Almanak 2017 entropol kitap



Yüklə 5,21 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə17/79
tarix06.05.2018
ölçüsü5,21 Kb.
#42952
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   79

 
47 
 
“Herkes hak ettiği biçimde yaşamaz. Bazen insan başkalarının hak ettiği biçimde yaşar. 
Birileri, kendi hak ettikleri trajediyi bir başkasına yansıtarak hayatlarını temize çekerler. Buna 
kısaca ‘Kader Nakli’ diyebiliriz. Gücü elinde tutan kendi kaderini de başkalarının kaderini de 
değiştirebilir. Felsefe, herkesin hak ettiği biçimde yaşadığını, tesadüf diye bir şey olmadığını 
söyleyerek gücü elinde tutan insanların önünde paravan oluşturma sanatıdır. Felsefe aldatır. 
Hayatsa yüzümüze vurur,” diyen Thomas Dumas’a bir kez daha hak verdim. Thomas’ın bu 
sözleri  zamanında  oldukça  infial  yaratmış,  özellikle  Alain  de  Button  tarafından,  “Sanatsal 
sefaletin sözel dışavurumu” olarak adlandırılarak Dumas bir kez daha aşağılanmıştı. Noam 
Chomsky  ise,  “Thomas  Dumas’ın  bu  talihsiz  sözleri,  kendini  adamış  ve  kararlı  bir  çabanın 
insanı istediği sonuca ve belki başarıya götürebildiği halde, bu başarının bilinçte ve anlayışta 
bir değişikliğe neden olmayabildiğini kanıtlıyor” diye yorumlamış, kısacası Thomas’ın bilinç 
düzeyini yerin dibine batırmıştı. Bu yorumlar karşısında Thomas, her iki filozofa da tek bir 
cümleyle cevap vermişti: “Paravan çekildi!”  
Benim de geçmişimle bugünüm arasına bir paravan çekilmişti. Başka açıklaması yoktu 
bunun. Peki, paravan açılacak mıydı? Yani istediği tüm fotoğrafları çektiğinde, beni serbest 
bırakacak mıydı bu adam? Elimi kolumu sallayarak bu mahzenden çıkıp gidebilecek miydim? 
Yoksa  başka  birinin  kaderi,  benim  üzerimde  yaşanmaya  devam  mı  edecekti?  Bu  “Kader 
Nakli”nin bir dozu ya da süresi var mıydı? Thomas Dumas bu konuya bir açıklık getirmemişti. 
Onun  ölümü,  bir  kez  daha  göğsümde  ağır  bir  baskı  hissi  yarattı.  Yaşasaydı,  bir  şekilde 
müdahale ederdi bu duruma. Bir fikir verirdi, Seniha’yla ilgili bazı gerçekleri açıklardı ya da 
ne bileyim, bu adamın niyetini anlamama yardımcı olurdu belki. 
Kendimi  ilk  kez  bu  kadar  çaresiz,  bu  denli  bir  belirsizliğin  içinde  hissediyordum. 
Çırpınmaktan bile vazgeçmiş, kendimi olayların akışına bırakmıştım. 
Ama olaylar akmıyor, aynı yerde, bu daracık mahzenin içinde dönüp duruyordu! 
Aklım Maria’da ve yazmakta olduğum kitaptaydı. Maria’nın başına bir şey gelmiş miydi? 
Şu  anda  neredeydi,  ne  yapıyordu  acaba?  Böyle  aniden  ortadan  kaybolduğum  için  paniğe 
kapılmış  mıydı?  Onu  tekrar  görebilecek  miydim?  Peki  kitabı  yazmaya  devam  edebilecek 
miydim? Thomas Dumas hakkında başka hiç kimse bu denli kapsamlı bilgiye sahip değil. Hiç 
kimse  böyle  bir  araştırma,  böyle  bir biyografik  çalışma  yapamaz.  Eğer  bana  bir  şey  olursa, 
Thomas  Dumas  da  benimle  birlikte  karanlığa  gömülür.  Maria  için,  Thomas  için  yaşamaya 
devam etmeliyim. Bir yolunu bulup buradan çıkmalıyım. Mecburum buna. 
 
Altay Öktem, “Thomas Düşerken” - Can Yayınları  
 


 
48 
 
ALAN PİŞMAN, ALMAYAN PİŞMAN 
Her Zaman İstediğimizi Duyarız. Oysa Söylenen 
Bambaşkadır.  
IŞIN BERİL TETİK 
 
Kalbindeki yalın gerçeği söyleyen taş. Vapurdaki satıcı böyle söylemişti…  
Ben  öyle  satıcıların  ucuz  reklamlarına  kanacak  adam  değilimdir  aslında.  Senelerdir 
vapurla işe gidip geldiğim için, var olan tüm ürünleri görmüşümdür herhalde. Limon sıkacağı, 
kepeği önleyen tarak, bir liraya beş kalem… Bitti mi? Bitmedi. Havuç ve patatesi kolaycacık, 
tereyağını  keser  gibi  kesen  mucize  bıçak;  hapşırmayı  önleyen  mendil;  aklınızdan  geçen 
rakamları dahi hesaplayacak hassasiyette hessap makinası. Bitti mi? Elbette bitmedi. Bunun 
yanında bir adet para klipsi, bir adet müzikli çakmak ve son olarak da bir adet mucize silgi. 
Öyle ki bu silgi, dolmakalem, tükenmez kalem, hatta bir zamanlar kullanılan -hala kullanılır 
mı bilmem- sabit kurşun kalemi bile siliyormuş.    
Anlayacağınız,  gördüğüm  katakullinin,  gördüğüm  saçma  sapan  eşyanın  haddi  hesabı 
yoktur. Ha ama hepsinin alıcısı var tabii; kurtlu baklavanın da bir alıcısı olduğu gibi. Aslında 
bu  iş  tamamen  satıcının  becerisine  bağlıdır.  Ağzı  ne  kadar  laf  yapar,  insanları  ne  kadar 
eğlendirir, kandırır veya baskılarsa, o kadar satış yapar.  
Pek  çok  yolcu,  satılan  eşyayı  işine  yarayacağından  değil,  aslında  tamamen  farklı 
sebeplerden alır. Kimi meraktan alır, çünkü bunlar kazıklandıklarına iyice ikna olmak isterler 
nedense. Bazısı mahcubiyetten alır, zira o anda satıcı tam gözünün içine, malı almadığı için 
aptal olmakla suçlayarak bakıyordur, eli mahkûm almak zorunda hisseder. Azımsanamayacak 
kadar büyük bir kısmı da sadece almak için alır. Aslında bunları anlamak mümkün değil. Can 
sıkıntısı mı desek, açgözlülük mü desek ya da olmadı, tasdikli enayiliği kimseye kaptırmama 
hevesi mi desek, neden aldıklarına akıl sır ermez.  
Vapurla gidip geldiğim şu on iki sene boyunca tek dal bir şey almamışımdır satıcılardan. 
Bu  yüzden,  ne  zaman  "Abilerim,  ablalarım,"  diye  söze  başlayan  birini  duysam,  içten  içe 
gülerim. Hadi bakalım, kaç balık gelecek bu sefer oltaya, diye içimden geçirir, kendi kendime 
bir  sayı  tutar,  alanların  sayısı  tahminime  ne  kadar  yaklaşırsa  o  kadar  keyiflenirim.  Neden 
keyiflendiğimi  soruyorsanız,  çok  basit;  başkasının  talihsizliğine  mutlu  olmak  gibi  bir  huyu 
vardır insanoğlunun, bu kendini diğerlerinden daha akıllı, daha güçlü ve başarılı hissetmenin 
garip  bir  yoludur.    Herkeste  vardır  demiyorum  tabii  ki  ama  benim  gibi  kendine  güveni 
olmayan, şu 'ezik' diye tabir edilen tiplerin sıkça yaşadığı bir durumdur bu.  Yadırgamayın 
canım,  kendini  bilen  ariftir  derler  ya,  ben  de  kendimin  ne  olduğunu  gayet  iyi  biliyorum. 
Değişmek için de bir çaba sarf etmediğim, değişmeye korktuğum da doğrudur. Yani, bilmek 
ne yazık ki yetmiyor. Kendimizi hiç kandırmayalım. 


Yüklə 5,21 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   79




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə