Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə17/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   36

"Bir kart için fazla uğraştırıcı."

"Hayır, kartlarda genellikle başka bir bilmece ya da ipucu yazılı olurdu. Büyükbabam evin içinde hazine avı oynamaya bayılırdı, gerçek hediyeme giden ipucu zincirleri. Her hazine avı, ödülümü alacağımı temin eden bir karakter ve erdem sınavıydı. Ve sınavlar asla kolay olmazdı."

Tekrar alete bakan Langdon hâlâ şüpheli görünüyordu. "Peki, ama niye ortadan ikiye ayırmıyorsun ki? Ya da kırmıyorsun? Metal hassas görünüyor, ayrıca mermer de yumuşak bir kaya."

225


F:15

Dan Brown

Sophie gülümsedi. "Çünkü Da Vinci bundan çok daha akıllıydı. Kripteks herhangi bir şekilde zorlanarak açılacak olursa, içindeki bilgi kendi kendini yok edecek şekilde tasarlamıştı. İzle." Sophie kutuya uzanarak, dikkatle silindiri çıkardı. "İçeri konulacak olan bilgi ilk önce papirüs kâğıdına yazılır."

'Tirşeye değil mi?"

Sophie başını iki yana salladı. "Papirüs. O günlerde koyun tirşesinin daha sık kullanıldığını ve daha dayanıklı olduğunu biliyorum ama mutlaka papirüs olması gerekiyordu. Ne kadar ince olursa o kadar iyi."

'Tamam."


"Papirüs, kripteksin içindeki bölmeye yerleştirilmeden önce, kırılgan cam bir şişenin etrafına sarılırdı." Sophie parmağıyla kriptekse hafifçe vurunca içindeki sıvıdan ses geldi. "İçi sıvı dolu bir şişe."

"Ne sıvısı?"

Sophie gülümsedi. "Sirke."

Langdon kısa bir süre duraksadıktan sonra başını salladı. "Dâhice."

Sirke ve papirüs, diye düşündü Sophie. Herhangi biri kripteksi zorla

Sophie, "Anlayacağın gibi," dedi. "İçindeki bilgiyi öğrenmenin tek yolu beş harfli şifreyi bulmak." Aklından çabucak değişimleri hesapladı. "On iki milyondan fazla ihtimal var."

Aklından yaklaşık on iki milyon soru geçiyormuş gibi görünen Lang-uon, "Sen öyle diyorsan öyledir," dedi. "İçinde nasıl bir bilgi olduğunu

tahmin ediyorsun?"

"Her ne ise, büyükbabamın çok gizli bir sır olarak saklamak istediği ortada." Kutunun kapağını kapatıp, üstündeki beş yapraklı gül oymasına bakarak duraksadı. Onu rahatsız eden bir şey vardı. "Sen gülün Kâse için kullanılan bir sembol olduğunu mu söylemiştin?"

"Kesinlikle. Tarikat sembollerinde gül ve Kâse aynı anlama gelirler." Sophie kaşlarını çattı. "Bu çok garip, çünkü büyükbabam bana her zaman gülün gizlilik anlamına geldiğini söylerdi. Evdeyken gizli bir telefon görüşmesi yaptığında benim odasına girmemi istemediği zamanlarda, kapısına bir gül asardı. Benim de aynını yapmamı söylerdi." Tatlım, de-

226

Da Vinci Şifresi



misti büyükbabası, birbirimize kapılan kilitlemek yerine, rahatsız edilmek istemediğimiz zamanlarda kapımıza bir gül -la fleur des secrets- asabiliriz. Bu şekilde birbirimize saygı duyup güvenmeyi öğrenebiliriz. Gül asmak eski bir Roma geleneğidir.

"Sub rosa," dedi Langdon. "Romalılar, toplantılarının gizli olduğunu belirtmek için gül asarlardı. Böylece toplantıya katılanlar gülün altında ¦ya da sub rosa- konuşulanların sır olarak kalması gerektiğini bilirlerdi."

Langdon çabucak, tarikatın gülü Kâse sembolü olarak kullanmasının tek nedeninin sadece gizlilik düşüncesinden kaynaklanmadığını açıkladı. En eski gül türlerinden biri olan rosa rugosamn, aynı Venüs yıldızı gibi beş yaprağa ve beşgen bir simetriye sahip olması güle, kadınlıkla güçlü ikonografik bağlar sağlıyordu. Bununla birlikte gülün "doğru yön" ve yol bulmak kavramlarıyla çok yakın bağlan vardı. Pusula gülü, aynı Gül Çizgisi gibi, seferilere haritalardaki boylamlara bakarak yön bulmakta yardımcı oluyordu. Bu yüzden dişi kadeh ve gizli gerçeğe götüren yıldız anlamındaki gül, pek çok açıdan -gizlilik, kadınlık ve yön tayini- Kâse'yi tanımlayan bir sembol olarak kabul edilmişti.

Langdon açıklamasını bitirdiğinde, yüz ifadesi birden dondu.

"Robert? İyi misin?"

Gözlerini gül ağacı kutuya dikmişti. Yüzündeki korkulu şaşkınlık ifadesiyle, "Sub... rosa," diye mırıldandı. "Olamaz."

"Ne?"

Langdon gözlerini yavaşça yukarı kaldırdı. "Gül işaretinin altında," diye fısıldadı. "Bu kripteks... Sanırım bunun ne olduğunu biliyorum."



227

Dan Brown

48

Bu taş silindiri onlara kimin verdiğini, nasıl verdiğini düşünen Lang-don kendi tahminine güçlükle inanıyor ve kutunun üstündeki gül oymasına baktıkça tek bir sonuca varabiliyordu.



Tarikatın kilit taşını tutuyorum.

Efsane açıktı.

Kilit taşı, gül işaretinin altındaki şifreli bir taştır.

"Robert?" Sophie, onu inceliyordu. "Neler oluyor?"

Düşüncelerini toparlayabilmek için Langdon'ın biraz zamana ihtiyacı vardı. "Büyükbaban hiç sana la def de voûte diye bir şeyden bahsetti

mi?"


Sophie, "Kasa anahtarı mı?" diye tercüme etti.

"Hayır, bu tam tercümesi oluyor. Clef de voûte sık kullanılan bir mimari terimdir. Voûte banka kasası değil, tonoz anlamında kullanılır. Tonozlu tavanlar gibi."

"Ama tonozlu tavanların anahtarı olmaz."

"Doğrusunu istersen vardır. Her taş kemerin ortasında, takoz görevi görerek parçaları birbirine tutturan ve tüm yükü taşıyan bir taş vardır. Mimari anlamda bu taş, kemerin anahtarıdır. İngilizcede biz buna kilit taşı diyoruz." Langdon anladığından emin olmak için Sophie'nin gözlerine

baktı.

Bakışlarını kriptekse indiren Sophie omuzlarını silkti. "Ama bunun



bir kilit taşı olmadığı ortada."

Langdon nereden başlaması gerektiğini bilemiyordu. Bir duvarcılık tekniği olarak taş kemerler yapmakta kullanılan kilit taşları, eski Mas'"1 kardeşliğinin en iyi korunan sırlarından biriydi. Kraliyet Kemeri Derecesi

228

Da Vinci Şifresi



Mimari. Kilit taşları. Hepsi birbirine bağlıydı. Kemerli geçit yapmakta kullanılan kilit taşlarının nasıl kullanılacağına ait gizli bilgi, Masonların bu kadar zengin olmalarına yardımcı olan bilginin bir parçasıydı ve titizlikle korunan bir sırdı. Kilit taşları her zaman için bir gizlilik geleneği olmuştu. Ama yine de gül ağacı sandığın içindeki silindir bambaşka bir şeye benziyordu. Tarikatın kilit taşı -eğer ellerindeki şey gerçekten buysa- kesinlikle Langdon'ın tahmin ettiği gibi bir şey değildi.

Langdon, "Tarikatın kilit taşı benim uzmanlık alanım değil," diye itirafta bulundu. "Benim Kutsal Kâse'ye olan ilgim daha çok sembolik anlamda, bu yüzden onun nasıl bulunacağına dair verilen bilgileri hiç önemsemedim."

Sophie'nin kaşları keman yayı gibi gerilmişti. "Kutsal Kâse'yi bulmak mı?"

Langdon başını kaygıyla sallarken, kullanacağı kelimeleri dikkatle seçti. "Sophie, tarikat ilmine göre, kilit taşı şifreli bir harita... Kutsal Kâ-se'nin saklandığı yeri gösteren bir harita."

Sophie'nin yüzündeki ifade donmuştu. "Bunun o olduğunu mu söylüyorsun?"

Langdon ne söyleyeceğini bilmiyordu. Kendisine bile inanılmaz geliyordu ama bununla birlikte aklına gelen tek mantıklı cevap kilit taşıydı. Gül işaretinin altına saklanmış şifreli bir taş.

Kripteksin Leonardo da Vinci -Sion Tarikatı'nın Büyük Ustası- tarafından tasarlanmış olması, bunun gerçekten tarikatın kilit taşı olduğunu gösteren bir işaretti. Eski Büyük Usta'nın taslakları... yüzyıllar sonra bir başka tarikat üyesi tarafından hayata geçirilmiş. Aradaki bağ göz ardı edilemeyecek kadar aşikârdı.

Tarihçiler son on yıldır kilit taşını Fransız kiliselerinde arıyorlardı. Tarikatın şifreli terimlerine aşina olan Kâse avcıları, la clef de voûte'un, bir kilisedeki kemere yerleştirilmiş oymalı ve şifreli gerçek bir kilit taşı olduğu sonucuna varmışlardı. Gül işaretinin altında. Mimaride kullanılan güller dipsiz kuyuydu. Gül pencereleri. Gül rölyefleri. Ve elbette bolca rastlanılan beşparmakotu... kemerlerin en tepesindeki kilit taşının üstünde görülen beş yapraklı dekoratif çiçekler. Saklama yeri şeytana taş çıkartacak cinstendi. Bilinmeyen bir kilisenin kemerine yerleştirilmiş Kutsal Kâse haritası, altından geçen kör kilise cemaatiyle alay ediyordu.

229

Dan Brown



Sophie, "Kripteks bir kilit taşı olamaz," diye itiraz etti. "Yeterince eski değil. Bunu büyükbabamın yaptığına eminim. Eski Kâse efsanesinin bir parçası olamaz."

Bedenini bir heyecan kapladığını hisseden Langdon, "Doğrusu," dedi. "Kilit taşının yakın zaman önce tarikat tarafından yapıldığına inanılıyor."

Duyduklarına inanamayan Sophie'nin gözleri parlamıştı. "Ama eğer bu kripteks Kutsal Kâse'nin saklandığı yeri açıklıyorsa, büyükbabam, onu bana niye versin? Onu nasıl açacağımı ya da onunla ne yapacağımı bilmiyorum. Hatta Kutsal Kâse'nin ne olduğunu bile bilmiyorum."

Langdon, onun haklı olduğunun farkındaydı. Sophie'ye Kutsal Kâse'nin gerçek tabiatını anlatmaya fırsat bulamamıştı. Bu hikâyenin beklemesi gerekiyordu. Şu anda dikkatlerini kilit taşma vermişlerdi. Eğer bu gerçekten oysa...

Langdon altlarından gelen kurşun geçirmez tekerlek vızıltılarını bastırarak Sophie'ye, kilit taşı hakkında duyduğu her şeyi çabucak anlattı. Yüzyıllardır, tarikatın en büyük sırrının -Kutsal Kâse'nin yeri- asla bir yere yazılmadığı iddia ediliyordu. Güvenlik tedbiri olarak bu bilgi, gizli bir ayin sırasında yeni senechaic şifahen aktarılıyordu. Bununla birlikte son yüzyıl içerisinde tarikat politikasının değiştiği fısıldanıyordu. Belki de yeni elektronik dinleme tertibatları gerekçesiyle tarikat, kutsal saklama yerini bir daha asla konuşmamaya ant içmişti.

Sophie, "Peki o zaman sırrı nasıl aktardılar?" diye sordu. Langdon, "İşte kilit taşı o zaman devreye girdi," diye açıkladı. "En üstteki dört üyeden biri öldüğünde, geriye kalan üçü aşağıdaki kademelerden birini yeni senechal adayı olarak seçecekti. Yeni senechal'e Kâse'nin yerini söylemek yerine onu, bu bilgiyi hak ettiğini kanıtlayacak bir sınava sokarlardı."

Sophie bu duyduklarından tedirgin olmuş gibi görünüyordu. Langdon birden büyükbabasının onun için hazine1 avlan -preuves de merite- düzenlediğinden bahsettiğini hatırladı. Kilit taşı kavramı da aynıydı. Ayrıca, bu gibi sınavlar gizli cemiyetler arasında oldukça yaygındı. En iyi bilineni, üyelerin bir sırrı saklayabildiklerini kanıtlayıp, yıllar boyunca bit dizi erdem sınavlarından geçerek üst kademelere yükseldiği Masonlardı. Aday-

230


Da Vinci Şifresi

lar en üst seviye olan otuz ikinci derece Mason mertebesine erişinceye kadar verilen görevler gittikçe ağırlaşırdı.

Sophie, "Demek kilit taşı bir preuves de merite," dedi. "Yeni senechal onu açtığında, içindeki bilgiyi hak ettiğini kanıtlamış oluyor."

Langdon başını salladı. "Bu tip şeylere yabancı olmadığını unutmuşum."

"Sadece büyükbabam sayesinde değil. Kriptolojide buna 'kendini yetkilendirme lisanı' denir. Yani, eğer onu okuyacak kadar akıllıysan, orada söylenenleri okumaya hak kazanırsın."

Langdon bir süre tereddüt etti. "Sophie eğer bu gerçekten kilit taşıy-sa, büyükbabanın buna sahip olması Sion Tarikatı'nda çok yetkili j^iri olduğunu gösterir, farkında mısın? En üstteki dört üyeden biri olmalı."

Sophie içini çekti. "Gizli bir cemiyette yetki sahibiydi. Buna eminim. Ama bunun tarikat olduğunu sadece tahmin edebilirim."

Langdon, onun söylediklerini sonradan kavrayabilmişti. "Onun gizli bir cemiyette üye olduğunu biliyor muydun?"

"On yıl önce, görmemem gereken bir şeyler gördüm." Durdu. "Büyükbabam grubun sadece üst kademelerinde değildi... sanırım en yüksek dereceli üye oydu."

Langdon, Sophie'nin az önce söylediklerinerinanamıyordu. "Büyük Üstat mı? Ama... senin bunu bilmene imkân yok!"

"Bundan bahsetmemeyi yeğlerim." Sophie başını çevirdi. Yüzünde kararlı olmakla beraber, acı dolu bir ifade vardı.

Langdon şaşkınlığından nutku tutulmuş bir halde oturuyordu. Jacques Sauniere mi? Büyük Üstat mı? Doğru çıktığı takdirde büyük yankılar uyandıracağı halde, Langdon son derece mantıklı olduğunu hissediyordu. Her şeyden önce, eski Tarikat Büyük Üstatları da sanatçı ruha sahip tanınmış kişilerdi. Bu gerçeğin ispatı yıllar önce Paris'teki Milli Kütüphane'de bulunan ve Les Dossiers Secrets diye bilinen belgelerle ortaya çıkmıştı.

Tüm tarikat tarihçileri ve Kâse meraklıları Dossiers'! okumuştu. 4° İm' 249 numarasıyla katalogda yerini alan Dossiers Secrets, pek çok uz-"ten tarafından tasdik edilmiş ve tarihçilerin uzun zamandır şüphelendiği ^yi doğrulamıştı: Tarikatın Büyük Üstatları arasında Leonardo da Vinci,

231


Dan Brown

I

Botticelli, Sir Isaac Newton, Victor Hugo ve Parisli ünlü ressam Jean Cocteau yer alıyordu.



Neden Jacques Sauniere olmasın?

Langdon'ın şüpheleri, bu gece Sauniere ile buluşacağını hatırladığında yoğunlaştı. Tarikatın Büyük Üstat'ı benimle buluşmak istedi. Neden? Sanat hakkında sohbet etmek için mi? Birden bu ihtimalin düşük olduğunun farkına vardı. Her şeyden önce, eğer Langdon'ın sezileri doğruysa, Sion Tarikati'nin Büyük Üstat'ı kardeşliğin efsanevi kilit taşını torununa devretmiş ve aynı zamanda ondan Robert Langdon'ı bulmasını istemişti.

Anlaşılmaz!

Langdon'ın hayal gücü, Sauniere'in davranışını açıklayacak koşullan tahmin edemiyordu. Sauniere kendi ölümünden endişe duymuş olsa bile, sırrı bilen ve böylece tarikatın güvenliğini garantileyen üçsenechaux daha vardı. Sauniere, kilit taşını torununa vermek gibi büyük bir riski neden göze almıştı, özellikle de ikisinin iyi anlaşamadığı düşünülecek olursa? Ve ayrıca neden Langdon'ı işe karıştırmıştı... tamamıyla yabancı birini?

Bu bulmacanın bir parçası eksik, diye düşündü Langdon. Cevapların beklemesi gerektiği ortadaydı. Yavaşlayan motor sesi, her ikisinin de başını kaldırmasına neden olmuştu. Lastiklerin ezdiği çakıl taşı sesleri duyuluyordu. Neden şimdiden kenara çekiyor, diye düşündü Langdon. Vernet onları şehrin iyice uzağında, güvende olacakları bir yere götüreceğini söylemişti. Kamyon hızını kesmişti ve bozuk bir yoldan ilerliyordu. Sophie, Langdon'a endişeli bir bakış fırlattıktan sonra krip-teks kutusunu aceleyle kapatarak, kapağı mandalladı. Langdon ceketini

giydi.


Kamyon durduğunda, arka kapı kilidinin açıldığını duydular ama motor hâlâ çalışıyordu. Kapılar iki yana açıldığında, yoldan iyice uzakta ormanlık bir alana park etmiş olduklarını gören Langdon şaşırmıştı. Vernet gözlerini kısmış bir halde karşısına dikildi. Elinde bir tabanca tutuyordu.

Vernet, "Bunun için üzgünüm," dedi. "Gerçekten başka seçeneğim

yok."

232


Da Vinci Şifresi

49

Andre Vernet elinde tabancayla gerçekten tuhaf görünüyordu ama Langdon, onun gözlerinde gördüğü kararlılığı sınamamak gerektiğini anlamıştı.



Kamyon kasasının arka kısmında oturan Langdon ve Sophie'ye silahını doğrulturken, "Korkarım ısrar etmek zorundayım," dedi. "Kutuyu bırakın."

Sophie kutuyu göğsüne bastırdı. "Büyükbabamla arkadaş olduğunuzu söylemiştiniz."

Vernet, "Görevim büyükbabanızın mevduatını korumak," diye yanıt verdi. "Ve şu anda tam olarak bunu yapıyorum. Şimdi kutuyu yere bırakın."

Sophie, "Büyükbabam bunu bana emanet etti," diye ısrar etti.

Silahını daha yukarı kaldıran Vernet, "Dediğimi yapın," diye emir verdi.

Sophie kutuyu ayağının dibine bıraktı.

Langdon silah namlusunun kendisine çevrilmesini izledi.

Vernet, "Bay Langdon," dedi. "Kutuyu bana siz getireceksiniz. Ve şunu bilin ki, bunu sizden istiyorum çünkü ateş etmekten çekinmeyeceğim kişi sizsiniz."

Langdon inanmayan gözlerle bankacıya bakıyordu. "Bunu neden yapıyorsunuz?"

Vernet, "Neden olduğunu tahmin ediyorsunuz?" diye aksanlı İngiliz-cesiyle karşılık verdi. "Müşterimin mal varlığını korumak için."

Sophie, "Artık müşteriniz biziz," dedi.

Vernet büyük bir değişim geçirmişti, gözleri artık buz gibi bakıyordu. "Mademoiselle Neveu, bu gece bu anahtarla hesap numarasını nasıl

233

Dan Brown



ek geçirdiğinizi bilmiyorum ama işin içine bir cinayet karıştığı ortada. İşlediğiniz suçların boyutunu bilseydim, bankadan çıkmanıza asla izin vermezdim."

Sophie, "Size söyledim," dedi. "Büyükbabamın öldürülmesiyle bizim

hiçbir ilgimiz yok!"

Vernet, Langdon'a baktı. "Ama radyoda sizin sadece Jacques Sauni-erc'in değil, diğer üç kişinin de katili olarak arandığınız iddia ediliyor."

"Ne!" Langdon hayretten ağzı açık kalmıştı. Üç cinayet daha mı? Sayının kendisi, onu baş şüpheli olması gerçeğinden daha fazla etkilemişti. Bunun tesadüf olma ihtimali yok gibi görünüyordu. Üç senechaıa mu? Langdon bakışlarını gül ağacı kutuya indirdi. Eğer senechaux ötdiirüldiiy-se, Sauniere'in başka şansı yoktu. Kilit taşım birine devretmesi gerekiyordu.

Vernet, "Ben sizi teslim ettiğimde bunu polis halleder," dedi. "Bankam bu işe gereğinden fazla karıştı."

Sophie, Vernet'yc baktı. "Bizi teslim etmeye niyetiniz olmadığı belli. Bizi bankaya geri götürmeliydiniz. Ama onun yerine buraya getirip, silah

çekiyorsunuz."

"Büyükbabanız beni bir sebepten ötürü seçti... mal varlıklarının güvende ve gizli kalması için. Bu kutunun içinde her ne varsa, onun polis soruşturmasında kataloga alınan bir delil parçası olmasını istemiyorum. Bay Langdon, kutuyu bana getirin."

Sophie başını iki yana salladı. "Yapma."

Patlayan mermi sesiyle, kurşun üstündeki duvarı deldi. Boş mermi kovanı yük kasasının zeminine düşerken, yankı sesi kamyonun arkasını

sallamıştı.

Kahretsin! Langdon olduğu yerde kaldı.

Artık Vernet kendinden daha emin bir tavırla konuşuyordu. "Bay Langdon, kutuyu alın."

Langdon kutuyu kaldırdı.

"Şimdi bana getirin." Vernet arka tamponun önünde durmuş, öne doğru uzattığı silahıyla içeri doğru nişan almıştı.

Langdon elinde kutuyla birlikte açık kapıya doğru yürüdü.

Bir şeyler yapmalıyım, diye düşündü Langdon. Tarikatın kilit 'taşını başkasına vermek üzereyim! Langdon kapıya doğru ilerlerken, yukarıda

234

Da Vinci Şifresi



durduğu daha da belirgin bir hal almıştı. Bu durumu avantaja çevirip çe-viremeyeceğini düşündü. Vernet silahını yukarı kaldırdığı halde, Langdon'in diz hizasına geliyordu. İyi bir tekme mesela? Ama ne yazık ki Langdon yaklaşınca tehlikeli durumu fark eden Vernet, geriye doğru adım atarak yaklaşık iki metre uzaklaştı. Veterince uzağa çekilmişti.

Vernet, "Kutuyu kapının yanına bırakın," diye emretti.

Başka seçenek göremeyen Langdon çömelerek, gül ağacı kutuyu kapının tam önüne bıraktı.

"Şimdi ayağa kalkın."

Langdon'ayağa kalkmaya hazırlanırken, kapı eşiğinin yanında duran boş ve küçük mermi kovanını görünce duraksadı.

"Ayağa kalkın ve kutudan uzaklasın."

Metal eşiğe bakan Langdon biraz daha duraksadı. Daha sonra ayağa kalktı. Bunu yaparken, kovanı dikkatle kapının alt eşiğindeki dar çıkıntıya ayağıyla iteledi. Tamamen ayağa kalkınca geriye adım attı.

"Arka duvara kadar gidip arkanızı dönün."

Langdon söylediğini yaptı.

Vernet kalbinin hızla çarptığını hissediyordu. Silahı sağ eliyle tutarken, sol elini tahta kutuya doğru uzattı. Kutunun fazlasıyla ağır olduğunu fark etmişti. İki elimi kullanmalıyım. Bakışlarını yeniden tutsaklarına çevirerek, riskleri hesapladı. Her ikisi de yük kasasının arka duvarında, en azından dört metre uzaktaydılar. Silahını aceleyle tamponun üstüne bırakarak, kutuyu iki eliyle kaldırdı ve yere bıraktı. Sonra silahını yeniden kavrayıp, kasanın içine doğrulttu. Esirleri kıpırdamamıştı.

Mükemmel. Şimdi geriye kapıları kapatıp kilitlemek kalıyordu. Kutuyu kısa bir süre için yerde bırakarak, ağ>r metal kapıyı tutup kapatmaya başladı. Kapıyı önünden aşırırken, itilmesi gereken sürgüyü tutmak için uzandı. Kapı gürültü çıkartarak kapanınca Vernet sürgüyü kavrayarak sola itti. Sürgü birkaç santim hareket ettikten sonra, beklenmedik bir şeye takılarak, karşı kola girmedi. Neler oluyor? Vernet yeniden itti ama sürgü kapanmıyordu. Mekanizma eşit hizada değildi. Kapı tam kapanmadı! Panikleyen Vernet kapıya yaslanarak sertçe itti ama yerinden kıpırdamıyordu. Bir şey engelliyor! Vernet kapıya omuz atmak için yan döndüğü sırada, kapı dışarı doğru aniden açılarak Vernet'nin suratına çarptı ve

235


Dan Brown

onu arkaüstü yere yapıştırdı. Burnu kırılmış ve acıyordu. Vernet elini yüzüne götürüp, burnundan akan kanı hissederken silahı elinden uçmuştu.

Robert Langdon yakınlarında bir yerlere atladığında Vernet ayağa kalkmaya çalıştı ama göremiyordu. Gözleri bulandı ve tekrar sırtüstü düştü. Sophie Neveu bağırıyordu. Birkaç dakika sonra Vernet üzerinde bir toz ve egzoz dumanı hissetti. Tekerleklerin çakıl taşlarını ezdiğini duyduğunda dik oturdu ve tam o anda kamyonun geniş dingil mesafesi yüzünden dönüşü tamamlayamadığını gördü. Duyulan ezilme sesiyle birlikte ön tampon bir ağaca çarpmıştı. Motordan hırıltılar geldi, ağaç eğildi. Sonunda yarısı yerde kalan ön tampon oldu. Zırhlı kamyon, ön tamponunu yerde sürükleyerek uzaklaştı. Kamyon asfalt yola ulaştığında, aracın farları geceyi aydınlatmıştı.

Vernet gözlerini yeniden kamyonu park ettiği yere çevirdi. Zayıf ay ışığında bile orada hiçbir şey kalmadığını görebiliyordu.

Tahta kutu gitmişti.

236


Da Vinci Şifnsi

50

Castel Gandolfo'dan ayrılan armasız Fiat sedan, Ablan Dağları'ndan aşağıdaki vadiye doğru kıvrılarak ilerliyordu. Arka koltukta oturan Pisko pos Aringarosa, kucağındaki evrak çantasının içinde bulunan bonoların ağırlığını hissederek gülümsedi. Öğretmen ile değiş tokuşu yapmasına m kadar zaman kaldığını merak ediyordu.



Yirmi milyon euro.

Kucağındaki para Aringarosa'ya bundan çok daha değerli bir güç satın alacaktı.

Araba Roma'ya geri dönerken Aringarosa bir kez daha Öğretmen'in kendisini neden henüz aramadığını düşündü. Cüppesinden cep telefonunu çıkararak, şebeke sinyalini kontrol etti. Hiç sinyal yoktu.

Dikiz aynasından ona bakan şoför, "Şebeke burada çekmiyor," dedi. "Yaklaşık beş dakika içinde dağdan inmiş oluruz, o zaman şebeke çekecektir."

'Teşekkür edenm." Aringarosa birden kaygılandı. Dağlarda çekmiyor mu? Belki de Öğretmen tüm bu süre boyunca kendisine ulaşmaya çalışmıştı. Belki de bir şeyler yanlış gitmişti.

Aringarosa hemen telefonunun sesli mesaj kutusunu kontrol etti. Hiçbir şey yoktu. Sonra yeniden Öğretmen'in asla kayıtlı bir mesaj bırakmayacağını fark etti; haberleşme konusunda muazzam tedbirler alan bir adamdı. Bu modern dünyada açıkça konuşmanın sakıncalarını Öğret-men'den daha iyi kimse bilemezdi. Sahip olduğu şaşırtıcı gizli bilgileri toplamasında elektronik dinleme cihazları büyük rol oynamıştı.

Bu yüzden sıkı önlemler alıvor.

İZİ


Dan Brown

Ne yazık ki Öğretmen'in ihtiyat tedbirleri arasında Aringarosa'ya herhangi bir çağrı numarası vermemesi de yer alıyordu. Öğretmen, ona, teması ben kuracağım, demişti. Bu yüzden telefonunu yanından ayırma. Şimdi telefonunun doğru çalışmadığını fark eden Aringarosa, Öğretmen'in sürekli arayıp cevap almamış olmasından korkuyordu.

Bir sorun olduğunu düşünecek.

Ya da bonoları alamadığımı sanacak.

Piskopos terlemeye başlamıştı.

Ya da daha kötüsü... parayı alıp kaçtığımı düşünecek!

Da Vinci Şifresi

51

238



Saatte altmış kilometre gibi düşük bir hızla ilerlediği halde, zırhlı kamyonun aşağı sarkan ön tamponu boş banliyö yoluna sürtünerek, motor kapağına kıvılcımlar saçıyordu.

Yoldan çıkmalıya, diye düşündü Langdon.

Nereye gittiklerini bile güçlükle görebiliyordu. Kamyonun işleyen tek farı ortasından kırılmıştı ve otoyolun kenarındaki ağaçlara çarpık bir ışık demeti yayıyordu. Bu "zırhlı kamyondaki" zırhların önde değil, sadece yük bölümünde bulunduğu belli oluyordu.

Yolcu koltuğunda oturan Sophie, kucağındaki gül ağacı kutuya boş gözlerle bakıyordu.

Langdon, "İyi misin?" diye sordu. Sophie sarsılmışa benziyordu. "Ona inanıyor musun?" "Diğer üç cinayet hakkında mı? Kesinlikle. Pek çok soruyu cevaplıyor... büyükbabanın kilit taşını çaresizce devretmeye çalışmasını ve Far-he'nin beni yakalama azmini."

"Hayır, Vernet'nin bankasını korumaya çalışmasından bahsediyordum."

Langdon, ona baktı. "Aslında ne olduğunu düşünüyorsun?" "Kilit taşını kendisinin almak istediğini."

Langdon bunu aklına bile getirmemişti. "Bu kutuda ne olduğunu nereden bilebilir ki?"


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə