Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7, Aralık 2011, s. 85-106
91
Fuzûlî’nin Divanına Sosyal Psikoloji Açısından Bir Bakış (Ötekileştirilmiş Fuzûlî)
Kanuni övgüsü için söylenmiş şu beyitte “halkın muhtaç olduğu her şeye o doymuştur; halkın sahip olmakla
iftihar ettiği şeylerden o ar eder” denilmiştir. Bu sözler, o devrin kültürüne ve padişaha bakış açısına göre, bir
padişahı yüceltme sayılabilirse de devlet yönetiminin başında bulunan, halkın huzur ve refahını teminle sorumlu
bir kişi için söylendiği düşünülürse, yergi anlamları da çıkarılabilir.
Her ne kim ‘âlem ana muhtâc ol andan gânî
Her ne anunla tefâhur halka andan ana ‘âr K sh.48
Fuzûlî aşağıdaki beyitlerinde, Kanuni’yi yücelterek onun “heft ahter”e, dolayısıyla feleklere hükmettiğini
söylerken, bu gezegenlerle onun emrindeki sadrazam, vezir ve paşaları kastediyor gibidir. Bu beyitlerde padişah
ve emrindeki yöneticiler hakkında şunları söylüyor. “İstek Kâ’be’sinin yolunu keserlerse şaşılmaz, onların yuları
o kazaya ve kadere hükmeden padişahın elindedir. Onun zamanında işleri düzene koyma, kötü gitmesini
önleme düşüncesi dünyadan kalkmıştır; devrinde bir temele dayanma sorumluluğu yok olmuştur. (Paşalar)
bizim bir şeyin yapılmasını ya da yapılmamasını emretme yetkimiz yoktur, bütün yetki padişahtadır, ne
emrederse biz onu yaparız, diye apaçık söylerler.” Bu söyleyişlerde, halkın isteklerinin dikkate alınmadığı, hatta
istekte buluma yolunun kesildiği, işlerin karıştığı, düzenin bozulduğu, imadan da öte bir dille ifade edilmiştir.
Kat‘-i râh-ı Kâ‘be-i maksûd ederlerse n'ola
O1 kazâ-hükm ü kader-fermâna vermişler mehâr K sh.49
Münkati‘dür dehrden ‘asrında tedbîr-i umûr
Mürtefi‘dür çerhden devrinde teklîf-i medâr
Fâş söylerler ki biz ma‘zûluz emr ü nehyden
Hâkim oldur andadır fermân anundur ihtiyâr
Şu beyitlerde ise övdüğü kişinin feleklere hükmedecek kadar dirayetli olduğunu söylerken, onun muhaliflerini
katleden bir zalim olduğunun ifadesi vardır.
‘Arş-temkîn felek-mertebe Kâdir Çelebi
Ki felek tabi‘idür her neye fermân eyler K sh.100
Çerh bir tîğ çeküpdür yeni aydan ki müdâm
Kimi gördiyse muhâlif ana kurbân eyler
Fuzûlî
bu beytinde de Mustafa Çelebi’nin cehaletini ima etmiştir.
Eline almaz imiş Mustafa kalem derler
Bu zillet ile besî olmuş idi hâr kalem K sh.103
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7, Aralık 2011, s. 85-106
92
Zülfi GÜLER
Fuzûlî, Veys Bey’i överken “senin ihsanının yağmuru memleketin imarını bayıra verir; ab-ı hayatın ölüleri
dirilttiği gibi.” demiş ve “bayıra vermek” deyimini “yokuşa sürmek”in zıddı olarak “kolaylaştırmak” anlamında
kullanmıştır. “Bayıra vermek” sözüne “salıvermek, başıboş bırakmak,” anlamı da verilebilir.
Verür ta‘mir-i mülki bayıra bârân-ı ihsânun
Nicük kim âb-ı Hızr emvâtı hayy u câvidân eyler K sh.109
Alttaki beyitte Fuzulî, “karanlıklar nasıl ab-ı hayatı Hızır’dan gizlediyse, biz de ayanın serverine öylece
karanlıklardan bir perde tutalım” diyor. Ayan, seçkinler, seçilmişler, yöneticiler demektir; şair yöneticilerin
başını, övdüğü Veys Bey’i ab-ı hayata benzetmekle beraber onun halktan uzak bir kişi olduğunu da ima ediyor.
Ayrıca hicab: perde; utanma, arlanma manalarına gelir. Zulmet: karanlık anlamından dolayı mecazen nursuzluk,
ilahî nurdan nasipsizlik, müşriklik, cehalet manaları da kazanmıştır. Böylece “hicâb-ı zulemât” sözüne
“karanlıklardan perde” anlamı verildiği gibi, “karanlığın, nursuzluğun, cehaletin utancı” anlamı da verilebilir.
Öyleyse Fuzûlî
bu beytin içinde hiciv ve istihza gizlemiştir denilebilir.
Dutalım ser-ver-i a‘yâna hicâb-ı zulemât
Hızr‘dan âb-ı hayâtı nice ihfâ eyler K sh.122
Fuzûlî’nin Şii olduğunu, Şii şaha ve yöneticilerine kasideler yazdığını Osmanlı yöneticileri mutlaka biliyorlardı;
onun, sunduğu kasideleri ve mektubunu okuduklarında, bu hiciv ve istihza imalarının da farkına varmışlardır. Bu
yüzden Sünni yöneticilerin Fuzûlî’ye lütufkâr davranmadıkları düşünülebilir.
Ötekileşme
Toplumları meydana getiren bireylerin ve cemaatlerin her konuda aynı görüşte olması imkânsızdır. İnsanlar
arasında inanç ve düşünce ayrılığı mutlaka meydana gelir. Bir ailede dahi fikir ayrılıkları doğabilir. Bu inanç ve
düşünce ayrılıkları, kişilerin ve grupların birbirini “öteki” olarak görme durumunu doğurur.
“Din ve inançlar her devirde insan topluluklarının ayrı sınıflara bölünmesine sebep olmuştur. Dinler arasındaki
inanç farklılıklarından kaynaklanan bölünmelerden başka, aynı dine mensup insanlar dahi görüş, düşünce ve
yorum farklarından dolayı ayrı mezheplere ve değişik meşrep gruplarına ayrılmışlardır. Tarihin temel unsuru
insan olduğuna göre bunun böyle olması da kaçınılmazdır. İslam dünyası da bu bölünmelerden nasibini bol bol
almış ve ümmet, birçok bakımdan farklar taşıyan türlü hiziplere ayrılmıştır.” Şentürk’ün (1996-xv) bu paragrafta
belirttiği, “inanç farklılıklarından kaynaklanan bölünmeler, mezheplere ve değişik meşrep gruplarına ve türlü
hiziplere ayrılmalar” sözü, sosyal psikoloji açısından “ötekileşme, ötekileştirme, yabancılaşma” terimleriyle ifade
edilir. Bir mezhep ya da tarikatın mensuplarına göre, başka mezhep ve tarikata yönelmiş olanlar “ötekilerdir”.
Bu şekilde meydana gelen “biz ve ötekiler” düşüncesi, mezhep, tarikat ve inanç grupları arasında birbirine karşı
bazı tutum ve davranışları da doğurur; toplum içerisinde çatışmalar meydana getirebilir; Kerbela olayından bu
güne kadar Bağdat ve çevresinde olduğu gibi.
Fuzûlî alttaki ve benzeri beyitlerinde Bağdat ve çevresindeki halk arasında oluşmuş bölünmüşlüğü, cemaatler
arasındaki düşmanlığı ifade etmektedir. Cemiyetin birliği, bütünlüğü, düzeni tefrika/ötekileştirme ile bozulmuş;