Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə7/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   36

Ofisteki DCPJ ajanlarından biri onu, "Yüzbaşı," diye çağırdı. "Bu telefona cevap vermeniz iyi olacak sanırım." Kaygılı bir ifadeyle, elinde telefon ahizesini tutuyordu.

Fache, "Kim o?" diye sordu.

Ajan kaşlarını çattı. "Kriptoloji birimi müdürü."

"Ve?"


"Sophie Neveu hakkında efendim. Ters giden bir şeyler var."

85

Dan Brown



15

Zamanı gelmişti.

Siyah Audi'den inerken Silas kendini güçlü hissediyordu. Üstünden kaçan cüppesi, gece esintisiyle hışırdıyordu. Havada değişim rüzgârları esiyor. Önündeki işin kuvvetten çok incelik gerektirdiğini biliyordu, bu yüzden silahını arabada bırakmıştı. On üç mermi alan Heekler Koch USP 4O'ı ona Öğretmen vermişti.

Tanrı'nın evinde ölüm silahına yer yoktur.

Bu saatte büyük kilisenin önündeki meydan bomboştu. Saint-Sulpice' in bittiği yerde görülebilen tek canlı, gece gezinen turistlere satılık mallarını gösteren ergenlik çağındaki fahişelerdi. Kemale ermiş vücutları Silas'ın beline tanıdık bir ihtiras yayıyordu. İçgüdüsel olarak kasılan uylukları, kancalı keçe kemerinin etine batmasına neden oldu.

İhtirası bir anda sönmüştü. Silas on yıldır kendini tüm cinsel zevklerden, hatta kendi kendine yaptıklarından bile uzak tutuyordu. Tarîk bunu emrediyordu. Opus Dei'nin izinden gitmek için çok fazla fedakârlıkta bulunduğunu biliyordu ama karşılığında çok daha fazlasını almıştı. Müebbet bekârlık yemini ve tüm şahsi menfaatlerden feragat etmek büyük bir fedakârlık sayılmazdı, içinden çıktığı yoksulluk ve hapishanede katlandığı cinsel vahşetler düşünüldüğünde, müebbet bekârlık tahammül edilebilir

bir bedeldi.

Tutuklanıp, gemi ile Andorra'daki hapishaneye gönderildiğinden beri ilk kez Fransa'ya geri dönen Silas anavatanının, kurtarılmış ruhunda vahşi anıları canlandırarak, kendisini sınadığını hissedebiliyordu. Yeniden doğdun, diye hatırlattı kendine. Tanrı'ya bugün sunduğu hizmet bir cina-

86

Da Vinci Şifresi



yet günahını gerektirmişti ve Silas biliyordu ki bu, sonsuza,kadar kalbinde sessizce taşıması gereken bir fedakârlıktı.

İnancının ölçüsü, katlanabildiğin acılardır, demişti ona Öğretmen. Silas acılara yabancı değildi ve kendini, ona verilen vazifelerin daha yüksek bir makamca emredildiğini söyleyen Öğretmen'e ispat edebilmek için sabırsızlık duyuyordu.

Kilise girişine doğru ilerleyen Silas, "Hago la obra de Dios,'T) diye fısıldadı.

Devasa kapının gölgesinde duraksayıp, derin bir nefes aldı. Yapmak üzere olduğu işi ve kendisini içeride gerçekten neyin beklediğini o ana dek fark etmemişti.

Kilit taşı. Bizi son hedefimize götürecek.

Hayalet beyazı yumruğunu kaldırdı ve kapıya üç kez vurdu.

Dakikalar sonra, devasa ana kapının sürgüleri hareket etmeye başladı.

Tann'nın işi.

87

Dan Brown



16

Sophie binadan ayrılmadığını Fache'nin ne zaman anlayacağını düşünüyordu. Langdon'ın tamamıyla altüst olduğunu görünce, kendi kendine onu erkekler tuvaletinde yakalamakla doğru bir iş yapıp yapmadığını sorguladı.

Başka ne yapabilirdim?

Gözünün önüne, büyükbabasının çırılçıplak, kollarını ve bacaklarını açmış yerde yatan cesedini getirdi. Bir zamanlar onun için büyükbabası her şey demekti, ama bu gece Sophie, onun için neredeyse hiç üzülmedi-ğine şaşırıyordu. İlişkileri, yirmi iki yaşındayken mart ayında bir gece aniden sona ermişti. On yıl önce. Sophie, İngiltere'de okuduğu üniversiteden eve birkaç gün erken dönmüş ve yanlışlıkla, büyükbabasını görmemesi gereken bir şeyi yaparken görmüştü. Bugüne dek inanmakta güçlük çektiği bir sahneydi bu.

Kendi gözlerimle görmemiş olsaydım...

Büyükbabasının açıklama girişimlerine dayanamayacak kadar utanmış ve şaşırmış olan Sophie, yanına biriktirdiği parayı alarak, derhal ev arkadaşlarıyla kendine küçük bir daire bulmuştu. Gördükleri konusunda kimseyle konuşmamaya yemin etmişti. Büyükbabası kartpostallar ve mektuplar göndererek Sophie'ye ümitsizce ulaşmaya çalışmış ve buluşup bir açıklama yapabilmek için yalvarmıştı. Nasıl açıklayacaktı? Sophie, ona bir kez hariç hiç cevap vermemişti, kendisini aramasını veya onunla halk içinde görüşmesini yasaklamıştı. Yapacağı açıklamanın, durumun kendisinden daha dehşet verici olmasından korkuyordu.

Ama Saunicre ondan hiç vazgeçmemişti. Şimdi ise Sophie'de, on yıl boyunca biriken bir çekmece dolusu mektup vardı. Büyükbabası sözünde

88

Da Vinci Şifresi durarak onun isteğine asla karşı gelmemiş ve bir kez olsun telefon etme-



Bıı akşamüstiine kadar.

"Sophie?" Büyükbabasının telesekreterindeki sesi, şaşırtıcı derecede yaşlı çıkıyordu. "Bugüne kadar senin isteğini yerini getirdim... ve aramak bana acı veriyor, ama seninle konuşmam lazım. Korkunç bir şey oldu."

Paris'teki dairesinin mutfağında duran Sophie, bunca yıl sonra onun sesini yeniden duyunca bir ürperti hissetmişti. Yumuşak sesi, tatlı çocukluk anılarını aklına getiriyordu.

"Sophie, lütfen dinle." Küçük bir kızken hep yaptığı gibi, onunla yine İngilizce konuşuyordu. Okulda Fransızca çalış. Evde İngilizce çalış. "Sonsuza kadar bana kızgın kalamazsın. Yıllardır sana gönderdiğim mektupları okumadın mı? Hâlâ anlamıyor musun?" Durmuştu. "Her şeyi bir anda konuşmamalıyız. Lütfen büyükbabanın bu isteğini yerine getir. Beni Louvre'dan ara. Hemen. Sanırım her ikimiz de büyük tehlikedeyiz."

Sophie telesekreterine bakakalmıştı. Tehlike mi? Neden bahsediyordu?

"Prenses..." Büyükbabasının sesi, anlayamadığı bir şekilde titredi. "Senden bazı şeyleri sakladığımı biliyorum ve bu bana, senin sevgine mal oldu. Ama bu senin iyiliğin içindi. Artık gerçeği öğrenmelisin. Lütfen, sana ailen hakkındaki gerçeği anlatmalıyım."

Sophie kendi kalbinin atışını duyabiliyordu. Ailem mi? Sophie'nin ebeveynleri o henüz dört yaşındayken ölmüşlerdi. Arabaları köprüden nehre uçmuştu. Büyükannesiyle, erkek kardeşi de arabadaydılar ve Sophie'nin tüm ailesi bir anda yok olup gitmişti. Bunu kanıtlayacak bir kutu dolusu gazete makalesi vardı.

Büyükbabasının sözleri, içini beklenmedik bir özlem duygusuyla doldurmuştu. Ailem! O kısacık an içinde Sophie, küçücük bir kızken kendisini uykularından uyandıran rüyadan sahneler görmüştü: Ailem hayatta! Eve dönüyorlar! Ama, rüyasında olduğu gibi, sahneler bulanıklaşarak kaybolmuşlardı.

Ailen öldü Sophie. Eve dönmüyorlar.

Büyükbabasının banttaki sesi, "Sophie..." dedi. "Yıllardır sana anlatmak için bekliyordum. Doğru zamanı bekledim ama artık vakit doldu. Beni Louvre'dan ara. Bu mesajı alır almaz. Bütün gece burada bekleye-

89

Dan Brown



ceğim. Korkarım her ikimiz de tehlikedeyiz. Bilmen gereken o kadar çok şey var ki."

Mesaj sona ermişti.

Sophie sessizlik içinde titreyerek dururken, sanki dakikalar geçmişti. Büyükbabasının bıraktığı mesajı düşününce, sadece bir açıklama mantıklı geliyordu ve gerçek niyeti anlaşılıyordu.

Bu bir yemdi.

Belli ki, büyükbabası onu ümitsizce görmek istiyordu. Her yolu deniyordu. Adama duyduğu tiksinti artmıştı. Sophie, onun ölümcül hastalığa yakalanıp, torununun kendisini son kez ziyaret etmesini sağlamak için aklına gelen her türlü hileye başvurduğunu düşündü. Yine de akıllıca bir seçim yapmıştı.

Ailem.


Şimdi, Louvre'un erkekler tuvaletinde ayakta dururken, akşamüstü aldığı telefon mesajındaki seslerin yankılarını duyabiliyordu. Sophie her ikimiz de tehlikede olabiliriz. Beni ara.

Onu aramamıştı. Hatta buna niyet bile etmemişti. Ama şimdi, şüpheciliğinin ona hata yaptırdığını anlıyordu. Büyükbabası, kendi müzesinde öldürülmüştü. Ve yere bir şifre yazmıştı.

Sophie için bir şifre yazılmıştı. Bundan emindi.

Anlamını anlamamış olsa da, Sophie mesajın şifreli tarzından, kelimelerde kendisinden bahsedildiğinden emindi. Sophie'nin kriptoloji tutkusu ve yeteneği, Jacques Sauniere ile birlikte büyümenin getirdiği bir sonuçtu, Sauniere de şifrelere, kelime oyunlarına ve bulmacalara meraklı biriydi. Gazetedeki kriptogramlan ve bulmacaları çözerek kaç pazar geçirdik?

Sophie on iki yaşındayken Le Monde'un bulmacasını yardım almadan çözebiliyordu. Büyükbaban, ona İngilizce bulmacalar, matematiksel bilmeceler ve şifreli bulmacalar getirmeye başlamıştı. Sophie hepsini bir solukta çözüyordu. Sonunda bu tutkusunu, adli polis için şifre çözücü olarak mesleğe dönüştürmüştü.

Bu gece Sophie'nin kriptograf yanı, büyükbabasının iki yabancıyı bir araya getirmek için kullandığı basit şifreye saygı göstermeye zorluyordu -Sophie Neveu ve Robert Langdon. Asıl soru şuydu, niye?

90

Da Vinci Şifresi



Ne yazık ki Sophie, Langdon'ın gözlerindeki şaşkın ifadeden, büyükbabasının ikisini bir araya getirme nedeni hakkında Amerikalının da kendisinden fazla bir şey bilmediğini seziyordu.

Yeniden bastırdı. "Siz ve büyükbabam bu gece buluşmayı planlamıştınız. Ne hakkındaydı?"

Langdon allak bullak olmuş gibiydi. "Buluşmayı sekreteri ayarladı ve herhangi bir neden belirtmedi ve ben de sormadım. Fransız katedralle-rindeki pagan ikonografileri hakkında seminer vereceğimi duyduğunu düşündüm. O, bu konuyla ilgileniyordu ve konuşmadan sonra içki içmek için buluşmanın eğlenceli olacağını düşünmüştüm."

Sophie bunu yutmamıştı. Bağlantı uydurmaydı. Büyükbabası, pagan ikonografisi hakkında, dünyadaki herkesten daha fazlasını biliyordu. Bunun dışında, neredeyse münzevi bir hayat yaşayan büyükbabası, önemli bir mesele olmadıkça önüne gelen Amerikalı profesörle muhabbet edecek türden bir adam değildi.

Sophie derin bir nefes alıp, biraz daha kurcaladı. "Bu akşamüstü büyükbabam beni arayarak, onun ve benim büyük tehlikede olduğumuzu söyledi. Bu, sizin için bir şey ifade ediyor mu?"

Langdon'ın mavi gözleri kaygıyla dolmuştu. "Hayır, ama olanları göz önüne alırsak..."

Sophie başını salladı. Bu akşamki olaylar düşünüldüğünde, korkmaması aptallık olurdu. Bitap düşmüş bir halde tuvaletin diğer ucundaki küçük dökme camın yanına yürüdü ve camın içine gömülmüş alarm kablolarının ardından sessizce dışarıyı seyretti. Oldukça yüksekteydiler, en azından on iki metre.

İçini çekerek gözlerini kaldırdı ve Paris'in büyüleyici manzarasını seyretti. Sol tarafındaki Seine Nehri'nin karşısında, Eyfel Kulesi duruyordu. Tam önünde Arc de Triomphe.1'1 Ve sağ tarafında, Montmarte yamaçlarının tepesinde, beyaz cilalı taşı şaşaalı mabetler gibi parlayan Sac-reCoeur'un zarif arabesk kubbesi görülüyordu.

Denon Kanadı'nın en batısındaki bu noktada, Louvre'un dış duvar-Iarıyla arasında yalnızca ayırıcı bir kaldırım bulunan Carrousel Meyda-nı'nın kuzey-güney geçidi, binayla neredeyse aynı hizadaydı. Şehrin gece-

Zafer Anıtı.

91

Dan Brown



leri çalışan nakliye kamyonları, aşağıda trafik ışığının değişmesini beklerken durmuş farlarıyla sanki Sophie'ye göz kırpıyorlardı.

Yanına gelen Langdon, "Ne söyleyeceğimi bilmiyorum," dedi. "Büyükbabanızın bize bir şeyler anlatmaya çalıştığı ortada. Ancak bu kadar yardımcı olabildiğim için üzgünüm."

Langdon'ın derin sesinde samimi bir üzüntü hisseden Sophie, pencereye arkasını döndü. İçinde bulunduğu bunca derde rağmen, ona yardımcı olmak istiyormuş gibi görünüyordu. İçindeki öğretmen, diye düşündü Sophie, DCPJ'nin şüpheliler konusunda ne kadar heyecanlı olduğunu anladı. Bu adam anlayışsızlığa ödün vermeyen bir akademisyendi. Bu da ortak noktamız, diye düşündü Sophie.

Bir şifre çözücü olarak Sophie hayatını anlamsız verilerden anlam çıkartmakla kazanıyordu. Bu gece yapabildiği en iyi tahmin, Robert Langdon'ın farkında olsun ya da olmasın, ihtiyaç duyduğu bilgiye sahip olduğuydu. Prenses Sophie, Robert Langdon'x bul. Büyükbabasının mesajı daha açık olabilir miydi? Sophie'nin Langdon'la daha fazla zamana ihtiyacı vardı. Düşünmek için zamana. Gizemi birlikte çözmek için zamana. Ne yazık ki vakit tükeniyordu.

Başını kaldırıp Langdon'a bakan Sophie, aklına gelen tek oyuna başvurdu. "Bezu Fachc sizi her an nezarete götürebilir. Sizi bu müzeden çıkartabilirim. Ama şimdi harekete geçmeliyiz." . Langdon'ın gözleri büyümüştü. "Kaçmamı mı istiyorsunuz?"

"Yapabileceğiniz en akıllıca iş bu olur. Eğer Fache'nin şimdi sizi nezarete götürmesine izin verirseniz, DCPJ ile ABD Büyükelçiliği davanıza hangi r ahkemenin bakacağı konusunda kavgalarını bitirene kadar Fransız hapishanesinde kalırsınız. Ama eğer buradan çıkıp büyükelçiliğe giderseniz, o zaman hükümetiniz, siz ve ben bu cinayetle ilginiz olmadığını kanıtlayana kadar sizi korur."

Langdon hiç de ikna olmuşa benzemiyordu. "Unut gitsin! Tüm çıkışlarda Fache'nin silahlı adamları var! Vurulmadan kurtulsak bile, kaçmak beni suçlu göstermekten başka bir işe yaramaz. Fache'ye yerdeki mesajın size yazıldığını ve benim ismimin bir suçlama olmadığını anlatmak zorundasınız."

Alelacele konuşan Sophie, "Bunu yapacağım," dedi. "Ama siz ABD Büyükelçiliği'ne güven içinde girdikten sonra. Buradan sadece bir buçuk

92

Da Vinci Şifresi



Icilometre uzaklıkta ve arabam müzenin hemen önünde duruyor. Burada pache'yle başa çıkmaya çalışmak kumar olur. Anlamıyor musunuz? Bu gece sizin suçlu olduğunuzu kanıtlamayı Fache kendine görev edindi. Tutuklanmanızı geciktirmesinin tek sebebi iddiasını kuvvetlendirecek yanlış bir hareket yapmanızı umması."

"Kesinlikle. Kaçmak gibi."

Sophie'nin süveterindeki cep telefonu birden çalmaya başlamıştı. Muhtemelen Fache idi. Elini cebine sokarak telefonu kapattı.

Hızlı konuşarak, "Bay Langdon," dedi. "Size son bir soru sormam gerekiyor." Ve tüm geleceğin buna bağlı olabilir. "Yerde yazanlar elbette sizin suçlu olduğunuzu göstermiyor, ama Fache takımına aradığı adamın siz olduğunu söyledi. Suçlu olduğunuza ikna olmasının başka bir sebebi aklınıza geliyor mu?"

Langdon birkaç saniye süresince sessiz kaldı. "Hayır hiç gelmiyor."

Sophie içini çekti. Demek ki Fache yalan söylüyor. Sophie nedenini tahmin edemiyordu ama şu noktada asıl konu bu değildi. Asıl konu, Bezu Fache'nin bu gece her ne pahasına olursa olsun Robert Langdon'ı parmaklıkların arkasına tıkmak istemesiydi. Sophie'nin Langdon'a kendisi için ihtiyacı vardı ve bu ikilem onu tek bir sonuca götürüyordu.

Langdon'ı ABD Büyükelçiliği'ne götürmeliyim.

Pencereye dönen Sophie, dökme cama yerleştirilmiş alarm kablolarına ve baş döndürücü on iki metre yükseklikten aşağıdaki kaldırıma baktı. Bu yükseklikten atlarsa Langdon'ın kemikleri kırılacaktı. En iyi ihtimalle.

Yine de Sophie kararını vermişti.

Robert Langdon, istese de, istemese de Louvre'dan kaçacaktı^

93

Dan Brown



17

"Cevap vermiyor da ne demek?" Fache duyduklarına inanmıyormuş görünüyordu. "Cep telefonunu arıyorsun, öyle değil mi? Yanında olduğunu biliyorum."

Collet dakikalardır Sophie'ye ulaşmaya çalışıyordu. "Belki de pili bitmiştir. Ya da zil sesi kapalıdır."

Fache telefonda Kriptoloji müdürüyle konuştuğundan beri endişeli görünüyordu. Kapattıktan sonra Collet'nin yanına gitmiş ve Ajan Ne-veu'yu telefonla aramasını emretmişti. Collet bunu başaramamıştı, Fache ise kafesin içindeki bir aslan gibi dört dönüyordu.

Collet, "Kripto neden aramış?" demeyi göze aldı.

Fache, ona döndü. "Draco devi ve sahte alimlerle ilgili hiçbir şey bulamadıklarını söylemek için."

"Bu kadar mı?"

"Hayır, ayrıca sayıların Fibonacci Dizimi'ni oluşturduğunu ve hiçbir anlam ifade etmediğini söylemek için aramışlar."

Collet'nin aklı karışmıştı. "Ama bunu söylemesi için zaten Ajan Ne-veu'yu göndermişlerdi."

Fache başını iki yana salladı. "Neveu'yu onlar göndermedi."

"Ne?"

"Müdürün anlattıklarına göre, emrim üzerine tüm takımına ona gönderdiğim resimleri araştırmalarını söylemiş. Ajan Neveu geldiğinde, Sauniere'in fotoğraflarıyla şifreye şöyle bir bakmış ve tek kelime etmeden ofisten ayrılmış. Müdür, onun davranışını sorgulamadığını çünkü fotoğraflardan dolayı üzüntü duyduğunu anladığını söyledi."



"Üzüntü mü? Daha önce hiç ölen birinin cesedini görmemiş mi?"

94

Da Vinci Şifresi



Fache kısa bir an için sessiz kaldı. "Benim bundan haberim yoktu, görünüşe göre çalışanlardan biri söyleyinceye kadar müdürün de haberi yokmuş, ama Jacques Sauniere'in Sophie Neveu'nun büyükbabası olduğu anlaşılıyor."

Collet söyleyecek kelime bulamıyordu.

"Müdür, Neveu'nun ona şimdiye dek Sauniere'den hiç bahsetmediğini, ünlü bir büyükbabaya sahip olmaktan dolayı kendisine ayrıcalıklı davranılmasını istemediğinden böyle davrandığını tahmin ettiğini söyledi."

Fotoğrafları görünce üzüldüğüne şaşırmamak gerekir. Collet, genç kadının kendi ailesinden birinin yazdığı şifreyi deşifre etmesi için çağrılmasının ne kadar acı bir tesadüf olduğunu tahmin edebiliyordu. Yine de davranışlarının mantıklı bir açıklaması yoktu. "Ama sayıların Fibonacci Dizimi'ni oluşturduğunu fark ettiği ortada, çünkü buraya gelip bize söyledi. Neden bulduğunu kimseye söylemeden ofisten ayrıldığını anlamıyorum."

Collet'nin aklına, sıkıntılı gelişmeleri açıklayacak tek bir senaryo geliyordu. Sauniere soruşturmaya kriptografların dahil edilmesi umuduyla yere sayısal bir şifre yazmış ve böylece kendi torununun da dahil edilmesini sağlamıştı. Peki mesajın geri kalan kısmında bir şekilde kendi torunuyla mı haberleşiyordu? Öyleyse, mesaj ona ne söylüyordu? Ve Lang-don bulmacanın neresine uyuyordu?

Collet düşüncelerini devam ettiremeden, müzenin sessizliği alarm sesiyle bozuldu. Zil, Büyük Galeri'nin içinden geliyormuş gibi çalıyordu.

Ajanlardan biri, "Alarme!" diye bağırdı, bir yandan Louvre'un güvenlik merkezindeki yemine bakıyordu. "Grande Galene! Toilettes Messie-

Fache, Collet'ye döndü. "Langdon nerede?"

"Hâlâ erkekler tuvaletinde!" Collet dizüstü bilgisayarında yanıp sönen kırmızı noktayı gösterdi. "Camı kırmış olmalı!" Collet, Langdon'ın uzağa kaçamayacağını biliyordu. Paris yangın yönetmeliği, halka ait binalarda dört buçuk metreden yüksek pencerelerin kırılabilir camdan yapılmasını gerektirse de, Louvre'un ikinci katındaki bir pencereden kanca ve

Büyük Galeri! Tuvaletler mösyö!

95

Dan Brown



merdiven olmadan çıkmak intihar olurdu. Bundan başka, Denon Kana-dı'nın batı ucunda, üstüne atlayacak ağaçlar ya da çimen yoktu. Tuvalet penceresinin tam altında, dış duvarların birkaç metre ilerisinde iki şeritli Carrousel Meydanı yer alıyordu. Ekrana bakan Collet, "Aman Tanrım," diye bağırdı. "Langdon pencere kenarına doğru hareket ediyor!"

Ama Fache çoktan harekete geçmişti bile. Omuz kılıfından Manur-hin MR-93'ünü çeken yüzbaşı, ofisten dışarı fırladı.

Yanıp sönen nokta pencere kenarına gelip, beklenmedik bir harekette bulunurken Collet ekranı şaşkınlıkla izliyordu. Nokta, bina cephesinin dışına çıkmıştı.

Neler oluyor, diye düşündü. Langdon kenarda mı duruyor yoksa...

"Tannm.r' Nokta, duvarın daha da ötesine giderken Collet ayağa fırladı. Sinyal bir süre için titreştikten sonra yanıp sönen nokta binanın dış cephesinin yaklaşık bir metre ilerisinde aniden durdu.

Bilgisayarını tarayan Collet, ekrana Paris'in sokak haritasını çağırarak GPS'i yeniden ayarladı. Görüntüyü büyüttüğünde sinyalin tam yerini görebiliyordu.

Artık hareket etmiyordu.

Carrousel Meydanı'nın tam ortasında kıpırdamadan duruyordu.

Langdon atlamıştı.

Da Vinci Şifresi

18

96

Collet'nin telsizinden yayılan ses, alarm sesini bastırırken Fache, Büyük Galeri'de koşturuyordu.



Collet, "Aşağı atladı!" diye bağırıyordu. "Sinyal Carrousel Meyda-nı'nın üzerinde görünüyor. Tuvalet penceresinin dışında! Ve şimdi hiç hareket etmiyor! Tanrım, sanırım Langdon az önce intihar etti!"

Fache söylediklerini duymuştu ama mantıklı gelmiyordu. Koşmaya devam etti. Koridor sonsuza kadar devam ediyormuş gibi uzanıyordu. Sa-uniere'in cesedinin yanından geçerken, bakışlarını Denon Kanadı'nın sonundaki bölmelere çevirmişti. Alarm sesi artık daha da yüksek çıkıyordu.

"Bekleyin!" Telsizden bir kez daha Collet'nin sesi yükselmişti. "Hareket ediyor! Tanrım, yaşıyor! Langdon hareket ediyor."

Fache attığı her adımda koridorun uzunluğuna lanet ederek koşmaya devam etti.

"Langdon daha da hızlı hareket ediyor!" Collet hâlâ bağırıyordu. "Carrousel'den aşağı koşuyor. Bekleyin... hızlanıyor. Çok hızlı hareket ediyor!"

Bölmelere varan Fache aralarından geçti ve tuvalet kapısına doğru koştu.

Artık telsizden gelen ses, alarm yüzünden güçlükle işitiliyordu. "Arabaya binmiş olmalı! Sanırım arabada! Ben..."

Fache doğrulttuğu silahıyla erkekler tuvaletinden içeri daldığı anda Collet'nin kelimeleri alarm sesi tarafından yutuldu. Kulak tırmalayıcı ses sebebiyle yüzünü buruşturarak içeriyi taradı.

Tuvaletler boştu. Lavabo kısmında kimse yoktu. Fache'nin gözleri odanın arka tarafındaki kırık cama çevrildi. Açıklığın yanına koş-

97

F:7



Dan Brown

tu ve kenardan aşağı baktı. Langdon görünürlerde yoktu. Fache'nin aklı hiç kimsenin böyle bir çılgınlığı deneyeceğini almıyordu. Bu kadar yüksekten düştüyse, kesinlikle çok kötü yaralanmış olmalıydı.

Sonunda alarm sustu ve Collet'nin sesi telsizden yeniden duyulmaya

başladı.


"...güneye gidiyor... daha hızlı... Carrousel Köprüsü'nden Seine'i ge.

çiyor!"


Fache sola döndü. Carrousel Köprüsü'nden geçen tek taşıt, Louv-re'dan güneye doğru ilerleyen römorklu devasa bir yük kamyonuydu. Kamyonun açık kasasına muşamba bir branda gerilmişti, uzaktan bakıldığında kocaman bir hamağa benziyordu. Fache ürpertici bir endişe duydu. Bu kamyon, sadece dakikalar önce tam tuvalet penceresinin altındaki kırmızı ışıkta durmuştu.

Fache, delice bir risk, dedi kendi kendine. Kamyonun o brandanın altında ne taşıdığını Langdon'ın bilmesine imkân yoktu. Ya kamyon çelik taşıyor olsaydı? Ya da beton? Hatta ya çöp taşıyor olsaydı? On iki metrelik bir atlayış. Bu çılgınlıktı.

Collet, "Nokta dönüyor!" diye bağırdı. "Saint-Peres Köprüsü'nden sağa

dönüyor!"

Köprüden geçen kamyon yavaşlamıştı ve Saint-Peres Köprüsü'nden sağa dönüyordu. Demek öyle, diye düşündü Fache. Hayret içinde kamyonun köşeyi dönerek kayboluşunu seyretti. Collet dışarıdaki ajanlara sürekli, Louvre'un dışına çıkmalarını ve takip için araçlarına binmelerini söylüyor, bu arada telsizle kamyonun değişen mevkiini dakikası dakikasına bildiriyordu.

Fache artık sonuna geldiklerini biliyordu. Adamları dakikalar sonra kamyonu çevreleyeceklerdi. Langdon hiçbir yere kaçamayacaktı.

Tabancasını yerine koyan Eache tuvaletten çıkıp, telsizle Collet'yi aradı. "Arabamı getirin. Tutuklama sırasında orada olmak istiyorum."

Fache Büyük Galeri'de koşuştururken, Langdon'ın düşüş sonrasın* hayatta kalıp kalmadığını düşünüyordu.

Aslında fark etmezdi.

Langdon kaçtı. Sanık suçludur.

98

Da Vinci Şifresi



Tuvaletten yalnızca bir buçuk metre uzakta Langdon ile Sophie, sırtlarını tuvaletleri gizleyen büyük bölmelerden birine yaslamış bir halde, Büyük Galeri'nin karanlığında duruyorlardı. Fache elinde tabancasıyla yanlarından hızla geçip banyoya girerken, kendilerini güçlükle saklayabilmişlerdi.

Son altmış saniyenin nasıl geçtiğini bilmiyorlardı.

Sophie dökme cam pencereyi ve içinden geçen alarm kablolarını incelerken, Langdon işlemediği bir suçtan ötürü kaçmayı reddederek erkekler tuvaletinde duruyordu. Ardından Sophie, düşüşü ölçüyormuş gibi dikkatle aşağıdaki sokağa bakmıştı.

Sophie, "Ufak bir gayretle buradan çıkabilirsiniz," dedi.

Gayret mi? Huzursuzlanarak, tuvalet penceresinden dışarı baktı.

Sokakta, çift römorklu devasa bir kamyon, pencerenin altındaki kırmızı ışığa doğru ilerliyordu. Kamyonun kocaman kasasının üstüne, yükü kaplayan mavi bir muşamba gerilmişti. Langdon, Sophie'nin aklından, düşündüklerinin geçmemesini diliyordu.

"Sophie ben buradan kesinlikle atlamam..."

"Takip noktacığını çıkartın."

Şaşkınlık içindeki Langdon elini cebine götürüp, küçük metal yuvarlağı aradı. Sophie, onu elinden alıp, hemen lavabonun yanına gitti. Eline kalın bir sabun kalıbı alıp, parmağıyla iyice içine gömdü. Disk, yumuşak yüzeyin içine gömülünce, deliği kapattı ve böylece aleti sabunun içine iyice yerleştirmiş oldu.

Sabun kalıbını Langdon'a veren Sophie, lavaboların altından ağır ve silindir şeklinde bir çöp kovası aldı. Langdon itiraz edemeden, çöp kovasını elinde koç başı gibi tutarak pencereye koştu. Çöp tenekesinin altını pencerenin tam ortasına vurarak, camı parçalamıştı.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə