38
Üniversite sınavına hazırlanırken çok net, ne olduğunu
tamamen bildiğim bir korkum
vardı. Lise mezuniyetim yaklaştıkça da bu korku git gide arttı. Ne yapacağım konusunda hiçbir
fikrim yoktu. Daha fenası, ne yaptığım konusunda da bir fikrim yoktu.
Ne okuyacaktım? Onu niye okuyacaktım? Puanım tutmaz da o üniversiteye, o bölüme
giremezsem ne yapacaktım? Sahi, niye daha çok çalışmıyordum ki? Çalışmak yerine ne
yapıyordum ben?
Ne yapacaktım?
Liseyi TED Ankara Koleji’nde okudum. Orada etkinliklere, söyleşilere, seminerlere
gelen konuklar hep kendinden emin konuşurdu.
Sevdiğim yazarlar, filmciler,
müzisyenler hiç
taviz vermeden, ne yaptığını çok iyi bilerek anlatır, sorulara cevap verirlerdi. Ben de her gün
daha çok gerilirdim ben niye öyle değilim diye.
Yıllar sonra, şimdi görebiliyorum aslında neler döndüğünü. Bir kez o çizginin öbür
yanına geçince, o sevdiğim yazarlar gibi bir şeyler yaratan, üreten insanların ligine girince,
onlarla bir araya gelince fark edebildim olanları.
Aslında tüm zamanların en büyük dolandırıcılığı olabilir bu. Kimse konuşmaya cesaret
etmiyor. Kimse oyunu bozmak istemiyor. Herkesin işine geliyor çünkü. Ama ben yine de
söyleyeceğim. Gıpta ettiğiniz, ilham aldığınız, hayranlık beslediğiniz, sevdiğiniz, fikirlerini,
görüşlerini, yaptıklarını takdir ettiğiniz herkesin sırrını paylaşacağım. İşte o sır:
Aslında, kimse ne yaptığını bilmiyor.
Gerçekten.
Bunu öylesine söylemiyorum. “Hangimiz kendimizi ne kadar biliyoruz ki aslında,” gibi
tuhaf bir şey söylemeye de çalışmıyorum. Bunu kendime bakarak ve tanıştığım bir sürü insanla
konuşarak paylaşıyorum. Hiçbiri ne yaptığını, yaptığı şeyin neden işe yaradığını bilmiyor. Ve
bu
yüzden de, bir sonraki yapacakları şeyin nasıl olacağı konusunda hiçbir fikirleri yok.
Yeni albümlerindeki o hit parçanın neden hit olduğunu, sonraki albümden nasıl hit
çıkaracaklarını bilmiyorlar. Bir öyküyü iyi yapan on kuraldan bahsediyorlar; ama kendi
öykülerinin hangisinin niye daha çok sevildiğini bilmiyorlar. Kendi ürettikleri şeyin sırrını
bilmiyorlar ve o sırrı bozacaklar diye ödleri kopuyor. Ve bunu bile bile, herkes birbirine karşı
konuşurken kendinden ve yaptıklarından emin konuşuyor.
İşte bu yüzden size tek bir tavsiye verebilecek olsam şu olurdu: Eğer ne yaptığınızı,
hayatınızla ne yapacağınızı, nasıl devam edeceğinizi bilmiyorsanız, unutmayın: bu bir sorun
değil. Herkes öyle. Herkes hayatının her anını, aynı çelişkiyle yaşıyor. Neticede hepimiz hayat
denilen alev topuna dönmüş uçağın içindeyiz ve birbirimize her şeyin yoluna gireceğini
söylemeye çalışıyoruz.
Ve böylelikle uçaklı hikâyeme geri dönüyorum. Aslında böyle öyküler hayatın ne kadar
önemli, zamanımızın ne kadar değerli olduğunu anlatıyor değil mi? Böyle olaylar değiştiriyor
insanları. O yüzden hikâyeye geri dönüyorum. Çünkü sonrasında olanları bilmeniz gerekiyor.
39
Ne demiştik? Yardımcı pilotun özverisi ve bol şans sayesinde 22 yolcu uçak kazasından
kurtuluyor.
Yardımcı pilot kurtuluyor kurtulmasına da, bu deneyimi bir türlü atlatamıyor. Hayatın
istemediği bir şey yapmak için ne kadar kısa olduğunu fark ediyor ve hayallerinin peşinden
koşmaya karar veriyor.
Pilotluğu bırakıp yazmaya başlıyor. Bir süre sonra da televizyon endüstrisine giriyor.
Adı, Gene Roddenberry.
Siz onu Star Trek’in yaratıcısı olarak tanıyor olabilirsiniz.
Yaşadığı o büyük olay ve sonrasında gelen aydınlanma Gene Roddenberry’nin gerçekte
ne istediğini açığa çıkarıyor; ama işte hepimiz hayattaki amacımızı bulmak için bir uçağa girip
yanarak çakılmayı bekleyemeyiz.
Bir kere risk büyük, hem uçaklar da artık çok daha güvenli.
O yüzden zaman zaman durmalısınız bence. Durmalı, etrafınıza, önünüze ve arkanıza
bakmalı, gerçekten olmak istediğim yerde miyim diye sormalısınız. Ne yaptığınızı bilip
bilmediğinizi sormanıza gerek yok belli ki; ama olmak istediğiniz yerde misiniz, bunu bilmek
önemli.
Neil Gaiman okuyan var mı?
Onun “olmak istediğiniz yer” ile ilgili harika bir benzetmesi var. Ben ne zaman
kendimden emin olamasam, düşsem o benzetmeye başvururum. Gaiman der ki, en sonunda
ulaşmak istediğiniz mertebeyi bir dağ olarak karşınıza koyun. Astronot olmak istiyorum,
Michelin Yıldızlı Şef olmak istiyorum, kendi frizbi markama sahip olmak istiyorum, bankacı
olmak istiyorum gibi…
O dağa giden yolda ne zaman karşınıza fırsatlar çıksa, yolunuz çatallansa kendinize şu
soruyu sorun: “Bu fırsatı kabul edersem gireceğim yol beni dağa yakınlaştırıyor mu,
uzaklaştırıyor mu?” Bu oldukça belirsiz ve oldukça önemli bir soru. Çünkü dağa giden yollar
hep düz değil. Bazen yol sağa ya da sola kıvrılıyor gibi görünür; ama aslında dolaylı da olsa
dağa yaklaştıracaktır. Bazen öyle yollar çıkar ki karşımıza daha önce o yolu görseydik kesinlikle
dağa yaklaşırdık; ama şimdi o yolun ucu durduğumuz yerden geride kalmıştır. O yüzden
dağınızın ne olduğuna karar verin ve zaman zaman kafanızı kaldırıp bakın. Ufuktaki o dağ
silueti gittikçe büyüyor mu?
Son olarak başa döneceğiz. Şans. Düşünüyorum da, tüm çabalarımız ve
koşturmalarımız
bir yana, aslında hayatta her şey gerçekten de biraz şansa bakıyor.
Ben insanların şanssız olabileceğine inananlardan değilim; ama gerçekten inanırsanız
şansınızın çoğu zaman yaver gideceğini inancım tam.
Şimdi hikâyeye geri dönelim. Gene Roddenberry ne yapmıştı? 25 yaşındayken pilottu
ve korkunç bir uçak kazasından sağ kurtulmuştu. Sonra yazmaya başlamıştı ve Voila! Star
Trek! Ne şanslı değil mi?