Zülfi Güler-Fuzûlî’nin Divanına Sosyal Psikoloji Açısından Bir Bakış



Yüklə 204,18 Kb.
səhifə7/8
tarix25.06.2018
ölçüsü204,18 Kb.
#51790
1   2   3   4   5   6   7   8

 

Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7, Aralık 2011, s. 85-106 

 

97 


Fuzûlî’nin Divanına Sosyal Psikoloji Açısından Bir Bakış (Ötekileştirilmiş Fuzûlî) 

 

Yusuf gibi kuyu ve zindan hayatı yaşadıktan sonra değerli  bir inci haline gelir. Tohum toprak  altında  sıkıntı  ve 

baskı  ile  olgunlaşır,  toprak  üstüne  çıkar  ve  yeşilliğiyle,  çiçekleriyle  tarlayı  süsler.  Tıpkı  bunlar  gibi,  sıkıntılara, 

mihnete,  çileye  sabreden  kişiler  de  Yusuf  örneğinde  olduğu  gibi,  refah  ve  mutluluk  saltanatına  erişebilirler” 

diyor, şair.  

Gonce bağrı dehr bî-dâdiyle evvel kan olur 

Sonra yüz lutf ile gönli açılur handân olur             K sh.32         

 

Katre-i bârân ki bir müddet sadef habsin çeker 



Yoğ iken kadri tapar kıymet dür-i galtân olur          

 

Dâne toprağ içre şiddet çektiğiyçün nice gün  



Baş çeküp hırmenlenür ârâyiş-i bostân olur            

 

Mihnete sabr eyleyen rahat tapar çün Yûsuf’a 



Saltanat tahtınun evvel pâyesi zindân olur             K sh.33 

 

Melamet 

Fuzûlî, en çok yalnızlık, melamet, fakirlik ve istiğna halleriyle övünür; yaşam biçimi olarak bu durumları seçtiğini 

söyler.  Melamet  ve  yalnızlık,  yabancılaşma  ve  ötekileştirilmenin  sonucudur.  Melamet  toplumun  benimsediği 

yaşam biçimine, davranış kurallarına, gelenek ve göreneklere uymayan, onlara aykırı bir yaşayışın sonucu olarak 

halkın  kişiyi  ayıplaması  ve  dışlamasıdır.  Bu  durum  yalnızlığı  da  doğurur;  kişi  ayıplanmaya  ve  ötekileştirilmeye 

karşı  kendi  değerlerini  ve  benini  savunma  yolu  olarak  yalnızlığı  seçmek  zorunda  kalır.  Fakirlik  ve  istiğna  ise 

dünya nimetlerinden hiçbir  şeye malik olmama  ve olmayı arzu etmeme durumunu ifade eder. Bu düşünüş ve 

yaşayış tarzı da kişinin kendini dışlayan topluma karşı bir başkaldırısı; kendi kendine yetme çabası, en azından 

bir benlik savunması olarak kabul edilebilir.   

“Onun  şiirlerinin  başlıca  unsurları  olan  aşkın  acılarına  tahammül  etmek,  elem  çekmek,  halkın  ayıplamasına 

(melamet),  başkalarının  (ağyar)  cefasına  katlanmak,  sabır,  alçakgönüllülük,  bütün  bunlar  tasavvufun  da 

dayandığı  esaslar”  (Mazıoğlu  1997:31)  olmakla  birlikte,  Fuzûlî’nin  “ehl-i  melamet”ten  olma  çabasının,  içinde 

yaşadığı sosyal ortamın sıkıntıları ve halkın dışlaması ile düştüğü ruh hali sonucunda meydana geldiği fikrini göz 

ardı  etmemek  gerekir.  “Fuzulî,  divanında  çok  yerde  “melamet”  kelimesini  kullanmış  ve  melamet  ehli  olmakla 

övünmüştür”  (Selçuk,  2007:500).  Tasavvufun  icabı  ve  dervişçe  yaşayışın  bir  gereği  olan,  tasavvufî  bir  terim 

olarak kullanılan “melamet” kişinin toplumuyla yabancılaşması sonucunda meydana gelen, kişi ile halk arasında 

karşılıklı tutum ve davranış ve bir yaşayış tarzı olarak düşünülebilir.

  

 



 

Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 7, Aralık 2011, s. 85-106 

 

98 



Zülfi GÜLER 

Şu beyitte şair, “senin köyünde (ey sevgili) darmadağın olmuş gönlümü toparlamam mümkün değil, çünkü yüz 

parça  olan  gönlümün  her  bir  parçası  senin  bir  itinin  ağzındadır.”  diyor.  Bu  söyleyişte  “ta‘n  ve  melamet” 

kelimeleri geçmiyor ama  “dile düşmek, çekiştirmek” deyimlerinin anlamları  var. Fuzûlî kendisini çekiştirenleri, 

ayıplayanları ite benzetmiş. Fuzûlî’yi ayıplayanlar kendi memleketinin halkıdır; çünkü sevgilinin bulunduğu yer 

aşığın vatanıdır. 

Dil-i sâd-pâremi cem‘ eylemek kûyunda müşkildür  

Olur mu cem‘e kâbil her itün ağzında bir pâre        G  sh.377  

 Alttaki beyitlerin ilkinde şair, kendini ayıplayanları riyakârlıkla suçluyor. Aşk Fuzûlî’yi onlardan ayırmış, farklı bir 

hale döndürmüştür. Bu farklı halinden dolayı toplun onu ayıplamış, ötekileştirmiştir. Aslında bu ötekileştirme 

karşılıklıdır; Fuzûlî de içinde bulunduğu toplumun yaşayışını, düşüncelerini, adetlerini beğenmediği için onlara 

“ehl-i riyâ” demiştir ve toplumuna yabancılaşmıştır; buna da şükrediyor. İkinci beyitte de buna benzer bir 

övünme vardır.  

Tanımaz oldu meni ta‘ne eden ehl-i riyâ  

Şükr kim hâlümi ey ‘aşk diğer-gûn etdün             G  sh.291 

 

Ey Fuzûlî her yeten ta‘n eyler oldu hâlüme  



Bu yeter ehl-i melâmet içre tahsînüm menüm      G  sh.330 

Fuzûlî’nin  daha  çok  melametten,  gariplikten,  yalnızlıktan,  fakirlikten  bahsettiği  beyitlerinde  genellikle 

kendisinden  başka  bir  de  “ötekiler”  vardır.  Fuzûlî,  divanında  bu  “ben  ve  ötekiler”  ayırımını  çok  hissettirir. 

Aşağıdaki  beyitlerin  ilkinde  şair  kendine  “şifte”  kendini  ayıplayanlara,  taşlayanlara,  yani  ötekilere  de  “ehl-i 

selâmet” demiştir. Bu sıfatlar kendisiyle ötekiler arasındaki yaşayış ve düşünüş farklılığını ifade eder. “Selameti, 

huzuru, refahı, emniyeti tercih edenler benim gibi âşıktan ya da kaçıktan yolunu ayırdı, ilgisini kesti; iyi ki onlarla 

benim  aramda  melamet  taşıyla  bir  duvar  meydana  geldi”  demiş  Fuzûlî.  Öteki  beyitte  “ötekiler”e  “bağrı 

bütünler”  diyor  şair.  Fuzûlî  bu  söze  “âşık  olmayanlar,  dertsizler  ya  da  acımasızlar”  anlamı  veriyor.  Bu  “bağrı 

bütünler”  grubunun  karşısında  bir  de  “ciğeri  pare”  olanlar,  yani  dertliler,  halden  anlayanlar  vardır;  ancak  bu 

grupta kendisinden başkası yoktur. 

 

Kesdi ben şifteden ehl-i selâmet yolunu   



Bes ki etrâfuma cem‘ oldu melâmet daşı      G  sh.399 

 

Bağrı bütünler bana ta‘n ederler müdâm  



Hâlümi şerh etmeğe bir ciğeri pâre yoh        G  sh.184     

 



Yüklə 204,18 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə