Almanak 2017 entropol kitap



Yüklə 5,21 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə18/79
tarix06.05.2018
ölçüsü5,21 Kb.
#42952
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   79

 
49 
 
Sanıyor musunuz almak istemedim o abidik gubidik şeylerden? İstedim tabii. Hem de her 
seferinde. Nasıl içim gitti bilemezsiniz. Ama almamak, yaşamımın geneline yayılmış ezikliğimi 
biraz olsun hafifletiyordu. Tabiri caizse, başkasının enayiliği, kendi enayiliğimi eksiltiyordu. 
Ne hoş, değil mi? 
Gelelim kaderimin değiştiği o lanet güne. Puslu havaları seven pek çok arkadaşım var ama 
ben  hiç  hazzetmem.  Bana  cenazeleri  hatırlatır.  O  sabah  da  sisler  içinden  kurtların  çıkıp 
gelmesini  bekleyeceğiniz  kadar  pusluydu  hava.  Evden  çıkıp  sokağa  adımımı  atar  atmaz 
havanın kasveti beni yakalamış ve günün geri kalanı için hevesimi kırıp bırakmıştı. Durakta 
durmuş, kornasını öttüre öttüre beni bekleyen minibüse zar zor yetişmiş ve takribi elli kişilik 
sıkış tıkış bir kalabalığın içine kendimi zor sığdırmıştım.  
Yol boyunca, dört bir yanımdan bastıran bedenleri görmezden gelmeye çalışarak, sıkıntılı 
düşüncelere dalmıştım. Karım Ezgi'yi düşünüyordum.  
Ezgi ile beş senedir evliydik ve başlarda her şey mükemmel gidiyordu. Ancak özellikle son 
bir senedir neredeyse tamamen birbirimizden uzaklaşmıştık. İlk önceleri benim kendime olan 
güvensizliğim sarsmaya başladı evliliğimizi. Hatalı olduğumu biliyordum. Ama onun neden 
beni seçtiğini bir türlü anlayamıyordum ve bu soru beni yiyip bitiriyordu.  
Ezgi varlıklı bir ailenin tek kızıydı. Onu tesadüfen katıldığım bir arkadaş toplantısında 
tanımıştım.  Konuşkan,  hayat  dolu,  başarılı  ve  olağanüstü  güzeldi.  Benimle  sohbet  etmeye 
başladığında şaşırmıştım. Böyle bir kızın benimle ne gibi bir işi olabilirdi ki? Sohbet koyulaşıp 
gecenin  ilerleyen  vaktinde  beni  tekrar  görmek  istediğini  söylediğinde  ise  kelimenin  tam 
mânâsıyla  afallamıştım.  Yakışıklı  sayılmazdım,  hatta  sıradan,  kalabalıkların  içinde  rahatça 
kaybolacak biriydim. Ne param vardı ne de şanlı şöhretli bir işim. Başarı derseniz, ben daima 
orta karar bir yol tutturmuş, hırssız ve daha iyisi için çabalama alışkanlığı olmayan biriydim. 
Her  şey  bir  yana,  konuşkan  sayılmazdım,  hatta  sosyal  açıdan  tuhaf  olduğum  bile 
söylenebilirdi.  İşte  tüm  bunları  düşününce,  neden  beni  tekrar  görmek  istediğine  akıl  sır 
erdirememiştim.  Ama  o  an,  belki  de  hayatta  yaptığım  en  akıllıca  şeyi  yapıp,  daha  fazla 
kurcalamadan  ona  telefon  numaramı  vermiş,  onunkini  de  kendi  telefonuma  hemen 
kaydetmiştim.  
O gece ondan ayrılmayı hiç istemediğim bir gerçekti. Ancak ertesi gün iş vardı ve açıkçası 
bunu bir bahane olarak kullanmış, daha fazla kalıp kızı hayal kırıklığına uğratmaya korkarak 
oradan kaçmıştım. Eve döndüğümde hem mutlu, hem hüzünlü, hem de üzgündüm. Çünkü 
beni  aramayacağından  neredeyse  adım  gibi  emindim.  Boş  hayallere  kapılmanın  bir  gereği 
yoktu.  
Ama  aramıştı.  Hem  de  ertesi  gün.  O  akşam  yemeğe  çıkmış  ve  saatlerce  konuşmuştuk. 
Kendi  hakkımda  düşündüğüm  olumsuzlukların  hiçbiri  onu  etkilemiş  gibi  görünmüyordu. 
Tersine, tüm o olumsuzluklar onun ilgisini çekmişti sanki. O akşamki yemek, bir sene sürecek 
flörtün başlangıcıydı. Ve o bir seneyi her an beni bırakmasını bekleyerek, yüreğim ağzımda, 
ânın tadını çıkarmaya çalışarak ama gelecek için bir ümit beslemeden geçirmiştim. Ona  ne 
verebilirdim ki?  


 
50 
 
Ve  bir  gün,  bana  evlenmek  isteyip  istemediğimi  sormuştu.  Öylece,  aniden.  O  günü 
unutamam.  Çekinerek,  istediğimi  söylemiş  ama  o  istemiyorsa  sorun  olmadığını  hemen 
eklemiştim. Kaçsın istemiyordum. Bana bir yüzük kutusu uzattığında, aklımdaki tek şey bu 
işte bir terslik olduğuydu. Terslik vardı elbet, yüzüğü alıp uzatan ben olmalıydım.  
Bir aya kalmadan evlenmiş, ailesinin itirazlarına rağmen orta halli bir yerde kutu kadar 
bir  ev  tutmuş,  içini  rahat,  gösterişsiz  eşyalarla  döşeyerek,  mutlu  mesut  içinde  yaşamaya 
başlamıştık.  Başta her  şey  mükemmeldi.  Uyumluyduk,  âşıktık,  rahattık. Eğleniyor,  geziyor, 
hayatın tadını çıkarıyorduk. İlk üç sene böyle uçup gitmişti.  
Sonra ilk bebeğimizi kaybettik. Ardından bir diğerini… İki sene içinde üç düşük yapmıştı. 
Her seferi ayrı bir yıkım olmuştu bizim için. Doktora göre bir sorun yoktu, olurdu böyle şeyler, 
ümidi kaybetmemek lazımdı...  
Kendimi suçladım. Bende bir eksiklik olduğunu düşünüyordum. Öyle olmalıydı. Ne de 
olsa evliliğimizde eksik olan taraf bendim ve Ezgi zamanının çoğunu bu eksiklerimi kapatmaya 
çalışarak  geçiriyordu.  Tabii  bunu  bilmek  beni  gereksiz  yere  hırçınlaştırıyor,  kendime 
duyduğum öfkeyi Ezgi'den çıkarmama sebep oluyordu.  
Zaman  içinde  benden  uzaklaşmaya  başladı.  Onu  suçlamıyorum.  Çünkü  bunu  ben 
yapmıştım. O ne kadar bana destek olmaya çalışsa da ben ona o kadar köstek olmuştum. Ona 
kayıplarının acısını yaşama izni bile vermemiştim. "Beni artık sevmiyorsun!" "Benden bıktın 
o yüzden konuşmuyorsun!" "Beni küçük görüyorsun!" "Beni kendine layık görmüyorsun! … ve 
daha  nice  suçlamalarımı  gözlerinde  kırgın  ve  umutsuz  bir  ifadeyle  dinlerken,  üzüntüsünü, 
çabalamasını ve aslında bana uzattığı eli fark etmemiştim bile. Bunu ancak o pes ettiğinde fark 
edebilmiştim ne yazık ki. O lanet günden iki buçuk ay önce.  
Artık bana hiç cevap vermiyordu. İşe gidip geliyor, yemeğini yiyip hemen yatıyordu. Hafta 
sonları ise benimle aynı odada bulunmak onu boğuyormuş gibi başka odaya gidiyor, resmen 
benden  kaçıyordu.  Yaptığım  hatayı  fark  etmiştim.  Düzeltmeye,  eskisi  gibi  olmaya  çalıştım. 
Ancak  ben  ne  kadar  üstüne  düşersem,  o,  o  kadar  kendini  çekiyordu.  Artık  bir  şeyleri 
düzeltemeyeceğimden korkmaya başlamıştım.  
Sonra saatlerce internette gezinmeleri başladı; ardından da gizli gizli telefon görüşmeleri. 
Sorularıma ya yarım yamalak cevap veriyor ya da hiç yanıtlamıyordu.  Gülmüyor, ağlamıyor, 
sadece tuhaf bir tedirginlikle, aynı evin içinde bir yabancı gibi yaşamaya devam ediyordu.  
Artık neredeyse emindim. Başka biri vardı. Onu benden uzaklaştıran, çabalarımı gölgede 
bırakacak  kadar  onu  kendine  çeken,  başka  bir  adam.  Bu  düşünce  zihnimde  giderek 
sağlamlaşırken, içimi muazzam bir öfke, çaresizlik ve kıskançlık kaplamıştı.  
Ve  o  gün  minibüste,  sardalye  konservesine  düşmüş  hamsi  gibi  sıkış  tıkış  insanların 
arasında  düşmemeye  çalışarak  iskeleyeye  varmayı  beklerken,  kuşkularımın  doğruluğundan 
neredeyse emin olmuştum. Mutlaka biri vardı ve onun kim olduğunu öğrenmeliydim.  
Minibüsten  iner  inmez,  ağır  bir  sağanak  başlamıştı.  Talihime  küfrederken,  bir  yandan 
paltomun  yakası  ile  yüzümü  kamçılayan  sağanaktan  korumaya  çalışıyor,  bir  yandan  da 
iskeleden ayrılmasına çok az kalmış olan vapura yetişmeye çalışıyordum. İnsan seli arasında 


Yüklə 5,21 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   79




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə