Mutezile Kelâmında Düşünce (Nazar)-Bilgi İlişkisi
167
örnek vermiştir.
95
Her iki önermede ‘sukûn’ yani zihinsel kesinlik apaçıktır.
Bu çerçevede Kadı Abdulcebbar, bilgi ile bilen arasındaki
ilişkide bilginin
niteliğini bilen üzerinden belirlemiş ve bilgiyi sukûnu’n-nefsi gerektiren bir
‘ma’nâ’ olarak temellendirmiştir.
96
O, bu ilkeyi bilen olarak özneye değil ‘ak-
letme’ sürecinin sonunda ortaya çıkan bilgiye
97
bağlamıştır. Bunu şu ifadede
görmek mümkündür. ‘Sukûnu’n-nefs, bilginin bilendeki hükmüdür. O, bunun
dışında bir ma’nâ değildir. Zira o, belli şekilde bir yön üzere meydana geldi-
ğinde bilginin zâtına dönen bir hükümdür.’
98
Kadı Abdulcebbar, bu çerçevede
sukûnun delîl üzerinde nazar edilerek kalpte
99
doğan (tevlîd) bir ma’nâ oldu-
ğunu kabul etmiştir.
100
O, bilginin mecâz içeren bu ilkesini ‘insanlar, fitne sona
erince sukûn buldu’, ‘sıcak ve soğuğun sukûnu’, ‘filanca kişinin kızgınlığı
sukûn buldu’, ‘kalbin tatmin olması ve yatışması’ vb. gibi dilsel kullanımlarla
örneklendirmiştir.
101
Ebû Abdullah el-Basrî’de
102
, Cübbâîler’de
103
ve özellikle
de Kadı Abdulcebbar’da ortaya çıkan bu ilke, aynı zamanda Farabî’de
104
de
görülmektedir. Bu kavram, ilk bakışta psikolojik bir îmâ içermektedir. Çünkü
bilen olarak nefsin sukûnu, özneldir. Ancak Kadı Abdulcebbar’ın tezi bunun
tersinedir.
105
Zira ona göre bu ilke, kaynağını bilginin özünden alır. Fakat bu,
mahal olarak özneye yapılan bir niteleme olarak ortaya çıkar. Nitelemenin
özneye dayanması, bilginin bir fiil ve araz olarak ‘ma’nâ’ kavramıyla kalpte
oluşmasındandır. Bu, başka bir açıdan bilginin bir mahal olarak bilende ‘hâl’
95 Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 42-45.
96 Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 31, 32; Muğnî, -Ru’yetullah-, s. 15, 250.
97 Kadı Abdulcebbar, Muğnî, -en-Nazar ve’l-Maarif-, s. 21.
98 Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 3, 70.
99 Kadı Abdulcebbar’a göre kalbin yapısı bir ma’nâ olarak bilgi ve iradenin sıhhati için zorunludur. Kalb,
kendisindeki ma’nâlar için bir alet değildir. Çünkü o, alet fiillerinde olduğu gibi bu fiilleri yapmada bir
alet değildir. Bilakis kalb fiili, onda, aletsiz olarak ve ‘ibtidaen’ yapılır. Burada kalbe olan gereksinim,
özneye değil, fiillerden kaynaklanır. Hareketin faile değil mahale ihtiyaç duyması gibi. Bu nedenle
i’tikâdın ve yönünün meydana gelmesinde özel bir yapıya ihtiyaç vardır. Bkz. Kadı Abdulcebbar, el-
Muğnî, -et-Tevlîd-, s. 105.
100 Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî, -en-Nazar ve’l-Maarif-, s. 222 vd.
101 Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 21; Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 46.
102 Nitekim Ebû Abdullah el-Basrî’ye göre bir hâl olarak bilgideki sukûnu’n-nefs zorunludur. Bkz. Yahya
b. Murtaza, Bahru’z-Zehhâr, I, s. 153.
103 Cübbailer, bilgiyi bilenin nefsini sukun eden, bir yönde meydana gelen ve bilginin bir hâl olması olarak
temellendirmiştir. Bkz. Abdulcebbar, el-Muğnî, -en-Nazar ve’l-Maarif-, s. 33.
104 Ona göre sukûnu’n-nefs tasdiktir. Yakinî tasdîk cedelî iken; bir şey üzerindeki sukûnu’n-nefs ise belağî
tasdîktir. Bkz. Fârâbî, Kitâbu’l-Burhân, tah. Macid Fahrî, (Beyrut 1987), s. 20 vd.
105 Kadı Abdulcebbar’a göre cahilin nefsi de sukûn bulmuş olabilir. Ancak o, bilgisizlik niteliğinde olan
bir sukûndur. Gerçekte o, sukunu’-nefs’e sahip değildir. Bilenin durumu böyle değildir. Çünkü o, sez-
gisel olarak, bildiği şey üzerinde nefsinin sukûn bulduğunu bilir. Bkz. Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî,
-en-Nazar ve’l-Maarif-, s. 36, 37.
168
İBRAHİM ASLAN
olduğu anlamına gelir. Bu hâl, bir şeyi öylesine kabul eden ve zann ile bir şeye
kanaat getirenin hâlinden farklıdır. Bu farklılığı herkes kendinde bulur.
106
Kadı Abdulcebbar, bilgiye delâlet eden şeyi kişinin kendisini sukûn hâli
üzere bulmasına bağlamıştır. Bu hâl, ma’nâ olarak ilim veya marifettir.
107
O,
bu ma’nânın delâletini açıklamak için mantıksal bir örnekleme yapmış ve şunu
söylemiştir. ‘Muhkem fiil, bir sıfat olarak, onu yapması mümkün olan kişiye
delâlet eder. Bu delâlet yönü, bir illet olarak bu sıfatı gerektirir.’
108
Görüldüğü
üzere Kadı Abdulcebbar, fiilin niteliğinden fail için bir nitelik (sıfat) delâleti çı-
kararak, bilginin bilende ortaya çıkardığı hâlden de bilgi için bir nitelik delâleti
çıkarmaya çalışmıştır. Bu, klasik bilgi yaklaşımlarından farklı olarak bilgi ile
bilen arasındaki ilişkiyi sezgisel (hâl) temelde ele alan özgün bir yaklaşımdır.
Çünkü sukunu’n-nefs bir hüküm olarak
109
akletmede ortaya çıkar. Bu, bilginin
itikâd oluşuna ve cinsine değil, onun bilgi oluşuna dayanan bir kriterdir. Dolayı-
sıyla sukûnu’n-nefs, bilginin hakikatın kendisi gibi olmasıdır.
110
Ebû Ali el-Cübbâî’nin yaklaşımı ise Kadı Abdulcebbar’ın yaklaşımından
farklı gözükmektedir.
111
Ona göre bilgi idrak edilen bir şeydir. Çünkü idrak edi-
len bir şey olmasaydı, kişi kendini bilen olarak bulmazdı. Buradaki ‘bulma’,
Kadı Abdulcebbar’daki gibi ma’nâ ve hâl olarak değil, idrak olarak değerlendi-
rilmiştir. Ancak Kadı Abdulcebbar, düşünce kaynaklı bir bilgi için idrâk ifadesi-
nin kullanılmasını doğru bulmamıştır. Çünkü bilgi idrak edilen bir şey olsaydı,
mahali ile birlikte idrak edilir ve bulunduğu mahal ile diğer mahallerin birbi-
rinden temyîz edilmesi gerekirdi.
112
Kadı Abdulcebbar, Ebû Ali el-Cübbâî’yi
eleştirirken aslında bilginin meydana geldiği yer olan nefs ve kalbin yapısına ve
sistematiğine uygun bir terminoloji kullanmaktadır. Bu anlamda nefs, ‘ma’nâ,
‘hâl’ ve ‘sukûnu’n-nefs’ kavramları arasında niteliksel anlamda tam bir örtüşme
vardır. Çünkü bilgi, nefsin sukûnuna götüren bir niteliğe sahiptir. Alimin alim
oluş niteliğine sahip olması veya kabihin kabihlik niteliğine sahip olması gibi.
Burada bilginin bilgi olduğunun bilinmesi, ancak bilginin nefsin sukûnuna gö-
türecek şekilde meydana gelmesiyle mümkündür.
113
106 Kadı Abdulcebbar,
Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 46, 47.
107 Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî, -en-Nazar ve’l-Maarif-, s. 23.
108 Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 23.
109 Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 33.
110 Nisaburî, Mesâil fi’l-Hilâf, s. 303; Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî, -en-Nazar ve’l-Maarif-, s. 38-39.
111 Abdulcebbar’a göre, Ebû Ali el-Cubbâî, bilginin sukunu’n-nefs niteliğini reddetmemiştir. O, içerik olarak
benimsediği bu kavrama sadece bilgi tanımında yer vermemiştir.
Bkz. Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 36 vd.
112 Kadı Abdulcebbar,
el-Muğnî, -en-Nazar ve’l-Maarif-, s. 23.
113 Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 46.