Almanak 2017 entropol kitap



Yüklə 5,21 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə74/79
tarix06.05.2018
ölçüsü5,21 Kb.
#42952
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   79

 
201 
 
Bilimkurgu  distopiktir.  Geleceğin  belirsizliğinden  doğan  korku,  beklentiyi  yıkıcı 
görüntülerle  beslemiştir.  Yıldızlardan  Dönüş  romanında,  varılan  toplumsal  mükemmelik 
halinde bile anlamın, neşenin ve aşkın kayboluşu gibi. Zaten kaçınılmaz bir gerçek olarak, bir 
önceki nesil tarafından distopya olarak adledilme aymazlığına maruz kalan “şimdi” ve içinde 
yaşayan  insanların  geleceğe  korku  dolu  bakışları  psikiyatrların  içinden  çıkamadığı  bir 
paradokstur. Öyleyse distopya da tüm zamanları kapsayan bir sızlanma halinden başka bir şey 
değildir. 
Bilimkurgu  gerçektir.  Yaşanmaması  için  hiçbir  neden  göremediğiniz  o  öteki  zamanda 
geçmektedir.  Şüpheye  yer  bırakmama  hamleleri  okuyucuyu  büyülemeye  devam  ettikçe 
gerçekliğe kavuşur ve somutlaşır. Dillere dolanır, betimlemelere, deyimlere dönüşür. Çocuklar 
ışın  kılıçlarıyla  oynar,  koyun  çobanları  iz  sürücülerle  karıştırılıp,  isteklerin  gerçekleştiği 
odanın yeri sorulur, Mars’ta bitcoin çıkarma fantezileri sohbetlere siner, akrabaları arasında 
uzaylılar  tarafından  kaçırılmayan  insan  kalmaz.  Evet,  çuvalda  kediler  yüzlerini  çiziktirir, 
sopalar vücutlarına inerken bile düşünebilirler bunları! 
Politiktir,  çünkü  yaratıma  müdahil  olma  cüretini  gösterir.  İyiyle  kötüyü  birbirinden 
ayırma küstahlığı da bilimkurgu yazarlarına aittir. Öylesine severler ki dünyayı, onu kirletilmiş 
görmeye kıyamazlar. Ama hayallerine de siner aynı sivrisinek ısırıkları. Binlerce yıl ötede bir 
insanı  –  benzerini  -  belki  de  reenkarnasyonunu  -  uyarmak  için  “dikkat  et!”  diye  bağırır, 
“benimle  aynı  kaderi  yaşamak  üzeresin!”  Ha  ha!  Sonra  müdahil  olur  ve  kendisinin  çuvalın 
içinde  asla  beceremeyeceği  şeyi  yapması,  ileri  atılıp  kahramanca  kaderi  değiştirmesi  için 
dürter onu.  
Çocuksudur,  çünkü  hangi  bilim  kuramıyla  süsler  hangi  fütürist  sentezle  boyarsanız 
boyayın, gelecekte bedenin ağırlığından kurtulmuş bir üst-insan tarafından okunurken, yazarı 
altı  yaşlarında,  pastel  boyalarıyla  resim  defterine  karalama  yapıyormuş  gibi  görünecektir. 
Gülecektir o, belki de yüzyıllardır ilk defa ve uzanıp; uykusunda dehşet içinde karabasanlardan 
kaçan  çocuk-adamı bir  kenarıya  çekip  içtenlikle  sarılacak,  delimsi bakışları,  körüksü göğsü 
düzene girene kadar saçlarını okşayacaktır. 
Her şey aklımızın bize bir oyunu. Bilimkurgu da öyle. Sanırım artık bizim aklımıza bir 
oyun oynamamızın zamanı geldi.  
 


 
202 
 
LION 
 
 
 
CANER ÖZDURAK
 


 
203 
 
BİLİNMEZLİĞE GİDEN MUTLU SON 
HAKAN TUNÇ 
 
Bir odadaydı, karanlık bir odada. El yardımıyla etrafını tarayıp nasıl bir yerde olduğunu 
anlamaya  çalıştı.  Nispeten  ferah  denecek  ve  az  eşyayla  süslenmiş  bir  odada  olduğunu 
anlayabiliyordu  attığı  adımlardan.  Yine  de  zifiri karanlıkta  hiçbir  şeyden  emin  olamıyordu. 
Peki ya neresiydi burası? Bilincini yitirdikten sonra neler olduğunu bilmese de, öncesini net 
olarak hatırlıyordu. 
Üzücü  bir  tartışma  yaşamıştı  sevgilisiyle  ve  o  sinirle  ağlayarak  çıkmıştı  evden. 
Düşünmeden ve koşar adımlarla hareket etmişti. Onun duygularını her defasında bu kadar 
kırmaya  hakkı  yoktu  çünkü.  Kendini  gereğinden  fazla  tutmuştu  bugüne  kadar.  Ama  bu  da 
fazlaydı.  Gözyaşları  istemsiz  bir  şekilde  yanaklarından  süzülüyor,  kendi  kendine  ne  kadar 
salak  gözüktüğünü  ve  makyajının  aktığını  söylüyor,  yüzünün  palyaçoya  benzediğini 
düşünüyordu. Uykusuz geçirdiği gecenin ardından haberini vermek için gittiği evde alacağı 
tepki bu mu olacaktı gerçekten de? 
Mükemmel bir gülüş ve ardandan koşar adımlarla ona sarılacak birini bekliyordu oysaki. 
Güzel bir gün geçirirler, ardından yemeğe çıkarlardı. Üşüse de, hava soğuk olsa da, o sarılırdı 
ona, ceketini verirdi, üşümezdi artık. Neler hayal etmişti, ne güzellikler kurmuştu kafasında. 
Üşengeçliği tutsaydı her zamanki gibi, çıkmasaydı evden ve o gelince gayet sıradan, normal bir 
şeymiş gibi verseydi haberi. Niye böyle yapmamıştı ki? 
İşte kafası eğik yolda yürür ve bunları düşünürken birden garip bir koku almış, daha ne 
olduğunu  anlayamadan  bayılmıştı.  Uyandığında  da  bu  odadaydı.  Tutarlı  hiçbir  düşünce 
gelmiyordu aklına. Ne yapacağını bilmez şekilde dolanıp duruyordu. 
Lambalar yandı bir an sonra. Şaşırdı. Ağlamasına neden olan, o çok sinirlendiği adam 
karşındaydı ve üstelik çok da şık giyinmişti. 
“Ulu tanrım, neler oluyor böyle?” diye sesli bir şekilde düşünmeden edemedi. Etrafına 
baktı. Odayı açık seçik bir şekilde görebiliyordu artık. Çok tatlı bir yerdi, gerçekten de ferahtı, 
ama el yordamıyla aklına gelen alakasız şeyler yoktu. Aksine şık döşenmiş bir masa vardı… 
Lale vardı üzerinde, en sevdiği çiçek. Yanına gitti, kokladı ve ona doğru dönüp, “Neler oluyor, 
sen mi yaptın bunları?” diye sordu. 
Sadece baktı kendisine o adam, daha önce fark etmediği tatlı bir gülümsemeyle hem de. 
Ardından yanına geldi. Alnına hafif bir öpücük kondurarak, kollarıyla, o mis kokulu bedeniyle 
sıkı sıkı sarıldı kendisine. 
Ve işte o an anladı neler olduğunu. Utanmasa, “Sana bir kez daha âşık oldum,” diyecekti. 
Ama bu sözleri kurmasına gerek yoktu. Çünkü gözlerine odaklanmış ve kollarıyla onu sıkıca 
sarmalamış olan adam, “Biliyorum,” dedi. 
Nihayet mutluydu. 


 
204 
 
 


 
205 
 
ERGÜDER YOLDAŞ, DEBRA WİNGER, ALPAY 
ŞALT VE TÜM “ZİRVEDE BIRAKANLAR” İÇİN... 
MURAT ARDA 
 
O, batılı tarzdaki pop müziği, segâh makamıyla miks ederek yepyeni bir sentezi nitelikli 
dinleyiciye sunmuştu. 
Unutulmaz 'Sultan-ı Yegâh' ve 'Elde Var Hüzün' gibi besteler, onun dimağından çıkmıştı. 
Ergüder Yoldaş, tüm çocukluğumun en şaşırtıcı “boyalı medya” haberlerine mütemadiyen 
konu oluyordu;  “Ünlü müzisyen dağlara kaçtı,” “İş buldular iki gün dayandı, kaçtı”  ya da 
“Ergüder Yoldaş gene ormana kaçtı” ve bunun gibi, biraz da Ertuğrul Özkökvari bir editoryal 
yavşaklıkla, hesapta dalga geçilerek üçüncü sayfa haberlerine konu oluyordu büyük müzisyen. 
 
1991'den  sonra  uzun  süre  Büyükada'da  gözlerden  uzak  inziva  hayatı  yaşayan  ve  son 
dönemlerinde  ise  İzmir'de  kız  kardeşinin  yanında  hayatını  sürdüren  efsane  kompozitör 
hayatını yitirdiğinde, oğlu Tunç Devrim Yoldaş ve eşi Nur Yoldaş vakurdu...  
"Bana eşi ve öğrencisi olmam onurunu yaşatan, oğlumun babası ve torunum Ergüder'in 
dedesi...  Kompozitör  Ergüder  Yoldaş'ı  kaybettik,  çok  üzgünüz"  demişti  sevgideğer  eşi,  Nur 
Yoldaş. 


Yüklə 5,21 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   79




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə