Almanak 2017 entropol kitap



Yüklə 5,21 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə21/79
tarix06.05.2018
ölçüsü5,21 Kb.
#42952
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   79

 
56 
 
sadece tuhaf bir içgüdü ve tarifi imkânsız, acımasız bir dürtüyle ileri atılmama sebep olmuştu. 
Ellerim o incecik boynu kavradığında, hain bir yırtıcıdan farksızdım. Sıktım, sıktım, sıktım. 
Altımdaki  bedenin  çırpınmalarına,  ardına  kadar  açılmış  su  kadar  berrak  gözlerdeki 
yalvarmaya, kollarımı tırmalayan küçücük ellerine aldırmadan sıktım. O güzelim dudaklardan 
kurtulan son nefesin vedasını duyana kadar sıktım.  
Sis perdesi kalktığında artık her şey için çok geçti. Açık kalmış, gözlerime bakan gözlerinin 
ardında artık sadece karanlık vardı. Bir an nefesim kesilmişti. Sanki vücudumdaki bütün hava 
aniden boşalmıştı.  Ne yaptığımın farkına varınca,  acı bir inlemeyle birlikte derin bir nefes 
almış ve gırtlağımı yırtarcasına bağırmaya başlamıştım.  "Uyan!" diyordum. "Ne olur uyan!" 
"Özür dilerim!"  
Orada öylece durup ne kadar zamandır bağırdığımı hatırlamıyorum. O geceden hatırımda 
kalanlar,  kapının  kırılma  sesi,  içeri dalanların  telaşlı  adımları,  kısa  bir  sessizliğin  ardından 
gelen hayret nidaları ve hemen ardından yaka paça evden çıkarılmam.  
Tam  olarak  kendime  geldiğimde,  kutu  kadar  bir  odada,  bir  komiserin  karşısında 
oturuyordum.  Artık  ne  olup  bittiğinden  haberdardım.  Ne  yaptığımdan  haberdardım. 
Ağılyordum  ve  ağlarken  de  hikâyemi  anlatıyordum.  Komiser  tekrar  tekrar  aynı  soruları 
soruyor, ben de tekrar tekrar aynı cevapları veriyordum. Beni aldattı, diyordum, ama ölmesini 
istemedim... Kendimi kaybettim. 
Komiser, tüm bu zaman süresince bana acıyarak bakıyor, beni dinliyor, arada dışarı çıkıp 
sonra gene geliyor ve sorularına en baştan başlıyordu. Sabahın ilk ışıklarına kadar böyle sürüp 
gitmişti sorgum. İçime düşen ateş tarifsizdi. Acılar içinde kıvranırken, bunun bir kâbus olması 
için ve sabah uyandığımda evimde, yatağımda, Ezgi'nin yanında uyanmak için dua ediyordum. 
Ancak  ne  yazık  ki  rüyada  değildim.  Buz  gibi  gerçekliğin  içine  hapsolmuştum.  Kaçış  yoktu. 
Benim için hayatta değerli olan tek şeyi kaybetmiş ve bunu kendi ellerimle yapmıştım. Pişman 
olmuştum ama bu bir şeyi değiştirmiyordu.   
"Evde taş falan bulamadık." 
Böyle demişti komiser. Taş falan yok... 
Deliye dönmüştüm, olması lazımdı, yoksa neden tüm bunları kafamdan uyduraydım ki? 
Ama uydurduğumu düşünüyorlardı işte. Deli rolü yapıp cezadan kurtulmaya çalıştığımı. 
Ama  ben  cezadan  kurtulmak  istemiyordum  ki?  Tersine,  cezamı  çekmeliydim.  Hatta  bunu 
canımla ödemeliydim. Fakat hem ben bunun için fazlasıyla korkaktım, hem de onların böyle 
bir şeye fırsat vermeye niyetleri yoktu.  
Beni  biraz  uyumam  için  hücreye  attıklarında,  artık  neredeyse  bedenen  ve  ruhen 
tükenmek üzereydim. Tahta bankın üzerine uzanarak, ellerimi yanağımın altında birleştirip 
gözlerimi kapamıştım. Biraz olsun gerçeklerden uzaklaşmaya, yaptığımı kısa bir süre için olsa 
bile  unutmaya  ihtiyacım  vardı.  Tam  dalıyordum  ki  yattığım  bankın  önünde  bir  hareket 
hissetmiş ve refleksle gözlerimi açmıştım.  


 
57 
 
Gördüğüme bir an için inanamamış ve zihnimin bana oyun oynadığını düşünmüştüm. 
Olamazdı tabii. O burada olamazdı. Yoksa olabilir miydi?  
Vapurdaki o adam, satıcı gibi görünmeyen satıcı. Taşı satan üçkâğıtçı...  
"Ama bana üçkâğıtçı demen biraz ayıp oluyor. Nihayetinde, taşın gerçek olduğunu sen de 
ben de biliyoruz, öyle değil mi?" 
Yattığım  yerden  hızla  doğrulmuş  ve  az  ötede,  parmaklıkların  hemen  önünde,  elinde 
kırmızı  bir  kitap,  yüzünde  mahçup  bir  gülümsemeyle  dikilen  adama  bakıyordum.  Dilim 
tutulmuştu.  Nefes  nefese  kalmıştım.  Etrafıma  bakındım  ama  yan  hücrelerde  kimse  yoktu. 
Kapının yanındaki masada oturan polis de gözden kaybolmuştu.  
"Çişi gelmiştir, sen onu merak etme. Zaten o gelene kadar ben çoktan gitmiş olurum." 
"Neden?" 
Ağzımdan çıkarabildiğim soru sadece buydu.  
Elini hafif bir jestle sallamış ve bana biraz daha yaklaşmıştı.  
"Neden  mi  geldim?  Sana  bir  hediyem  var.  Ama  tabii  şöyle  bir  durum  var.  Acaba  bu 
hediyeyi isteyecek misin?" 
Bir  şey  söylemiyor,  sadece  ona  bakmaya  devam  ediyordum.  Benim  konuşmayacağımı 
anlayınca  bıkkınlıkla  içini  çekerek  omuzlarını  düşürmüş,  yavaş  adımlarla  gelerek  yanıma 
oturmuş, elindeki kırmızı kitabı tam ortamıza koymuştu. Tekrar konuşmaya başladığında sesi 
üzgün çıkıyordu.  
"Sana  kalpten  geçen  gerçeğin,  kitaptan  rastgele  seçilen  bir  paragraf  gibi  olduğunu 
söylemiştim.  Uyarımı  ciddiye  almadın.  Sadece  gerçeğin  gölgesini  duydun  ve  duyduğunu 
olduğu  gibi,  önünü  arkasını  düşünmeden  kabul  ettin.  Oysa  seni  duyduklarınla  niyet 
okumaman konusunda uyarmıştım." 
"Pişmanım... Pişman olacağımı zaten söylemiştin." 
Bu  sözleri  dümdüz,  duygusuz  bir  sesle  söylemiştim  ama  içimde  fırtınalar  kopuyordu. 
Çünkü  adamın  söylediklerinin  doğru  olduğunu  biliyor  ve  daha  fazlasını  da  söyleyeceğini 
hissediyordum.  Sözlerimle sadece onu susturmak, kestirip atmak istemiştim. Ama o susmaya 
niyetli değildi.  
"Pişmanlık..."  diyordu.  "Pişmanlığın  da  dereceleri  vardır.  Mesele,  hissettiğin  bu 
pişmanlık  senin  için  yeterli  mi?  Yoksa  gerçeğin  tamamını  öğrenip,  hak  ettiğin  kadarını 
çekmeye cesaret edebilir misin?" 
Benimle gene oyun oynuyordu. Meydan okuyor, beni kışkırtmaya çalışıyordu. Ama benim 
sabırım bitmişti.  
"Ne söyleyeceksen söyle! Bundan daha fazla pişman olamam!" 
"Emin  misin?"  Bunu  söylerken  esrarengiz  bir  gülümsemeyle  bana  bakıyordu.  Oyun 
oynadığı fareyi hazırladığı tuzağın tam ortasına çekmiş bir kedinin gülüşü gibi...  


Yüklə 5,21 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   79




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə