114
ANALİTİK PSİKOLOJİ
sık sık hayal ettiği ve yutmak zorunda olmaktan korktuğu koca lokmayı
yutamıyordu bir türlü. Zerdüşt arslanmın kükremesi, yaşamak için feryat
figan eden bütün o «üstün» insanları bilinçdışı mağarasına gerisingeri
itmişti. Yaşayışı buyurduklarıyla bağdaşmıyordu. Çünkü «üstün» insan
ları bilinçdışı mağarasına gerisingeri itmişti. Yaşayışı buyurduklarıyla
bağdaşmıyordu. Çünkü «üstün» insan dediği, uyku ilacı olmaksızın
uyuyabilmeliydi, Naumburg’da ve Basel’de «sise, gölgeye» aldırmadan
yaşayabilmeliydi. Evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak, mevki sahibi
olmak, saygı görmek istiyor, yaşamın anlık gerçeklerinin, estetik anlayış
ve zevkten yoksun kişilerin beğendiği şeylerin dahi tadına bakmak isti
yordu. Nietzsche, bu içgüdüyü, yaşamak isteyen hayvansal dürtüleri
yaşayamamıştı. Tüm büyüklüğüne ve önemine karşın, Nietzsche patolo
jik bir kişilikti.
Yaşadığı içgüdü yaşamı değil de, neydi peki? Nietzsche’nin uygula
mada içgüdüyü yadsıdığı söylenebilir mi? Kendisi bunu kabule
yanaşmazdı, eminim. Tersine, içgüdüsel yaşamını en yüksek anlamda
yaşadığını kolayca kanıtlayabilirdi de. Kendi kendimize hayret içinde
sorabiliriz, nasıl oluyor da, insanın içgüdüsel doğası, onu hemcisinden
ayırıyor, insanlıktan tamamiyle soyutluyor, nefretin ayakta tuttuğu sürü
den ayırıyor? İçgüdüyü, insanları birleştiren, çoluk çocuk sahibi yapan,
koşturan, duyusal isteklerinin doyumuna çalışan bir etken olarak
düşünüyoruz. Bunun, içgüdünün olası cephelerinden sadece biri olduğunu
unutuyoruz. Biyolojik türün korunması içgüdüsü yanında, Özben’in de bir
korunma içgüdüsü vardır.
Nietzsche’nin sözünü ettiği, işte bu içgüdüdür. Yani iktidar isten
cidir. Ona göre içgüdüsel ne varsa, bu iktidar istencini izlemekte. Bu
Freud’un cinsellik psikolojisi açısından apaçık bir yanılgı, biyolojinin
yanlış kavranması, dekadan bir nevroz örneği. Hıristiyanlığın ötesine
doğru yaptığı bu sıçramanın içinde gizli tehlikeler olduğuna işaret ediyor.
Hıristiyanlığın, insanın hayvansı tarafını yadsıması, elbette ki,
Nietzsche’yi derinden etkilemiş, bundan dolayı, iyi ve kötü’nün ötesinde,
daha yüksek düzeydeki bir insan tamlığı hayal etmişti. Hıristiyanlığın
temel tutumlarını ciddi olarak eleştiren, aynı zamanda bu tutumların ken
disine sağladığı korumadan da yoksun kalır. Karşı konmaz bir şekilde
İKTİDAR tSTENCİ
115
hayvansı ruhun eline kendini terkeder. Bu, Diyonizos çılgınlığı anıdır,
hiçbir şeyden kuşkulanmayan ruhta, tarifi olanaksız ürpertilere neden olan
«sarışın hayvan»ın allak bullak edici tezahürüdür. Bu onu kahramana ya
da yarı tanrı, insanüstü bir varlığa dönüştürmektedir. «İyi ve kötü»nün fer
sah fersah ötesinde duyacaktı kendini ister istemez.
Psikoloji açısından bakan kişi bu halin «inşanın gölge-yanı ile
özdeşleşmesi» olduğunu bilir, bu, bilinçdışı ile çarpışma anlarında her
zaman görülen bir olaydır. Bu durumda işe yarayacak tek şey ihtiyatlı bir
özeleştiridir. Bir kere, insanın dünyayı yerinden oynatacak bir şey bulması
pek olası değildir, çünkü böyle şeyler dünya tarihinde pek seyrek görülür.
İkinci olarak, böyle bir şeyin başka bir yerde de meydana gelip gelme
diğini dikkatle incelemek gerekir — örneğin, Nietzsche bir filolog olarak,
zihnini yatıştıracağına kuşku olmayan, eski Yunanda birtakım benzer
yaşantılar bulabilirdi. Sonra, insan, bir Diyonizos yaşantısının, putata-
panlığa dönük olduğunu görüp, burada keşfedilen yeni bir şey olmadığını,
aynı hikâyenin ta başlangıçtan beri yinelenip durduğunu farkederdi.
Unutulmaması gereken dördüncü husus ise, ruhsal durumun insanı, böyle
kıvanç içindeki kahramansı, tanrımsı yüksekliklere çıkarmasının ardın
dan, aynı gücün onu uçurumların dibine götüreceği besbelliydi. Bu
düşünceler insanı avantajlı bir duruma getirirdi, bütün bu fanteziler,
oldukça yorucu bir dağ tırmanma seferinden dönüşte, günün sıradan olay
larına dönmesiyle sona ererdi. Nasıl ki akarsular vadileri, geniş ırmaklar
da düz arazileri arar, yaşam da sadece, sıradan şeyler boyunca akmakla
yetinmez, her şeyi sıradan yapar. Olağandışı, eğer facia ile son bulmazsa,
her zaman değilse de, kimi zaman, usul usul sıradan olanın yanısıra gider.
Kronikleşen kahramanlık kasılıp kalır, buysa facia ile ya da nevrozla, ya
da her ikisiyle birden sonuçlanır.
Yüksek gerilim çarpmıştı Nietzsche’yi. Ama bu vecd haline, Hıris
tiyanlığın yardımıyla da ulaşabilirdi pekâlâ. Bu, hayvan psişesi sorununa
yanıt değil elbette — çünkü vecd halindeki hayvan bir canavardır.
Hayvan, kendi yaşamının yasasına uyar. Böyle bir hayvana, uysal, «iyi»
diyebiliriz. Ama vecd durumu, yaşamın kendi yasasının ötesine geçer ve
doğa açısından bakıldığında uygunsuz hareket eder. Bu tür uygunsuzluk
sadece insana özgüdür, bilinci ve özgiir iradesi zaman zaman, hayvansı
116
ANALİTİK PSİKOLOJİ
doğasındaki köklerinden dizginlerini koparır. Hem kültürün, hem de aşırı
gidildiğinde, ruhsal hastalığın temelidir. İnsan, kendine zarar gelmeden
ancak belli bir miktarda kültüre dayanabilir. Kültür ve doğanın sonu
gelmez ikilemi, bir şeyin fazla veya eksik olması sorunudur, yoksa, ya o
ya bu sorunu değildir.
Nietzsche olgusu bizi şu soru ile karşı karşıya bırakıyor: gölge-yanı
ile, yani iktidar istenci ile çarpışması, kendisine ne göstermişti? Bu sahte
bir şey miydi, duygularını bastırma belirtisi mi? İktidar istenci gerçek
miydi, yoksa sadece ikincil bir olay mıydı? Gölge-yanı ile çatışma bir
takım cinsel fantezilerin dizginini koyvermiş olsaydı, durum apaçık
anlaşılırdı: ama böyle olmadı. İşin esası, Eros değil, ben’in iktidarı idi.
Bundan çıkaracağımız şey, bastırılan şeyin Eros değil, iktidar istenci
olduğuydu. Eros’un gerçek, iktidar istencinin yapmacık olduğunu varsay
mamız için neden yok. İktidar istenci de, Eros kadar güçlü, onun kadar
eski ve özgün bir şeytandır.
Nietzsche’ninki gibi bir yaşama, altta yatan iktidar içgüdüsünün
doğasına ender bir tutarlılıkla bağlı, ölesiye yaşanan bir yaşama, yap
macık, sahte bir yaşam diyemeyiz. Yoksa, Nietzsche’nin karşı kutbu
Wagner için verdiği haksız hükümden biz de suçlu olurduk. Wagner için
şöyle diyordu Nietzsche: «Onda her şey yapmacık. Gerçek, ya gizlenmiş,
ya allanıp pullanmış; kelimenin iyi ve kötü anlamıyla tam bir sahne oyun
cusu». Bu önyargının nedeni neydi peki? Wagner, Nietzsche’nin görmez
likten geldiği ve Freud psikolojisinin üzerine dayandığı öteki temel isten
ci simgeliyordu. Freud’un öteki içgüdüden, iktidar istencinden haberi
olup olmadığı konusunda kendi kendimize soracak olursak, yanıtı, onu,
«ben-içgüdüsü» adı altında algıladığı olurdu. Ne var ki, bu «ben-içgüdü-
leri»nin geniş mi geniş yer kaplayan cinsel unsurun yanında oldukça
önemsiz bir yeri var. Gerçekte, insan doğası, ben-ilkesi ile içgüdü-ilkesi
arasında korkunç, bitip tükenmek bilmeyen bir çatışmanın yükünü
taşımaktadır: ben demek, engel, sınırlama demek, içgüdü ise sınırsızlık;
ikisi de aynı güçte. Bir anlamda, insan, «sadece tek içtepinin bilincinde»
olduğu için şükretmeli, ötekini tanımaya çalışırken de ihtiyatlı davran
malı. Ancak, ötekini de öğrenecek olursa, gerisi artık insanın kendine
kalmış; bu durumda, Faust’un karşılaştığı çatışma ile karşı karşıya
Dostları ilə paylaş: |