Almanak 2017 entropol kitap



Yüklə 5,21 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə2/79
tarix06.05.2018
ölçüsü5,21 Kb.
#42952
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   79

 

 
SUNUŞ 
Selamlar,  
Uzun ve yoğun bir yılı geride bıraktık. Peş peşe çıkan kitaplarımız, yeni yayınevleri ile 
tanışmalar, yeni projeler, yeni dergiler ve yayımlanan birçok eser... Geriye dönüp baktığımızda 
derneğimiz ve bizler için verimli bir yıl olduğunu görüyoruz. Fabisad gittikçe daha görünür 
oluyor, çalışmalarımızın meyvesini alacağımız günler yaklaşıyor. 
İlkini okuyanlar hatırlayacaktır, “Almanak”, 2015 yılında başladığımız bir projeydi. Aynı 
yıl içinde yapılan işlerimizden birer örnekle katıldığımız bu çalışma okurlarımız için bir yeni 
yıl  hediyesiydi.  Fabisad üyelerinin  eserlerinden  oluşan  ücretsiz,  e-kitap  formatında 
sunduğumuz bu derlemeyi okuyanlardan hep iyi yorumlar aldık. 
“Almanak 2016” yaşanan bazı aksaklıklardan dolayı zamanında yayımlanamadı. Elimizde 
bir  sürü  güzel  iş,  eser  birikmişti.  Üstelik  bu  yıl  kararlıydık  ve  2016  yılında  sunamadığımız 
hediyemizi de beraberinde vereceğimiz Almanak 2017’yi hazırlayıp sizlere ulaştıralım istedik.  
Fabisad sonsuzluğun içinde, ki bu bir uzay boşluğu, tekinsiz bir gökyüzü ya da büyülü bir 
deniz olabilir, yoluna devam eden bir gemi gibi. Yazan, çizen, anlatan ve okuyanların birbirine 
karıştığı mürettebatı ile hedefine doğru ilerliyor.  
Size anlatacak çok şeyimiz var. 
 
İşte, karşınızda Almanak 2017. 
Keyifli okumalar.  
 
 


 

 
BOYNUMDAKİ ALIŞVERİŞ MERKEZİ 
GÖKTUĞ CANBABA 
 
  Boynumun üzerine, ileride başımı öne eğecek ve beni ağrıdan öldürecek kadar büyük 
bir alışveriş merkezi inşa ettiklerini fark ettiğimde henüz on iki yaşındaydım. İnsan on ikisinde 
neden böylesi bir kaçak yapılaşmaya izin verir bilmiyorum ama benden onayı almışlar demek 
ki  ve  başlamışlar  inşaata  hemen.  Televizyonda,  içindeki  masum  insanlarla  yakılan  o  oteli 
gördüğümde  çıkılmaya  başlandı  ilk  katlar.  "Durun  ben  daha  on  iki  yaşındayım!"  demeye 
kalmadan bir bir çıktılar katları beyaz ve pürüzsüz boynumun üzerine. İş alçaklık olduğunda 
bu adamların bahanesi olmuyor işte, karanlıkta diziyorlar tuğlaları şarkıyla türküyle. 
   Her  ay  rutin  bir  şekilde  bu  biçimsiz  alışveriş  merkezini  göstermek  için  doktoruma 
giderim.  Etimden  fırlayan  ve  göğe  yükselen  yapı  uzun  süredir  benim  parçam;  o  asla 
ayrılamayacağım diğer yarım, en karanlık görüntülerin üzerine kurulan hastalıklı ruh ikizim 
sanırım.  
  Yüzlerce odasındaki, binlerce insanın kasvetli sesi eşliğinde geçen onlarca yıldan sonra 
neredeyse yeri öpecek şekilde yürüdüğüm için, sokaktaki insanların bakışlarına alışkınım tabii 
ki. Ama yalnız olmadığımı da çok iyi biliyorum, sokağa her çıkışımda benim gibi onlarcasını 
görüyorum,  dertli  adamların  kaçak  katları  her  gün  artıyor,  boyunları  üzerinde  göğe  doğru 
yükseliyor  ve  kalpleri  sıkıntıdan  çürümeye  yüz  tutuyor.  Halbuki  içine  karanlık  çökmüş 
adamların kalplerinin çürümüş olması gerekmez mi mantıken? Ama öyle olmuyor ne yazık ki, 
omuzlarında dünyayı taşıyanlar her ne hikmetse daha erken çürütüyor kalplerini; vaktinden 
önce  göçen  insanları,  katliamları,  hukuksuzlukları,  güzel  insanların  gülümsemelerinin 
solduğunu her gördüklerinde bir kat daha çıkılıyor gökdelenlerine ve onlar boyunları eğilerek 
Toprak Ana'nın rahmine geri dönmeyi arzuluyor ellerinden geldiğince.   
  "Merhaba Adnan Bey," dedi doktor, sırtımdaki kulenin bir yere çarpmaması için iki 
büklüm odaya girerken ben. 
  "Merhaba,"  dedim  inşaat  sebebiyle  felç  olmuş  kulaklarımın  doktorun  söylediklerini 
duyduğuna sevinerek.   
  "Oooo bu ne hal! Görüyorum ki iki kat daha çıkmışsınız alışveriş merkezinize." 
  "O kadar belli oluyor mu gerçekten?" 
  "E oluyor tabii ki, size geçen sefer verdiğim reçeteyi uygulamadınız mı hiç?" 
  Boşluğa  geveledim.  İşçiler  canla  başla  çalışırken,  omuzlarıma  binen  yükün  etkisiyle 
birazcık daha eğildim yere doğru. 
  "Siz dua edin Elif Hanım gibi değilsiniz. O her olayda üç - dört kat birden çıkıyor. İki 
üç aya kalmaz kafası toprağa gömülüverir artık." 


 

 
  O sırada dedikodu seven doktorumun sırtında bir kat bile olmamasına mı yoksa Elif 
Hanım'ı bana kötülemesine mi yanayım bilemiyordum.  
  "Neyse bırakalım şimdi Elif Hanım'ı size dönelim. Kar topu oynuyor diye öldürülen 
gazeteciden  sonra  iki  kat  birden  çıkmış  ama  sonra  toparlamıştınız.  Haber  izlemiyordunuz, 
dışarı olabildiğince çıkmıyordunuz mesela. Açıkçası bana ilk geldiğinizde çok korkmuştum, bu 
adamın  tek  gecede  boynu  eğilir  gider  diye  düşünmüştüm,"  dedikten  sonra  neşeyle  güldü. 
Benimse suratım inşaattan yayılan toz toprakla kaplı haldeydi.  
  "Eksik  olmayın  Hayri  Bey,"  dedim  hilti  sesleri  kirpiklerimin  titremesine  neden 
olurken.  
  "Eeee nedir peki bu katların sebebi anlatın?" 
  "Geçen sinemaya gittim." 
  "Ama  ne  konuştuk  sizinle  Adnan  Bey,  sinema  yok  demedik  mi?  Kapalı  ve  kalabalık 
yerlerde sizin işçiler çok daha hızlı çalışıyorlar." 
  "Evet ama sinemada telefon açılır, uzun uzun konuşulur mu Hayri Bey allah aşkına? 
Sinirlendim tabii ki. E arka sırada oturan hödük de koltuğumu sürekli tekmeleyince işçiler 
başladı harıl harıl çalışmaya." 
  "Ve?" 
  Doktor, Sherlock sayılmazdı ama başka şeylerin de olduğunu çok iyi biliyordu, yoksa 
bu katlar niye çıksındı ki birdenbire? 
  "Bir dizi tecavüz haberiyle karşılaştım ve okumadan geçmedim," dedim zaten eğik olan 
başımı daha da eğerek. 
  "Eh ben size ne diyeyim Adnan Bey. Hak etmişsiniz siz de." 
  Ben  mi  hak  etmiştim  gerçekten?  İnsan  huzurunu  bozmak  ne  zamandır  iyilikler 
hanesine  yazılıyordu?  Ne  zamandır  cehalet  övülüyor  ve  gaddarlık  meşrulaştırılıyordu? 
İnsanlık ne zaman ölmüştü de yerine yeni bir form hayat bulmuştu? 
  "Size çok kızgınım," dedi doktor ve reçeteye bir şeyler karalamaya başladı. Bir yandan 
da  kendi  kendine  mırıldanıyordu;  inşaat  bitirici  ününün  ayaklar  altına  alınacağı  için 
endişeleniyordu anladığım kadarıyla. 
  Acilen  yolculuğa  çıkılacak.  Doğanın  en  bakir  yerlerine  gidilip,  orada  uzun  süreli 
kalınacak. 
  "Yolculuğa mı çıkacağım?" diye sordum bir reçeteye, bir doktorun gözlerine bakarak. 
  "Yaşamak  istiyorsanız  evet  Adnan  Bey.  Yolculuğa  çıkacak  ve  şehrin  kirini  ardınızda 
bırakacaksınız." 
  "E, peki," dedim yerimden kalkarken. Reçeteyi aldım ve doktorun beni çocukmuşum 
gibi  azarlayıcı  bakışlarla  süzmesine  izin  verdim.  Belki  de  haklıydı;  insanlara  tahammülüm 
kesinlikle kalmamıştı.  


Yüklə 5,21 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   79




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə