İKTİDAR İSTENCİ
117
demektir. F a u st'm birinci bölümünde, Goethe, içgüdüyü kabul etmenin
ne demek olduğunu göstermiştir. İçimizde ne kadar önemsiz, değersiz,
korkak varsa siner ve bu kabulden korkup kaçar bahanesi mükemmeldir:
içimizdeki «öteki», gerçekten «bir başkasıdır», gerçekte, düşünen,
eylemde bulunan, duyan, iğrenç ve alçakça olan her şeyi arzulayan sahici
bir insandır. Bu şekilde yapmacık olanı elimize geçirip, ona savaş ilan
ederek rahatlarız. Ahlâk tarihinde bu kronik mizaçlardan örnekler vardır.
Bunlardan biri, sözünü ettiğimiz Wagner’e, Paulus’a karşı Nietzsche’dir.
Günlük yaşam bu çarpıcı örneklerle doludur. Bu akıllı yolla insan, kendi
ni, karşısında cesaretinin ve gücünün yok olabileceği Faust’m
faciasından kurtarabilir. Bütünleşmiş insan en amansız düşmanından,
hatta düşman ordusundan daha korkunç olanın göğsünde barındırdığı
«öteki-ben» olduğunu bilir. Nietzsche’nin içinde bulunan bir Wagner
vardı, Parsifal'ine gıpta etmesi bundandı; ancak daha da beteri, içinde
aynı zamanda Paulus’u da barındırması idi. Nietzsche, ruhun damgasını
yemişti; «öteki» kulağına «Ecce Homo» diye fısıldarken, o, Paulus gibi,
İsalaşmayı yaşamak zorunda kalmıştı — «Çarmıh karşısında yenilen» kim
oldu sonunda, Wagner mi, Nietzsche’mi?
Kader bu ya, Freud’un ilk öğrencilerinden Alfred Adler, nevrozun
temelini yalnızca iktidar ilkesi üzerine dayandırdığı bir başka bakış açısı
geliştirdi. Tersten vuran bir ışık altında bakıldığında, aynı şeylerin nasıl
bambaşka görüntüye büründüğü gerçeği insanı hayrete düşürüyor. İlk
karşıtlığı ele alalım: Freud’a göre her şey daha önce yer almış olan olay
ların neden olduğu şaşmaz bir nedensellik zincirini izler, Adler’e göre ise
her şey teleolojik (erekcil) bir «düzen» işidir. Basit bir örnek verelim:
genç bir kadında endişe nöbetleri belirmişti. Geceleri kâbuslar görmekte,
damarlarındaki kanı donduran canhıraş çığlıklarla uyanmaktaydı.
Kendine hâkim olamamakta, kocasına sımsıkı sarılıp, ona kendisini bırak
mayacağını, onu gerçekten sevdiğini söylemesi için yalvarıyordu.
Zamanla sinirsel kökenli bir astım tablosu da ortaya çıkmış, nöbetler
gündüz de gelmeye başlamıştı.
Freud yöntemi, hemen hastalığın ve arazlarının esas nedenini
araştırmaya başlar. Endişe uyandırıcı neler görmüştü acaba düşünde?
Vahşi boğalar, arslanlar, kaplanlar, kötü niyetli erkekler ona saldırıyor
118
ANALİTİK PSİKOLOJİ
lardı. Peki, bunlar hastada neler çağrıştırıyordu? Evlenmeden önce
yaşadığı bir hikâyeyi. Dağda bir sağlık merkezinde kalıyordu. Epey tenis
oynamış, birtakım insanlarla tanışmıştı. Özellikle de iyi tenis oynayan,
akşamleyin de gitar tıngırdatan genç bir İtalyan vardı. Aralarında küçük
çapta bir flört başlamıştı, bir keresinde de birlikte ay ışığında gezmeye
çıkmışlardı. Bu arada İtalyan, huyu kurusun, «hiç beklenmedik bir anda»
karakterini belli etmişti. Adam «öyle bir bakışla bakmıştı ki» ona, o bakışı
zihninden silip atamamıştı bir türlü. Bu bakış, onu düşlerinde de izlemişti;
düşlerinde peşinden koşan hayvanların bakışı, tıpkı onun bakışına ben
ziyordu. O bakış acaba sadece o kalyanda mı vardı? Bir başka am daha
yardıma koşuyor burada. Hasta, on dört yaşındayken bir kazada babasını
kaybetmiş. Babası sık sık yolculuğa çıkan bir dünya adamı imiş. Ölü
münden az önce, kızını Paris’e götürmüş; gezdikleri yerler arasında Folies
Bergeres de varmış. Orada, kızın zihninden izi silinmeyecek bir olay
geçmiş. Tiyatrodan çıkarken, oyalı boyalı bir yosma, edepsizce babasına
toslamış. Kız dehşet içinde babasının ne diyeceğini beklerken, babasının
gözlerinde o aynı bakışı, o hayvansı parıltıyı görmüş. Dile getirilemeye
cek bir şey, gece gündüz kızı izlemeye başlamış. O günden sonra
babasıyla olan ilişkisi değişmiş. Bazan sinir tutuyor, yanına yaklaşılmaz
bir hal alıyormuş, bazan da babasına aşırı derecede sevgi gösterisinde
bulunuyormuş. Derken, nedeni belirsiz, âni ağlama nöbetleri belirmiş, bir
süre, babası ne zaman evde kalacak olsa, sofrada otururken yutkunma
zorluğu çekmeye başlamış, boğulur gibi oluyor, bir iki gün sesi gidiyor
muş. Babasının beklenmedik ölüm haberini alınca, önüne geçemediği bir
acı duymuş ve histerik gülme nöbetine tutulmuş: çok geçmeden kendine
gelmiş, durumu düzelmiş ve nevrotik araz nerdeyse tamamiyle kaybol
muş. Ancak İtalyan ile macerası, içinde, korktuğu bir şeyi depreştiriyor-
muş. Durup dururken, bir gün genç adamla ilişkisini kesivermiş. Birkaç
yıl sonra da bir başkasıyla evlenmiş. Şimdiki nevrozunun arazlarının ilk
belirmesi kocasının bir başka kadınla romantik bir ilişkisi olduğunu
keşfedince, ikinci çocuğunun doğuşunun ertesine tesadüf etmiş.
Bu hikâye insanın zihninde birçok sorun uyandırıyor; örneğin,
anneden hiç söz edilmiyor. Anne, sinirli bir tipmiş, vaktini hastane has
tane dolaşarak, derdine çare arayarak geçiriyormuş. O da sinir kökenli
İKTİDAR İSTENCİ
119
astımdan şikâyetçiymiş, onda da endişe arazları varmış. Hastanın
hatırlayabildiği kadarıyla evlilikleri pek resmi cinstenmiş. Annesi
babasını doğrudürüst anlayamamışmış; hasta kendinin babasını daha iyi
anlamış olduğu kanısındaymış. Babası kızını çok seviyor, anasına karşı
çok soğuk davranıyormuş.
Bu işaretler hastalığın genel görünümü hakkında bize fikir vermeye
yeter. Şimdiki arazlar ardında, İtalyan ile yaşantısına doğrudan bağlı fan
teziler söz konusuydu; ancak bu fantezilerin aslında babasıyla ilişkili
olduğu apaçıktı; babasının mutsuz evliliği küçük kızın kendine, aslında
annesinin doldurması gereken güvenli bir yer sağlaması için bir fırsat
yaratmıştı. Bunun ardında da, doğal olarak, baba için gerçekten uygun
eşin kendisi olması gerektiği fantezisi yatıyordu. İlk sinir nöbeti, bu fan
tezi büyük bir şok yarattığında ortaya çıkmıştı, aynı şoku annesi de
yaşamış olabilirdi, ama kızın bundan haberi yoktu. Bu arazlar kolayca
düşkırıklığına uğramış, karşılıksız kalmış bir aşkın ifadesi olarak yorum
lanabilir. Boğulur gibi olma, yenilip yutulması kolay olmayan şiddetli
duygusal yaşantıların bilinen bir sonudur (günlük dilimizdeki benzetme
ler, bildiğimiz gibi bu tür fizyolojik olaylarla ilişkilidir). Baba ölünce, bi
linçli zihni çok üzülmüştü, ama gölge-yanı buna gülmüştü; bayır aşağı
giderken ağlayıp, yokuş yukarı çıkarken gülen, hep ilerisini düşünen Till
Eulenspiegel gibi. Baba evdeyken üzülüyor, hastalanıyor, gittiği zaman
kendini daha iyi hissediyordu; hiçbirinin diğeri için aslında elzem
olmadığı o tatlı sırrı birbirinden gizleyen nice karı koca gibi.
Bilinçdışının bu münasebetle gülmede haklı olduğu, gülmeyi izleyen
sağlıklı durumla ortaya çıkmaktadır. Kız bütün geçmişini unutmayı
başarabilmişti. Sadece, İtalyan ile olan macerası yeraltı dünyasını can
landırmakla tehdit ediyordu. Ne var ki, kız kapıyı vurup kapamış, bir eş
ve anne olarak mükemmel bir durumda dağı aşınca, nevroz canavarı
sürünerek gerisingeri gelmişti.
Cinsellik psikolojisi nevrozun nedeninin, hastanın babasından
temelde kurtulamaması olduğunu söylemektedir; eskiden üzerinde babası
ile bağlantılı olarak büyük izlenim bırakmış olan o esrarlı «şeyi» İtalyan-
da görünce o yaşantı canlanmıştı. Bu anılar, nevrozun dolaysız nedeni,
kocasıyla da yaşadığı benzer yaşantı ile canlanmıştı doğal olarak.
Dostları ilə paylaş: |