâ
adeta çatışma, kavga ve fesat tarihi gibidir. Rind ü Zahid isimli eserinde, aralarında anlayış ve inanış farkı olan
baba ile oğulun (Zahid ile Rind’in) anlaşmazlıkları ve fikir çatışmaları vardır. Leyla ile Mecnun’da da buna benzer
anlaşmazlık ve çatışmaların, Mecnun ile babası ve kabile halkı arasında, Leyla ile ebeveynleri arasında yaşandığı
görülmektedir. Denilebilir ki Fuzûlî, kendi yaşadığı yabancılaşma ve ötekileşmeyi yahut ötekileştirmeyi
eserlerindeki kahramanlarına, yine kendisinin yaşadığı gibi bir kavga ortamı içerisinde yaşatmıştır. Fuzûlî, daima
Mecnun’u kendine örnek edinmiş, divanında birçok beytinde kendini onunla kıyaslamıştır; âşıklıkta, aşk derdi
çekmede, acıya, kedere tahammül etmede, melamette kendini Mecnun’dan üstün tutmuştur. Mecnun ana ve
**
Beyitler, Fuzulî Türkçe Divan, Akyüz, Kenan vd. (1958) baskısından alınmıştır.
KISALTMALAR
G
:Gazel
K
:Kaside
Rub
:Rubai
Mrb
:Murabba
Tc
:Terci-bend
Kt
:Kıt’a
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7, Aralık 2011, s. 85-106
88
Zülfi GÜLER
babasına, içinde yaşadığı topluma, insan hayatına yabancılaşmış bir kişidir; hatta Leyla’ya, kendine dahi
yabancılaşmıştır.
Divanındaki manzumelere bakıldığında, bahar mevsiminin neşe, eğlence ilhamı ve yaşama sevinci vereceği
yerde, Fuzûlî’ye hüzün verdiği, zulmü hatırlattığı görülür. Divanının başındaki tevhidin bahariye olan nesib
kısmında Fuzûlî, bahar bahçelerinde adeta kendi içinde yaşadığı toplumu görmektedir: Bahar gelince kanın
ısınması, coşması sonucunda, ıstırap ve heyecan ile gül dalının teninde ukdeler meydana gelir; bahçe hacamat
edilmiş, bıçaklanmış bir insan vücudu gibi yer yer kızıl kana boyanır. Fuzûlî, Tanrı’nın sanatını, meydana koyduğu
güzellikleri seyir için gül bahçesine gittiğinde, bahçenin güzellerini, zarif kişileri gereksiz bir kavgaya,
münakaşaya tutuşmuş ve yanlış yola sapmış halde görür; toplumun bu aydın kişilerinin hepsi bir kurtuluş yolu
istemekteler, ama hepsinin de isteklerinin delili çürük ve beyhudedir.
Bahârdan ten-i gül-bünde eyleyüp heyecân
Harâret-i demevî kıldı ‘ukdeler peydâ K. sh.37
Boyandı kanı ile safha-i çemen gül gül
Meger ki fasdına hükm eylemiş tabîb-i hevâ
Bisât-i gül-şene dün eyledüm güzer ki demî
Kılam nezâre-i âsâr-ı san‘at-ı Mevlâ
‘Acep nizâ‘da gördüm çemen zarîflerin
Ta‘accüb ile kamu sâlik-i tarîk-i hatâ
Kamu kemâl ile müsted‘i-i tarîk-i necât
Velî kamusuna bâtıl delîl-i istid‘â
Cafer Çelebi övgüsünde yazılan bir kasidenin nesibinde de Fuzûlî, bahar günlerinin neşe vermediğini; baharın
güvensizlik getirdiğini, tabiata emniyetsizlik ve huzursuzluk yaydığını söylemektedir. Çünkü baharda bulutlar
ağlar; lalezar kana gark olur; sel sahranın sinesini yırtar; gonca gelininin eteğine diken takılır; jale taşları gül
dallarının bedenini morartır; akarsular çiçek bahçesini zincirlerle bağlar. Aynı kişi için yazılan bir başka kasidede
ise, gonca çocuğu sünnet edilir, bahçeye kan ve cerahat saçılır.
Dostlar eyyâm-i gül olsaydı eyyâm-i sürûr
Ra‘d-i nâlân dem-be-dem kılmazdı ebri eşk-bâr K sh.92