33
“BİR DİĞERİ...”
MURAT S. DURAL
Oğuz Atay,
Korkuyu
Beklerken,
Ubor Metenga’ın kıymetli anısına
“Onlar da bu dünyanın nasıl olduğunu öğrensinler istedim...”
Hepsi bu cümleden ilham alan bir şakadan ibaretti... Kendilerini bir anlığına
küçümsedikleri, üzerine basmak için arzu duydukları insanların arasında görmelerini
istemiştim. Onları zirveden yamaçlara, dağın eteklerine doğru yuvarlamayı. Delice
korkmalarını. Benim gibi uykusuz ve endişeli zamanlar geçirmelerini. Bu yüzden ilk ve son
defa birini öldürdüm...
Aynadaki yansımalarından, kapı her çaldığında dışarıdan içeri girmeye çalışanın kim ya
da ne olduğu kaygısına düşmelerini, telefonlarının sesinden tüylerinin diken diken olmasını
arzu etmiştim. Başarılı
da oldum, fazlasıyla! Bunca ölümün benim üzerime kalması ise büyük
haksızlık sevgili beyefendi! Üstelik bunu sadece ben biliyorum. Üstelik başkasının dilinden hiç
duymadım benim içimdeki fısıltılar ve mırıltıların haricinde. Evet küçük hanım, şahidim buna.
Elimden her şeyimi almaya çalışmış
olabilirler ama, evet, evet buna sahibim!
Nasıl mı başladı? Her şey dünya devi kabul edilen bir ülkede tamamladığım sinema ve
televizyon eğitimimin ardından önemli bir kanalda işe girmemle başladı. Sınırlarından
girmeden önce dünyanın zirvesi saydığınız bir ülkenin içine girince garip ruh hallerini öven
kötü bir tiyatrodan başka bir şey olmadığını görmek ne kadar da trajikomik! O yüz yerine
derilerinin altına yerleştirilmiş boyalı palyaço suratları ile bana sırıtıp iş diye, şirket diye, kanal
diye çaldıkları her türlü eser, mitoloji, kültürden alıntılar yapıp ruhumu çamurlu ruhlarıyla
bastıkları bir paspas, vazgeçilip sıkılınca kaldırıp atacakları bir şey yerine koyuyorlardı. Hayır,
hayır! Hiç olur mu hanımefendi! Kendimi ezdirir miyim hiç!
Dediğim gibi, şans yüzüme gülmüştü. Evet, evet iyi niyetliydim. Saman altından sessizce
kayan pullu bir yılan gibi! Kendimi ispat etmek için elimden geleni yaptım bayım, sizi nasıl
inandırabilirim? Basın sektöründe iyi yerlere gelmek için her yolu denedim. Ezildim,
hırpalandım ve hizmetlerimin heba edildiğini üzülerek gördüm. Acımasızlardan daha
acımasız olacaktım! Oldum da! Dişlerimi avıma saldırdığımda ölümcül hale getirmek için
sivrilttim! Tırnaklarımın içi ellerim ile parçaladığım rakiplerimin deri kalıntıları ile doluydu.
Çürüklerimi iyileşmeden, hızla nasırlaşması için yeni darbelere açık tuttum! İşte bu izler
benim o yerleri hak etme sebebimdi. Beni bir avcı, savaşçı yapan şeylerdi. Bir gün benim
hakkımda ne düşündüklerini öğrendim! Emeklerim heba edilmek için uygun bir kurban
34
olarak antenli yüce tanrılara sunulmaya uygun görülüyordu! Üstelik bundan dolayı mutlu
olmam gerektiği söyleniyordu! Ben, bir, avcıydım! Ben, muzaffer komutandım! Ben... Ben,
nice bilinmeyen kahramanlığın yılmaz savaşçısı, nice isimsiz kanlı mücadelenin galibi onlara
göre küçük adamdım. Hayır sizi demedim. Lütfen beni yanlış anlamayın! Ve, ve o zaman tek
bir şey yapmadığımı anladım... Tanrılar kurban istiyordu. Kan dökülmeliydi! Ben, nice
tanrıları tanıyan, kadim zamanlarda onların ayak bastıkları topraklarda doğmuş olan! Hak
sahibi! Yooo, hayır sevimli teyzecim, buna izin veremezdim. İnanın, beni tanısanız,
gördüklerimi görseniz o elinizde tuttuğunuz şişleri gözlerinden sokup enselerinden
çıkarırdınız!
Ve şimdi... Neden mi buradayız? Her şey yolunda giderken bir şeyler istenmeyen yerlere
vardı diyelim. Yoksa istedim mi? Bu benim kendimden bile sakladığım müthiş, zekice bir plan
olabilir mi? Neden olmasın! Dediğim gibi, tek ölümün sorumluluğunu almaya hazırım, lakin
beni ülkeyi kasıp kavuran cinayet zincirleri, milyonlarca insanın ölümüne her kim onları
öldürdüyse onları katil olmaya iten şeyle alakam yoktu. Hatta kimin kimi neden öldürdüğünü
bile bilmiyorum. Umurumda da değil! Ama orduya ve devlete bakacak olursanız tek bir suçlu
var: Ubor Metenga...
Hayır, bu kusursuz suçu işlerken ve kendi dizaynımı oluştururken tek başıma değildim.
Koskoca dünya devi ülkede Ubor Metenga’nın bilinmemesi ne yabancı ellerde bir Türk olan
benim ne de “peki sen neredesin okuyucu?” diyen Oğuz Atay’ın suçu. Yakalanacağıma o kadar
da emindim ki amcacım! Ahh o mektup! Keşke yazmasaydım. Mesela “Türklerden seri katil
çıkmıyor” cümlesini alt etmenin keyfine varıp “Bizi kıskanan batı!” üzerine gazetelerden
kesilmiş harflerle polise mektuplar bile yazabilirdir. Ne kadar eşsizim! Evet güzel kadın, evet,
gözümden kaçmamıştınız. O güzel gamzeleriniz hatırına bana inanınız, yazmayı ziyadesi ile iyi
beceririm. Son derece iyi niyetle, korkutucu bir yalan ile başlayan yazdığım tek kişilik oyun
Broadway’de sayısız oyunculu bir müzikale dönüşmüştü. Benim hak ettiğim koltuğa oturan,
öldürmek üzere olduğum kişiye yolladığım o isimsiz mektupla tek kişilik korkunç bir örgüte
dönüştüm. Sayısını bilmediğim göz ile gözetleyen, sayısı belirsiz kolla onları sıkan, damarları
dişleyen ve cesetleri tepe taklak inşaat temellerine atan bir dev oldum saygıdeğer delikanlı!
Herkes, ki ölü sayısına bakınca ülkesinin yarısı ya öldü ya öldürdü, Ubor Metenga’yı bir
kıvılcım saydı...
“Ubor Metenga!” yazıyordu sadece boğazını kestiğim adamı kafa üstü gömdüğüm inşaat
temelinin yakınında bulunan mektubumda. Uydurma bir dilde, uydurma bir örgüt ve tehdit!
Evet, kulağa ne kadar kısa ve garip geldiğinin farkındayım. Size yazmakla aramanın iyi
olduğunu söylemiştim değil mi güzelim? Lakin ne kadar kısa o kadar iyi! Türkçesi
“üstün yol”
anlamına geliyordu. Tamam, dünyanın en büyük gücüsün, Oğuz Atay’ı bilmeyebilirsin ama hiç
mi H.P. Lovecraft okumadınız memur bey? Cthulhu’yu da mı bilmiyor musunuz? Ne yazık,
ikisinden birini bile bilseydiniz zekâmın şahikaları konusunda kesin kanaat getirebilir ve bana
saygı duyma şansını elde edebilirdiniz!
Sonra mucizevi bir şey oldu sevgili okurum! Sen her neredeysen! Herkes benzer ismi
kullanarak birbirini öldürmeye başlamıştı. Örgüt gerçekliğe bürünmüştü.
Korkunç bir toprak