Almanak 2017 entropol kitap



Yüklə 5,21 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə73/79
tarix06.05.2018
ölçüsü5,21 Kb.
#42952
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   79

 
197 
 
gölgesinin  manipülasyonlarına  maruz  kalıyor,  yüzleşemediğinde  kurban  da  oluyor, 
hesaplaştığında ise kendi hâlinde bir kahraman, bir sağ kalan.  
Yaklaşan  Dip,  gerçekliğin  hudutunu,  okuru  korkuları  ile  yüzleştirerek  ihlal  ediyor. 
Yarattığı efsunlu atmosferde bizi kendi karanlığımızla buluşturuyor. Bir okumada biten ama 
hayalinizde  ve  düşlerinizde  peşinizi  bırakmayan  bu  öykülerin  dünyasında  kaybolup  yüzeye 
çıkmak kişisel okuma tarihinizde kalıcı bir iz bırakıyor.  
Burun delikleri iyice genişlerken dişli ağzı bir kadının sesiyle “Ben kaybolduğun yerim,” 
dedi. Susmuş beni tartıyordu. Sonra sözünü tamamladı; “ve sen uyansan iyi olur!” 
   
 
 
 
 
 
 
 
  
 
 
Bu yazı daha önce aynı adla kalemkahveklavye.com’da ve 16 Eylül 2016 tarihli Aydınlık 
Gazetesi Kitap Eki’nde “Tek Kişilik Öyküler” adıyla yayımlanmıştır. 
 
 


 
198 
 
DÜNYA TEK BİR OKYANUS, İÇİ CANAVAR 
DOLU 
EGE GÖRGÜN 
 
DÜNYANIN SULAR ALTINDA KALDIĞI BİR KâBUSUN BAŞLANGICINI VE 
SONRASINI  ANLATAN  ‘UYANIŞ’,  BAZI  KABUSLARIN  AMACININ  BİZİ 
KENDİMİZE GETİRMEK OLDUĞUNU SÖYLER GİBİ. 
“1930’larda ortaya atılan ‘deniz maymunu’ adında bir teori var. Bu teori atalarımızın beş 
milyon yıl önce vahşi hayvanların saldırısı ve iklim değişikliği nedeniyle suyun dışından ziyade 
içinde  daha  çok  zaman  geçirmeye  başladıklarını  varsayıyor.  Böylece  suya  daha  iyi  uyum 
sağlayabilmek için mutasyonlar geliştirmişiz… Yani bu teori suyun içinde insan olduğumuzu 
ve  atalarımızdan  ayrıldığımızı  kabul  ediyor.  Tanktaki  yaratığa  bakınca  akla  makul  bir  soru 
geliyor.  Ya  atalarımızın  bazı  kabileleri  karaya  geri  dönmektense  denizin  daha  da  dibine 
gittilerse?” 
Uyanış adı taşıyan ve ayrı ayrı 10 bölümde yayımlanmış bir hikâyeyi tek bir ciltte toplayan 
çizgi  romanımızdan  alıntıladığımız  bu  bölüm,  sayfalarını  çevirmeye  başlar  başlamaz 
kendimizi içinde bulacağımız macera hakkında ipuçları taşıyor. Arasına iki yüzyıllık bir zaman 
farkı  sokulmuş  iki  bölümden  oluşan  Uyanış,  Sean  Murphy’nin  çizimleri  ve  Scott  Snyder’ın 
metinleriyle JBC Yayıncılık tarafından çizgiroman severlerle buluşuyor. 
Macera,  Deep  Star  Six  (1989),  Abyss  (1989)  ya  da  Sphere  (1998)  gibi  sualtında  geçen 
sinema  filmlerindeki  gibi  klostrofobik  ortamda  başlıyor.  Karakterlere  musallat  olan, 
Lovecraft’ın romanlarından Cthulhu’nun çağrısını müteakiben fırlamış gibi görünen yaratık 
da bu ortama daha dehşetengiz bir hava ve cinai bir renk katıyor. 
İlk  bölümde  hikâyenin  ana  kahramanı,  bilim  insanı  Lee  Archer’ın  hükümet  ajanları 
tarafından  okyanus  tabanında  konuşlanmış  gizli  bir  petrol  çıkarma  tesisine  götürülüşünü 
okuyoruz.  Dr.  Archer  ve  kendisi  gibi  oraya  getirilen  uzmanlardan  bir  gizemi  çözmeleri 
bekleniyor. Ancak bu gizem kısa sürede önüne geçilmezse küresel ölçekli olacak bir felaket 
dönüşecektir. 
İkinci bölümde bu felaketin dünyayı mahvettiğine ve hayatta kalan az sayıdaki insanın 
200 yılın ardından adeta bir Su Dünyası’nda (Waterworld -1995) yaşadıklarına tanık oluyoruz. 
Öncekiyle  bağlantılı  bu  yeni  öyküde  kahramanımız  yine  bir  kadın.  Adı  da  sanki  hikâyenin 
“forward”  tuşuna  basıldığını  hatırlatır  gibi,  Leeward.  Dünyanın  felaketine  sebep  olan 
yaratıklar yaratıklar hâlâ varlığını sürdürmektedir. Ancak bu bölümde bu yaratıkların kökeni 
ve amacı hakkında yepyeni bilgiler açığa çıkar. Deniz tabanından gelen mesajlar ise daha da 
kafa karıştırıcıdır. Üstelik bu mesajlardan biri Dr. Lee Archer’den gelmektedir: “Biz burada 
hayattayız.” Bu gizemi çözmek Leeward’a ve onun akıllı yunusuna düşer. Ancak karşısında bu 


 
199 
 
kez  yalnızca  yaratıklar  değil,  gizemin  ortaya  çıkmasını  istemeyen  insanlar  ve  mutasyona 
uğramış korsanlar da vardır. 
Ödüllü muamma 
En İyi Kısa Seri dalında verilen 2014 yılı Eisner Ödüllü Uyanış bir bilimkurgu yapıtı ama 
ilk bölümde korku, ikinci bölümde serüven duygusunu öne çıkarıyor. Görsel anlamda yetkin 
bir çalışma olduğu muhakkak, keyifli bir okuma sunduğu da yadsınamaz ancak finalinin hiç 
tatminkâr  olmadığını  belirtmek  lazım.  Okurda  tatminsizlik  yaratan  şey  ise  finalin 
anlaşılmazlığı ve olay örgüsünün nihayetinde ikna edici olmaması. 
 


 
200 
 
SCI-FI EVRENİNDE HYPERREAL ADIMLARLA 
MÂN GEZİNTİSİ 
ÇAĞAN DİKENELLİ 
 
Düşünce  kurgudur.  Ve  tabii  ki  bir  yandan  da  varoluşu  önceden  müjdelenmiş  bir 
bilimkurgudur. Gelecek her an değişme yeteneğine sahip bir düşünsel tasarımdır. Peki hangi 
akıldır  zamanı  tasarlayan  düşünceyi  somutlaştıran?  Akılların  aklı  mı,  ortak  akıl  mı,  yoksa 
zıtlar  dünyası  herkese  sadece  kendi  hayalini  gösterirken,  diğer  insanları  bu  dünyanın- 
rüyalarda olduğu gibi- figürasyon öznelerine mi dönüştürmektedir? 
Ne  düşünürsen  düşün  bilimkurgunun  durgun  gözüken  tsunami  suyuna  ayağını  atmış, 
dönüp seni vuracak dalgalara yol vermişsin demektir. Sonra seni alıp kedilerle dolu bir çuvala 
koyar, iyice bir ıslatır, sen nefes almaya çalışırken bazı emirler verirler. Buna gündelik yaşam 
denir ve düşüncenin sonsuzluğuna bir adım daha atmayı önlemek, insanoğlunun, dünyanın 
çıkar bataklığında kendisini nadide bir orkide zannederek solup gitmesi için icat edilmiştir. 
Ama yine de sıkıştırılan ‘yaratıcı’ düşünce, gazdan daha hafif ve çıkardan daha yoğun olduğu 
için durmayı kabullenmez ve her yanda özgür tasarımı aramaya, o isyankâr duygunun içine 
sızmaya uğraşır. İşte kaliteli yazarların gelecek yapılandırma çalışmalarına fanlar böyle dahil 
olur. Bilmezler ki kaliteli yazarlar da kaliteli zaman yolcularının fanlarıdır. 
Tüm zamanın tek bir düşünceden ibaret olduğunu varsaydığıma göre aslında gelecek diye 
bir şeyin olmadığını, insanın kırılgan ve zayıf beyin gücüyle bu devasa-masif yaratımın sadece 
çok küçük bir bölümünü içinde bulunduğu an olarak algıladığını, o bölümü takip eden diğer 
bölümleri de gelecek olarak tasavvur ettiğini kabul ediyorum diyebiliriz. Buna, ucu yanan bir 
dal hiç durmadan sallandığında ortaya çıkan kesintisiz ateş çizgisi örnek verilir. Ama bence, 
dalları  fersah  fersah  evrene  uzanan  koca  bir  ağaçta  şaşkınca  yürüyen  bir  karıncadan 
bahsetmek  daha  doğru.  Tabii  o  ağaçta  fil  büyüklüğünde  bir  yaratığın  gezindiğini  ya  da  bir 
insanın aklını evrene yayıp somutlaştırarak o sonsuz ağacı içine alıverdiğini de düşünmekte 
serbestsiniz. 
Yani  bilimkurgunun  gücü  sizin  görebildiğiniz  ve  insanlığa  göstermekte  bir  sakınca 
görmediğiniz  kadardır. Bilimkurgu; halk  bunu  istiyor, diyen  reklamcının;  seyirciyi  ekranda 
tutmak  için  formüllerin  basitliğine  sığınan  dizi  yazarlarının,  satış  kaygılı  best-seller 
zanaatkârlarının  değil,  düşünceye  toprak  bulaştırmayan  özgür  bireylerin  alanıdır.    “İyi 
bilimkurgu  referans  verdiği  tarihte  gerçek  değerini  bulur,”  esprisini  de  ortaya  bırakıp  size 
ilginç bir fantezi sunmak isterim: 
Stanislav Lem’in kendisini günümüz dünyasında bir bienalde bulduğunu düşünün. Bir 
bilimkurgu yazarı olarak o gün orada müthiş bir iğrenme duygusuyla dolaşacağını, yaratıcı 
akla duyduğu saygıyı kaybedeceğini öngörememiştir. Fakat o eserlerin sahipleri de geçmişin 
aslında gelecek olabileceğini, geriye gidişin mümkün olduğunu öngörememişlerdir. Yani Lem, 
ileride uyanmıştır, yaşamadığı bir geçmişi nasıl öngörsün? 


Yüklə 5,21 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   79




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə