Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə15/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   36

197


Dan Brown

42

Zürih Emanet Bankası, İsviçre'nin geleneksel mevduat bankacılığında modern isimsiz hesap hizmeti sağlayan, yirmi dört saat açık bir Geldschrank bankasıydı. Zürih, Kuala Lumpur, New York ve Paris'te şubeleri bulunan banka, son yıllar içerisinde isimsiz ve resimsiz hesaplar için bilgisayar kaynaklı şifre ve dijital destek hizmeti vermeye başlamıştı.



Bu operasyonun can daman en eski ve en basit hizmetlerden biri olan -anonyme Lager- sorgusuz sualsiz emanet hizmetine ya da diğer adıyla isimsiz banka kasası hesaplarına dayanıyordu. Hisse senedinden, değerli tablolara kadar mal varlıklarını isimsiz açtırdıkları kasalaıda saklamak isteyen müşteriler, ileri teknoloji sayesinde gizlilik perdesi altında, istedikleri zaman yine isim vermeden emanetlerini geri alabiliyorlardı.

Sophie taksiyi son duraklarının önüne çekerken, binanın kaba mimarisine bakan Langdon, Zürih Emanet Bankası'nın çok az espri anlayışına sahip olduğunu düşündü. Tamamen çelikten yapılmış gibi görünen dörtgen binanın hiç penceresi yoktu. Devasa bir metal tuğlayı andıran yapının ön cephesinde parıldayan dört buçuk metre yüksekliğinde neon bir kare haç vardı.

İsviçre'nin bankacılıkta gösterdiği gizlilik hakkında sağladığı ün, ülkenin en fazla gelir getiren ithal ürünlerinden biri olmuştu. Bu gibi tesisler sanat camiasında tartışmalara yol açıyordu çünkü, sanat hırsızlarının ortalık sakinleşene kadar çaldıkları sanat eserlerini yıllarca saklayabilecekleri mükemmel bir yer sağlıyorlardı. Gizlilik kanunları uyarınca emanetler polis teftişlerinden korunduğu ve hesaplar isimler yerine numaralara açıldığı için, hırsızlar mallarının güvende olduğunun ve asla bulunamayacaklarının bilinciyle rahata eriyorlardı.

198


Da Vinci Şifresi

Sophie taksiyi, bankanın garaj yolunu - binanın altına doğru inen beton rampa- kesen görkemli kapının önünde durdurdu. Yukarıdaki video kamerası onlara çevrilmişti. Langdon nedense, buradaki kameranın Lo-uvre'dakinin aksine gerçek olduğunu hissediyordu.

Sophie camı indirerek, şoför tarafındaki elektronik podyumu inceledi. Bir LCD ekranda yedi farklı dilde talimatlar yazıyordu. Listenin en üstündeki yazı İngilizceydi.

ANAHTARI SOKUN

Sophie lazer işi anahtarı cebinden çıkararak, dikkatini yeniden podyuma verdi. Ekranın altında üçgen bir delik vardı.

Langdon, "İçimden bir ses, uyacak diyor," dedi.

Sophie anahtarın üçgen gövdesini delikle hizalayarak içine soktu ve gövde tamamen girinceye kadar itti. Bu anahtarı çevirmeye gerek olmadığı ortadaydı. Kapı o anda açılmaya başladı. Sophie ayağını frenden çekerek, ikinci bir kapıya ve podyuma ilerledi. Arkalarındaki kapı kapandığında, yükseltme havuzundaki gemi gibi kapana kısılmışlardı.

Langdon bu kıstırılmışlık hissinden hoşlanmamıştı. Dua edelim de, ikinci kapı da çalışsın.

İkinci podyumda da aynı talimatlar yazıyordu.

ANAHTARI SOKUN

Sophie anahtarı soktuğu anda ikinci kapı hemen açıldı. Birkaç dakika içinde, aşağı meyilli rampadan, binanın içine doğru ilerlemeye başlamışlardı.

Yaklaşık bir düzine araç kapasiteli garaj küçük ve loştu. Ziyaretçileri, metalden yapılmış dev bir kapıya kadar uzanan, beton zeminin üstündeki kırmızı halı karşılıyordu.

Zıt mesajlara bak, diye düşündü Langdon. Hoş geldiniz ve içeri girilmez.

Sophie girişe yakın bir yere taksiyi park edip, motoru durdurdu. "Silahı burada bıraksan iyi olur."

Memnuniyetle, diye düşünen Langdon silahı koltuğun altına itti.

199


Dan Brown

1

Sophie ile Langdon kırmızı halının üstünden çelik kapıya doğru yürüdüler. Kapının kolu yoktu ama yanındaki duvarda bir başka üçgen delik duruyordu.



Langdon, "Yavaş öğrenenler girmesin," dedi.

Gergin görünen Sophie kahkaha attı. "İşte giriyoruz." Anahtarı deliğe yerleştirince, kapı içeri doğru hafifçe gıcırdayarak açıldı. Birbirlerine bakan Sophie ile Langdon içeri girdiler. Kapı arkalarından ses çıkartarak

kapandı.

Zürih Emanet Bankası'nın antresi, Langdon'ın o güne dek hiç görmediği görkemli bir şekilde döşenmişti. Çoğu banka alışıldık cilalı mermer ve granitle yetinirken, burada duvardan duvara metal ve kabara kullanılmıştı.

Bunların dekoratörü kim, diye düşündü Langdon. Birleşik Çelikçiler

mi?


Sophie'nin gözleri lobiyi tararken, aynı oranda şaşırmış görünüyordu. Her taraf gri metalden yapılmıştı... yer, duvarlar, tezgâhlar, kapılar, hatta lobi merdivenleri bile kalıptan çıkmış metale benziyordu. Etkileyici bir etki yaratıyordu. Mesaj açıktı: Banka kasasına giriyorsunuz.

Onlar içeri girerken, tezgâhın arkasında duran iriyarı bir adam başını kaldırarak baktı. Seyretmekte olduğu küçük televizyonu kapattı ve onları hoş bir gülümsemeyle selamladı. Devasa kaslarına ve taşıdığı tabancaya rağmen, diksiyonundan yontulmuş bir İsviçreli komi olduğu anlaşılıyordu.

"Bonsoir," dedi. "Size nasıl yardımcı olabilirim?"

İki farklı dille yapılan karşılama töreni, Avrupalı evsahibinin yeni konukseverlik numarasıydı. Hiçbir ima içermeyen karşılama, ziyaretçiye istediği dille cevap verme fırsatını tanıyordu.

Sophie herhangi bir dille cevap vermedi. Altın anahtarı adamın önündeki tezgâha bırakmakla yetindi.

Önüne bakan adam derhal duruşunu dikleştirdi. "Elbette. Asansörünüz koridorun sonunda. Oraya gittiğinizi birine bildireceğim."

Sophie başını sallayarak anahtarı geri aldı. "Hangi kat?"

Adam, ona garip bir bakış fırlattı. "Anahtarınız asansöre hangi kata çıkacağınızı söyleyecektir."

Sophie gülümsedi. "Ah, evet."

200


Da Vinci Şifresi

Görevli yeni gelen iki ziyaretçinin asansöre ilerlemesini, anahtarı yerleştirmesini, binmelerini ve görünürden kaybolmalarını izledi. Kapılar kapanır kapanmaz, telefonu eline aldı. Geldiklerini hiç kimseye bildirecek değildi; buna gerek yoktu. Müşterinin anahtarı giriş kapısına girdiği anda, kasa görevlisi otomatik olarak ikaz edilmişti zaten.

Görevli, bankanın gece müdürünü arıyordu. Telefon hattı çalarken, televizyonunu yeniden açtı ve seyretmeye başladı. Seyretmekte olduğu haberler sona eriyordu. Önemli değildi. Televizyondaki iki yüze yeniden baktı.

Müdür telefona cevap verdi. "Oııi?" "Burada bir durum oluştu." Müdür, "Neler oluyor?" diye sordu. "Fransız polisi bu gece iki kaçağın peşinde." "Yani?"

"Her ikisi de az önce bankamızdan içeri girdiler." Müdür alçak bir sesle küfretti. "Tamam. Hemen Mösyö Vernet ile temas kuracağım "

Görevli telefonu kapatarak, başka bir numara çevirdi. Bu kez Inter-pol'u arıyordu.

Langdon asansörün yukarı çıkmak yerine aşağı iniyormuş gibi bir his uyandırmasına şaşırmıştı. Kapılar açılana kadar Zürih Emanet Bankası'nın kaç kat altına indiklerini anlayamadı. Umurunda değildi. Asansörden çıkmış olduğuna memnundu.

Onları karşılamak için bekleyen görevli, etkileyici bir neşe içindeydi. Ütüsü son derece muntazam, flanel bir takım elbise giyen yaşlıca ve tatlı biriydi, yüksek teknoloji dünyasında, eski zaman bankacılarına benziyordu. .

Adam, "Bonsoir," dedi. "İyi geceler. Beni izleyebilir misiniz, s'il voııs plait?" Cevap vermelerini beklemeden topuklarının üstünde döndü ve metal koridorda canlı adımlarla yürümeye başladı.

Langdon yanında Sophie'yle birlikte bir dizi koridorlardan ve yanıp sönen ana bilgisayarların bulunduğu geniş odaların önünden geçti.

201

Dan Brown



Çelik kapının önüne gelen adam, "Voici," diyerek kapıyı onlar için I

açtı. "İşte geldik."

Langdon ile Sophie, bir başka dünyaya adım atmışlardı. Önlerinde duran küçük oda, iyi bir otelin lüks oturma odasına benziyordu. Metaller ve perçinler gitmiş, yerini şark halıları, koyu meşe mobilyalar ve yastıkh sandalyeler almıştı. Odanın ortasındaki geniş masanın üstünde, hâlâ baloncuklar çıkarmakta olan bir şişe Perrier'in yanında iki kristal bardak duruyordu. Yanındaki makinede kahve pişiyordu.

Saat gibi çalışıyorlar, diye düşündü Langdon. Saat işini İsviçrelilere bırakmak lazım.

Adamın yüzünde anlayışlı bir gülümseme belirmişti. "Anladığım kadarıyla bu bize yaptığınız ilk ziyaret," dedi.

Sophie tereddüt ettikten sonra başını salladı.

"Anlıyorum. Anahtarlar genellikle miras olarak bırakılırlar, bu yüzden ilk kez gelen kullanıcılar protokolü bilmezler." İçeceklerin durduğu masayı gösterdi. "Odayı dilediğiniz kadar kullanabilirsiniz."

Sophie, "Anahtarlann miras olarak bırakılabileceğini söylemiştiniz,

değil mi?" diye sordu.

"Evet. Anahtarınız bir İsviçre sayı hesabına aittir ve genellikle nesilden nesile miras bırakılırlar. Altın hesapların en kısa kasa kiralan elli yıldır. Peşin ödenirler. Bu yüzden aile içinde pek çok kez elden ele geçtiğini görürüz."

Langdon, ona bakıyordu. "Elliyıl mı?"

Adam, "En az," diye yanıt verdi. "Elbette daha uzun dönem için kasa kiralanabilir ama pek kullanışlı değildir. Hesapta elli yıl süresince hareket görülmezse, kasadakiler otomatik olarak imha edilirler. Kasanıza ulaşmanız için işlemleri başlatayım mı?"

Sophie başını salladı. "Lütfen."

Görevli kolunu lüks salona doğru salladı. "Burası sizin özel görüş odanız. Ben odadan çıktıktan sonra, kasanın içindekileri görmek ve değiştirmek için istediğiniz kadar vakit harcayabilirsiniz, kasa kutunuz... buraya gelecek." Havaalanlarındaki bagaj bantlarını andıran bir taşıyıcı bandın odaya giriş yaptığı arka taraftaki duvara yürüdü. "Anahtarınızı buradaki yuvaya sokacaksınız..." Taşıyıcı banda bakan geniş bir elektronik

202

Da Vinci Şifresi



konsolu gösterdi. Konsolun üstünde benzer bir üçgen delik vardı. "Bilgisayar anahtarınızın üstündeki işaretleri onayladığında hesap numaranızı gireceksiniz ve kasa kutunuz banka kasasından buraya gönderilecek. Kasayla işiniz bittiğinde yeniden taşıyıcı bandın üzerine bırakıp, anahtarınızı sokun ve işlemi tersten tekrar edin. Her şey otomatiğe bağlandığından, işlemleriniz bu banka personelinden bile gizlidir. Herhangi bir şeye ihtiyacınız olursa, odanın ortasındaki masanın üstünde duran çağrı düğmesine basın."

Telefon çaldığı sırada Sophie bir soru sormak üzereydi. Adam şaşkın ve mahcup görünüyordu. "İzninizle lütfen." Masadaki kahveyle Perrier'in yanında duran telefonun başına gitti.

"Oui?" diye cevap verdi.

Arayan kişiyi dinlerken kaşları çatılıyordu. "Oui... oui... d'accord." Kapattıktan sonra zorla gülümsedi. "Üzgünüm, şimdi yanınızdan ayrılmam gerekiyor. Evinizdcymiş gibi hareket edin." Hemen kapıya yöneldi.

Sophie, "Affedersiniz?" diye seslendi. "Gitmeden önce bir şeyi açıklığa kavuşturabilir misiniz? Bir hesap numarası gireceğimizden bahsetmiştiniz, öyle değil mi?"

Kapıda duran adam solgun görünüyordu. "Evet elbette. Çoğu İsviçre bankasında olduğu gibi, kasa kutuları bir sayıya bağlıdırlar, isme değil. Sadece sizin bileceğiniz bir hesap numaranız ve bir anahtarınız var. Anahtar, kimliğinizin sadece yarısını oluşturur. Şahsi hesap numaranız diğer yarısıdır. Aksi takdirde, anahtarınızı kaybettiğinizde bir başkası onu kullanabilirdi."

Sophie duraksadı. "Peki ya bana miras bırakan kişi bir hesap numarası vermediyse?"

Bankacının kalbi tekledi. O zaman burada hiç işiniz yok demektir! Onlara soğukkanlılıkla gülümsedi. "Birinden size yardım etmesini isteyeceğim. Kısa süre içinde burada olur."

Odadan çıkan bankacı, kapıyı arkasından kapatarak ağır kilidi çevirince onları içeriye küitlemişti.

Şehrin diğer ucunda Collet telefonu çaldığı sırada Gare du Nord Tren İstasyonü'nda duruyordu.

203

Dan Brown



Arayan Fache idi. "Interpol bir ipucu bulmuş," dedi. "Treni unut. Langdon ile Sophie, Zürih Emanet Bankası'nın Paris şubesine gitmişler. Adamlarını hemen oraya göndermeni istiyorum."

"Sauniere'in Ajan Neveu ile Robert Langdon'a ne anlatmaya çalıştığına dair bir gelişme var mı?"

Fache'nin ses tonu soğuktu. "Sen onları tutuklayınca Teğmen Collet, ben onlara bizzat soracağım."

Collet mesajı almıştı. "Yirmi dört Rue Haxo. Hemen yüzbaşım." Telefonu kapatarak, adamlarını telsizle bilgilendirdi.

204

Da Vinci Şifresi



43

Zürih Emanet Bankası Paris Şubesi Başkanı Andre Vernet, bankanın üstünde lüks bir dairede yaşıyordu. Sahip olduğu ihtişamlı eve rağmen, her zaman L'Ile Saint-Louis'de nehir kıyısındaki dairelerden birinde yaşamak istemişti. Burada karşılaştığı pis zenginler yerine, orada gerçek ekabirlerle görüşeceği bir hayat sürebilirdi.

Emekli olduğumda, diyordu Vernet kendi kendine, bodrumumu en nadide Bordeaux şaraplarıyla dolduracağım, salonumu bir Fragonard ya da bir Boucher ile süsleyeceğim ve günlerimi Quartier Latin 'de antika mobilyalar ve kitaplar aramakla geçireceğim.

Vernet uyanalı sadece altı buçuk dakika olmuştu. Buna rağmen bankanın yeraltındaki koridorlarında koştururken, terzisiyle berberinin yanından yeni çıkmış gibi görünüyordu. Kusursuz bir ipek takım giyen Vernet yürürken ağız spreyini sıktı ve kravatını düzeltti. Farklı zaman dilimlerinden gelen müşterilerini karşılamak için uykusundan uyanmaya yabancı olmayan Vernet, uyku alışkanlıklarını Maasai savaşçılarına göre düzenlemişti... en derin uykularından uyandıktan sonra, saniyeler içinde savaşa hazır olmalarıyla ünlü Afrika kabilesi.

Vernet savaşa hazırım, diye düşünürken, sözlerinin bu geceki duruma uymasından korkuyordu. Altın anahtar sahibi müşteriler her zaman fazladan ilgi isterlerdi, ama adli polisin peşinde olduğu bir altın anahtar müşterisi, son derece hassas bir mevzuydu. Bankanın, suçlu olduklarına dair ispat olmadığı müddetçe müşterilerinin gizlilik haklarını koruması yüzünden güvenlik güçleriyle sürekli kavga halindeydiler.

Vernet kendi kendine, beş dakika, dedi. Polis gelmeden bu insanları bankadan çıkartmalıyım.

205

Dan Brown



Çabuk hareket ederse, yakında olması muhtemel bu felaketten ustalıkla kurtulabilirdi. Vernct polise, kaçakların belirtildiği gibi bankasına gerçekten girdiğini ama müşteri olmadıkları ve hesap numaraları olmadığı için geri çevrildiklerini söyleyebilirdi. Lanet bekçinin Interpol'ü aramamış olmasını diliyordu. Ama saatte on beş euro kazanan bir bekçide takdir yetkisi olması beklenemezdi.

Kapı eşiğine geldiğinde derin bir nefes aldı ve kaslarını gevşetti. Ardından, yüzüne zorla yumuşak bir gülümseme oturtarak kapının kilidini açtı ve odadan içeri ılık bir meltem gibi girdi.

Gözleri müşterileri bulur bulmaz, "İyi geceler," dedi. "Ben Andre Vernet. Size nasıl yard..." Cümlenin geri kalanı boğazının bir yerine düğümlenmişti. Önünde duran kadın, Vernet'nin karşılaşmayı hiç ummadığı bir ziyaretçiydi.

Sophie, "Affedersiniz, tanışıyor muyuz?" diye sordu. Sophie bankacıyı tanıyamamıştı ama bir an için adam hayalet görmüş gibi olmuştu.

Banka başkanı, "Hayır..." diye kekeledi. "Öyle olduğunu... sanmıyorum. Hizmet verdiğimiz müşterileri tanımayız." Nefes verdikten sonra soğukkanlılıkla gülümsedi. "Yardımcım bana bir altın anahtarınız olduğunu ama hesap numarasını bilmediğinizi söyledi. Bu anahtara nasıl sahip olduğunuzu sorabilir miyim?"

Adamı dikkatle inceleyen Sophie, "Büyükbabam verdi," diye yanıtladı. Adamın rahatsızlığı artık daha da açık anlaşılıyordu.

"Öyle mi? Büyükbabanız size anahtarı verdi ama hesap numarasını

vermeyi unuttu mu?"

Sophie, "Vakti kalmadığını sanıyorum," dedi. "Bu gece öldürüldü."

Sophie'nin kullandığı kelimeler adamın geriye doğru sendelemesine neden olmuştu. "Jacques Sauniere öldü mü?" diye sorarken gözleri dehşetle dolmuşu. "Ama... nasıl?!"

Şimdi hayretten sendeleme sırası Sophie'deydi. "Büyükbabamı tanıyor muydunuz?"

Bankacı Andre Vernet bir o kadar şaşkın görünüyordu, bir sehpaya tutunarak dengesini korumaya çalıştı. "Jacques ve ben arkadaştık. Bu olay ne zaman oldu?"

206

Da Vinci Şifresi



"Bu akşamın erken saatlerinde. Louvre'da."

Vernet deri sandalyenin yanına giderek, adeta içine gömüldü. "Her ikinize de çok önemli bir soru sormalıyım." Başını kaldırıp önce Lang-don'a, sonra Sophie'ye baktı. "İkinizden birinin bu ölümle bir ilgisi var mı?"

Sophie, "Hayır!" diye haykırdı. "Kesinlikle yok." Vernet yüzünü buruşturup duraksadı ve düşünmeye başladı. "Resimleriniz Interpol tarafından her yere dağıtılıyor. Sizi bu şekilde tanıdım. Cinayetten aranıyorsunuz."

Sophie yıkılmıştı. Fache Interpoie mi haber verdi? Yüzbaşının Sophie'nin tahmin ettiğinden daha hırslı olduğu belli oluyordu. Vernet'ye kısaca Langdon'ın kim olduğunu ve o gece Louvre'da yaşananları anlattı.

Vernet şaşkın görünüyordu. "Ve büyükbabanız ölürken, size Bay Langdon'ı bulmanızı söyleyen bir mesaj mı bıraktı?"

"Evet. Ve bu anahtarı." Sophie altın anahtarı tarikat mührü arka tarafta kalacak şekilde Vernet'nin önündeki masaya bıraktı.

Vernet anahtara baktı ama dokunmak için hiçbir eylemde bulunmadı. "Size sadece bu anahtarı mı bırakmış? Başka bir şey yok mu? Herhangi bir kâğıt parçası?"

Sophie, Louvre'dayken aceleye geldiğini biliyordu ama Kayalıklar Bakiresi'nin arkasında başka hiçbir şey görmediğine emindi. "Hayır. Sadece anahtar."

Vernet çaresizce içini çekti. "Korkarım her anahtar, şifre olarak geçen on haneli bir hesap numarasıyla birlikte işlevlik kazanıyor. O sayı olmadan anahtarınız hiçbir işe yaramaz."

On hane. Sophie gönülsüzce olasılıkları hesapladı. On milyardan fazla seçenek vardı. DCPJ'nin en güçlü çözümleme bilgisayarlarını bile getirse, şifreyi kırması yine de haftalar alırdı. "Ama elbette mösyö, bu şartlar altında siz bize yardımcı olabilirsiniz."

"Üzgünüm. Gerçekten hiçbir şey yapamam. Müşteriler güvenli bir terminalden kendi hesap numaralarını kendil'eri seçerler, bu da hesap numaralarını sadece müşterilerle bilgisayarların bildiği anlamına geliyor. Müşteri gizliliğini bu şekilde sağlıyoruz. Ve tabii çalışanlarımızın güvenliğini."

207


Dan Brown

Sophie anlamıştı. Lüks mağazalar da aynı şeyi yapıyorlardı. ÇALIŞANLARDA KASA ANAHTARI YOKTUR. Bu banka birisinin anahtarı çalması halinde, çalışanlardan birini hesap numarası için rehin alma riskini ortadan kaldırmıştı.

Langdon'ın yanına oturan Sophie başını indirip anahtara, sonra da Vernet'ye baktı. "Büyükbabamın bankanızda ne sakladığına dair fikriniz

var mı?"


"Hayır hiç fikrim yok. GeMschrank bankasının anlamı budur." Sophie, "Monsieur Vernet," diye ısrar etti. "Bu gece vaktimiz kısıtlı. Olabildiğince açık konuşmaya çalışacağım." Altın anahtara uzanarak tersini çevirdi. Tarikat mührünü gösterirken adamın vereceği tepkileri izliyordu. "Anahtarın üstündeki bu sembolün sizin için bir anlamı var mı?"

Fleur-de-lis'e bakan Vernet hiç tepki vermedi. "Hayır, ama müşterilerimizin çoğu anahtarlarının üstüne şirket logolarını ya da isimlerinin başharflerini işletirler."

Hâlâ adamı dikkatle incelemekte olan Sophie, içini çekti. "Bu mühür, Sion Tarikatı diye bilinen gizli bir cemiyetin sembolü."

Vernet yine hiç tepki vermemişti. "Bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Büyükbabanız arkadaşımdı ama daha çok işten bahsederdik." Gergin görünen adam, şimdi kravatını düzeltiyordu.

Sophie sesini biraz daha sertleştirerek, "Monsieur Vernet," diye bastırdı. "Büyükbabam beni bu gece arayarak, benim ve kendisinin büyük bir tehlikede olduğumuzu söyledi. Bana bir şey vermesi gerektiğini söyledi. Bana bankanıza ait bir anahtar verdi. Şimdi o öldü. Bize söyleyeceğiniz herhangi bir şeyin faydası dokunabilir."

Vernet terlemeye başlamıştı. "Bu binadan çıkmalıyız. Korkarım polis kısa süre sonra burada olur. Bekçim Interpol'ü araması gerektiğini düşünmüş."

Sophie de bundan korkuyordu. Şansını son bir kez daha denedi. "Büyükbabam bana ailem hakkındaki gerçeği anlatması gerektiğini söylemişti. Bu size bir şey, ifade ediyor mu?"

"Mademoiselle, aileniz siz küçükken bir araba kazasında öldü. Üzgünüm. Büyükbabanızın sizi çok sevdiğini biliyorum. İlişkinizi kesmenizden ötürü ne kadar acı çektiğini bana defalarca anlatmıştı."

208

Da Vinci Şifresi



Sophie nasıl karşılılfvereceğine karar veremiyordu.

Langdon, "Bu hesabın Sangreal'le ilgili bir şeyler içermesi mümkün nıü?" diye sordu.

Vernet, ona garip bir bakış fırlattı. "Ne olduğu hakkında hiç fikrim yok." Tam o sırada Vernet'nin cep telefonu çaldı ve o da, telefonu kemerinden çıkardı. "Oııi?" Dinlerken yüzündeki şaşkın ifade giderek endişeye dönüştü. "Polis mi? Bu denli çabuk mu?" Küfrettikten sonra Fransızca birtakım talimatlar verip, az sonra lobide olacağını söyledi.

Telefonu kapattıktan sonra Sophie'ye döndü. "Polis her zamankinden daha hızlı davranmış. Biz konuşurken yola çıkmışlar bile."

Sophje'nin oradan eli boş ayrılmaya niyeti yoktu. "Onlara çoktan gelip gittiğimizi söyleyin. Bankayı aramak isterlerse, arama emrini sorun. Böylece biraz zaman kazanırız."

Vernet, "Dinleyin," dedi. "Jacques dostumdu ve bankamın bu türden bir baskıya hiç ihtiyacı yok. İşte bu iki sebepten ötürü, bu tutuklamanın benim alanım dahilinde gerçekleşmesini istemiyorum. Bana bir dakika verirseniz, yakalanmadan bu bankadan çıkmanıza nasıl yardımcı olabileceğimi düşüneceğim. Bunun haricinde, ben bu işe karışmam." Ayağa kalkıp, kapıya yürüdü. "Burada kalın. Bazı ayarlamalar yapıp hemen döneceğim."

Sophie, "Ama kasa kutusu," diye yineledi. "Bırakıp gidemeyiz."

Kapıya doğru acele eden Vernet, "Yapabileceğim bir şey yok," dedi. "Üzgünüm."

Sophie, onun arkasından bakarken, büyükbabasının yıllar boyunca gönderdiği ve kendisinin açmadığı sayısız mektup ya da paketin herhangi birinde hesap numarasını verip vermediğini düşünüyordu.

Langdon aniden ayağa kalktığında, Sophie, onun gözlerindeki beklenmedik parıltıyı sczinlemişti.

"Robert? Gülümsüyorsun?"

"Büyükbaban bir dâhiydi."

"Anlayamadım?"

"On hane dedi, değil mi?"

Neden bahsettiği hakkında Sophie'nin en ufak fikri yoktu.

209


F: 14

Dan Brown

"Hesap numarası," derken tanıdık bir gülümseme yüzüne yayılmaya başlamıştı. "Numarayı bize bıraktığına eminim."

"Nerede?"

Langdon cinayet sahnesi fotoğrafının bilgisayar çıktısını çıkarıp, sep-hanın üstüne koydu. Langdon'ın haklı olduğunu anlamak için Sophie'nin ilk satırı okuması yeterliydi.

13-3-2-21-1-1-8-5 On Draco devini al!

On sahte alim! P.S. Robert Langdon'ı bul

210


Da Vinci Şifresi

44

Bilgisayar çıktısını incelerken, kriptograf duyulan harekete geçeri Sophie, "On hane," dedi.



13-3-2-21-1-1-8-5

Grand-pere bu hesap numarasını Loıtvre'da yere yazmıştı!

Sophie karıştırılmış Fibonacci Dizimi'ni parkenin üstünde ilk gördüğünde, yazılmasının tek amacının DCPJ'nin kriptografları aramasını sağlayarak, Sophie'yi işe karıştırmak olduğunu düşünmüştü. Daha sonra sayıların, diğer satırları deşifre etmek için ipucu verdiğini görmüştü... düzensiz bir dizi... sayısal anagram. Şimdi ise hayretten şaşkına dönmüş bir şekilde sayıların çok daha önemli bir anlamı olduğunu görüyordu. Büyükbabasının gizemli kasa kutusunu açacak son anahtar bu sayılardı.

Langdon'a dönen Sophie, "Çift anlamlı bilmecelerde ustaydı," dedi. "Çok anlam içeren her şeye bayılırdı. Şifrelerin içindeki şifrelere."

Langdon taşıyıcı bandın yanındaki elektronik konsola doğru yürümeye başlamıştı bile. Sophie bilgisayar çıktısını eline alarak onun peşinden gitti.

Konsolda, bankaların ATM terminallerindekine benzer bir tuş takımı vardı. Ekranda bankanın haç şeklindeki logosu görünüyordu. Tuş takımının yanında üçgen bir delik bulunuyordu. Sophie hiç vakit yitirmeden anahtar gövdesini yuvaya soktu.

Ekran o anda değişti.

¦ HESAP NUMARASI:

211

Dan Brown



İmleç yanıp sönüyor, bekliyordu.

On hane. Sophie bilgisayar çıktısındaki sayıları okurken, Langdon tuşladı.

HESAP NUMARASI: 13 3 2 2 1118 5

I

Langdon son haneyi girdikten sonra ekran tekrar yenilendi. Birkaç farklı dilde yazılmış bir mesaj görünüyordu. En üstteki İngilizceydi.



UYARI:

Giriş tuşuna basmadan önce lütfen hesap numaranızı

hatasız girdiğinizden emin olunuz. Kendi güvenliğiniz

için, bilgisayar hesap numaranızı tanımadığı takdirde

sistem kendiliğinden kapanacaktır.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə