Almanak 2017 entropol kitap



Yüklə 5,21 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə15/79
tarix06.05.2018
ölçüsü5,21 Kb.
#42952
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   79

 
43 
 
 
Anders bir anda durdu, düşünmeye başladı: Evet ya, gazete haberi… Okudular! Sonuçta 
bu  iş  yine  o  saçma  sapan  haberle  ilgili!  Seniha’nın  gizli  fotoğraflarının  peşinde  olduğumu 
düşünüyorlar. O fotoğrafların çok değerli olduğunu, çok para edeceğini mi sanıyorlar? Onun 
için mi kaçırdılar beni? Haberim bile yok o fotoğraflardan. Bana kalırsa ortada gizli fotoğraflar 
falan da yok. Bir gazetecinin uydurduğu bir şey o. Haberi ilginç hale getirmek için kafadan 
atmış işte. İzine rastlanmayan fotoğraflarmış… Saçmalığın daniskası. 
Ama  nasıl  kanıtlayacağım  o  fotoğrafların  olmadığını?  Yerini  bir  tek  sen  biliyorsun,  o 
yüzden geldin zaten buralara, çabuk bul onları ve bize teslim et, derlerse ne yaparım ben?  
Seniha? Seniha sahiden ölmüş müdür? İntihar mı etmiştir yoksa birileri öldürmüş müdür 
onu? Şebeke falan diyordu gazete haberinde. Ne şebekesi bu? Bir modelin peşine düşüp onu 
neden  öldürsünler  ki?  Thomas’ın  haberi  var  mıydı  acaba  Seniha’nın  öldüğünden?  Thomas 
gerçekten âşık olmuş muydu Seniha’ya? Bu şebeke Thomas’ın peşine niye düşmedi öyleyse? 
Yoksa  beni  kaçıran  da  şebeke  mi?  Yıllar  önce  Seniha’yı  öldürenler  şimdi  de  beni  mi 
öldürecekler? Ama niye? Maria’ya dokunmasalar bari. Üşüyorum. Tanrım, ne işim var benim 
şebekeyle? Nedir bu başıma gelenler? 
Ben endişe içinde başıma neler geleceğini düşünürken mahzenin demir kapısı gıcırtıyla 
açıldı. Yanılmamışım! Tahmin ettiğim kişi, otelin resepsiyonuna gelip gazete haberini çeviren 
o  adam  girdi  içeri.  Kapının  yanındaki  tahta  tabureyi  aldı,  yanıma  geldi.  Tabureyi  karşıma 
koyup oturdu. Bacak bacak üstüne attı. 
“Neden buradasın, biliyor musun?”  
“Ben de onu soracaktım. Neden buradayım? Ne istiyorsun benden?” 
“Bu  mahzenin  özel  bir  anlamı  var  benim  için.  Ablam  ortadan  kaybolmadan  önce  bu 
mahzendeymiş. Ablamın son fotoğrafları bu mahzende çekilmiş yani, anlıyor musun?” 
“Ab… Ablan mı?”  
“Evet ya, ablam. Seniha.” 
“Ben… Bilmiyordum. Çok şaşırdım. Ama benimle ne ilgisi var bunun?” 
Beni  dinlemiyordu.  Yüzüme  değil,  başımın  hemen  üstünden,  arkamdaki  taş  duvarın 
kıvrımlarına  mı,  artık  nereye  bilmiyorum,  başka  bir  yere  dikmişti  gözlerini.  İri  gözlerini. 
Aslında  iri  de  değil,  sadece  şu  anda  irileşen,  kocaman  birer  bilye  gibi  yüzünün  iki  yanında 
duran gözlerini…  
“Bir  gün  aniden  ortadan  kayboldu.  Her  yerde  aradık  ablamı.  Günlerce,  gecelerce… 
Küçücük  bir  iz  bile  bulamadık.  Adamın  biri  gelmiş,  fotoğraflarını  çekmiş,  sonra  da 
memleketine dönmüştü. Ablamın başına ne geleceği umurunda mıydı? O istediğini almıştı. 
Günler sonra ölü bedeni kıyıya vurdu ablamın. Kimse neden öldüğünü anlayamamıştı. Kimisi, 
işlediği günahların ağırlığını artık taşıyamadığı için intihar ettiğini iddia ediyordu, kimisi de 
içine  girdiği  o  karanlık  çevrelerden  birinin  onu  öldürüp  denize  attığını…  Benim  dışımda, 
ölümünün gerçek nedenini bilen yok.” 


 
44 
 
“Çok üzüldüm. Gerçekten üzüldüm. Ama benimle ne ilgisi var bunların?” 
“O fotoğrafların peşinde olduğunu biliyorum.” 
“Yemin ederim haberim bile yok o fotoğraflardan. İlk defa, senin İngilizceye çevirdiğin o 
gazete haberinden öğrendim izine rastlanmayan  fotoğraflar olduğunu. O  da yalan haberdir 
diye düşündüm. Varsa da bunca yıl sonra, kim, niye peşine düşsün o fotoğrafların? Kimin işine 
yarar ki?” 
“Senin.” 
“Be…  Benim  mi?  Benim  niye  işime  yarasın  ki?  Hem,  dedim  ya,  haberim  bile  yoktu  o 
fotoğraflardan…” 
“Şimdi haberin oldu işte. O fotoğraflar bende. 
“Ne? Yani sahiden var mı o fotoğraflar? Sana inanmıyorum.”  
“Ablam öldükten sonra eşyalarının arasından bir film makarası çıktı. Gidip tab ettirdim. 
Çıkan  fotoğraflardan,  nerede  çekildiğini  anlamaya  çalıştım.  Uzun  zaman  araştırdım. 
İstanbul’un  her  yerini  sokak  sokak  dolaştım.  Her  deliğe  girip  çıktım.  Sonunda  buldum.  O 
fotoğraflar, bu terk edilmiş eski depoda çekilmiş.” 
İyice gerilmiştim. Karşımda, bir taburede oturmuş, gözlerini arkamdaki duvara dikmiş 
konuşuyordu hâlâ. 
“Çok  anlamsız.  Thomas  Dumas  çektiği  fotoğrafların  filmini  niye  ablanıza  bıraksın  ki? 
Yanında götürür.” 
Soruma cevap vermedi. Sadece yüzüme bakıp tuhaf tuhaf gülümsedi. 
 “Peki beni niye getirdiniz buraya? Benim ne o fotoğraflarla ne de bu mahzenle ilgim yok. 
Sizin ülkenizde adam kaçırmak suç değil mi yoksa? Şimdi polis kaybolduğumu fark etmiş, beni 
aramaya başlamıştır bile.” 
Tabureden  kalktı.  Hiçbir  şey  söylemeden  arkasını  dönüp  yürümeye  başladı.  Çıkarken 
demir  kapının  gıcırtıyla  kapandığını  duydum.  Sonra,  etraf  yine  mahşeri  bir  sessizliğe 
gömüldü. 
 
Sabaha kadar uyuyamadı  Maria. Yatağında dönüp durdu, bir iki kez daldıysa da tuhaf 
rüyalar  görüp  sıçrayarak  uyandı.  Anders  ise  soğuktan  ve  korkudan  titreyerek,  bir  kenarda 
büzüşüp  oturdu.  Bu  adam  delirmişti.  Büyük  ihtimalle,  ablasının  intikamını  almak  için 
getirmişti  onu  bu  mahzene.  Öldürecekti.  Ama  bunu  hemen  yapmıyor,  biraz  daha  işkence 
çekmesini istiyordu. Bari bugün öldürse, diye düşündü. Beklemek ölümden kötüydü. Aslında, 
ölümü  beklemek,  başına  ne  geleceğini  bilmeden  beklemekten  daha  iyiydi.  Öldüreceğinden 
emin  olsa,  biraz  rahatlayacaktı  en  azından.  Bilinmezlik,  ölümden  de  kötüydü.  Gerçi  “Bu 
fotoğraflar senin işine yarar” gibi bir şey söylemişti adam lafın arasında. Belki de başka bir 
planı vardı. Ablasının ölümünden kaynaklanan acıyı hafifletmek için değil, ranta çevirmek için 
kaçırmıştı  onu  büyük  olasılıkla.  O  zaman  ne  bekliyordu?  Fotoğrafların  karşılığında  istediği 


Yüklə 5,21 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   79




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə