40
Aslında hikâyede atladığım bir nokta daha var. Roddenberry toplam 3 uçak kazası
geçirdi. Bir değil, iki değil, üç. Ve hepsinden sağ kurtuldu. Üstelik, yazarlık kariyerinin yanında
bir de uçak kazası müfettişliği yaptı.
Şansa inandığımı söyledim; ama kimsenin de sırf “şanslı” olduğu için üç kez uçak
kazasından kurtulabileceğini sanmıyorum. Beynim bana orada başka bir şey aramamı
söylüyor. Roddenberry’nin hayatına bakınca bir sonuca varabiliyorum.
Ne demiştik, insanın hayatın ne kadar kırılgan olduğunu,
neyin önemli neyin önemsiz
olduğunu anlaması için bir saniye uçakta yıldızlara bakarken saniyeler sonra o yıldızların
arasından düşüp çakılabileceğini fark etmesi gerekiyor.
Ve belki de şans dediğimiz şey aslında bu farkındalık. Bunları düşündükçe insanın
aklına aynı sorular geliyor. Hayat ve bu kadar kısa ve değerliyse “ben ne yapıyorum?”
Ben ne yapacağım?
Bilmiyorum. Ve sırf bilmediğim için iyi şeyler başıma geldikçe, şansımın yaver gittiğine
inanacağım.
Dedim ya, endişelenecek bir şey yok. Çünkü sorunun cevabını kimse bilmiyor.
Etrafınızdaki herkes sizinle aynı uçakta, herkes aynı soruları soruyor. O yüzden o hayat denilen
o büyük alev topunun içinde kimse sizin elinizi tutmuyorsa bile siz gözlerinizi kapatın, en
yakınınızdaki eli tutun ve yardımcı pilotun yaptığı gibi tekrarlayın.
Her şey yoluna girecek.
Teşekkürler.
42
“Hayır, haberim yok. Peki herhangi bir not falan bırakmadı mı?”
Maria nereden bilsin adamın yalan söylediğini, beni kaçırdıklarını, tuhaf bir mahzende
kilitli tuttuklarını nereden bilsin? Ah Maria, merdivenleri hızla çıktın, odana girer girmez
kendini yatağa bırakıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladın, biliyorum. Ama her şey düzelecek,
emin ol düzelecek...
Maria’nın odasında gözyaşlarına boğulduğu esnada, otelden oldukça uzak bir bölgede
Anders gözlerini açmıştı. Ağzından ilk çıkan söz “Neredeyim ben?” oldu. Ama yanında
yöresinde ona cevap verecek kimse yoktu. Yerde, buz gibi taş zeminde yatıyordu. Etraf oldukça
loştu. Sanki orta çağdan kalma bir mahzendeydi. Önce etrafı korku
dolu gözlerle kolaçan etti,
sonra doğruldu, ayağa kalkmaya yeltendi. Beceremedi. Çıplak olduğunu o anda fark etti.
Çırılçıplaktı! Üşüyordu. Titrek bir sesle “Ne oldu bana?” dedi. Tabii ki bu sorusuna da cevap
veren olmadı.
Dizlerini kendine doğru çekip oturdu. Neler olduğunu hatırlamaya çalıştı: Önce otelin
lobisinde oturmuş Maria’yı beklemiş, sonra odasına çıkmıştı. Odanın kapısını açtığını, içeri
girdiğini hayal meyal hatırlıyordu. Bir sis perdesini eliyle aralayıp girmişti sanki odaya. Sonra
sisin içinde kaybolmuştu. Sonrası yoktu. Sonrası, bu mahzendi. Bu soğuk, karanlık, ürkütücü
mahzen…
“Saat kaç oldu acaba?” diye düşündü. Maria gelmiş miydi? Gayriihtiyari sol kolunu
kaldırıp bileğine baktı. Saati de yoktu kolunda.
Ama neden? Neden buradaydı? Çayı hatırladı. Şeker atmadığı halde tıngır tıngır
karıştırdığı çayı, ince belli bardağı. Resepsiyondaki o delikanlıyı. Gazetedeki haberi çeviren
adamı. Her şey o çay yüzünden olmuştu. Çayına ilaç atmışlardı muhakkak. O ikisi yapmıştı.
Başka türlüsü mümkün değildi. Kesinlikle o ikisi. Ama neden?
Birden, başından aşağı soğuk bir ter boşandı. Maria neredeydi? Ona bu kötülüğü yapanlar
Maria’ya ne yapmazlardı ki? Onu da mı uyutup buraya getireceklerdi? Onu da mı çırılçıplak
soyup bu mahzenin taş zeminine yatıracaklardı? Başından aşağı boşalan terin miktarı arttı bir
anda. Gözleri kararmaya başladı. Maria’ya dokunmasalardı, ona bir şey yapmasalardı bari.
Maria kendini ne kadar çaresiz hissediyordur şu anda. Hâlâ odasında ağlıyor mu yoksa
lobide oturmuş, bir umut beni mi bekliyordur acaba? Çay içmese bari. Hiçbir şey içmese. Daha
ne kadar bekleyecek ki beni? Bir türlü gelmediğimi görünce ortalığı ayağa kaldırır.
Bir yolunu
bulup polise haber verir muhakkak. Konsolosluğa gider. İsveç konsolosluğuna gider umarım.
İspanya konsolosluğunda ona tepkili davranıp söylediklerini ciddiye almayabilirler. Ah,
Thomas. Sana poz vermenin bedeli bu kadar ağır mı olmalıydı?
Peki ama neden, neden başımıza geldi bunlar? Bizden ne istiyorlar? Para mı? Gazete
haberini okudular. Orada yazıyordu zaten; kendi halinde bir akademisyenim. Zengin bir
milyoner olmadığım belli. Benden para sızdıramayacaklarını bilmeleri gerekir.