207
Şimdi gene diyeceksiniz ki Alpay Şalt’ın ve Ergüder Yoldaş’ın Debra Winger ile ne alakası
var? Bilmem, belki de yoktur.
Lâkin…
…Yerli ve yabancı “Gösteri Dünyası”nın uzunca bir zamanına fan olarak ve sonrasında
gazeteci olarak tanıklık ettim.
Yalan dünyanın galebe çaldığı, dostluklara ihanetin adeta bir kurala dönüştüğü, insan
kalitesinin giderek erozyona uğradığı
oynak bir zemindir “Şov Dünyası”…
208
Eğlence, sinema ve medya dünyası diyerek özetleyebileceğimiz bu dünyada yavşaklık ve
kibir prim yapar… En elitist yapısından en
“underground” ortamlarına leş çürüktür rock
dünyamız da; zamanında
“Heavy metal öldü, yaşasın club hayat tarzı” benzeri
vaazlar veren
sahtekarların heavy metal kitabı yazarak para kazandığı, Türk rock müziği adı altında beş para
etmez grupların
“festivalden festivale” koştuğu ve vasatlıklar çağında emeğin en yüce
değerlerden biri olduğunun unutulduğu ve önemsenmediği günümüz dünyasında Ergüder
Yoldaş gibi, Debra Winger gibi, Alpay Şalt gibi insanlar, belki
“piyasadan” çekilseler de ruhları
hep zirvelerde gezinecektir.
209
BABA, SAVAŞ NE DEMEK?
AŞKIN
GÜNGÖR
Adam kocamandı ve kocaman da bir gülümsemesi vardı. Nasıl yapıyordu bilinmez ama
Sevgi denen bir yaratık besliyordu gözlerinde. Kızına her baktığında o yaratık ortaya çıkardı.
Küçük kız defalarca görmüştü onu. Kediler gibi uzun kuyruğu olan bir arıya benziyordu. Ama…
Belki de tam tersi, arılarınki gibi kanatları olan minicik bir kediydi, kim bilir. Öylesine ufak bir
yaratıktı ki küçük kız hangi tahmininin doğru olduğunu kestiremiyordu.
Kanatlı bir kedi ya da kuyruklu bir arı! Üf, ne karışık işler! Yine de komikti. Kız onu
görünce gülerdi. Kahkahası her yana yayılır, açık pencerelerden evlere girer, rüzgâr gibi
caddeleri aşar, mutsuz insanlara sürtünüp onlara umut bulaştırır, geceyse Ay Dede’yle
yıldızlara, gündüzse Güneş’e dek yükselirdi.
Minicik dedim ama Sevgi adlı kanatlı kedi (veya kuyruklu arı, artık hangisiyse) minicikten
de küçüktü. Karınca kadar var ya da yoktu. Tüyleri, babanın kahverengi gözleriyle aynı
renkteydi. Bir de sihirliydi ki sormayın gitsin. Onun ortaya çıkmasıyla kız güler, baba da
gülücük denen şey bulaşıcıymış gibi aynı şekilde gülmeye başlardı. Yüzü aydınlanır, gözlerinin
kenarına incecik damlalar sıra sıra dizilirdi. Hatta bazen o damlalardan biri aşağı atlar,
babanın top sakallı çenesine doğru uzun bir yolculuğa çıkardı.
Küçük kız bir keresinde sormuştu: “Baba, gözlerindeki ne?”
“Gözbebeği tatlım,” demişti babası.
“Hayır, onu sormuyorum ki.”
“Neyi soruyorsun ya?”
“Gözlerindeki arıyı soruyorum.”
“Gözlerimdeki arı mı?”
“Tabii akıllım, arı. Ama…”
“Ama ne?”
“Pek arıya da benzemiyor aslında. Belki de arı gibi kanatları olan minicik bir kedidir.”
“Yani gözlerimde yaşayan kanatlı bir kedi mi var?”
“Galiba.”
Babanın gözleri kocaman olmuş, içlerinde bir şeyler oynaşmış ve tam da o anda kanatlı
minik kedi yeniden ortaya çıkmıştı. Kahkaha atmıştı baba. Kızı kucaklayıp havalara kaldırmış,
sımsıkı sarılmış, yanaklarını, boynunu,
ellerini, minik parmaklarını öpmüş de öpmüştü.
Kız kıkırdamış, “Ay baba, gıdıklanıyorum ya!” demişti.