Carl gustav jung



Yüklə 3,33 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə40/138
tarix18.06.2018
ölçüsü3,33 Mb.
#49331
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   138

IV

DAVRANIŞ TİPİ SORUNU

C ])


n

CEKİ bölümlerde incelediğimiz gibi,  iki kuramı  bağdaştırmak 

için,  ikisine  birden  üstten  bakan  bir  görüş  açısı  gerekmektedir.  İşimize 

gelsin  gelmesin,  bunlardan  birini  ötekinin  hatırı  için  görmezlikten  gele­

meyiz.  Önyargısız olarak,  iki  kuramı  da inceleyecek olursak,  ikisinde de 

önemli gerçekler olduğunu  yadsıyamayız;  üstelik  bunlar,  ne denli çelişse 

de,  taban  tabana  zıt  değildirler.  Freud  kuramının  basitliği  insana  çekici 

geliyor,  bu  kurama  karşı  çıkmak  zor  gibi  görünüyor.  Ama  aynı  şey, 

Adler’in  kuramı  için  de  geçerli.  Onunki  de  basit,  Freud’inki  kadar 

açıklayıcı. Her iki okulun yandaşlarının da, tek yanlı  gerçeklerine sımsıkı 

tutunmuş,  onları  bırakmak  istememelerinde  şaşılacak  taraf yok.  İki  taraf 

da, güzel, oturaklı kuramlarını bir çelişkiyle değiş tokuş etmeye, birbirine 

karşıt görüş  açılan arasında şaşkına dönmeye niyetleri  yok, besbelli.

Her  iki  kuram  da,  büyük  çapta  doğru  olduğuna  — yani  ikisi  de 

sorunu  çözmüş  göründüğüne—  göre,  ortaya çıkan,  nevroz  denilen  şeyin 

birbirine  karşıt  iki  cephesi  olmalı:  biri  Freud’un,  öteki  de  Adler’in 

görüşleri  ile  açıklanmış  oluyor.  Ama  nasıl  oluyor da,  araştıncılardan  her 

biri,  olayın  sadece  bir  yanını  görebiliyorlar  ve  her  biri  sadece  kendi 

kuramının  doğruluğunu  savunuyor?  Bundan  şu  çıkıyor:  her  araştırıcı, 

nevrozda,  kendi  psikolojik  yapısına  uyan  tarafı  görüyor  demek.  Adler’e 

gelen  vakalar ile Freud’unkilerin, nevroz vakaları olarak,  birbirinden ayn 

şeyler  olduğu  söylenemez  her  halde;  ancak  kişisel  özellikler  yüzünden, 

her  biri  olaya  başka  açıdan  bakıyor,  böylece  de  ortaya  temelden  aynlan 

görüşler  ve  kuramlar  çıkıyor.  Adler,  kendini  aşağı,  sindirilmiş  gören  bir 

süjenin,  «protestolar»  ile,  birtakım  «düzenler»  ile,  anababaya, öğretmen­

lere,  kurallara,  yetkililere,  durumlara,  kurumlara  falan,  aynı  şekilde




124

ANALtTtK PSİKOLOJİ

yöneltilen  başka  uygun  yollarla  nasıl  hayali  bir  üstünlük  sağlamaya 

çalıştığım  görüyor.  Başvurulan  bu  vasıtalar  arasında  cinsellik  bile  söz 

konusu.  Bu  görüş,  objelerin  mizacının  ve  anlamının  tamamiyle  ortadan 

kalktığı  süjeye  aşırı  önem  vermekte.  Objelere,  olsa  olsa,  bastıncı  eğilim 

araçları olarak  bakılıyor.  Objelere  yöneltilen  aşk ilişkileri  ve  başka arzu­

ların  da  Adler’de  temel  unsurlar  olduğunu  söylersem,  her  halde  yanlış 

olmaz; ancak nevroz kuramında,  bunlara Freud tarafından verilen baş rol 

tanınmamaktadır.

Freud,  hastasını,  önemli  objeler ile  ilgili  ve  bağımlı olarak görüyor. 

Ana  ve  babanın  buradaki  rolü  büyük,  hastanın  yaşamına  giren  başka 

önemli  etkiler veya koşullar dosdoğru bu  temel unsurların nedenselliğine 

geri  gidiyor.  Kuramındaki piece de  resistance  (direnme faktörü)  transfe- 

rans  (aktarma)  kavramı,  yani  hastanın  hekimle  olan  ilişkisi,  özellikle 

belirlenmiş  bir objeyi ya arzulamakta,  ya da onu direnme ile karşılamak­

ta,  bu  tepki  ise,  ilk  çocukluk  döneminde  baba  ve  ana  ile  olan  ilişki 

aracılığıyla  kurulmuş pattern’ i  (kalıbı,  örneği)  izlemekte.  Süjeden  gelen 

şey  temelde  körü  körüne  haz  peşinde  koşma:  ancak  bu  çaba,  niteliğini 

belirli objelerden almakta. Freud’da objelerin önemi daha büyük; özellik­

le belirleyici rol oynayan sadece obje, ilginç bir şekilde nerdeyse önemsiz 

durumda,  haz  kaynağı  ve  «endişe  mekânı»  olmaktan  öteye  gitmiyor. 

Belirtildiği gibi, Freud, ben-içgüdülerini tanıyor; ancak sırf bu deyim bile 

süje hakkmdaki kavramının,  belirleyici  unsurun süje olduğu Adler’inkin- 

den apayrı olduğunu  göstermeye yeter.

Her iki araştırmacı da süjeyi, obje ile ilişkili olarak görüyorlar, ancak 

bu  ilişki  ne  kadar  da  başka  görünüyor!  Adler’de  obje  ne  olursa  olsun, 

kendi  güvenliğini  ve  üstünlüğünü  arayan  süje  vurgulanıyor,  Freud’da 

vurgu  tamamiyle  objeler  üzerinde;  bu  objeler,  belirli  özelliklerine  göre, 

süjenin arzularını ya teşvik ediyor, ya engelliyor. Bu ayrılığın nedeni, olsa 

olsa  bir  mizaç  ayrılığı  sorunudur,  insanoğlunun  iki  ayrı  zihin  yapısının 

birbirine  karşıt  olmasıdır;  bunlardan  biri,  belirleyici  etkeni,  özellikle 

süjede,  ötekisi  objede  görmektedir.  Bunun  ikisi  ortası,  sağduyuya  göre, 

insan  davranışının,  süje  tarafından  koşullandığı  kadar obje  tarafından da 

koşullandığı  gerçeği  olabilirdi:  İki  araştırmacı  da,  kuramlarının  normal 

insanın  psikolojik  açıklamasını  değil,  nevrozu  kapsadığını  ileri  sürebilir­




DAVRANIŞ TtPt SORUNU

125


lerdi.  Ama  böyle  bir  durumda,  Freud’un  hastalarının  bazısını  Adler’in 

doğrultusunda  açıklayıp,  tedaviyi  ona  göre  yapması,  Adler’in  ise,  bazı 

vakalarda,  eski  hocasının  görüşünü  lütfedip uygulamaya tenezzül  buyur­

ması gerekirdi ki, durum böyle olmadı.

Bu  ikilem  şöyle  düşünmeme  neden  oldu:  acaba,  dedim  kendi 

kendime,  iki  ayrı  tip  insan  mı  söz  konusu,  biri  daha  çok  obje  ile,  öteki 

daha çok kendi ile ilgilenen iki insan tipi mi var? Acaba bu, birinin sadece 

birini, ötekinin sadece ötekini görmesini ve birbirinden ayrı sonuçlara var­

malarını  açıklar  mı?  Söylemiş  olduğumuz  gibi,  feleğin,  belli  bir  grubu, 

şaşmaz bir şekilde belli bir hekime yönlendirecek şekilde hastalar seçmiş 

olacağı  düşünülemezdi.  Bir  süredir,  hem  kendimle  hem  de  meslektaşla­

rımla  ilgili  olarak bir  şeyin  farkına varmıştım.  Kimi  vaka  birimize,  kimi 

de  ötekimize  itici  geliyordu.  Hekim  ile  hasta  arasında  iyi  bir  ilişkinin 

oluşup oluşmaması son derece önemlidir. Kısa süre içinde doğal bir güven 

doğmazsa  aralarında,  hastanın  bir  başka  hekime  gitmesi  iyi  olur. 

Karakterlerini  tutmadığım,  ya  da  bana  itici  gelen  hastaları  başka  bir 

meslektaşıma  göndermekten  bir  an  için  olsun  geri  durmamışımdır;  has­

tanın derdine daha iyi bir deva olurdu bu davranış. Yoksa, doğru iş yapmış 

olmaz,  iyi sonuç almazdım.  Herkesin kendine göre sınırı  vardır;  özellikle 

bir  psikoterapistin  bunu  gözardı  etmemesi  gerekir.  Kişisel  ayrılıklar  ve 

uyumsuzluklar yerinde olsa bile, aşırı ve gereksiz direnmelere neden olur. 

Freud-Adler çatışması  birçok olası davranış tipi  arasında sadece biridir.

Bu konu üzerinde uzun uzun düşündüm; sayısız gözlem ve deneyim 

sonucu,  iki  temel davranış  varsaydım:  bunlar içedönüklük ile dışadönük- 

lük  idi.  İçedönük  davranış,  kendi  içine  kapanık,  objelerden  kaçman, 

çekingen,  düşünceye  dalmaya  eğilimli,  geri  çekilen,  çoğunluk  savunma 

durumuna  geçmeyi  yeğleyen,  kendine  güvenmeyen  bir  araştırma  pozu 

ardına saklanmayı sever. Dışadönük ise, kendini kolayca mevcut duruma 

uyduran,  çabuk  ilişkiler  kuran,  kuruntuya  kapılmayan,  belirsiz  durumlar 

karşısında  atılgan  bir  davranıştır.  Birinci  durumda,  doğal  olarak,  önemli 

olan  şey  süjedir,  İkincideyse  objedir.  Bu  gözlemler  iki  tipin  sadece  ana 

çizgileri.  Birazdan  yeniden  ele  alacağım  bu  iki  davranış,  aslına  bakacak 

olursanız,  hiçbir  zaman  yalnız  başına  görülmez.  Tipler çok  değişkendir, 

şimdi  şöyle  davranır,  şimdi  böyle;  şaşmaz  değildir.  Bireysel  oynamalar




Yüklə 3,33 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   138




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə