Beni Asla Bırakma



Yüklə 1,25 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə7/17
tarix30.03.2022
ölçüsü1,25 Mb.
#84880
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   17
Kazuo Ishiguro- Beni Asla Bırakma

yapmayın!” Ama şimdi sözünü ettiğim yılın bahar aylarında,
bir oğlanla cinsel ilişkiye girmekten rahatsız olmayacağımı
düşünmeye başladım. Sadece nasıl bir şey olduğunu
öğrenmek için değil, seksi de öğrenmem gerekiyordu ve bunu
ilk olarak fazla önemsemediğim bir oğlanla denesem fena
olmazdı. Daha sonra özel biriyle birlikte olursam, her şeyi
daha iyi yapma ihtimalim artardı. Demek istediğim şu: Bayan
Emily haklıydı, seks iki kişinin paylaştığı çok önemli bir
şeydi, ama ben iyi olması gerektiği zaman acemice
davranmak istemiyordum.
Bu yüzden Harry C.’yi gözüme kestirdim, bunun birkaç
nedeni vardı. Birincisi, onun bu işi daha önce Sharon C. ile
yaptığına emindim. İkincisi, onu çok beğenmiyordum, ama
midemi de bulandırmıyordu. Ayrıca sessiz ve ağırbaşlı
biriydi, beceriksizce davransam bile sonradan dedikodusu
yayılmazdı. Hem birkaç kez benimle sevişmek istediğini ima
etmişti. Tamam, o günlerde pek çok oğlan kızlarla flört
ediyordu ama neyin gerçek bir istek, neyin oğlanlara özgü bir
şaka olduğu belliydi.
Böylece Harry’yi seçtim ve ona yaklaşmayı iki ay kadar
erteledim, çünkü fiziksel açıdan hazır olmak istiyordum.
Bayan Emily bize, yeterince ıslanmazsak ilişkinin çok acı
vereceğini ve belki de başarısız olacağımızı söylemişti, en
büyük endişem buydu. Kızlarla dalga geçerken söylediğimiz


gibi aşağısı yırtılıp açılmıyordu, ama bu bazı kızların gizli
korkusuydu. Düşündüm ki, çabucak ıslanırsam hiç sorun
çıkmaz. Emin olmak için kendi kendime alıştırmalar yaptım.
Takıntı haline getirmişim gibi gelebilir size, ama cinsel
ilişkiye giren insanların anlatıldığı kitapları tekrar tekrar
okudum; satır satır okuyor, ipuçları çıkarmaya çalışıyordum.
Ama sorun şu ki, Hailsham’daki kitaplar hiç yardımcı olmadı.
Thomas Hardy ve benzeri yazarların 19. yüzyılda kaleme
aldığı çok sayıda kitap vardı, bunlar hiç işe yaramıyordu.
Edna O’Brien ve Margaret Drabble gibi çağdaş yazarların
kitaplarında cinsellikle ilgili sahneler vardı, ama neler olduğu
hiçbir zaman açıkça anlatılmıyordu, çünkü yazarlar önceden
cinsel ilişkide bulunmuş olduğunuzu varsayıyorlardı, bu
yüzden detaylara girmeye gerek görmemişlerdi. Bu yüzden
kitaplardan faydalanamıyordum, videolar da daha iyi
sayılmazdı. İki yıl önce bilardo odasına bir video gösterici
konmuştu ve ilkbaharda iyi bir video film koleksiyonu
oluşmuştu. Çoğunda cinsellik vardı, ama sahneler genelde
cinsellik başlarken bitiyordu ya da sevişenlerin sadece
yüzlerini ve sırtlarını görüyordunuz. Gerçekten işe yarar bir
sahne olduğunda da doğru dürüst izleyemiyordunuz, çünkü
odada en az yirmi kişi daha sizle birlikte filmi izliyordu.
Sevdiğimiz bazı sahneleri tekrar oynatmak için aramızda bir
sistem geliştirmiştik, mesela, Büyük Kaçış’taki Amerikalının
motosikletiyle dikenli telin üzerinden atladığı sahne. Bir
ağızdan, “Başa sar! Başa sar!” diye bağrılır, biri uzaktan
kumandaya ulaşır ve aynı sahneyi tekrar tekrar, bazen üç dört
kere izlerdik. Ama sırf seks sahnelerini tekrar görmek için
kasetin başa sarılmasını istemeye utanırdım.
Böylece, ertelemeyi haftalarca sürdürdüm, bu arada
hazırlanıyordum, sonra yaz geldi ve ben olabileceğim kadar


hazır olduğuma karar verdim. Artık kendime oldukça
güveniyordum ve Harry’ye imalarda bulunmaya başladım.
Her şey güzeldi ve planlandığı gibi gidiyordu. Derken Ruth
ve Tommy ayrıldılar ve her şey altüst oldu.


Dokuzuncu Bölüm
Ruth’la Tommy ayrıldıktan bir iki gün sonra, Sanat
Odası’nda birkaç kızla birlikte bir natürmort resim üzerinde
çalışıyorduk. Arkamızda takırdayan vantilatöre rağmen çok
boğucu bir gün olduğunu hatırlıyorum. Kömür kalem
kullanıyorduk, biri bütün şövalelere el koyduğu için
kucağımıza yerleştirdiğimiz tahtalar üzerinde çalışıyorduk.
Cynthia E.’nin yanında oturuyordum, çene çalıp sıcaktan
şikâyet ediyorduk. Derken birisi oğlanlar konusunu açtı ve
Cynthia E. başını işinden kaldırmadan dedi ki:
“Tommy ve Ruth’un ilişkisinin fazla sürmeyeceğini
biliyordum. Sanırım Ruth’un halefi sensin.”
Öylesine söylemiş gibiydi. Ama Cynthia algıları güçlü bir
insandı, grubumuza dâhil olmaması da sözlerine ağırlık
kazandırıyordu. Şunu anlatmak istiyorum: Cynthia’nın,
uzaktan bize bakan insanların düşüncelerini temsil ettiği
fikrine kapılmadan edemedim. Ne de olsa, birliktelikler
konusu ortaya çıkmadan önce, yıllardır Tommy’nin
arkadaşıydım. Dışardan bakan birinin beni “Ruth’un halefi”
olarak görmesi olağan bir şeydi. Fazla umursamadım ve
konuyu deşmeye niyeti olmayan Cynthia da fazla bir şey
söylemedi.
Belki bir ya da iki gün sonra Hannah’yla spor binasından
çıkıyorduk. Birden beni dürttü ve Kuzey Oyun Sahası’ndaki


bir grup oğlanı gösterdi.
“Bak,” dedi sessizce. “Tommy. Tek başına oturuyor.”
“Ne olmuş yani,” der gibi omuz silktim. Hepsi bu. Ama
sonra kendimi bu konuyu düşünürken buldum. Belki
Hannah’nın tek yapmak istediği, Ruth’dan ayrıldığından beri
Tommy’nin boşlukta olduğuna dikkat çekmekti. Ama böyle
olmadığını biliyordum: Hannah’yı iyi tanıyordum. Beni
dürtüklemesi ve sesini alçaltması, bir tahminini ifade ettiğini
belli ediyordu, belki de Ruth’un halefi olduğumu söylemeye
çalışıyordu.
Dediğim gibi, bütün bunlar biraz kafamı karıştırdı, çünkü
o zamana kadar Harry hakkında planlar yapıyordum.
Gerçekten de, şimdi geriye baktığımda, eğer şu “doğal halef”
meselesi olmasaydı Harry’yle birlikte olacağıma inanıyorum.
Her şeyi yoluna koymuştum, hazırlıklarım ilerlemişti. Hâlâ
da, yaşamımın o döneminde Harry’nin benim için iyi bir
seçim olduğunu düşünüyorum. Eminim düşünceli ve nazik
davranır, ondan ne beklediğimi anlardı.
Harry’yi iki yıl önce Wiltshire’daki nekahet merkezinde
çok kısa bir süre gördüm. Bir organ bağışından sonra merkeze
getiriliyordu. O gün pek iyi hissetmiyordum, çünkü bir gün
önce kendi bağışçım tükenmişti. Kimse beni suçlamıyordu –
ameliyat iyi gitmemişti– ama yine de iyi hissetmiyordum.
Bütün gece ayakta kalmış, yapılacak işleri ayarlamıştım.
Resepsiyonda son düzenlemeleri yapıp ayrılmaya
hazırlanırken Harry’yi gördüm. Tekerlekli sandalyedeydi –
daha sonra öğrendim ki yürüyemediğinden değil, çok güçsüz
olduğu için–, ona yaklaşıp merhaba dediğimde beni tanıdı mı
emin değilim. Hafızasında özel bir yere sahip olmayı
beklemek için yeterli bir nedenim yok sanırım. O olay dışında
birbirimizle hiç alakamız olmadı. Beni hatırlıyorsa bile, onun


gözünde şu aptal kız olmalıyım; durup dururken yanına gelip
ona sevişmek ister misin diye soran, sonra vazgeçen kız.
Yaşma göre olgundu sanırım, çünkü kızmadı ya da
çevresindekilere benim gösterip de vermeyen türden bir kız
olduğumu falan söylemedi. Bu nedenle, onun merkeze
getirildiğini görünce, kendimi ona karşı müteşekkir hissettim
ve bakıcısı olmak istedim. Etrafıma bakındım, ama bakıcısını
göremedim. Görevliler onu odasına götürmek için
sabırsızlanıyordu, bu yüzden uzun konuşamadık. Merhaba,
dedim sadece, umarım yakında iyileşirsin. Yorgun bir ifadeyle
gülümsedi. Hailsham’dan bahsettiğim zaman başparmağını
havaya kaldırıp iyi işareti yaptı, ama beni tanıdığından emin
değilim. Belki daha sonra, yorgunluğu ya da ilaçların etkisi
geçince beni hatırlamaya çalışmış ve başarmıştır.
Her neyse, eskiden olanları anlatıyordum: Ruth ve
Tommy ayrılınca planlarımın nasıl karıştığını. Şimdi dönüp
baktığımda, Harry için biraz üzülüyorum. Bir hafta önce imalı
laflar ederken, aniden onu soğutacak laflar fısıldamaya
başlamıştım. Sanırım çok hevesli olduğunu düşünmüştüm ve
onu kendimden uzak tutmak için elimden geleni yapmıştım.
Onu ne zaman görsem hızla bir laf sokuşturuyor, cevap
veremeden aceleyle yanından ayrılıyordum. Çok daha
sonraları bunu hatırladığımda, belki de aklında seks yoktu
diye düşündüm. Belki de olanları unutmak istiyordu, ama onu
her gördüğümde, koridorda ya da dışarıda, onunla neden
henüz sevişmek istemediğime dair bir bahane uyduruyordum.
Gözüne çok aptal görünmüş olmalıyım, iyi biri olmasaydı
kısa sürede herkese alay konusu olabilirdim. Her neyse,
Harry’yi soğutma dönemi iki hafta kadar sürdü sanırım,
arkasından Ruth’un talebi geldi.


O yaz, sıcak havalar sona erene dek çimenlere serilip
müzik dinlemek için tuhaf bir yöntem bulduk. Bir önceki yılki
Satışlar’da walkmanler ortaya çıkmıştı ve o yaz Hailsham’da
en az altı tane walkman vardı. Birkaç kişinin çimenlere oturup
bir walkmanin kulaklığını kulaktan kulağa dolaştırıp
dinlemesi, bir çılgınlık halini almıştı. Tamam, müzik
dinlemek için aptalca bir yöntem, ama gerçekten iyi bir his
yaratıyordu bizde. Belki yirmi saniye kadar dinledikten sonra
kulaklıkları çıkarıyor, sıradakine veriyordunuz. Aynı kaseti
tekrar tekrar dinlediğiniz takdirde bir müddet sonra bütün
şarkıları baştan sona dinlemiş gibi olmanız gerçekten
şaşırtıcıydı. Dediğim gibi, bu çılgınlık bütün yaz sürdü, öğle
yemeği aralarında walkmanleriyle çimenlere yayılmış küme
küme öğrenciler görüyordunuz. Gözetmenler bunu çok iyi
karşılamıyor, birbirimize kulak iltihabı geçireceğimizi
düşünüyorlardı, ama biz yine de devam ettik. Hailsham’daki
son yazı düşündüğümde mutlaka walkman dinleyerek geçen
öğleden sonralar gözümün önüne geliyor. Arkadaşlarımız:
“Ne tür müzik dinliyorsunuz?” diye soruyor ve cevabı
beğenirlerse çimenlere oturup sıralarını bekliyorlardı. Bu
seanslarda ruh halimiz hep güzeldi, dinlemek isteyen kimseye
kulaklık verilmediğini hatırlamıyorum.
Her neyse, Ruth gelip benimle konuşmak istediğini
söylediğinde, birkaç kızla birlikte müzik dinliyordum. Önemli
bir şey söyleyeceğini hissettim, diğer arkadaşlarımdan
ayrıldım, ikimiz birlikte yatakhaneye doğru yürümeye
başladık. Odamıza gelince Ruth’un pencerenin yanındaki
yatağına oturdum, güneş yatağı ısıtmıştı. Ruth da benim duvar
kenarındaki yatağıma oturdu. Bir atsineği odada vızıldayıp
duruyordu. Bir dakika kadar “atsineği tenisi” oynayıp güldük,
bu çılgın yaratığın birimizden diğerine gitmesi için elimizi


kolumuzu sallıyorduk. Sonra sinek pencereden dışarı kaçtı ve
Ruth birden: “Tommy’yle tekrar birlikte olmak istiyorum.
Kathy, yardımcı olur musun?” dedi. Sonra: “Neyin var?” diye
sordu.
“Hiçbir şey. Sadece olanları düşününce biraz şaşırdım, o
kadar. Tabii ki yardım ederim.”
“Tommy’ye dönmek istediğimi başka kimseye
söylemedim. Hannah’ya bile. Sana güveniyorum.”
“Ne yapmamı istiyorsun?”
“Sadece konuş onunla. Ona nasıl davranacağını
biliyorsun. Seni dinleyecektir. Senin benimle ilgili bir şeyler
uydurmayacağını da biliyor.”
Bir süre ikimiz de yataklarda oturup ayaklarımızı
sallamaya devam ettik.
Sonunda, “Bunu bana anlatman iyi oldu,” dedim. “En
doğru insan benim sanırım. Yani Tommy’yle konuşmak
için...”
“Yeni bir başlangıç yapmak istiyorum, ikimiz de eşit
durumdayız şimdi. İkimiz de birbirimizi incitecek kötü şeyler
yaptık, ama artık yetti. Martha H. de kim oluyor! Belki sadece
beni güldürmek için yapmıştır. Tamam, ona başardığını söyle,
skorumuz eşitlendi. Artık büyümenin ve yeni bir başlangıç
yapmanın vakti geldi. Onunla anlaşabileceğini biliyorum
Kathy. En iyi şekilde yaparsın bunu. Yine de kendine
gelmezse, onunla birlikte olmaya devam etmenin bir anlamı
olmayacağını anlarım.”
Omuz silktim. “Dediğin gibi, Tommy ve ben her zaman
konuşabildik.”
“Evet, sana kesinlikle saygı duyuyor. Bunu biliyorum,
çünkü kendisi söylerdi bana. Ne kadar güçlü olduğunu,
yapacağını söylediğin şeyleri mutlaka yaptığını, sözünde


durduğunu söylerdi. Bir keresinde bana, köşeye sıkışsa
oğlanlardan biri yerine senin desteğini tercih edeceğini
anlatmıştı.” Bir an güldü. “Gerçek bir iltifat bu. Kurtarıcımız
sen olmalısın. Tommy’yle ben birbirimiz için yaratıldık ve
seni dinleyecektir. Bizim için bunu yaparsın değil mi Kathy?”
Bir an hiçbir şey söylemedim. Sonra sordum: “Ruth, sen
Tommy konusunda ciddi misin? Yani, onu ikna edersem ve
tekrar birlikte olursanız onu bir daha üzmeyeceksin değil
mi?”
Ruth sabırsızlıkla iç çekti. “Tabii ki ciddiyim. Artık
yetişkin olduk biz. Yakında Hailsham’dan ayrılacağız. Oyun
oynamıyoruz.”
“Tamam, onunla konuşacağım. Dediğin gibi, yakında
buradan ayrılacağız. Kaybedecek zamanımız yok.”
Ondan sonra yataklarda oturup bir müddet daha
konuştuğumuzu hatırlıyorum. Ruth her şeyin üstünden tekrar
tekrar geçmek istedi: Tommy ne kadar aptalca davranıyordu,
neden birbirlerine uygundular, bir dahaki sefere her şeyi nasıl
farklı yapacaklardı, dışarıya daha kapalı olacak, doğru
yerlerde ve zamanlarda sevişeceklerdi. Bunların hepsini
konuştuk ve Ruth hepsi hakkında tavsiyelerimi duymak istedi.
Sonra bir ara, pencereden dışarı, uzaktaki tepelere daldığım
sırada Ruth aniden yanımda belirip omuzlarımı sıkınca
şaşırdım.
“Sana güvenebileceğimizi biliyordum Kathy,” dedi.
“Tommy haklı. Köşeye sıkıştığımızda yanımızda olmasını
istediğimiz tek kişi sensin.”
Şu ya da bu nedenle, sonraki birkaç gün boyunca
Tommy’yle konuşma fırsatı bulamadım. Derken bir öğle
yemeği arasında onu Güney Oyun Sahası’nın kenarında kendi


kendine futbol topuyla oynarken gördüm. Daha önce başka
iki oğlanla oynamıştı, ama şimdi yalnızdı, top sektiriyordu.
Gidip yanındaki çimenlere oturdum, sırtımı çit direklerinden
birine dayadım. Patricia C.’nin takvimini gösterdiğimde
yanımdan çekip gittiği günün üzerinden fazla zaman
geçmemişti sanırım, çünkü birbirimize nasıl
davranacağımızdan emin değildik. Topu sektirmeye devam
etti, gözlerini kısmış, dikkat kesilmişti –diz, ayak, baş, ayak–;
bense oturduğum yerdeki yoncaları kopartıp uzaktaki, bir
zamanlar çok korktuğumuz ormana doğru bakıyordum.
Sonunda aramızdaki sessizliği bozmaya karar verdim:
“Tommy, konuşalım şimdi. Seninle konuşmak istediğim
bir konu var.”
Ben bunu söyler söylemez topu bıraktı ve gelip yanıma
oturdu. Konuşmaya karar verdiği anda surat asmayı
bırakması, sadece müteşekkir bir heves göstermesi tipik bir
hareketiydi Tommy’nin, bana Küçükler’deyken bizi azarlayan
bir gözetmenimizin aniden sakinleşmesini hatırlatıyordu.
Nefes nefese kalmıştı, bunun biraz da futbol oynamaktan
olduğunu biliyordum ama yine de hevesini gösteren bir başka
işaret olarak kabul ediyordum. Diğer bir deyişle, bir şey
söylemeden önce beni dinlemeye meraklı olduğunu
göstermişti. Ona dedim ki: “Tommy, son zamanlarda hiç
mutlu değilsin, bunu görebiliyorum.” Cevap verdi: “Niye
böyle diyorsun? Ben çok mutluyum. Gerçekten öyleyim.”
Kocaman gülümsedi, kahkaha attı. Bardağı taşıran son damla
buydu. Yıllar sonra, bu kahkahanın gölgesini gördüğümde
sadece gülümsedim. Ama o sırada, beni gerçekten çileden
çıkarıyordu. Tommy, “Bu konu beni gerçekten üzüyor,”
dediği zaman, yüzünü de söylediklerine uygun biçimde
asardı. Bunu ironiyle yapmıyordu. Daha ikna edici olduğunu


sanıyordu. Bu yüzden şimdi, mutlu olduğunu kanıtlamak için
neşeyle pırıldamaya çalışıyordu. Dediğim gibi, bu davranışını
tatlı bulacağım zaman da gelecekti, ama o yaz hâlâ bir çocuk
olduğunu, kolayca istismar edilebileceğini gösteriyordu bu
kahkaha bana. Hailsham’dan sonra bizi bekleyen dünya
hakkında o sırada fazla bilgim yoktu. Ama hepimizin akıllıca
davranması gerektiğini biliyordum. Tommy böyle bir şey
yaptığında paniğe kapılıyordum. O öğleden sonraya kadar hep
oluruna bırakmış, sesimi çıkarmamıştım –açıklaması zor gibi
gelmişti– ama bu sefer patladım:
“Tommy, böyle gülünce o kadar aptal görünüyorsun ki!
Mutluymuş numarası yapmak istiyorsan, yolu bu değil! İnan
bana, kesinlikle değil! Bak, büyümelisin artık! Kendini
toparlamalısın. Son zamanlarda hayatında her şey kötü
gidiyor, ikimiz de bunun nedenini biliyoruz.”
Tommy’nin kafası karışmıştı. Sözümü bitirdiğimden emin
olunca, “Haklısın,” dedi. “Hayatımda hiçbir şey yolunda
gitmiyor. Ama ne demek istediğini anlamıyorum, Kath.
İkimiz de biliyoruz derken neyi kastediyorsun? Sen nasıl
bilebilirsin ki? Ben kimseye anlatmadım.”
“Tabii ki, detayları bilmiyorum. Ama Ruth’dan ayrıldığını
hepimiz biliyoruz.”
Tommy hâlâ şaşkın görünüyordu. Yine bir küçük kahkaha
attı, ama bu sefer hakikiydi. “Ne demek istediğini
anlıyorum,” diye mırıldandı, düşünüyormuş gibi bir an durdu.
“Açıkçası Kath,” dedi sonunda, “beni sıkan bu değil.
Tamamen farklı bir şey. Her dakika aklımda olan bir şey.
Bayan Lucy ile ilgili.”
O yaz başında Tommy ile Bayan Lucy arasında geçen
olayı böyle öğrendim. Daha sonra, üzerinde düşünecek
zamanım olunca, Bayan Lucy’yi 22. Oda’da kâğıtları


karalarken görmemden birkaç gün sonra görüşmüş olduklarını
kavradım. Dediğim gibi, bunu daha önce fark etmediğim için
kendime çok kızdım.
Öğleden sonra “ölü saatlerde” –derslerin bittiği ama
akşam yemeğinin henüz başlamadığı sırada– gerçekleşmişti
sözü geçen olay. Tommy, Bayan Lucy’yi ana binadan
çıkarken görmüştü. Eli kolu dosyalar ve dosya kutularıyla
doluydu. Her an bir şey düşürecekmiş gibi göründüğü için,
Tommy yanına koşup yardım etmek istemişti.
“Bana taşımam için bir iki şey verdi ve çalışma odasına
gideceğimizi söyledi, ikimize bile fazla geliyordu yüklendiği
malzeme, yolda iki dosya düşürdüm. Limonluğa varmadan az
önce aniden durdu, bir şey düşürdü sandım. Ama o bana
baktı, aynen böyle, son derece ciddi bir ifadeyle. Sonra
konuşmamız, ciddiyetle konuşmamız gerektiğini söyledi. Peki
dedim, limonluğa girdik, çalışma odasına çıktık,
elimizdekileri bıraktık. Sonra bana oturmamı söyledi, geçen
sefer oturduğum yere oturdum, hani yıllar önce
konuştuğumuz zamanki gibi. Onun da eski sohbetimizi
hatırladığını anladım, sanki daha dün konuşmuşuz gibi,
kaldığı yerden devam etmeye başladı. Hiçbir açıklama
yapmadan, şunları söylemeye başladı: ‘Tommy, ben bir hata
yaptım. Sana o söylediklerimi söylediğim zaman. Şimdiye
kadar düzeltmem gerekirdi bu hatamı.’ Derken bana daha
önce anlattıklarını unutmamı söyledi. Yaratıcı olmak
konusunda kaygılanmamamı söyleyerek bana kötülük yapmış.
Diğer gözetmenler baştan beri haklılarmış. Çalışmalarımın
saçma sapan olması için hiçbir özrüm yokmuş...”
“Bir dakika Tommy. Çalışmalarının saçma olduğunu mu
söyledi sana?”


“Saçma sapan demediyse de ona benzer bir kelime
kullandı. Dikkat çekici değil ya da yetersiz demiş olabilir.
Saçma sapan demeye getirdi yani. O zaman söylediklerinden
pişmanmış, çünkü dememiş olsaymış kendimi düzeltmek için
şimdiye kadar bir yol bulmuş olabilirmişim.”
“Bütün bunlara ne cevap verdin?”
Ne diyeceğimi bilemedim. Sonuçta, o bana sordu. Dedi
ki: ‘Ne düşünüyorsun Tommy?’ Emin değilim dedim, ama
her iki durumda da üzülmemesini, çünkü artık iyi olduğumu
söyledim. O da aksini iddia etti. Sanatım saçma sapanmış,
bunun nedenlerinden biri de kendisiymiş, bana
söylediklerinden dolayı. Ona, ‘Ne fark eder ki? Önemli
değil,’ dedim. ‘İyiyim artık, kimse benimle alay etmiyor.’
Ama o başını iki yana sallayıp: ‘Hayır, önemli. Sana öyle
söylememeliydim,’ deyip durdu. O zaman, gelecekten,
buradan ayrıldıktan sonra olacaklardan bahsettiğini anladım.
Bunun üzerine: ‘Ama ben iyi olacağım, Bayan. Sağlığım
yerinde. Kendime iyi bakıyorum. Organ bağışı yapma zamanı
geldiğinde gerçekten başarılı olacağım,’ dedim. Ben bunları
söylerken başını öyle hızlı sallamaya başladı ki, başı dönecek
diye korktum. Sonra: ‘Dinle Tommy,’ dedi. ‘Sanatın çok
önemli. Sadece kanıt olduğu için değil, kendi iyiliğin için de
önemli. Sana çok şey kazandıracak, sadece sana.’”
“Dur biraz. Kanıt derken neyi kastetti?”
“Bilmiyorum. Ama bunu söylediğine eminim.
Çalışmalarımızın önemli olduğunu söyledi, üstelik ‘sadece
kanıt olarak değil’ dedi. Ne demek istedi, Tanrı bilir. Ne
demek istiyor diye kendisine de sordum. Bana dediklerini
anlamadığımı söyledim. Madam ve Galeri’yle ilgili olup
olmadığını sordum. O zaman derin derin içini çekti ve:
‘Madamın galerisi, evet, çok önemli. Bir zamanlar


sandığımdan çok daha önemli. Bunu şimdi görebiliyorum,’
dedi. Sonra ekledi: ‘Bak, Tommy, anlamadığın bir sürü şey
var ve bunları sana anlatamam. Hailsham’la, dış dünyadaki
yerinizle ilgili bir sürü şey. Ama belki bir gün sen uğraşır
öğrenirsin. Sana kolaylık sağlamayacaklar, ama istersen,
gerçekten istersen öğrenebilirsin.’ Sonra yine başını
sallamaya başladı, ama eskisi kadar şiddetle değil. Dedi ki:
‘Ama sen neden farklı olasın ki? Buradan çıkan öğrenciler
hiçbir zaman pek bir şey öğrenmiyorlar. Sen neden farklı
olasın?’ Neden söz ettiğini anlamıyordum, o yüzden sadece:
‘Ben iyi olacağım,’ dedim. Bayan Lucy bir süre sessiz kaldı,
sonra aniden ayağa fırladı ve eğilip beni kucakladı. Seksi bir
tavırla değil. Küçükken sarıldıkları gibi. Kımıldamamaya
çalıştım. Sonra geri çekildi ve bana daha önce söyledikleri
için ne kadar üzgün olduğunu tekrarladı. Çok geç olmadığını,
hemen çalışmaya başlarsam arayı kapatabileceğimi anlattı.
Sanırım bir şey söylemedim, bana baktı, beni tekrar
kucaklayacak sandım ama bunun yerine: ‘Benim hatırım için
yap Tommy,’ dedi. Elimden geleni yapacağımı söyledim,
çünkü artık oradan çıkıp gitmek istiyordum. Herhalde
kıpkırmızı olmuştum, beni kucaklaması falan... Yani, aynı şey
değil ki artık, büyüdük ne de olsa.”
O ana kadar, Tommy’nin anlattıklarına o kadar dalmıştım
ki, bu konuşmanın asıl nedenini unutmuştum. Ama
“büyüdük” dediğinde esas misyonumu hatırladım.
“Bak Tommy,” dedim. “Bu konuyu yakında yeniden
konuşmalıyız. Gerçekten çok ilginç. Seni neden sıktığını
anlıyorum. Ama ne olursa olsun, kendini biraz daha
toparlamalısın. Bu yaz buradan ayrılıyoruz. Hayatımızı
yeniden düzenleyeceğiz ve şimdiden yapabileceğin bir şey


var. Ruth bana seninle birlikte olmak istediğini söyledi. Bence
bu senin için iyi bir şans. Boşa harcama bunu.”
Birkaç saniye sessiz kaldı, sonra, “Bilmiyorum Kath,”
dedi. “Düşünmem gereken o kadar çok şey var ki.”
“Tommy, sadece dinle beni. Gerçekten şanslısın. Bu kadar
insan arasında, Ruth seni beğeniyor. Buradan ayrıldıktan
sonra yanında olursa, endişelenmene gerek kalmaz. O
harikadır, onunla birlikte olduğun sürece her şey yolunda
gider. Yeni bir başlangıç yapmak istediğini söyledi. Bu fırsatı
kaçırma.”
Cevap vermesini bekledim, ama Tommy bir şey
söylemedi. Yine panik gibi bir hisse kapılmaya başladım.
Eğildim ve dedim ki: “Bana bak, aptal olma, başka seçenek
çıkmayacak karşına. Artık hep bir arada vakit
geçiremeyeceğiz, farkında değil misin?”
Tommy’nin sakin ve düşünceli cevabı beni şaşırttı. Onun
bu özelliği sonraki yıllarda daha çok ortaya çıkacaktı.
“Anlıyorum, Kath. Tam da bu nedenle Ruth’la tekrar
birlikte olmak için acele karar vermek istemiyorum. Bir
sonraki adımımızı atarken her zaman dikkatli olmalıyız.”
Sonra içini çekti ve doğrudan yüzüme baktı: “Dediğin gibi
Kath, yakında buradan ayrılmak zorundayız. Artık oyun
oynamıyoruz. Dikkatle düşünmeliyiz.”
Ne söyleyeceğimi bilemedim, oturduğum yerde yoncaları
koparmaya devam ettim. Tommy’nin bakışlarının üzerimde
dolaştığını hissediyordum, ama başımı kaldırıp ona
bakmadım. Bir süre böyle durmaya devam edebilirdik, ama
başkaları geldi. Sanırım biraz önce birlikte futbol oynadığı
çocuklardı ya da yürüyüşe çıkmış birkaç oğlan gelip yanımıza
oturdu. Her neyse, baş başa konuşmamız sona ermişti.


Yapmak istediğimi yapamadığımı düşünerek ayrıldım oradan.
Ruth’un beklediğini yapamamıştım.
Tommy’yle konuşmamın bir işe yarayıp yaramadığını
hiçbir zaman öğrenemedim, çünkü sohbetimizin ertesi günü
aldığımız bir haber bomba etkisi yaptı. Sabahın ilerleyen
saatlerinde, bir Kültür Brifingi’ndeydik. Bu derslerde hepimiz
dışarıdaki çeşitli insanları canlandırıyorduk; kafelerde çalışan
garsonlar, polisler vb. Bu derslerde hem heyecanlanır hem
endişelenirdik, bu nedenle zaten gergindik. Derken dersin
sonunda kapıdan sırayla çıkarken, Charlotte F. koşarak
yanımıza geldi ve Bayan Lucy’nin Hailsham’dan ayrıldığını
haber verdi. Hepimiz çok ilgilendik. Dersi veren Bay Chris,
olanları biliyordu mutlaka, çünkü ona bir şey sormamıza
fırsat vermeden suçlu bir ifadeyle çekip gitti. Başta
Charlotte’un söylediklerinin sadece dedikodudan ibaret
olduğundan şüphelendik, ama kız olayın detaylarını
anlattıkça, gerçek olduğunu anladık. O sabah erken saatlerde,
diğer Büyükler sınıfı öğrencileri, Bayan Lucy ile Müzik Dersi
için 12. Oda’ya gitmişler. Ama sınıfta Bayan Emily varmış ve
onlara Bayan Lucy’nin derse gelemediğini, yerine dersi
kendisinin vereceğini söylemiş. Yirmi dakika kadar her şey
normalmiş. Derken Beethoven’dan söz etmekte olan Bayan
Emily aniden –cümlesinin ortasında– lafı değiştirip Bayan
Lucy’nin Hailsham’dan ayrıldığını ve bir daha
dönmeyeceğini açıklamış. Ders birkaç dakika erken bitmiş –
Bayan Emily yüzünde kaygılı bir ifadeyle ve telaşla çıkmış
dersten–, öğrenciler sınıftan çıkar çıkmaz haber yayılmaya
başlamış.
Hemen Tommy’yi aramaya koyuldum, çünkü haberi
benden duymasını istiyordum. Ama avluya adımımı attığım


anda çok geç kaldığımı gördüm. Avlunun öte yanında
oğlanlar bir daire oluşturmuştu, Tommy de onların arasında
durmuş, anlatılanları başını sallayarak dinliyordu. Diğer
oğlanlar kıpırdanıp duruyorlardı –hatta heyecanlanmışlardı
belki– ama Tommy boş gözlerle çevresine bakıyordu. O
akşam Tommy ve Ruth tekrar birlikte olmaya başladılar.
Birkaç gün sonra Ruth yanıma gelip “her şeyi yoluna
koyduğum için” bana teşekkür etti. Ona fazla yardımcı
olmadığımı söyledim, ama beni dinlemedi bile. Müteşekkir
olmuştu. Hailsham’daki son günlerimiz, üç aşağı beş yukarı
bu şekilde devam etti.


İkinci Kısım


Onuncu Bölüm
Kimi zaman, uçsuz bucaksız gri göğün altında
kilometreler boyunca hiç değişmeden uzanan, bazen bataklık
arazi içinden geçen, bazen de sürülmüş tarlaların kıyısından
kıvrıla kıvrıla ilerleyen yolda arabamla giderken,
Kulübeler’deyken bizden istenen yazı ödevini düşünüyorum.
Hailsham’daki son yazımızda gözetmenler arada sırada bu
yazılar hakkında bizimle konuşmuş ve bizi belki iki yıl
meşgul edecek bir konu başlığı bulmamıza yardımcı olmaya
çalışmışlardı. Ama nedense –belki tavırlarındaki bir şeyi fark
etmiştik– hiçbirimiz bu yazıların öyle çok da önemli olduğuna
inanmadık, hatta bu konuyu kendi aramızda hemen hiç
konuşmadık. Bayan Emily’ye gidip Victoria Dönemi
Romanları konusunu seçtiğimi söylediğim zaman bile aslında
üzerinde fazla düşünmemiştim ve bunu onun da bildiğini
anlamıştım. Bana sorgulayan gözlerle uzun uzun baktı ve tek
söz söylemedi.
Kulübeler’e geçtikten sonra yazılarımızı önemsemeye
başladık. Oradaki ilk günlerimizde –bazılarımız çok daha
uzun bir süre boyunca–, bize Hailsham’da verilen son ödev
olan yazılara sıkı sıkıya sarıldık, sanki bu yazılar
gözetmenlerimizin veda hediyesiydi. Zaman içinde
hafızalarımızdan silindiler, ama bir süre için yeni çevremizde
ayakta kalmamıza yardımcı oldular.


Bugün, kendi yazımı düşündüğümde her ayrıntısı
üzerinden tekrar geçiyorum: Tamamen farklı bir yaklaşımla
yazabilirdim diye düşünüyorum ya da hakkında
yazabileceğim başka yazarlar ve romanlar aklıma geliyor. Bir
benzin istasyonunda kahve içip büyük pencerelerin diğer
yanındaki otoyolu izlerken, birdenbire, hiçbir neden
olmaksızın aklıma gelebiliyor yazım. Sonra oturduğum yerde
yazımı baştan sona düşünmek hoşuma gidiyor. Son
zamanlarda baştan yazsam dediğim bile oldu. Bakıcılığı
bırakınca zaman bulabilirim ne de olsa. Sonuçta bu konuda
ciddi değilim sanırım. Vakit öldürmek için nostaljik hayaller
kuruyorum hepsi bu. Yazıyı, Hailsham’da özellikle başarılı
olduğum bir beyzbol maçını hatırlar veya uzun süre önce
girdiğim bir tartışmada keşke söyleseydim diye şimdi aklıma
gelen akıllıca lafları düşünür gibi düşünüyorum. Gündüz
kurduğum hayaller düzeyinde. Ama dediğim gibi,
Kulübeler’e ilk gittiğimizde böyle değildi hiçbir şey.
Hailsham’dan o yaz ayrılan ben dâhil yedi öğrenci
Kulübeler’de bulduk kendimizi. Diğerleri Galler tepelerindeki
Beyaz Köşk’e ya da Dorset’teki Kavak Çiftliği’ne gittiler. Bu
yerlerin Hailsham’la zayıf bağları olduğunu o sırada
bilmiyorduk. Başlangıçta Kulübeler’in büyük öğrenciler için
bir Hailsham olduğunu sandık ve sanırım bir süre böyle
düşünmeye devam ettik. Kulübeler’in dışındaki hayat,
kulübeleri kimin yönettiği ve büyük dünyayla nasıl bir
bağlantısı olduğu hakkında hiçbir şey düşünmüyorduk. O
yıllarda hiçbirimiz bu tür şeyleri merak etmezdik.
Kulübeler, yıllar önce kapanmış bir çiftlikten arta kalan
yapılardı. Eski bir çiftlik evi vardı, etrafındaki ambarlar, ek
yapılar, ahırlar da bizim yaşayabileceğimiz biçimde
dönüştürülmüştü. Uzakta başka küçük binalar da vardı,


neredeyse yıkılmak üzereydiler, fazla kullanamıyor ama belli
belirsiz bir sorumluluk da hissediyorduk onlara karşı, bunun
birincil nedeni de Keffers’tı. Keffers, haftada iki ya da üç kez
çamurlu kamyonetiyle gelip binaların bakımını yapan huysuz
bir yaşlı adamdı. Bizimle konuşmaktan pek hoşlanmazdı, iç
çekip iğrenmiş bir ifadeyle başını sallayarak etrafta
dolaşmasından, binalara iyi bakmadığımızı düşündüğünü
anlıyorduk. Ama bizden ne beklediğini de açıkça
söylemiyordu. İlk geldiğimizde bize bir yapılacak işler listesi
göstermişti. Bizden önce oraya gelmiş olan eski öğrenciler –
Hannah onlara “eskiler” derdi– bir işbölümü planı yapmıştı
zaten, biz de dikkatle buna uyuyorduk. Damlatan boruları
haber vermek ve sular basınca etrafı süpürmekten başka
yapabileceğimiz bir şey yoktu.
Eski çiftlik evinde –Kulübeler’in kalbi– dışarıdaki
ambarlarda depolanan odunları yakabileceğimiz birkaç
şömine vardı. Yoksa, büyük kutulara benzeyen ısıtıcılarla
yetinmek zorundaydık. Sorun şu ki bunlar gazla çalışıyordu,
Keffers ise hava çok soğuk olmadığı takdirde pek fazla gaz
bidonu getirmiyordu. Bize çok sayıda getirmesini söylerdik
hep, ama sıkkın bir ifadeyle başını iki yana sallardı; sanki gaz
tenekelerini boşuna harcayacak ya da patlamaya neden
olacakmışız gibi. Dolayısıyla, yaz ayları dışında, çoğu zaman
üşüdüğümü hatırlıyorum. Üst üste iki ya da üç kazak
giyerdik, kot pantolonlarımız da sert ve soğuktu. Wellington
marka botlarımızı kimi zaman bütün gün çıkarmaz, odalarda
dolaşırken arkamızda çamurlu, ıslak izler bırakırdık. Bunu
fark eden Keffers yine başını iki yana sallar, ama ona yerler
bu durumdayken biz ne yapalım diye sorduğunuzda hiçbir şey
söylemezdi.


Kulağa hoş gelmeyecek biçimde anlattığımı biliyorum,
ama aslında hiçbirimiz bu rahatsızlıklara aldırmıyorduk;
bütün bunlar Kulübeler’de yaşıyor olmanın getirdiği
hoşluklardı. Ama dürüst olmak gerekirse, özellikle ilk
başlarda, hepimiz gözetmenlerimizi özledik. Hatta birkaçımız
bir süre Keffers’ı bir tür gözetmen gibi gördü, ama o bu
sorumluluğu asla üstlenmedi. Kamyonetiyle geldiğinde onu
karşılamak için dışarı çıktığımızda, bize deliymişiz gibi
bakardı. Ama bu bize tekrar tekrar anlatılmıştı: Hailsham’dan
sonra hiçbir gözetmen olmayacaktı başımızda, bundan dolayı
birbirimizi kollamak zorundaydık. Hailsham’ın bizi buna
yeterince hazırladığını söyleyebilirim.
Hailsham’da yakın olduğum öğrencilerin çoğu, o yaz
Kulübeler’e getirildiler. Cvnthia E.’nin –o gün Sanat
Odası’nda bana Ruth’un doğal halefi olduğumu söyleven kız–
gelmesini isterdim aslında, ama başkalarıyla birlikte Dorset’e
gitti. Harry de, hani neredeyse seviştiğim oğlan, duyduğuma
göre Galler’e gitmişti. Ama benim arkadaş grubum ayrılmadı.
Diğerlerini özlediğimizde, onları ziyaret etmemizi
engelleyecek hiçbir şey olmadığını söylüyorduk birbirimize.
Bayan Emily’nin verdiği harita derslerine rağmen mesafeleri
anlamıyorduk ve bir yere gitmek ne kadar kolay ya da zordur
bilmiyorduk. Eskilerin yolculuğa çıkarken bizi arabalarıyla
götürebileceklerini konuşuyorduk ya da zaman içinde
kendimiz araba sürmeyi öğrenince, canımız çektiğinde gidip
onları görebilecektik.
Tabii ki pratikte, özellikle de ilk aylarımızda Kulübeler’in
sınırları dışına adım atmadık. Çevredeki kırlarda yürüyüşe
çıkmadık, yakındaki köye girip dolaşmadık. Korkuyorduk
diyemem. Dolaşmaya çıkarsak, Keffers’ın kayıt defterine
döneceğimiz gün ve saati yazdığımız sürece, kimsenin bizi


durdurmayacağını biliyorduk. Oraya geldiğimiz ilk yaz
boyunca, eskiler eşyalarını çantalarına ve sırt çantalarına
doldurup iki ya da üç gün ortadan kayboluyorlardı, biz de
bunu tehlikeli bir umursamazlık olarak görüyorduk. Onları
hayretle seyrederken, bir sonraki yaz biz de mi böyle
yapacağız diye düşünüyordük. Tabii ki öyle olacaktı, ama o
ilk günlerde imkânsız görünüyordu bu bize. O zamana kadar
Hailsham arazisinin dışına hiç çıkmadığımızı hatırlamanız
gerekir; hepimiz şaşkınlık içindeydik. O günlerde bana, bir yıl
içinde yalnız başıma uzun yürüyüşlere çıkmayı alışkanlık
haline getireceğimi, üstüne üstlük araba kullanmaya
başlayacağımı söyleseydiniz, delirdiğinizi düşünürdüm.
Minibüs bizi çiftlik evinin önünde bırakıp küçük havuzun
etrafında döndükten sonra tepenin arkasında kaybolduğunda,
Ruth bile ürkmüştü. Uzaktaki tepeler Hailsham’dan
gördüğümüz tepeleri hatırlatıyordu, ama bunlar tuhaf bir
biçimde eğri büğrüydü. Hani bir arkadaşınızın portresini
çizersiniz ve ona çok benzer, ama bir şeyler eksik kalır ya.
Öyle bir resim insanın içini ürpertir. Ama en azından
mevsimlerden yazdı. Birkaç ay sonra Kulübeler farklı
görünecekti. Bütün su birikintileri donacak, toprak da donup
kemikleşecekti. Mekân güzel ve sevimli görünüyordu, her
yeri uzun otlar bürümüştü; bizim için büyük bir yenilikti bu.
Sekiz kişi birbirimize sokulup beklemeye başladık, Keffers’ın
çiftlik evine girip çıkmasını izledik, bize bir şeyler söyleyecek
sandık. Ama bunu yapmadı, sadece orada yaşamakta olan
öğrencilerin kendi aralarında sinirli sinirli mırıldandıklarını
işittik. Keffers sadece bir kez, kamyonetinden bir şey almaya
gittiğinde bize ters ters baktı, sonra çiftlik evine dönüp kapıyı
arkasından kapattı.


Ama aradan çok geçmeden, zavallı halimizle eğlenmekte
olan eskiler –bizim de bir sene sonra yapacağımız gibi–,
dışarı çıkıp elimizden tuttular. Hatta şimdi geriye dönüp
baktığımda, yerleşmemize yardımcı olmak için ellerinden
gelenin fazlasını yaptıklarını anlıyorum. Yine de o ilk haftalar
çok garipti; bir arada olduğumuz için çok memnunduk. Hep
birlikte hareket ediyor, günün büyük kısmını çiftlik evinin
dışında huzursuz bir şekilde geçiriyor, başka ne yapacağımızı
bilemiyorduk.
Nasıl olduğunu hatırlayınca şimdi bana komik geliyor,
çünkü baştaki korkumuz ve şaşkın halimiz Kulübeler’de
geçirdiğimiz iki yılın geri kalanına hiç benzemiyor. Bugün
Kulübeler’i düşününce, aklıma rahatlık içinde akıp giden
günler, birbirimizin odalarına girip çıkışımız, aylaklık içinde
geçen akşamlar ve geceler geliyor. Eski karton kapaklı
kitaplarım; bir zamanlar denize aitmiş gibi sayfaları eğilmiş
kitaplarım gözümün önüne geliyor. Onları nasıl okuduğumu
hatırlıyorum; ılık günlerde çimenlere yüzükoyun uzanırdım,
saçlarım –o zamanlar uzatıyordum– önüme düşer, görüşümü
engellerdi. Kara Ambar’ın üst katındaki odamda uyandığım
sabahlarda dışarıda kırdaki öğrencilerin şiir ya da felsefe
üzerine tartışmalarını ya da uzun kış aylarında, buğulu
mutfaklarda Kafka ya da Picasso hakkında daldan dala
atlayan konuşmaları duyardım. Kahvaltılarda hep bu tür
şeyler konuşulurdu, asla bir önceki gece kiminle
yattığımızdan ya da Larry ile Helen’in niçin
konuşmadığından söz etmezdik.
Yine de düşününce, o gün çiftlik evinin önünde
birbirimize sokulmuş dururkenki resmimizde bağdaşmaz bir
şey yok. Çünkü belki de sandığımız kadar geride
bırakmamıştık birçok şeyi. İçimizde bir şey, bir parçamız


olduğu gibi kalmıştı; etrafımızdaki dünyadan korkuyorduk ve
–kendimize bundan dolayı ne kadar kızarsak kızalım–
birbirimizi bırakamıyorduk.
Tommy ile Ruth’un ilişkisinin geçmişi hakkında hiçbir
şey bilmeyen eskiler, onlara uzun süredir birlikte olan bir
çiftmiş gibi davranıyorlardı. Bu da Ruth’un çok hoşuna
gidiyordu. Geldiğimiz günden sonraki birkaç hafta boyunca,
durumu abarttı, elini Tommy’nin omzundan hiç indirmedi,
bazen insanlar hâlâ etraftayken odanın bir köşesinde öpüp
okşadı onu. Evet, bu tür şeyler Hailsham’da hoş karşılanırdı,
ama Kulübeler’de çiğ kaçıyordu. Eskiler arasındaki çiftler
başkalarının önünde asla böyle şeyler yapmıyorlardı, çok
makul bir şekilde, sıradan bir ailedeki anne baba gibi
davranıyorlardı.
Bu arada Kulübeler’deki eski çiftler hakkında bir şeyi fark
ettim –onları yakından incelemesine rağmen Ruth’un
göremediği bir şeyi–; hal ve tavırlarının büyük bölümü
televizyondan kopyalanmıştı. Önce Kulübeler’deki en eski
öğrencilerden olan ve “yönetici” olarak kabul edilen şu çifti,
Susie ve Greg’i izlerken fark ettim bunu. Greg, Proust ya da
başka biri hakkında uzun uzun konuşmaya başladığı zaman,
Susie hep aynı şeyi yapardı: Bizlere bakıp gülümser, gözlerini
devirir, ağzını empatiyle büzer ve anca duyulur bir sesle:
“Tanrım, bize yardım et,” derdi. Hailsham’da televizyon
seyretmek kısıtlanmıştı, Kulübeler’de de öyle –oysa bütün
gün seyretmemize engel olacak hiçbir şey yoktu–, ama kimse
o kadar ilgilenmiyordu televizyonla. Çiftlik evinde ve Kara
Ambar’da olmak üzere iki eski televizyon vardı, ben arada bir
seyrediyordum. Böylece “Tanrım, bize yardım et” lafının bir
Amerikan dizisinden geldiğini anladım, oyuncular bir şey


söylediği ya da yaptığı zaman kahkahaların duyulduğu
dizilerden biriydi. Ana karakterlerin komşusu olan iri yarı bir
kadın, aynen Susie’nin yaptığını yapıyordu, kocası uzun
nutuklarından birine başladığı zaman seyirciler onun gözlerini
devirip “Tanrım bize yardım et” demesini bekliyorlardı
kocaman kahkahalar atmak için. Bunu fark ettikten sonra,
eski çiftlerin hepsinde televizyondan kopyalanmış bazı şeyler
olduğunu anladım; birbirlerine karşı hareketlerinde, kanepede
oturuş şekillerinde, hatta birbirleriyle tartışıp odadan dışarı
öfkeyle çıkışlarında bile.
Her neyse, Ruth kısa sürede Tommy’ye karşı
davranışlarının Kulübeler’e uymadığını anladı. İnsanların
önündeki davranışlarını değiştirmeye başladı. Ruth’un
eskilerden kaptığı bir küçük hareket vardı. Hailsham’da
çiftlerin birkaç dakikalığına bile olsa ayrılması, uzun uzun
öpüşüp kucaklaşmaları için bahane olurdu. Oysa
Kulübeler’de bir çift vedalaşırken bırakın kucaklaşmayı,
öpüşmeyi; tek bir kelime bile söylemezlerdi. Bunun yerine,
birinin dikkatini çekmek isterken yapılan hareketin bir
benzerini yapar, ellerinin eklem yerleriyle partnerlerinin
dirseğinin biraz altına hafifçe vururlardı. Genellikle kız
oğlana yapardı bunu, birbirlerinden ayrılmak üzereyken. Bu
gelenek kış geldiğinde ortadan kalkmıştı, ama biz ilk
geldiğimizde böyle yapıyorlardı ve çok geçmeden Ruth da
aynısını Tommy’ye yapmaya başlamıştı. Dikkatinizi çekerim,
başlarda Tommy’nin neler olduğuna dair en ufak bir fikri
yoktu, koluna vurulunca aniden Ruth’a döner ve, “Ne!?”
derdi, o zaman Ruth da ona kızgınlıkla bakardı, sanki bir
oyun sahneliyorlarmış ve Tommy rolünü unutmuş gibi.
Sonunda Ruth onunla konuşmuş olmalı, çünkü yaklaşık bir


hafta sonra bu hareketi neredeyse eskiler gibi yapmayı
başarmışlardı.
Ben dirseğin altına şaplak atıldığını gerçekte görmedim
televizyonda, ama bu fikrin televizyondan geldiğine emindim,
Ruth’un bilmediğinden ne kadar eminsem o kadar. Bu
nedenle, çimenlerde Daniel Deronda’yı okuduğum bir gün,
Ruth sinir bozucu davranmaya başlayınca, birinin artık ona
bunu söylemesi gerektiğine karar verdim.
Sonbahar yaklaşıyor, hava serinliyordu. Eskiler artık
içeride daha çok vakit geçiriyor ve yazdan önceki düzenlerine
dönüyorlardı. Ama biz Hailsham’dan gelenler dışarıda,
biçilmemiş çimenler üzerinde oturmaya devam ediyor,
alıştığımız tek rutini elimizden geldiğince sürdürmek
istiyorduk. Buna rağmen, o gün benim dışımda üç veya dört
kişi çimenlerde kitap okuyordu, sessiz bir köşe bulmak için
onlardan epey uzaklaştığımdan Ruth’la aramda geçenleri
kimsenin duymadığına eminim.
Eski bir çadır bezinin üzerine uzanmış, dediğim gibi

Yüklə 1,25 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə