Mutezile Kelâmında Düşünce (Nazar)-Bilgi İlişkisi
169
Kavramsal içeriğine bakıldığında sukunu’n-nefs,
bilende bir hüküm olarak
zann, şüphe, taklîd ve temelsiz itikâd gibi bir hâldir. Bu hâl, bir temyîz olarak
herkeste eşit şekilde bulunur. Buna göre hak üzere olan sukûn hâli üzeredir.
Bâtıl üzere olan ise sukûn üzere değildir. Ebû Ali el-Cübbâî, hâkikatın ölçüsü-
nü sahih olanı fasit olandan ayıracak zorunlu veya bilgi temeline dayanması,
çelişki içermemesi, usûl ve furû açısından herhangi bir çelişkinin bulunmaması
olarak açıklamaktadır. Kadı Abdulcebbar ise hakikatın en temel kriteri olarak
sukunu’n-nefsi görmüştür.
114
Çünkü sukûn, bir şeyin faydalı olduğuna ilişkin
bilgi gibi kişiyi olduğu üzere kalmayı sağlar. Batılda ise durum tersinedir. Orada
sukun olmadığı için batılda olanın durumu bilgisizin hâline benzer.
115
Dolayısıy-
la itikâd, ‘sukûn’ hükmünü ancak bilgi oluş yönlerine sahip olmakla kazanır.
Bilginin mahiyetine ilişkin bu tartışma, görünen o ki Bağdat ve Basra Mu-
tezilesi ile sınırlıdır. Çünkü bilginin tanımının bu çerçevesi diğer kelam sis-
temlerinde bulunmamaktadır. Ebû Reşîd en-Nisabûrî, Kadı Abdulcebbar’ın
görüşüne paralel olarak bilgi oluşun nasıllığı konusunda önemli ayrıntılar ver-
miş ve şunları söylemiştir. ‘Bilgi oluş, özsel anlamda değildir. Bilakis bilgi,
bir yönde oluş ile gerçekleşir. Bağdat Mutezilesinden Belhî’ye göre ise bilgi,
özsel olarak bilgidir. Bundan kastı ise, bilginin bir ma’nâ dolayısıyla değil,
kendisi ile bilgi olduğudur.’
116
Bilgi oluş konusunda Kadı Abdulcebbar’ın ve
Nisabûrî’nin ait olduğu Basra çevresi bilgiyi fiil ve araz olarak kabul etti-
ği için ontolojisini de bir yönde meydana gelmek olarak temellendirmiştir.
Nisabûrî bu görüşünü şu şekilde temellendirmeye çalışmıştır:
Bilgi, zatı ve özü ile bilgi olsaydı, o zaman bütün bilgiler benzeşik olurdu.
Ayrıca (epistemik) değeri olmayan şeylerin bilgi cinsinden olmasının önü
kapatılmış olurdu. Nitekim bilgi olmasa da taklîd bilgi cinsinden olabilir.
Dolayısıyla bilgi oluş hükmü ve bilginin bilgi olmayandan farkı, bilginin
bir yönde meydana gelmesiyle ilgilidir. Bir yönde meydana geliş ise, ne
bilginin kendisi, ne varlığı ne de hudûsu ile ilgilidir. Taklîd, zât olarak bilgi
gibidir. Çünkü var-oluş ve hudûs, bilgi için olduğu kadar taklîd için de
geçerlidir. Taklîd, kendisini bilgi yapan ma’nâdan yoksundur. Buna göre
ma’nânın yokluğu, bilgi olmasını da imkânsız kılar.
117
114 Kadı Abdulcebbar, a.g.e.,
s. 200 vd.
115 Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 194 vd.
116 Nisâbûrî, Mesâil fi’l-Hilâf , s. 288.
117 Nisaburî, a.g.e., s. 287.
170
İBRAHİM ASLAN
Nisabûrî, bu yaklaşımıyla bilgiyi düşünce sürecinde ortaya çıkan bir ‘oluş’
olarak değerlendirmiştir. Oluş da ancak bir yön üzere olmakla gerçekleşebilir.
Dolaylısıyla bilgi oluş, ulaşılan bir olgu değildir. Bilakis o, düşünce sürecinde
delîl-medlûl ilişkisinin yönüne göre meydana gelen bir ma’nâdır. Bu anlamda
taklîd bilgi oluş yönüne sahip değildir.
118
Basra Mutezilesinin bu yaklaşımında
iki husus ortaya çıkmaktadır. İlkine göre bilgi, yönü ile niteliksel olarak bil-
gi olmayan şeylerden kesinlikle ayrılmıştır. Diğerine göre ise bilgisel niteliği
olmamasına karşın taklîd gibi şeyler bilgi cinsinden olabilir. Nisabûrî, Basra
Mutezilesinin konuya ilişkin bakış açısını ‘üç yön’ olarak sistemleştirmiştir:
bilginin düşünceye dayanması, düşünsel bir hâtırlamaya dayanması ve itikâd
edilen şeyin bilenin fiili olması. Basra Mutezilesinden Yahya b. Murtaza ise,
bilgi oluşun altı yönünden söz etmekte ve bunlardan üçü üzerinde ittifak bu-
lunduğunu kaydetmektedir.
119
Ebû Abdullah el-Basrî ise bilgi oluşu üç aşamalı
olarak açıklamakta ve şunları söylemektedir:
Kişi, (kategorik olarak) özlerin bir sıfat üzere olduklarını bilir. Sonra
herhangi bir zatın bir sıfat üzere olduğunu bilir. Örneğin, (kategorik olarak)
zulmün kabih olduğunu bilir. Buradan belirli bir şeyin zulüm niteliği taşıdığı
bilgisine gider. Sonuç olarak da zülmün kabih olduğu bilgisine ulaşırız.
Burada birbiriyle taalluk halinde olan üç nitelik var. İlki önermesel düzeyde
öz-sıfat bilgisi, ikincisi düşünme düzeyinde belirli bir şeyin sıfat bilgisinin
elde edilmesi, sonuncusu ise ilk iki düzeye bağlı olarak oluşabilen ve bir
yönde meydana gelen kabih oluş bilgisi.
120
Burada Ebû Abdullah el-Basrî, bilginin bir yönde meydana gelmeyle bilgi-
sellik niteliği kazandığını kabul etmekte ve bilginin oluşma koşullarını üç değer-
li bir mantıkla açıklamaktadır. İlk önerme, aklın zorunlu kategorisi iken; ikincisi
ayân olarak tecrübedeki şeyi ve üçüncüsü ise aklın kategorik bilgisi ile şeyin sı-
fatı arasındaki ilişkide bilgi oluş yönünü ifade etmektedir. Kadı Abdulcebbar’ın
benimsediği tevlîd epistemolojisine göre bilgi, salt düşünce ile değil, özsel bir
taalluk olarak delîl veya delâlet üzerinde düşünmekle ortaya çıkar. Sukûnu’n-
Nefs de bu nesnel
121
ilişkide temellenmektedir. Buradaki sukûn, her ne kadar
118 Nisaburî, a.g.e., s. 288.
119 Yahya b. Murtaza, Bahru’z-Zehhâr, I, s. 154; Abdulcebbar, el-Muğnî, -en-Nazar ve’l-Maarif-, s. 30;
Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 191.
120 Nisâbûrî, Mesâil fi’l-Hilâf, s. 288-291.
121 Kadı Abdulcebbar uzmanlarından biri olarak kabul edilen Hüsnü Zîne de, bizim gibi, Abdulcebbar’ın bil-
ginin objektifliğini savunduğu görüşüne yer vermiştir. Bkz. Hüsnü Zîne, el-Akl inde’l-Mutezile, s. 84-85.
Ancak Dr. Özcan Taşçı, Takiyyüddin Necrani`nin Mu`tezile Bilgi Teorisindeki Yeri ve Önemi adlı doktora
çalışmasında Abdulcebbar’ın bilgi anlayışının ‘sübjektif’ olduğunu iddia etmiştir. Anılan çalışmada bilgi