Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə10/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   36

Sophie suratını asmıştı. "Sırlardan nefret ediyorum!"

"Biliyorum, ama bunlar önemli sırlar. Ve bir gün sen de onlara benim kadar saygı göstermeyi öğreneceksin."

"Anahtarın üstünde harfler ve bir çiçek gördüm."

"Evet, o benim en sevdiğim çiçek. Adı Fleur-de-lis. Bahçede onlardan var. Beyaz olanlar. İngilizcede bu çiçeklere zambak deniyor."

"Onları biliyorum! Benim de en sevdiğim çiçekler!"

"O zaman seninle bir anlaşma yapacağım." Büyükbabasının kaşları, ona her nasihat verişinde olduğu gibi iyice yukarı kalkmıştı. "Eğer anahtarımı sır olarak saklayabilirsen ve bu konuda ne benimle, ne de bir başkasıyla bir daha asla konuşmazsan bir gün onu sana veririm."

Sophie kulaklarına inanamamıştı. "Verecek misin?"

"Söz veriyorum. Zamanı geldiğinde anahtar senin olacak. Üstünde senin ismin yazıyor."

Sophie kaşlarını çattı. "Hayır yazmıyor. P.S. yazıyor. Benim ismim P.S. değil!"

Büyükbabası sesini alçaltarak, kimsenin duymadığına emin olmak istiyormuş gibi etrafa bakmıştı. "Peki Sophie, P.S.'in bir şifre olduğunu bilmen gerekiyor. Bunlar senin isminin gizli başharfleri."

Gözleri büyümüştü. "Benim gizli başharflerim mi var?"

"Elbette. Torunların her zaman sadece büyükbabalarının bildiği gizli başharfleri vardır."

"P.S. mi?"

Büyükbabası onu gıdıkladı. "Prenses Sophie."

Sophie kıkırdamıştı. "Ben prenses değilim!"

Büyükbabası göz kırpmıştı. "Benim için öylesin."

O günden sonra bir daha asla anahtar hakkında konuşmamışlardı. Ve ismi Prenses Sophie olmuştu.

127

Dan Brown



Sophie, Devlet Salonu'nda sessizce durmuş, kaybının acısına katlanıyordu.

Ona garip bir şekilde bakan Langdon, "Başharfler," diye fısıldadı.

"Onları görmüş muydun?"

Sophie müzenin koridorlarında fısıldayan büyükbabasının sesini duyar gibi oldu. Bu anahtar hakkında asla konuşma Sophie. Ne benimle, ne de bir başkasıyla. Bağışlama konusunda büyükbabasına karşılık veremediğini biliyor ve güvenini yeniden sarsıp sarsmayacağını düşünüyordu. P.S. Robert Langdon'ı bul. Büyükbabası Langdon'ın yardım etmesini istemişti. Sophie başını evet anlamında salladı. "Evet daha önce P.S. harflerini bir kez görmüştüm. Çok küçükken." "Nerede?"

Sophie tereddüt etti. "Onun için çok önemli olan bir şeyin üstünde." Langdon gözlerini onunkilere dikmişti. "Sophie bu çok önemli. Bana harflerin yanında bir sembol olup olmadığını söyleyebilir misin? Mesela bir fleur-de-lis olabilir mi?"

Sophie hayretten geriye doğru sendeler gibi oldu. "Ama... bunu nereden biliyor olabilirsin?"

Langdon rahat bir nefes alıp, sesini alçalttı. "Büyükbabanın gizli bir cemiyet üyesi olduğundan emin gibiyim. Çok eski bir gizli kardeşlik."

Sophie karnında bir şeyin düğümlendiğini hissetti. O da bundan emindi. On yıl süresince, bu dehşet verici gerçeği teyit eden olayı unutmaya çalışmıştı. Akla gelmeyecek bir olaya tanık olmuştu. Bağışlanamazdı.

Langdon, "Fleur-de-lis," dedi. "P.S. harfleri ile bir araya geldiğinde, kardeşliğin resmi armasını meydana getirir. Onların logosunu."

"Sen bunu nereden biliyorsun?" Sophie içinden, Langdon'ın da bir üye olduğunu söylememesi için dua ediyordu.

"Bu grup hakkında bir kitap yazmıştım," derken sesi heyecandan titriyordu. "Gizli cemiyetlerin sembollerini araştırmak benim uzmanlık alanım. Kendilerine Prieure de Sion -Sion Tarikatı- diyorlar. Merkezleri burada Fransa'da ve tüm Avrupa'da çok güçlü üyeleri var. Aslına bakarsan, dünyadaki en eski gizli cemiyetlerden biri."

Sophie daha önce onlar hakkında hiçbir şey duymamıştı.

128

Da Vinci Şifresi



Langdon artık hızla konuşuyordu. "Tarikatın üyeleri arasında tarihin en kültürlü isimleri vardı: Boticelli, Sir Isaac Newton, Victor Hugo gibi adamlar." Durdu, ardından akademik coşkuyla, "Ve Leonardo da Vinci," dedi.

Sophie, ona bakıyordu. "Da Vinci gizli bir cemiyet üyesi miydi?" "Da Vinci, kardeşliğin Büyük Üstat'ı olarak 1510 ile 1519 yılları arasında tarikata başkanlık etti. Bu da büyükbabanın Leonardo'nun çalışmalarına yönelik tutkusunu açıklayabilir. İkisi arasında tarihi bir kardeşlik bağı var. Ve her şey, tanrıça ikonolojisi, paganizm, dişi ilahlar ve kiliseyi küçük görmeye olan meraklarını mükemmel bir biçimde açıklıyor. Tarikatın tarih boyunca kutsal dişilere karşı büyük bir saygı gösterdiğine dair pek çok vesika var."

"Bana bu topluluğun tanrıçalara tapan bir çeşit pagan mezhebi olduğunu mu söylüyorsun?"

"Daha çok tanrıçalara tapan pagan mezhebi olduklarını söylüyorum. Ama daha da önemlisi, çok eski bir sırrın muhafızları olarak bilinirler. Bu da onları tahmin edilemeyecek kadar güçlü kılar."

Langdon'ın gözlerindeki inanca rağmen, Sophie kesinlikle inanmayan bir ifade takınmıştı. Gizli bir pagan mezhebi mi? Leonardo da Vin-ci'nin başkanlık ettiği bir mezhep mi? Kulağa tamamıyla saçma geliyordu. Ve unutmaya çalıştığı halde, zihni on yıl geriye gitmeye çalışıyordu -yanlışlıkla büyükbabasını bastığı ve hâlâ kabul edemediği o olaya şahit olduğu geceye. Açıklaması bu olabilir miydi?

Langdon, "Yaşayan tarikat üyelerinin kimlikleri son derece gizli tutulur," dedi. "Ama çocukken gördüğün P.S. ve fleur-de-lis bunun kanıtıydı. Bu sadece tarikatla ilgili olabilir."

Sophie artık Langdon'ın, büyükbabası hakkında daha önce tahmin ettiğinden çok daha fazlasını bildiğini anlıyordu. Bu Amerikalının onunla Paylaşması gereken çok şey olduğu belliydi ama burası yeri değildi. "Seni yakalamalarına izin veremem Robert. Konuşmamız gereken çok şey var. Gitmen gerek!"

129


F:9

Dan Brown

Langdon, onun sesini ancak belli belirsiz bir mırıltı olarak duyabiliyordu. Hiçbir yere gitmeyecekti. Şimdi başka bir yerde kaybolmuştu. Eski sırların yüzeye çıktığı bir yerde. Unutulmuş tarihin gölgelerden sıyrıldığı bir yerde.

Langdon suyun altında hareket ediyormuş gibi yavaşça başını çevirdi ve kırmızı sisin arasından Mona Lisa 'ya baktı.

Fleur-de-lis... Lisa çiçeği... Mona Lisa.

Hepsi birbirinin içine girmişti, Sion Tarikatı ile Leonardo da Vin-ci'nin en derin sırlarını aktaran sessiz bir senfoni gibiydi.

Birkaç kilometre ötede, Les Invalides'in ardındaki nehir kenarında, çift römorklu kamyonun silah zoruyla durdurulan şoförü şaşkınlıktan ağzı bir karış açık, adli polis şefinin bir kalıp sabunu hırsla Seine Nehri'nin kabarmış sularına fırlatmasını seyrediyordu.

Da Vinci Şifresi

24

130


Silas Saint-Sulpice'deki dikilitaşın üst tarafına doğru bakarken, hey-betli mermerin gövde uzunluğunu hesaplamaya çalışıyordu. Kasları ziri-deleşerek gerilmişti. Yalnız olduğundan emin olmak için bir kez daha kilisede etrafına iyice baktı. Daha sonra mecburiyetten değil de, daha çok saygısından heykelin altında diz çöktü.

Kilit taşı Gül Çizgisi'nin altında saklı.

Sulpice dikilitaşının altında.

Tüm kardeşler bunu teyit etmişlerdi.

Artık dizlerinin üstünde duran Silas ellerini taş zeminin üstünde gezdirdi. Karolardan birinin çıkabileceğini gösteren herhangi bir ize rastlamamıştı, bu yüzden yumruğuyla yere yavaşça vurmaya başladı. Sarı çizgiyi takip ederek dikilitaşa biraz daha yaklaştığında, çizgiye komşu olan her karoya vurdu. Sonunda birinin sesi diğerlerinden farklı gelmişti.

Yerin altında boş bir alan var!

Silas gülümsedi. Kurbanları doğruyu söylemişlerdi.

Ayağa kalkıp, mabette yer karosunu kırmaya yardımcı olacak bir şey aradı.

Silas'ın tepesindeki balkonda duran Rahibe Sandrine güçlükle soluk alıyordu. En büyük korkusu gerçekleşmişti. Bu ziyaretçi göründüğü gibi değildi. Gizemli Opus Dei keşişi Saint-Sulpice'e başka bir amaçla gelmişti.

Gizli bir amaç için.

Sırları olan tek kişi sen değilsin, diye düşündü.

Rahibe Sandrine Bieil, bu kilisenin sadece bakıcısı değildi. Ve bu gece, eski çarklar dönmeye başlamıştı. Bu yabancının dikilitaşın altına gelmesi, kardeşlikten bir işaretti.

Sessiz bir tehlike alarmıydı.

131


Dan Brown

25

Paris'teki ABD Büyükelçiliği, Champs-Elysees'nin hemen güneyinde, Avenue Gabriel'deki küçük bir sitedir. Üç dönümlük arazi ABD top-rağıymış gibi kabul edilir, yani bu arazinin üstünde duran herkes, Birleşik Devletler'deki kanunlara tabi tutulur ve aynı korunma haklarına sahiptir. Büyükelçilikte gece vardiyasında çalışan santral memuru, telefon çaldığında Time dergisinin uluslararası baskısını okuyordu. "ABD Büyükelçiliği," diye cevap verdi.



"İyi akşamlar." Arayan kişi Fransız aksanıyla İngilizce konuşuyordu. "Yardıma ihtiyacım var." Adamın kullandığı nazik kelimelere rağmen, ses tonu sert ve resmiydi. "Bana, otomatik sisteminizde benim için bir mesaj olduğu söylendi. İsmim Langdon. Ne yazık ki, üç haneli erişim şifremi unuttum. Yardımcı olabilirseniz, çok sevinirim."

Santral memuru şaşırarak susmuştu. "Üzgünüm efendim. Mesajınız oldukça eski olmalı. Bu sistem iki yıl önce güvenlik tedbirleri nedeniyle kaldırıldı. Ayrıca tüm erişim şifreleri beş haneliydi. Size mesajınız olduğunu kim söyledi?"

"Yani otomatik telesekreter sisteminiz yok mu?" "Hayır efendim. Size gelen mesajlar hizmet bölümümüzde el yazısıyla alınır. İsminiz neydi?"

Ama adam telefonu kapatmıştı.

Bezu Fache, Seine Nehri'nin kıyısında aşağı yukarı volta atarken kendini sersem gibi hissediyordu. Langdon'ı yerel bir numarayı çevirirken, sonra üç haneli bir şifreyi girerken ve sonra da bir kaydı dinlerken

132


Da Vinci Şifresi

gördüğüne emindi. Ama Langdon eğer büyükelçiliği aramadıysa, kimi aramış olabilirdi?

İşte o anda, cep telefonuna bakan Fache, cevabı ellerinde tuttuğunu fark etti. Langdon bu aramayı benim telefonumdan yaptı.

Cep telefonunun mönüsüne girerek, son aranan numaralardan Lang-don'ın yaptığı aramayı buldu.

Üç haneli 454 sayısının takip ettiği bir Paris numarasıydı.

Numarayı yeniden arayan Fache hattın çalmasını bekledi.

Sonunda bir kadın sesi cevap verdi. Kayıttaki ses, "Bonjoıır, vous etes bien chez Sophie Neveıı," diyordu. "Je sııis absente pour le moment, mais..."

Fache rakamları tuşlarken kanı kaynamaya başlamıştı 4... 5... 4.

133

Dan Brown



26

O muazzam ününe rağmen, Mona Lisa sadece yetmiş sekiz santime elli üç santim ebatındaydı... Louvre'un hediyelik'eşya dükkânında satılan posterlerinden bile daha küçüktü. Devlet Salonu'nun kuzeybatı duvarında, altı santim kalınlığındaki pleksiglas panelin arkasında asılı duruyordu. Kavak ağacından yapılmış bir tahta panonun- üstüne boyanan resmin o buğulu havası Da Vinci'nin, birbirinin içinde kaybolan formlar anlamına gelen sfumato tarzındaki ustalığını ortaya koyuyordu.

Mona Lisa -ya da Fransa'da dedikleri gibi La Jaconde- Louvre'a getirildikten sonra iki kez çalınmıştı. En son 1911 yılında Louvre'un "saik impenetrable" Carre Salonu'ndan çalınmıştı. Paris'liler sokaklarda ağlamış ve hırsızların tabloyu iade etmeleri için gazetelere ilanlar vermişlerdi. Mona Lisa iki yıl sonra Floransa'da bir otel odasındaki sandığın altındaki sahte bölmelerin içinde bulunmuştu.

Sophie'ye açıkça bir yere gitmeyeceğini belirtmiş olan Langdon, Devlet Salonu'nda onunla birlikte hareket ediyordu. Sophie siyah ışığı açtığında Mona Lisa hâlâ iki metre ötede duruyordu. Fenerden çıkan mavi ışık önlerinde yelpaze gibi açılmıştı. Sophie, bir maden arayıcısı gibi ışığı yerde ileri geri hareket ettirirken, gazışıl mürekkebin izine rastlamaya çalışıyordu.

Onun yanından yürüyen Langdon sanat şaheserleriyle karşılaşmanın verdiği tatlı ürpertiyi hissetmeye başlamıştı bile. Sophie'nin elindeki siyah ışıktan çıkan morumsu ışığın ötesini görebilmek için kendini zorladı. Sol tarafta, boş parke denizindeki karanlık bir adaya benzeyen, sekizgen divan görülüyordu.

-----—- 134

Da Vinci Şifresi

Langdon artık duvardaki karanlık cam paneli görmeye başlamıştı. Onun arkasında, özel hücresinin duvarları arasında, dünyanın en ünlü tablosunun asılı durduğunu biliyordu.

Langdon, Mona Lisa'mn dünyadaki en ünlü tablo olarak ün kazanmasının, muammalı gülümseyişiyle ilgisi olmadığını biliyordu. Sanat tarihçileri veya komplo meraklıları tarafından onun hakkında yapılan gizemli yorumlarla da ilgisi yoktu. Mona Lisa'mn bu kadar ünlü olmasının nedeni çok basitti, çünkü Leonardo da Vinci, onun en büyük başarısı olduğunu söylemişti. Gittiği her yere bu tabloyu beraberinde taşır ve nedeni sorulduğunda dişi güzelliğinin en yüce ifadesinden ayrılmanın ona zor geldiğini söylerdi.

Buna rağmen pek çok sanat tarihçisi Da Vinci'nin Mona Lisa'ya duyduğu saygının, sanatsal ustalığıyla ilgisi olmadığından şüphelenmişti. Gerçekte bu tablo, sıradan bir sfumato portresiydi. Pek çokları Da Vinci'nin bu esere duyduğu saygının çok daha derin bir şeyden kaynaklandığını iddia etmişti: resmin içinde saklı gizli bir mesaj. Doğrusu Mona Lisa içinde en çok espri barındıran resimlerden biriydi. Tablonun içerdiği çift anlamlar ve eğlendirici kinayeler, sanat tarihi kitaplarında açıklanmıştı ama, inanılmaz bir şekilde insanların büyük bir kısmı onun gülüşünü büyük bir gizem olarak nitelendiriyordu.

Langdon ilerlerken, hiç de gizemli değil, diye düşündü, tablonun belirsiz çerçevesi şekillenmeye başlamıştı. Hiç de gizemli değil.

Langdon, Mona Lisa'mn sırrını son olarak alışılmadık bir toplulukla paylaşmıştı -Essex İlçe Cezaevi'ndeki bir düzine hükümlüyle. Langdon'ın hapiste verdiği seminer, Harvard'ın hapishanelere eğitim ulaştırma programının bir parçasıydı. Langdon'ın meslektaşları buna Mahkûmlar İçin Kültür diyordu.

Karanlık hapishane kütüphanesinde projektörün başında duran Langdon, Mona Lisa'mn sırrını seminere gelen mahkûmlarla paylaşıyordu. Onların konuyla ilgilenmelerine oldukça şaşırmıştı, üstün körü dinliyorlardı ama akıllıydılar. Mona Lisa'mn kütüphane duvarındaki ışıktan görüntüsüne doğru yürüyen Langdon, "Fark edebileceğiniz gibi," demişti. "Yüzünün arkasında eşit olmayan bir fon var." Langdon dikkat çekici tutarsızlığı gösteriyordu. "Da Vinci sol taraftaki ufuk çizgisini sağdakinden belirgin derecede aşağıda çizmişti."

Mahkûmlardan biri, "Yüzüne gözüne mi bulaştırmış yani?" diye sormuştu.

135

Dan Brown



Langdon kıkırdayarak gülmüştü. "Hayır. Da Vinci bunu sık yapmazdı. Doğrusu, bu Da Vinci'nin başvurduğu ufak bir hileydi. Da Vinci sol taraftaki kır planını daha aşağıda tutarak, Mona Lisa 'nın sağ tarafta olduğundan daha büyük görünmesini sağlamıştı. Resmin içindeki küçük bir Da Vinci şakası. Tarihte erkeklere ve dişilere atfedilmiş yönler vardır, sol dişi, sağ erkektir. Da Vinci dişi ilkelerin büyük bir hayranı olduğundan, Mona Lisa 'yi sol tarafta, sağdan daha büyük görünecek şekilde çizmişti."

Keçisakallı ufak bir adam, "Ben onun o biçim olduğunu duymuştum," demişti.

Langdon yüzünü buruşturmuştu. "Tarihçiler genellikle böyle demezler ama evet, Da Vinci bir homoseksüeldi."

"Bu yüzden mi dişilere kafayı bu kadar takmıştı?"

"Aslına bakılırsa Da Vinci, erkekle dişi arasındaki dengeyi vurgulardı. İnsan ruhunun, erkek ve dişi unsurlar bir arada olmadan aydınlana-mayacağına inanırdı."

Birisi, "Yani piliçlerle babafingolar gibi," diye seslenmişti.

Bu sözler abartılı kahkahalara neden olmuştu. Langdon hermaphrodite kelimesinin kökenbilimsel açıklamasını yapıp, Hermes ve Afrodit'le olan bağlantısını anlatmayı düşünmüş ama içinden bir ses ona sözlerinin bu kalabalıkta kaybolacağını söylemişti.

İri kıyım bir adam, "Hey, Bay Langford," dedi. "Mona Lisa'nm Da Vinci'nin kadın kılığında kendi resmi olduğu doğru mu? Bunun doğru olduğunu duydum."

Langdon, "Bu doğru olabilir," demişti. "Da Vinci şakacı biriydi ve Mona Lisa ile Da Vinci'nin kendi yüzüne ait çizdiği portreler bilgisayarda karşılaştırıldığında önemli benzerlikler bulundu. Da Vinci her neyin peşinde olursa olsun," demişti. "Onun Mona Lisa'sı ne dişi, ne de erkekti. İçinde ince bir androjen mesajı var. Her ikisinin birbirinin içinde erimiş hali."

"Bunun, Mona Lisa'nm çirkin bir piliç olduğunu söylemenin Har-vard'cası olmadığına emin misin?"

Langdon gülmüştü. "Haklı olabilirsin. Ama Da Vinci tablonun androjen olduğuna dair pek çok ipucu bırakmıştı. Aranızda hiç Amon diye bir Mısır tanrısı duyan var mı?"

İri adam, "Evet ya!" demişti. "Erkek bereket tanrısı!"

136

Da Vinci Şifresi



Langdon etkilenmişti.

"Bütün kutu Amon prezervatiflerinin üstünde böyle yazıyor." İri adam arsızca sırıtmıştı. "Ön tarafta elinde koç başı tutan bir erkek var üstünde Mısır bereket tanrısı olduğu yazıyor."

Langdon bu markaya aşina değildi ama korunma üreticinin hiyeroglifleri doğru kullandığına memnun olmuştu. "Aferin. Amon gerçekten de koç başı tutan bir erkekle ifade edilir ve onun rasgele cinsel ilişkileriyle kıvrımlı boynuzları, günümüzün cinsel argosu 'azgın' ile ilişkilidir."

"Atma!"


"Atmıyorum," demişti Langdon. "Peki Amon'un karşı cinsteki dengi-nin kim olduğunu biliyor musunuz? Mısır bereket tanrıçası?"

Sorunun ardından saniyeler süren bir sessizlik hâkim olmuştu.

Elinde bir keçeli kalem tutan Langdon onlara, "İsis," dedi. "Demek bir erkek tanrı Amon var." Bunu yazmıştı. "Ve bir de dişi tanrıça İsis, eski resim yazılarında bir zamanlar ona L'ISA denirdi."

Langdon yazma işini bitirince, projektörden uzaklaştı.

AMON L'ISA

"Çağrışım yapıyor mu?" diye sormuştu.

Birisi soluk soluğa, "Mona Lisa... tanrı aşkına," demişti.

Langdon başını sallamıştı. "Beyler, Mona Lisa'mn sadece yüzü androjen olmakla kalmaz, ismi de erkek ile dişinin ilahi birleşiminin bir anagramıdır. Ve işte bu dostlarım, Da Vinci'nin küçük sırrı ve Mona Li-sa'nin bilmiş gülümsemesinin nedenidir."

Mona Lisa'dan üç metre kadar ötede birden dizlerinin üstüne çöken Sophie, "Büyükbabam buradaydı," dedi. Siyah ışığı usulca parkedeki bir noktaya tuttu.

İlk başta Langdon hiçbir şey görememişti. Ama sonra onun yanında diz çöktüğünde, parıldayan ufak bir damlacık gördü. Mürekkep mi? Birden, siyah ışığın aslında ne iş için kullanıldığı aklına gelmişti. Kan. Tüyleri ürpermişti. Sophie haklıydı. Jacques Sauniere ölmeden önce Mona Lisa 'yi ziyaret etmişti.

137

Dan Brown



Da Vinci Şifresi

Ayağa kalkan Sophie, Bir nedeni olmasaydı buraya gelmezdi," diye fısıldadı. "Burada bana bir mesaj bıraktığını biliyorum." Mona L/'sa'ya doğru son adımlarını hızla atarak, tablonun hemen önündeki yere ışık tuttu. Işığı çıplak parkenin üstünde ileri geri hareket ettiriyordu.

"Burada hiçbir şey yok!"

Langdon o sırada, Mona Lisa'mn önündeki koruyucu camın üstünde mor bir parıltı görmüştü. Eğilerek Sophie'yi bileğinden tuttu ve ışığı yavaşça tablonun üstüne doğrulttu.

Her ikisi de donakalmalardı.

Camın üstünde, tam olarak Mona Lisa'mn yüzüne gelecek şekilde karalanan dört kelime mor ışıkla parlıyordu.

138

27

Sauniere'in masasında oturan Teğmen Collet, duyduklarına inana-madığından, telefonu kulağına iyice bastırıyordu. Fache'yi doğru mu duydum? "Bir kalıp sabun mu? Ama Langdon'in GPS noktacığından nasıl haberi olmuş olabilir?"



Fache, "Sophie Neveu," diye karşılık verdi. "O söyledi." "Ne! Neden?"

"İyi soru ama az önce onun ispiyonladığını kanıtlayacak bir kayıt dinledim."

Collet söyleyecek kelime bulamıyordu. Neveu ne düşünüyordu? Fac-he'nin elinde Sophie'nin bir DCPJ operasyonuna mani olduğuna dair kanıt vardı. Sophie Neveu kovulmakla kalmayacak, aynı zamanda hapse atılacaktı. "Ama yüzbaşım... peki o zaman Langdon şimdi nerede?"

"Orada hiç yangın alarmı çaldı mı?"

"Hayır efendim."

"Büyük Galeri kapısının altından geçen kimse de olmadı değil mi?"

"Hayır. Kapıda Louvre güvenlik görevlisi duruyor. Sizin emrettiğiniz gibi."

"Peki, o zaman Langdon hâlâ Büyük Galeri'de olmalı."

"İçerde mi? Ama ne yapıyor ki?"

"Louvre güvenlik görevlisi silahlı mı?"

"Evet efendim. Kıdemli bir memur."

Fache, "Onu içeri gönderin," diye emretti. "Adamlaiımı birkaç dakikadan önce o bölgeye gönderemem ve Langdon'm kaçmasını istemiyorum." Fache durdu. "Ayrıca görevliye Sophie Neveu'nun da onunla birlikte olacağını haber versen iyi olur."

139

Dan Brown



"Ajan Neveu'nun gittiğini sanıyorum." "Onun gittiğini tam olarak gördün mü?" "Hayır efendim, ama..."

"İyi, oradaki kimse de gittiğini görmedi. Sadece içeri girdiğini gördüler."

Collet, Sophie Neveu'nun cesareti karşısında küçük dilini yutmuştu.

O hâlâ binanın içinde mi?

Fache, "Bu işi hallet," diye emretti. "Oraya geldiğimde Langdon ile Neveu'yu namlunun ucunda istiyorum."

Römorklu kamyon uzaklaşırken, Yüzbaşı Fache adamlarını topladı. Robert Langdon çetin ceviz çıkmıştı ve şimdi Ajan Neveu, ona yardım ediyordu. Onu yakalamak düşündüğünden daha zor olabilirdi.

Fache işi şansa bırakmamaya kararlıydı.

Kesin emirler vererek, adamlarının yarısının Louvre'a geri gitmelerini istedi. Diğer yarıyı, Langdon'ın Paris'te sığınacağı tek olası limanı beklemeye gidecekti.

140

Da Vinci Şifnsi



28

Langdon, Devlet Salonu'nda pleksiglasın üstünde parlayan dört kelimeye hayretle bakıyordu. Mona Lisa'nın gizemli gülüşüne çentikli bir gölge düşüren kelimeler, havada uçuşuyor gibiydi.

Langdon, "Tarikat," diye fısıldadı. "Bu, büyükbabanın bir üye olduğunu ispatlıyor!"

Sophie, ona aklı karışmış bir ifadeyle bakıyordu. "Sen bunu anladın mı?"

Düşünceleri budaklanırken Langdon başını sallayarak, "Kusursuz," dedi. "Tarikatın en temel felsefelerinden birini açıklıyor!"

Sophie, Mona Lisa'mn yüzüne karalanan pırıltılı mesaja merakla baktı.

KARA RİYA AKLI BİLSEK

Langdon, "Sophie," dedi. "Tarikatın tanrıçalara tapınma geleneğini sürdürmesi, eski Hıristiyan kilisesindeki iktidar sahibi kimselerin, kadınların değerini düşürecek ve durumu erkekler lehine çevirecek yalanlar söyleyerek dünyayı aldattığı inancına dayanır."

Kelimelere bakan Sophie sessizliğini sürdürüyordu.

"Tarikat, Constantin ile erkek veliahtlarının, kutsal dişileri şeytan gibi gösterecek bir propaganda başlatarak dünyayı dişil paganizmden erkek Hıristiyanlığa döndürdüğüne ve tanrıçaları modern dinden sonsuza dek Çıkardığına inanır."

Sophie kuşkulu bir ifadeyle bakıyordu. "Büyükbabam buraya beni bunu bulmam için gönderdi. Daha fazlasını söylemeye çalışmış olmalı."

141


Dan Brown

Langdon, onun ne demek istediğini anlıyordu. Bunun bir başka şifre olduğunu düşünüyor. Langdon orada gizli bir anlam olup olmadığını bir anda söyleyemeyecekti. Aklı hâlâ Sauniere'in bıraktığı mesajın açık yü-

rekliliğiyle boğuşuyordu.

Kara riya aklı bilsek, diye düşündü. Gerçekten de çok kara. Modern kilisenin günümüzün karmaşık dünyasına getirdiği onca iyilikleri hiç kimse reddedemezdi ama bununla birlikte, kilisenin hilekâr ve vahşi bir geçmişi vardı. Pagan ve dişilere tapan dinleri "imana getirmek" için başlattıkları merhametsiz haçlı seferleri üç yüzyıl sürmüştü.

Katolik Engizisyonu, hiç tartışmasız insanlık tarihinin en fazla kana bulanmış kitabını yayınlamıştı. Malleus Maleficarum -ya da Cadının Balyozu- dünyaya "serbest düşünen kadınların tehlikelerini" bildirmiş ve papazlara onları nasıl bulacaklarını, işkence edeceklerini ve yok edeceklerini anlatmıştı. Kilisenin belirttiği bu sözde "cadıların" hepsi kadın alimlerden, rahibelerden, çingenelerden, mistiklerden, doğa âşıklarından, bitki toplayıcılardan ve "doğal hayata şüphe çekici şekilde uyum sağlayan" kadınlardan oluşuyordu. Ayrıca ebeler de doğum sırasındaki sancıyı azaltacak, doktrinlere karşı gelen tıp bilgisini kullandıkları için öldürülüyorlardı -kilise, bu acının Havva'nın Bilgi Elması'nı yediği ve böylece İlk Günah fikrine sebep olduğu için verilen bir ceza olduğunu iddia ediyordu. Üç yüzyıl boyunca cadı avı sırasında kilise beş milyon kadın yakmıştı. Yapılan propagandalar ve kan dökümü işe yaramıştı. Günümüz dünyası bunun bir kanıtıydı.

Bir zamanlar ruhani aydınlanmanın mutlak yarısı olarak saygı duyulan kadın, dünyadaki mabetlerden kovulmuştu. Hiç kadın Ortodoks haham, Katolik papaz, Müslüman imam yoktu. Bir zamanların kutsal Hi-eros Gamos'u -erkek ile kadın arasındaki doğal cinsel birlik, bu sayede her biri ruhen bütünleniyordu- utanç verici bir davranış şekline sokulmuştu. Bir zamanlar Tanrı ile söyleşmek için dişi meslektaşlarıyla cinsel birleşmeye ihtiyaç duyan kutsal adamlar, artık şeytanın işi olarak gördükleri doğal seks güdülerinden korkuyorlardı. Çünkü şeytan en sevdiği suç ortağıyla işbirliği içindeydi... kadınlarla.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə