Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2015, № 1
92
maktadır: “İnsanlar değişik zamanlarda, özellikle de ölümle yüz yüzeyken
kendilerine ciddi sorular sorarlar. Kahramanımızın hatıralarının mantığı bü-
tün bunların olduğu anda, bütün bu hatıraların gerisindeki sebepte yatar. İşte
bu yüzden kahramanımızı ciddi bir hastalık yaşıyorken gösteriyoruz; sağ-
lıklı ve neşeli olsa farklı şeyler hatırlardı, farklı biçimde hatırlardı.
1
Film-
deki ana karakter bu hâlet-i ruhiye içerisinde sık sık annesi düşünmekte,
annesi ile eşini aynı kadın olarak düşlemekte, babasıyla hesaplaşmakta,
parçalı ve öksüz çocukluğundan kalan hatıralara dalıp gitmekte ve çocukken
doğanın kollarında bulduğu huzura sığınmaya çalışmaktadır. Şiire en yakın
hâl çocukluk hâlidir ve Tarkovsky’nin çocukluk dönemine gösterdiği ilgi,
filmdeki genel rüya havasına da oldukça uygundur. Bu bakımdan Ayna,
rüyalara ve çocukluğa duyulan özlemin bir tür dışa vurumudur: “Sonra ke-
derlenip rüyayı görmek için sabırsızlanıyorum. Beni her şeyin mümkün ol-
duğuna inandığım çocukluğuma ve mutluluğa götürecek rüyayı…”
Ayna’nın en gizemli yanı, arka plandaki anlatıcının varlığıdır. Ger-
çekte, öyküyü doğrudan anlatan bir anlatıcı değildir bu. Varlığı sürekli his-
sedilen, yaşamındaki mahrem anlara ya da olayların olağan akışına kendi
bakış açısıyla izleyiciyi şahit tutan, bazen şiirler okuyan bazen de annesiyle
hüzünlü telefon konuşmaları yapan, kısacası, içine ayna tutulan sanatçıdır
bu. İzleyici, Ayna’daki buğuyu sildiğinde orada bazı dağınık yüzlerle, birbiri
içine geçmiş olaylar, anılar, nesneler ve kişilerle karşılaşacaktır. Bu dağınık
akış izleyiciyi, bu görüntüleri bir araya getirip anlamlı bir bütünlüğe kavuş-
turmaya teşvik eder. Diğer yandan, Tarkovsky’ye göre film esnasında bir
anlam aramaya gayret etmek olup biteni her şeyi kaçırmak anlamına da gel-
mektedir. Çünkü “ideal seyirci bir filmi, içinden geçtiği kırları seyreden bir
yolcu gibi seyreder; çünkü sanatsal bir imge zihindışı bir iletişimle etki
uyandırır.”
2
Burada önemli olan, filmdeki sembollerin insanlarda bazı hisler
1
Andrey Tarkovski, Şiirsel Sinema, Ian Christie’nin Röportajı, 1981, s. 82.
2
Andrey Tarkovski, Şiirsel Sinema, Ian Christie’nin Röportajı, 1981, s. 84.
Sosial fəlsəfə
93
uyandırmasıdır.
1
Bu, bir rüyadan uyandığınızda, daha uyanır uyanmaz, ora-
da görülen karmaşık görüntüleri birbirine eklemek suretiyle rüyanın der-
lenip toparlanmasına ya da çocuklukta yaşanılan olayların sonradan hatır-
lanıp yeniden inşa edilmesindeki çabaya benzemektedir. Kendi anlarından
örülü olan ve bizzat kendi varlığının derinliklerinde bulunan bu serbest akı-
şın içine daldığında insan, bu karmaşanın açıklığa kavuşturulması ihtiyacını
hisseder. Tarkovsky’nin Ayna’da yapmak istediği şey, bir bakıma, derinler-
de birbiri içine geçmiş olan karmaşık anıları olduğu gibi sunmaktır. Sanatçı,
bu çabanın kişisel olduğunun farkındadır fakat onun hedefi tam da ki-
şisellikten beslenen bu karmaşanın ortaya konmasıyla ilgilidir. Zira “kar-
maşık bir düşünce ve şiirsel bir dünya görüşü, asla, ne pahasına olursa olsun
fazla açık, herkesçe bilinen olgular çerçevesine sıkıştırılmamalıdır.”
2
Tarkovsky’de rüyalar ve bilinçaltında gizli olan ifadeler karakterlerin,
geçmişin ve ilişkilerin otantik görüntüsünü oluşturmak bakımından önem
taşımaktadır. İnsanların rüya deneyimlerini hatırlamaya gayret ettikleri ‘ger-
çeküstü’ anlar genellikle ‘günlük yaşam’dan çok da farklı değildir.
Ürkütücü duygularla rüyalar bir araya getirildiğinde ortaya çıkan hissiyat ile
gündelik rutin arasında umulmadık bir yakınlık olduğu görülebilir.
Tarkovsky rüya, bellek ve hayal tasvirlerinde gerçek olanla ile sanatsal olan
arasında bir ilişki kurmaya çalışır ve bunu sağlamak için zamansal ve me-
kansal bağlantıları koparmaya gayret eder.
3
Ona göre bellek, bir armağan
gibidir; insanın hatırlaması, hatıralarını dile getirdiği andaki durumu, geç-
mişe doğru bir bakış değildir. Geçmiş sürekli insanla birliktedir ve insan
onu çoğu kez “ağır bir bavul gibi taşımaktadır.” Bu yüzden, neredeyse “bü-
tün sanat eserleri belleğe dayanır, belleği billürsu bir hale getirmenin,
somutlaştırmanın araçlarıdır.”
4
1
Andrey Tarkovski, Şiirsel Sinema, Ian Christie’nin Röportajı, 1981, s. 88.
2
Andrey Tarkovski, Mühürlenmiş Zaman, s. 8.
3
Simon Mussell, “Mimesis Reconsidered: Adorno and Tarkovsky contra Habermas”,
Film-Philosophy 17.1 (2013), s. 223-224.
4
Andrey Tarkovski, Şiirsel Sinema, Claire Devarrieux’un Röportajı, 1978, s. 54.
Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2015, № 1
94
Tarkovsky “rüyanın öyküsü”nü, hayatın görünür ve doğal biçimleriyle
içiçe geçirirken Ayna’da olduğu gibi farklı teknikler kullanır. Filmdeki yapı,
bildik tekniklerin ve kurgu alışkanlıklarının dışında ve ötesinde bir karak-
teristiğe sahiptir. Salt kurguyu önemseyen bir sinema anlayışından farklı
olarak yönetmen, izleyicinin sunulan öyküden yola çıkarak gördükleri ile
kendi tecrübelerini bağdaştırma gayreti içine girmiştir. Böylece yönetmen,
izleyicinin, sınırlarını aşmasına yardım etmekte ve filmini, sadece bul-
macalardan kurulu bir öyküden ziyade insanın duygu yoğunluğuna seslenen
ve eline alıp kendi yüzüne bakabileceği bir ayna haline getirmektedir. Ayna,
insanın sadece entelektüel yanına hitap eden ya da benzetme ve imgelerden
kurulu bir film değildir. Bu nedenle, Ayna’ya bakan izleyici, klasik bir kur-
gudan ve takip edebileceği bir senaryodan yoksundur. Tarkovsky, öyküyü
ortaya koyarken diğer filmlerinde olduğu gibi özel yöntemler kullanır: Şiir-
sel anlatım, ani geçişler, geriye dönüşler, anların ağır çekim rüya görüntü-
leriyle zenginleştirilmesi ve böylece zaman/mekan kavramlarının silikleş-
tirilmesi, etkileyici müzikler, kendisini sürekli hissettiren dramatik hava,
kameranın lirik gücü, düşlerde yapılan yolculuklar, siyah-beyaz ve renkli
görüntülerin ahengi. Ayna’da olayların artarda akışından ziyade kamera gö-
rüntüleri ön plandadır. Tarkovsky’nin görüntü tekniği, izleyiciye bir rüyada
olduğunu ya da bir bambaşka bir gerçeklikle yüzleşmek durumunda kal-
dığını hissettirmektedir.
Seyirci Ayna’da her ne kadar sanatçının özel hatıralarına şahit tutulsa
da onun yaşadığı coğrafya, sancılı Rusya sanatçının yaşamının ve hatıra-
larının aktığı ana zemindir. Bir röportajında Tarkovsky, Ruslar’ın daima
şimdiki zamanın ağırlığını üzerlerinde hissederek yaşadıklarını söyler. Bu
bakımdan “Ayna biraz da Rusların tarihidir, pişmanlıklarının tarihidir.”
1
Ay-
na’nın genel havasına hâkim olan lirizmin, yerini epik/didaktik bir anlatıma
bıraktığı ve filmin neredeyse bir belgesele dönüştüğü bölümlerde bunu açık-
ça görmek bile mümkündür. Dünya savaşları ve sonrasında Rusya’da mey-
1
Andrey Tarkovski, Şiirsel Sinema, Laurence Cossé’nin Röportajı, 1986, s. 209.
Dostları ilə paylaş: |