Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7, Aralık 2011, s. 85-106
95
Fuzûlî’nin Divanına Sosyal Psikoloji Açısından Bir Bakış (Ötekileştirilmiş Fuzûlî)
Bu beytinde Fuzûlî “dost ilgisiz, felek acımasız ve sebatsız, dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, buna karşılık
talih çok zayıf” diyor; adeta bütün felek başına yıkılmış, tamamen çaresiz kalmış bir durumda olduğunu ifade
ediyor. Şair, feleğin ve halkın düşmanca davranışından söz ediyor.
Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bî-sükûn
Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli‘ zebûn G sh.356
Fuzûlî yalnızlığını ve kimsesizliğini, çaresizlik ve ümitsizlik duygusunu da katarak en güzel şu beyitlerde ifade
etmiştir. Şair tamamen yalnız ve kimsesiz olduğunu ve yalnızlığın kendisini korkuttuğunu söylüyor; yalnızlık
belalar girdabı gibi etrafını sarmış, kendisini boğacak duruma gelmiştir. Kapısını açıp derdini soran hiç kimse
yok; rüzgârın ara sıra kapısını gıcırdatması da onu tedirgin ediyor. Fuzûlî’nin davranışları, yaşayışı yüzünden halk
ona tamamen yabancı olmuş, onu dışlamıştır; kendi derdine kendisi yanıyor, kendi kendine yetmeye çalışıyor.
Yetdi bî-kesliğüm ol gâyete
kim çevremde
Kimse yoh çizgine girdâb-ı belâdan gayrı G sh.397
Ne yanar kimse mana âteş-i
dilden özge
Ne açar kimse kapum bâd-ı sabâdan gayrı
Ey Fuzûlî il kamu ağyârum oldu yâr içün
Sûz-i dilden gayrı bir dil-sûz yârüm kalmadı G sh.384
Yukarıdaki beyitlerinde olduğu gibi aşağıdaki kıta ve beyitlerinde de “yalnızlık duygusu iddiasız, çaresizliğin
kabul edildiği bir anlatımla verilir. Fuzûlî’de bu çaresizlik bazen de yakarış olur. Şair, güçsüzlük, çaresizlik
karşısında eziktir” (Mengi, 1996). Yalnızlık, kimsesizlik onu çaresiz bırakmıştır. Bu murabba kıtasında ve beyitte
yalnızlığına, kimsesizliğine çare aradığını ancak bulamadığını söylemektedir.
İsteyüp bir çâre çoh yeldüm yüğürdüm her yana
Rahm edüp bir kimse, imdâd etmedi mutlak mana
Çâresüz kaldum mürüvvet isteyü geldüm sana
Rahm kıl devletlü sultânum mürüvvet çağıdur Mrb sh.469
Derdümi ‘âlemde pinhân dutduğum nâ-çârdur
Uğrasaydum bir tabîbe âşikâr etmez m’idüm G sh.319
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7, Aralık 2011, s. 85-106
96
Zülfi GÜLER
Fuzûlî bu beyitte kendini tarif ederken “ben kimim: kimsesiz, çaresiz, yersiz-yurtsuz, kaderi uygunsuz, ikbali
altüst olmuş, bahtı yaman olan birisiyim” diyor. Şair, kimsesizliğini ve çaresizliğini diğer olumsuzluklarla da
destekleyerek ifade ediyor.
Men kimem bir bî-kes ü bî-çâre vü bî-hânümân
Tâli‘üm âşüfte ikbâlüm nigûn bahtum yaman Tc sh.431
Şu beyitlerde de Fuzûlî, aynı dert ve sıkıntılardan dolayı, yani toplum tarafından ötekileştirilmiş, yalnız bırakılmış
olmasından dolayı ümitsizliğe kapıldığını ifade ediyor. İlk beyitte “ümit gölgesi kaybolmuş, buna karşılık arzu ve
isteklerin güneşi yakıcı; talihsizlik aşırı derecede, bu kötü durumu giderecek bir tedbir yok.” İkinci beyitte şair
kendine seslenerek “bu gam gecesinin biteceğine dair bir ümit yoktur. ‘Sabah olur, gamın karanlığı gider,
huzurun aydınlığı gelir’ derler ama bu söz sadece bir tesellidir.” diyerek kesin bir ümitsizlik içerisinde olduğunu
belirtiyor. Aslında ümitsizlik ile çaresizlik birbirine bağlı hatta aynı duygulardır. Fuzûlî’yi bu kadar çaresiz, bu
kadar ümitsiz hale düşüren durumun kimsesizlik ve yalnızlık olduğunu yine kendisi beyitlerinde belirtmiştir.
Sâye-i ümmîd zâ’il âftâb-i şevk germ
Rütbe-i idbâr ‘âlî pâye-i tedbîr dûn G sh.356
Ey Fuzûlî şâm-i gam encâmına yohdur ümîd
Bir tesellîdür sana ol söz ki derler var subh G sh.179
Ama yalnızlık insanı sadece çaresizliğe ve bunalıma sürüklemez; “çoğu kez yapıcı ve yaratıcı sonuçlar doğurur.
Yaratıcı insan yapıtlarını ya da buluşlarını ancak böylesi yapıcı bir yalnızlık süresinde ortaya çıkarabilir. Yaratıcı
insan ancak yalnız kalabildiği zaman içsel dünyasının zenginliklerine inebilir ve bunları sonradan, eser ya da
buluşlar olarak bize ulaştırabilir” (GEÇTAN 1996:109). Bu açıdan bakıldığında, Fuzûlî’yi Fuzûlî yapan, Türk
Edebiyatının en büyük şairleri arasına hatta başına koyan, işte bu yalnızlık sürecidir denilebilir.
Fuzûlî evrensel temaları işleyen şiirin kalıcı olacağını biliyordu. Bu yüzden onun şiirinin temaları, tasavvuf
düşüncesiyle de geniş bir uyum sağlayan aşk, hicran ve hüzün, mihnet ve gam, yalnızlık ve kimsesizlik, acizlik ve
fakirlik, talihsizlik ve nasipsizlik gibi her okuyucuya/her insana tesir eden hususlardır.
Fuzûlî, “Farsça divanının mukaddimesinde içinde büyüdüğü bölgeden bahsederken diyor ki: “mademki mihnet
beşiğinde meşakkat sütü ile beslenmişsin ve bu su ve bu havada büyümüşsün, biliyorum ki yaratılışında dert
izleri vardır. Ve keder ve acı alâmeti ise belagatin sermayesidir. Şaire zevk ve safa lazımdır deme. Dertli şiirler
yaz ki bu yolda muvaffak olasın. Dertsizin sözünde zevk bulacağını sanma, - çünkü onun gönlünün içinde bir
dert, ciğerinde bir dağ yoktur. Ayş u işret ve rahat, güzel şiir vücuda getirmez. Mihnet ve gamdan doğan şiir,
müessir olur.” (Karahan 1989:185).
Fuzûlî, çile çekmenin insanı olgunlaştıracağına, yücelteceğine inanıyor. Hz. Ali övgüsünde yazdığı kasidesinin
nesibindeki şu beyitlerde “gül gonca halindeyken dünya zulmüyle bağrı kan dolar; bu sıkıntılı hapis ve zindan
halini yaşayıp olgunlaşınca açılır, feraha kavuşur. Yağmur damlası bir müddet midye karnında hapsolur, o da