Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7, Aralık 2011, s. 85-106
89
Fuzûlî’nin Divanına Sosyal Psikoloji Açısından Bir Bakış (Ötekileştirilmiş Fuzûlî)
Fasl-i gül tab‘ında emniyetten olsaydı eser
Gark-i hûn-i lâle-zâr olmazdı tîğ-i kûh-sâr
Sîne-i sahraya tîğ-i seylden düşmezdi çâk
Nev-‘arûs-i goncenün dâmânını dutmazdı hâr
Jâle daşından göğermezdi teni gül-bünlerün
Gül-şeni zencîre etmezdi mukayyed cûy-bâr
Çemende eylediler tıfl-i gonceyi mahtûn
Saçıldı gül-şene gül gül cerâhatinden kan K sh.94
Fuzûlî böyle bir nefret ortamında yetişmiş, kendisi de bu nefreti ve düşmanlığı yaşamış ve yaşatmıştır. Fuzûlî
“doğup büyüdüğü toprakların dinî havasını her defasında teneffüs etmiş ve her fırsatta bunlara bağlılığını dile
getirmiştir. Hz. Peygamber’e, ailesine ve Oniki İmam’a içten bir sevgiyle bağlı olan Fuzûlî Şiidir” (Mengi,
1995:141).
Şah İsmail Bağdat’ı aldıktan (1508) “iki sene sonra, Horasan tarafında Özbek Han Şeybek’i yenerek kafatasını
şarap kadehi yaptıktan hemen sonra, Fuzûlî’nin, Beng ü Bade mesnevisini hayranlık ve takdir dolu beyitlerle Şii
Şah’a ithaf etmesi ona karşı saygı ve bağlılığına bir delil olarak ele alınabilir” (Karahan 1989:79).
Şah İsmail’in Bağdat’a vali olarak bıraktığı İbrahim Han, Fuzûlî’yi tanımış ve beraberinde Bağdat’a götürmüştür.
“İbrahim Han’ın koyu Şiiliği, Hz. Ali’nin ve Irak havalisinde yatan imamların türbelerine gösterdiği saygı ve
yaptığı ziyaretler, Kerbela’ya asker toplayışı…. Şairimizin takdir ve hayranlığını çekmişti. Fuzûlî, İbrahim Han’a
yazdığı kasidelerinde, Safevî-Şii Hanlığını ve onun emirini göklere çıkarmaktadır” (Karahan 1989:80). Şah
İsmail’e ve Bağdat valisine sunduğu kasidelerine bakıldığında, hatta sadece, İbrahim Han’ın Kerbela’ya asker
yığması üzerine söylediği şu beyte bakarak, Fuzûlî’nin bu döneminde, müfrit, intikam peşinde ve düşüncesinde
olan bir Şii olduğu söylenebilir.
Çü deşt-i Kerbelâ'ya leşker-i İslâmı cem‘ itdün
Yakîn oldu ki Şâh-i Kerbelâ'nın istenür kanı K sh.88
“Fuzûlî’nin Şiiliğini düşündüren ifadeler bunlarla sınırlı değildir. Şair, Şia’ya olan bağlılığını her fırsatta dile
getirmiş, Hz. Ali ve Oniki İmam övgüsünde kasideler kaleme almıştır. O, kasidelerinde ve divanının muhtelif
yerlerinde Hz. Ali’yi “şâh-ı velâyet” olarak anmaktadır. Fuzûlî, Hz. Hüseyin’in katledilişini sıkça hatırlatmakta,
ona “Şâh-ı Kerbelâ” ve “Şâh-ı Şehit” sıfatlarını vermektedir” (Kesik, 2004: 280).
İbrahim Han’ı öldürerek yerine geçen yeğeni Zülfikâr Han’ın Osmanlı’ya bağlılığını sunmasından sonra Fuzûlî
Necef’e dönmüş, bir müddet hamisiz ve sessiz kalmıştır. Bağdat’ın Osmanlı yönetimine girmesinden sonra da
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7, Aralık 2011, s. 85-106
90
Zülfi GÜLER
Fuzûlî, Kanuni’ye ve paşalarına, Bağdat valilerine kasideler ve eserler sunmaya başlamıştır. Fakat Fuzûlî’nin
Sünni yönetimi hiçbir zaman benimsemediği söylenebilir.
Fuzûlî’nin meşhur Şikâyetname’sinde Osmanlı yönetimini, padişah da dâhil yöneticilerini istihza ile yerer
mahiyette ifadeler bulunduğu okuyanların dikkatinden kaçmamıştır. Kızgınlık duygularını gizlemeden yazdığı bu
mektubunda şair, “dokuz eflake pây-ı istiğnâ urur iken evkaftan dokuz akçe vazifeye kanaat kılup ‘arz aldım”
derken, kendisine verileceği söylenen dokuz akçenin, Osmanlının büyüklüğüne yakışmayacak, hatta onu
alçaltacak derecede az olmasına rağmen, kendisinin bunu lütfen kabul ettiğini ima etmiştir. Onun, Bağdat kadısı
Mehmet Gazi’ye yazdığı bir kasidedeki şu fahriye beytinde de buna benzer bir söyleyiş vardır. “İyilik, lütuf, bağış
Süleyman tarafından sunulsa dahi, benim değerimin, itibarımın, şerefimin yüksekliği buna iltifat etmez” diyen
şair, Süleyman ismiyle Osmanlı padişahını kastetmiş olmalıdır.
Rif‘at-i kadrüm iltifât etmez
Ger Süleymân kılursa ‘arz-ı ‘atâ K sh.76
Yine Şikâyetname’de “dedim beratımın mazmunu niçin suret bulmaz? Dediler zavaiddir husulü mümkün olmaz.
Dedim böyle evkaf zevaidsiz olur mu? Dediler zaruriyat-ı asitaneden ziyade kalırsa bizden kalır mı? Dedim vakıf
malın ziyade tasarruf etmek vebaldir. Dediler akçemizle almışız bize helâldir.” Cümlelerinde ise, padişahın ve
yöneticilerin gereksiz harcamalar yaptıkları, vakıf mallarını halkın yararına değil kendi arzuları için kullandıkları
ve bu arada vakıf yönetiminin ve gelirlerinin birilerine satıldığını ima eden ifadeler kullanmıştır.
Fuzûlî, Kanuni’ye ve devlet ricaline yazdığı kasidelerde sözün tevriyesinden ve kinayesinden yararlanarak,
övgüyle beraber yergiye de yorumlanabilen beyitler söylemiştir. Sultan Süleyman methinde söylenen şu
beyitlerde “O adil sultan devlet fidanının meyvesidir. Ondan evvel “felek-mikdar” (felek sayısı kadar ya da felek
derecesinde) sultanlar gelmiştir. Ondan önce gelip giden sultanlar fena olduysa şaşılır mı (ya da ona ne)?
Ağaçlar meyve verecekleri zaman çiçeklerini dökerler.” İkinci beyitteki “fena olduysa” sözü “kötü olduysa” ya da
“yok olduysa” anlamlarına gelecek biçimde söylenmiştir.
Meyve ol Sultan-ı ‘âdildür nihâl-i devlete
Sâbıka gelmiş selâtin-i felek-mikdâr gül K sh.40
N'ola ger sâbıklar olduysa fenâ oldur garâz
Meyve gösterdükde dökmek resmdür eşcâr gül
Aynı kasidedeki şu beyitte ise “Fuzûlî, her ne kadar sana değer vermiyorlarsa da sen yine de sultanı öv, çünkü
gülün hara yar olması bu devirde âdettir.” diyerek Fuzûlî, kendini güle, Sultanı dikene benzetmiştir. Ayrıca bu
söyleyişte, övgüyü kerhen yaptığı; o zamanda dalkavukluğun geçer akçe olduğu iması da vardır.
Gerçi yohtur i‘tibârun medhin et izhâr kim
‘Âdet-i devr-i zamândur hâre olmak yâr gül K sh.40