Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə19/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   36

Acı cinayet gerçeği aklına yeniden geldiğinde, bu tatlı hatıra Sop-hie'yi hüzünlendirdi. Grand-pere gitti. Divanın altındaki kripteksi gözünde canlandırırken, Teabing'in onun nasıl açılacağını bilip bilmediğini merak etti. Hatta acaba ona sormalı mıyız? Büyükbabası son sözleriyle ona Robert Langdon'ı bulmasını tembihlemişti. Başka birini karıştırmaktan hiç bahsetmemişti. Robert'ın takdirine güvenmeye karar veren Sophie, saklanacak bir yere ihtiyacımız vardı, diye düşündü.

Arkalarından gelen bir ses, "Sir Robert," diye seslendi. "Bakıyorum bir bayanla seyahat ediyorsun."

Langdon ayağa kalktı. Sophie de peşinden dikildi. Ses, ikinci katın karanlıklarına kıvrılarak çıkan bir merdivenin tepesinden gelmişti. Basamakların en üstündeki kişi karanlıklar arasında hareket ederken sadece silueti seçiliyordu.

Gotik mimaride su oluklarını süsleyen ağzı açık insan ya da hayvan şeklindeki süslemeler.

253


Dan Brown

Langdon, "İyi geceler," diye seslendi. "Sir Leigh, size Sophie Ne-veu'yu takdim edeyim."

"Şeref duyarım." Teabing ışığa çıkmıştı.

"Bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim," diyen Sophie, artık adamın metal bacak süspansiyonları ve koltuk değneği kullandığını görebiliyordu. Her seferinde bir basamak iniyordu. "Hayli geç olduğunun farkındayım."

"O kadar geç ki hayatım, artık erken sayılır." Güldü. "Amerikalı mısınız?"

Sophie başını iki yana salladı. "Parisienne." "İngilizceniz fevkalade."

"Teşekkür ederim. Royal Holloway'de okudum." "Bu her şeyi açıklıyor." Teabing topallayarak aşağı iniyordu. "Belki Robert size Oxford yollarını aşındırdığımı söylemiştir." Langdon'a şeytani bir gülümsemeyle baktı. "Ama garanti olsun diye Harvard'a da başvurmuştum."

Basamakların sonuna inen ev sahibi, Sir Elton John'dan daha fazla şövalye gibi görünmüyordu. Şişman ve kırmızı yüzlü Sir Leigh Teabing'in kızıl gür saçları ve konuşurken parıldayan neşeli ela gözleri vardı. Pilili bir pantolonla, yeleğinin altına bol bir ipek gömlek giymişti. Bacağındaki alüminyum desteklere rağmen, bilinçli bir çaba göstererek değil de sanki gerçekten soylu olduğu için taşıdığı bir asalet vardı.

Teabing, Langdon'ın yanına giderek elini uzattı. "Robert, kilo vermişsin."

Langdon sırıttı. "Sen de almışsın."

Tombul göbeğine hafifçe vuran Teabing, bir kahkaha patlattı. "Touc-he. Son günlerdeki tek bedeni zevkim mutfak." Daha sonra Sophie'ye dönerek, elini yavaşça kaldırdı, başını hafifçe eğerek nefesini usulca parmaklarına verdi ve gözlerinin içine baktı. "Leydim."

Zamanda geçiş mi yaptığını yoksa tımarhaneye mi geldiğini kestiremeyen Sophie, Langdon'a baktı.

Kapıyı açan uşak, elinde çay tepsisiyle içeri girerek, şöminenin önündeki masaya yerleştirdi.

Teabing, "Bu Remy Legaludec," dedi. "Uşağım."

Zayıf uşak resmi bir baş hareketiyle yeniden odadan ayrıldı.

254


Da Vinci Şifresi

Teabing çaresiz bir hastalıktan bahsediyormuş gibi, "Remy Lyon'/«," dedi. "Ama çok güzel soslar yapıyor."

Langdon şaşırmışa benziyordu. "Ben İngiliz çalışanlar getirteceğini sanmıştım."

"Tanrı aşkına, hayır! Fransız vergi memurlarından sonra, isteyeceğim son kişi İngiliz bir aşçı." Sophie'ye baktı. "Özür dilerim, Mademoiselle Ne-veu. Fransızlara duyduğum hoşnutsuzluk, emin olun politikacılar ve futbolcularla sınırlı. Hükümetiniz paramı çalıyor ve futbol takımınız bizi küçük düşürdü."

Sophie, ona yumuşak bir ifadeyle gülümsedi.

Bir süre Sophie'ye bakan Teabing, daha sonra Langdon'a döndü. "Bir şeyler olmuş. Her ikiniz de sarsılmışa benziyorsunuz."

Langdon başını salladı. "Çok ilginç bir gece geçirdik Leigh."

"Hiç şüphem yok. Kâse'den bahsederek, gecenin bir yarısı haber vermeden kapıma geliyorsunuz. Söylesene, bu gerçekten Kâse'yle mi ilgili, yoksa gece yarısı beni ayağa kaldırabilecek tek şey olduğunu bildiğin için mi bu yalanı kullandın?"

Koltuğun altındaki kripteksi gözünde canlandıran Sophie, her ikisi de, diye düşündü.

Langdon, "Leigh," dedi. "Seninle Sion Tarikatı hakkında konuşmak istiyoruz."

Teabing'in gür kaşları yay gibi olmuştu. "Koruyucular. Demek gerçekten Kâse hakkındaymış. Bilgi getirdiğinizi söylememiş miydiniz? Yeni bir şeyler mi var Robert?"

"Olabilir. Pek emin değiliz. Önce senden bilgi edinebilirsek, belki fikrimiz daha iyi oluşur."

Teabing parmağını salladı. "Seni kurnaz Amerikalı. Karşılıklı bir oyun demek. Pekâlâ. Hizmetinizdeyim. Size ne anlatabilirim?"

Langdon içini çekti. "Bayan Neveu'ya Kutsal Kâse'nin gerçek tabiatını anlatma nezaketinde bulunursun diye düşünmüştüm."

Teabing şaşırmışa benziyordu. "Bilmiyor mu?"

Langdon başını salladı.

Teabing'in yüzündeki gülümseme gittikçe yayılıyordu. "Robert, bana hir bakire mi getirdin?"

255


Dan Brown

Sophie'ye kaçamak bir bakış atan Langdon yüzünü buruşturdu. "Bakire, Kâse hayranlarının, gerçek Kâse hikâyesini hiç duymayanlar için kullandıkları bir terimdir."

Teabing hevesle Sophie'ye döndü. "Ne kadar biliyorsun, hayatım?" .

Sophie çabucak Langdon'in.kendisine açıklamış olduklarının kısa bir özetini verdi... Sion Tarikatı, Tapınak Şövalyeleri, Sangreal Belgeleri ve pek çoklarının bir kadeh değil... çok daha güçlü bir şey olduğunu iddia ettiği Kutsal Kâse.

"Bu kadar mı?" Teabing, Langdon'a ayıplayan bir bakış fırlattı. "Robert, senin centilmen olduğunu sanıyordum. Onu en zevkli kısmından mahrum bırakmışsın!"

"Biliyorum, düşündüm de belki sen ve ben..." Langdon yakışıksız mecazın yeterince uzadığını fark etmişti.

Teabing ise çoktan Sophie'yi pırıltılı bakışlarının etkisi altına almıştı "Sen bir Kâse bakiresisin hayatım. Ve inan bana, ilk tecrübeni asla unutmayacaksın."

256


Da Vinci Şifresi

55

Divanda Langdon'in yanında oturan Sophie çayını içip küçük çörekleri yerken, kafeinle yemeğin verdiği keyfin tadını çıkarıyordu. Bacak destekleri taş şömine duvarına çarpan Sir Leigh Teabing, ateşin önünde aşağı yukarı yürüyordu.



Vaaz verir gibi bir sesle, "Kutsal Kâse," dedi. "İnsanların çoğu bana onun yerini sorar. Korkarım bu soruyu asla cevaplayamayacağım." Dönerek, bakışlarını doğruca Sophie'ye çevirdi. "Bununla birlikte... asıl. yerinde olan soru: Kutsal Kâse'nin ne olduğudur."

Sophie şimdi her iki erkek arkadaşında da akademik bir hava sezinliyordu.

Teabing, "Kâse'yi tam olarak anlayabilmek için," diye devam etti. "İlk önce İncil'i anlamalıyız. Yeni Ahit'i ne kadar iyi biliyorsun?"

Sophie omuzlarını silkti. "Pek fazla değil. Beni Leonardo da Vincrye tapan bir adam büyüttü."

Teabing hem şaşırmış, hem de memnun olmuş gibiydi. "Aydınlanmış bir ruh. Fevkalade. O halde Leonardo da Vinci'nin Kutsal Kâse sırrını saklayanlardan biri olduğunu biliyorsundur. Ve sanatında birtakım ipuçları verdiğini."

"Robert bana bu kadarını anlattı, evet."

"Peki Da Vinci'nin Yeni Ahit hakkındaki görüşlerini?"

"Hiç fikrim yok."

Odanın sonundaki kitaplığı gösterirken, Teabing'in gözleri neşeyle Parlamıştı. "Robert, rica etsem yapabilir misin acaba? En alt rafta. La s'oria di Leonardo."

257


F: 17

Dan Brown

Odanın karşı tarafına giden Langdon büyük bir sanat kitabı bularak yanlarına getirdi ve aralarındaki masaya bıraktı. Teabing kitabın yüzü Sophie'ye gelecek şekilde çevirdi ve ağır kapağı açarak, arka kapaktaki alıntılan gösterdi. Özellikle bir alıntıyı işaret eden Teabing, "Da Vin-ci'nin polemikler ve spekülasyonlar hakkındaki defterinden," dedi. "Sanırım bunun konumuzla ilgili olduğunu düşüneceksin."

Sophie kelimeleri okumaya başladı.

Pek çokları, aptal kalabalığı aldatarak, yanılsamalardan ve

sahte mucizelerden gelir elde etmiştir.

-LEONARDO DA VİNCİ

Başka bir alıntıyı işaret eden Teabing, "İşte bir başkası," dedi.

Kara cehalet bizi yanlış yola götürür.

Ey! Biçare ölümlüler, gözlerinizi açın!

-LEONARDO DA VİNCİ

Sophie ufak bir ürperti hissetti. "Da Vinci İncil'den mi bahsediyor?" Teabing başını salladı. "Leonardo'nun İncil hakkındaki hisleri, doğrudan Kutsal Kâse ile bağlantılıydı. Aslında Da Vinci gerçek Kâse'yi res-metmişti, sana biraz sonra göstereceğim, ama önce İncil'den bahsetmeliyiz." Teabing gülümsedi. "Ve İncil hakkında bilmen gereken her şeyi Katedral Meclisi üyesi ünlü Martyn Percy'den dinleyebiliriz." Teabing boğazını temizleyerek, "İncil cennetten faksla inmedi," dedi. "Affedersiniz, anlayamadım?"

"İncil, insan ürünüdür hayatım. Tanrı'nın gönderdiği bir şey değildir. İncil mucizevi bir şekilde göklerden inmedi. İnsanoğlu onu çalkantılı zamanların tarihini tutmak için var etti, sonra sayısız tercümelere çevrildi, eklemeler ve yenilemeler yapıldı. Gerçek tarih asla tam olarak bu kitapta anlatıldığı gibi değildi." "Peki."

"İsa Mesih, insanlara son derece tesir edebilen tarihi bir kişiliktir. Belki de dünyaya gelmiş en gizemli ve telkin yeteneği en güçlü liderdi-Vahiy alan bir Mesih olarak İsa kralları devirdi, milyonları peşinden sürükledi ve yeni felsefeler buldu. Kral Süleyman ve Kral Davut'un soyun-

258

Da Vinci Şifresi



dan geldiği için, Yahudi Krallığı tahtında hak iddia edebiliyordu. Bilindiği gibi. yaşamı, ülke çapındaki binlerce müridi tarafından kaleme alındı." Teabing çayından bir yudum aldıktan sonra, örtünün üstüne geri koydu. "Yeni Ahit için seksenden fazla İncil yazıldı, ama bunlardan birkaçı kabul edildi... Matta, Markos, Luka ve Yuhanna bunlardan bazıları." Sophie, "Hangi İndilerin kabul edileceğini kim belirledi?" Teabing, "Aha!" diyerek şevkle parladı. "Hıristiyanlık tarihinin cilvesi! Bugün bildiğimiz İncil, pagan Roma imparatoru büyük Constantine tarafından yazdırıldı."

Sophie, "Ben Constantine'in Hıristiyan olduğunu sanıyordum," dedi.

Teabing, "Hemen hemen," diye alay etti. "Karşı koyamayacağı ölüm döşeğinde vaftiz edilene kadar bir pagan olarak yaşadı. Constantine zamanında Roma'nın resmi dini güneşe tapınmaktı -Sol Invictus mezhebi ya da Yenilmez Güneş- ve Constantine başrahipti. Roma'da yeni bir dinin yayılması onun için talihsizlik olmuştu. İsa, Mesih'in çarmıha gerilmesinden üç yüz yıl sonra İsa müritleri katlanarak artıyordu. Hıristiyan-larla paganlar savaşmaya başlamışlardı ve anlaşmazlık o boyutlara gelmişti ki, Roma'yi ikiye bölmekle tehdit ediyordu. Constantine bir şeyler yapılması gerektiğine karar verdi. 325 yılında Roma'yı tek bir din altında birleştirmeye karar verdi. Hıristiyanlık."

Sophie şaşırmıştı. "Pagan bir imparator resmi din olarak neden Hıristiyanlığı seçsin?"

Teabing kıkırdadı. "Constantine çok iyi bir işadamıydı. Hıristiyanlığın yükselişe geçtiğini görebiliyordu, bu yüzden kazanacak ata oynadı. Tarihçiler hâlâ Constantine'in güneşe tapan paganları Hıristiyanlığa nasıl döndürdüğüne hayret ederler. Pagan sembollerini, tarihlerini ve ayinlerini büyüyen Hıristiyan geleneğine yerleştirerek, her iki tarafın da kabul edebileceği karma bir din yaratmıştı."

Langdon, "Büyücü değişikliği," dedi. "Hıristiyan sembollerinde pagan dinine ait izler inkâr edilemez. Mısırlıların güneş çemberleri Katolik azizlerin haleleri oldu. İsis'in mucizevi bir şekilde gebe kaldığı oğlu Ho-¦^s'u emzirdiğini resmeden harfler, Bakire Meryem'in Bebek İsa'yı emzirdiği modern sahnelere dönüştü. Ve Katolik ayinindeki tüm görsel unsurlar -piskoposluk tacı, sunak, ilahi okumak ve komünyon, 'Tann'yı ye-me> töreni- doğrudan eski pagan dinlerinden alındı."

259

Dan Brown



Teabing iniltili bir ses çıkardı. "Bir simgebilimcinin Hıristiyan ikonaları üzerine konuşmaya başlamasına izin vermeyeceksin. Hıristiyanlıktaki hiçbir şey orijinal değildir. Hıristiyanlık öncesi tanrı Mithra -Tann'nın Oğlu ve Dünya Işığı diye bilinir- 25 Aralık'ta doğmuştu, sonra bir taş mezara gömüldü ve üç gün sonra yeniden dirildi. Bu arada 25 Aralık aynı zamanda Osiris'in, Adonis'in ve Dionisos'un doğum günüdür. Krişna doğduğunda beraberinde altın, tütsü ve laden reçinesiyle gelmişti. Hıristiyanlığın kutsal günü bile paganlardan çalıntıdır." "Ne demek istiyorsunuz?"

Langdon, "Aslında," dedi. "Hıristiyanlıkta Yahudilerin Şabatı olan cumartesi günü kutsaldır ama Constantine, onu, paganların güneş kutlaması günüyle çakışması için değiştirmişti." Sırıtarak duraksadı. "Günümüzdeki kilise cemaatinin çoğu, pagan güneş tanrısının övüldüğü gün olduğunu bilmeden pazar -Sunday-n ayinlerine giderler."

Sophie'nin başı dönüyordu. "Tüm bunların Kâse'yle ilgisi var mı?" Teabing, "Oldukça," dedi. "Henüz bitmedi. Dinlerin harmanlandığı bu dönemde, Constantine'in yeni Hıristiyan geleneğini sağlamlaştırması gerekiyordu, bu yüzden Nikaia Konseyi diye bilinen ünlü bir ekümenik

toplantısı düzenledi."

Sophie bunu sadece İznik Amentüsü'nün*"' doğduğu yer olarak biliyordu.

Teabing, "Bu toplantıda," dedi. "Hıristiyanlık pek çok açıdan ele alınıp, oylama yapıldı... Paskalya tarihi, piskoposların rolleri, kutsal tören yönetimi ve elbette İsa'nın Tanrısallığı."

"Tam anlayamadım. Tanrısallığı mı?"

Teabing, "Hayatım," dedi. "Tarihin o anına kadar Mesih, müritleri tarafından ölümlü bir peygamber olarak kabul ediliyordu... büyük ve güçlü bir adam ama sonuçta bir insandı. Bir ölümlü."

"Tann'nın Oğlu değil yani?"

Teabing, "Doğru," dedi. "Mesih'in Tann'nın Oğlu olduğu Nikaia Kon-seyi'nde teklif edilmiş ve oylanmıştı."

'"' Güneş günü.

'¦"' İznik'te 325 yılında kurulan kilise meclisinin kararlaştırdığı Hıristiyanlık umdeleri.

260

Da Vinci Şifresi



"Durun biraz. İsa'nın Tanrısallığının oylama sonucu ortaya çıktığını mı söylüyorsunuz?"

Teabing, "Oybirliğiyle de denilebilir," diye ilave etti. "Yine de, İsa'ya Tanrısallık tanımak Roma İmparatorluğumla yeni Vatikan üssünü birleştirmekte önemli bir rol oynamıştı. Constantine, Mesih'i resmen Tann'nın Oğlu kabul etmekle İsa'yı insan dünyasının ötesinde var olan bir ilaha, gücüne karşı konulmaz bir varlığa dönüştürmüştü. Böylece paganların Hıristiyanlığa daha fazla karşı gelmelerini engellemekle beraber, artık İsa inananlarının kendilerini sadece kutsal bir kanal vasıtasıyla bağışlanmaları sağlanmış oldu... Katolik Roma Kilisesi."

Sophie kendisine bakınca, Langdon başını hafifçe sallayarak duyduklarını onayladı.

Teabing, "Her şey güçle ilgiliydi," diye devam etti. "İsa'nın Mesih olması kilise ile devletin işlemesi için elzemdi. Pek çok alim, kilisenin İsa'yı müritlerinden çaldığını, insanlığa getirdiği mesajı kaçırdığını, anlaşılmaz bir Tanrısallık perdesine sardığını ve kendi gücünü yaymak için onu kullandığını iddia eder. Bu konuda pek çok kitap yazdım."

"Sanırım dindar Hıristiyanlar bu yüzden size her gün nefret mektupları yolluyordur."

Teabing, "Bunu neden yapsınlar?" diye karşı geldi. "Eğitimli Hıristiyanların büyük çoğunluğu inandıkları dinin tarihini biliyorlar. İsa gerçekten büyük ve güçlü bir adamdı. Constantine'in el altından yürüttüğü politik manevralar İsa'nın hayatının ihtişamına gölge düşürmez. Kimse İsa'nın sahtekâr olduğunu söylemiyor ya da dünyayı etkisi altına alıp insanlara daha iyi hayatlar sunduğunu inkâr etmiyor. Tek söylediğimiz, Constantine'in İsa'nın nüfuzundan ve öneminden faydalandığı. Ve böyle yaparak, Hıristiyanlığı bugün bildiğimiz şekline soktu."

Sophie bakışlarını önünde duran sanat kitabına çevirdi. Açıp, Da Vinci'nin Kutsal Kâse resmini görmek için sabırsızlanıyordu.

Teabing daha hızlı konuşarak, "Düğüm burada," dedi. "Constantine Mesih'in statüsünü, ölümünden yaklaşık dört yüzyıl sonra yükselttiği için, halihazırda onun hayatını ölümlü bir adam olarak anlatan binlerce belge bulunuyordu. Constantine tarih kitaplarını yeniden yazmak için cesur bir hamle yapması gerektiğini biliyordu. İşte Hıristiyanlık tarihinin en büyük anı o zaman oluştu." Teabing gözlerini Sophie'ye dikerek durdu. "Consta-

261

Dan Brown



intine, İsa'nın insani özelliklerini anlatan kutsal kitapları lanetleyen ve onu tanrı gibi gösteren İndileri yücelten' yeni bir İncil yazılmasını istedi. Eski İndiler yasaklanmıştı, toplatılıp yakıldılar."

Langdon, "İlginç bir şey ekleyeyim," dedi. "Yasaklanmış İndileri Constantine'in yazdırdığına tercih edenler kâfir ilan ediliyordu. Kâfir -heretic- kelimesi tarihin bu döneminden gelir. Latincedeki haereticus kelimesi 'seçim' anlamına geliyordu. İsa'nın asıl tarihini 'seçenler', dünyanın

ilk kâfirleriydi."

Teabing, "Constantine'in ortadan kaldırmaya çalıştığı İndilerden bazılarının," dedi. "Günümüze kadar gelmesi tarihçiler için büyük bir şanstır. Lut Gölü Yazmaları, 1950'lerde Yahuda Çölü'nde Kurman Vadisi yakınlarındaki bir mağarada saklı bulundu. Ve tabii bir de 1945'te Nag Hamma-di'de bulunan Kıpti Yazmaları. Bu yazmalar gerçek Kâse hikâyesini anlatmakla kalmıyor, İsa'nın peygamberliğini insansı terimler içinde açıklıyordu. Elbette yanlış bilgilendirme geleneğini sürdüren Vatikan, bu yazmaların duyulmasını engellemek için elinden geleni yaptı. Neden yapmayacaklardı ki? Yazmalar, tarihi uyuşmazlıklarla uydurmasyonları gün ışığına çıkartarak, yeni İncil'in siyasi çıkarlar güden adamlar tarafından derlenip düzenlendiğini açıkça ortaya koyuyordu -İsa Mesih'i Tanrısallaştırarak, onun nüfuzunu kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak için kullanmışlardı."

Langdon, "Bununla birlikte," diye karşı geldi. "Modern kilisenin bu belgeleri saklamaya çalışma çabasının, yerleşmiş samimi bir İsa inancından kaynaklandığını unutmamak gerekir. Vatikan bu tezat yazmaların sahte ahitten başka bir şey olmadığına gerçekten inanan, dindar adamlarla doludur."

Teabing, Sophie'nin karşısındaki sandalyeye otururken kıkırdadı. "Gördüğün gibi profesörümüzün kalbi Roma'ya karşı benden daha yumuşak. Yine de, günümüz papazlarının bu belgelerin sahte olduğuna inandıkları konusunda haklı. Bu anlaşılır bir şey. Asırlarca Constantine İncili'nin gerçek olduğuna inandılar. Hiç kimse bir fikre, fikrin esaslarını aşılayandan daha fazla inanmaz."

Langdon, "Demek istiyor ki," dedi. "Atalarımızın tanrılarına taparız." Teabing, "Demek istiyorum ki," diye itiraz etti. "Atalarımızın bize İsa hakkında öğrettiği hemen her şey yanlış. Kutsal Kâse hikâyelerinde olduğu gibi."

262


Da Vinci Şifresi

Sophie bir kez daha önündeki Da Vinci alıntısına baktı. Kara cehalet bizi yanlış yola götürür. Ey! Biçare ölümlüler, gözünüzü açın!

Kitabı eline alan Teabing, ortasını açtı. "Ve son olarak, sana Da Vin-ci'nin Kutsal Kâse resmini göstermeden önce, şuna bir bakmanı istiyorum." Her iki sayfayı kaplayan renkli bir resim açmıştı. "Sanırım bu freski tanımışsındır."

Şaka yapıyor öyle değil mi? Sophie, tüm zamanların en ünlü freskine -Son Aksam Yemeği- Milano yakınlarındaki Santa Maria dele Grazie duvarındaki efsanevi Da Vinci resmine bakıyordu. Yıpranmış freskte, içlerinden birinin kendisine ihanet edeceğini açıkladığı sırada Mesih ile havarileri betimlenmişti. "Bu freski biliyorum, evet."

"O halde belki şu küçük oyunu benimle oynarsın. Gözlerini kapatabilir misin?"

Sophie tereddüt ederek gözlerini kapadı. Teabing, "Mesih nerede oturuyor?" diye sordu. "Ortada."

"Güzel. Peki o ve havarileri hangi yiyeceği kırıp yiyorlar?"

"Ekmek." Elbette.

"Muhteşem. Peki hangi içecek?"

"Şarap. Şarap içmişlerdi."

"Harika. Ve son soru. Masada kaç şarap bardağı var?"

Aldatmacalı bir soru olduğunu fark eden Sophie duraksadı. Ve yemekten sonra, Mesih şarap kadehini alarak havariyle paylaştı. "Bir bardak," dedi. "Kadeh." İsa'nın Kadehi. Kutsal Kâse. "Mesih tek bir şarap kadehini diğerlerine geçirmişti, komünyon törenlerinde günümüz Hıristiyanlarının yaptığı gibi."

Teabing içini çekti. "Gözlerini aç."

Sophie gözlerini açtı. Teabing kendinden memnun bir ifadeyle tebessüm ediyordu. Sophie başını eğip resme baktığında, İsa dahil, masadaki herkesin bir şarap bardağı olduğunu görünce şaşırmıştı. On üç bardak. Ayrıca bardaklar küçük, sapsız ve camdan yapılmışlardı. Resimde kadeh yoktu. Kutsal Kâse yoktu.

Teabing'in gözleri parladı. "Hem İncil'de, hem de Kâse efsanesinde bu an Kutsal Kâse'nin ortaya çıkış anı olarak anlatıldığı düşünüldüğünde

263


Dan Brown

biraz garip, sence de öyle değil mi? Herhalde Da Vinci İsa'nın Kadehi'ni çizmeyi unutmuş."

"Sanat alimleri bunun farkına mutlaka varmışlardır."

"Da Vinci'nin bu resimde, çoğu alimin görmediği veya görmezden gelmeyi yeğlediği anomalilerini duysan şaşarsın. Bu fresk aslında Kutsal Kâse gizeminin anahtarıdır. Da Vinci Son Akşam Yemeği'nde her şeyi gözler önüne sermiştir."

Sophie eseri hevesle inceledi. "Bu fresk bize Kâse'nin gerçekte ne olduğunu anlatıyor mu?" „,--

Teabing, "Ne olduğunu değil," diye fısıldadı. "Kim olduğunu. Kutsal Kâse bir nesne değildir. O aslında bir... kişidir."

264

Da Vinci Şifresi



56

Sophie uzunca bir süre Teabing'e baktıktan sonra Langdon'a döndü. "Kutsal Kâse bir insan mı?"

Langdon başını salladı. "Aslında bir kadın." Langdon, Sophie'nin yüzündeki boş ifadeden onun iyice koptuğunu anladı. İlk duyduğunda kendisi de benzer bir tepki vermişti. Kâse'nin ardındaki sembolik anlamı kavradıktan sonra kadın bağlantısı daha açık görülüyordu.

Teabing de aynı şekilde düşünüyordu. "Robert, belki de artık simge-bilimcinin açıklama yapma zamanı gelmiştir, ne dersin?" Yakındaki bir masadan aldığı kâğıdı Langdon'ın önüne koydu.

Langdon cebinden bir kalem çıkardı. "Sophie, çağdaş dişi ve erkek sembollerini biliyor musun?" Bilindik erkek sembolü (f ve dişi sembolünü ? çizdi.

Sophie, "Elbette," dedi.

Alçak bir sesle, "Bunlar," dedi. "Orijinal erkek ve dişi sembolleri değiller. Pek çokları erkek sembolünün kalkan ve mızraktan, dişi sembolünün ise güzelliği yansıtan bir aynadan geldiği yanılgısına düşer. Doğrusu semboller, tanrı gezegen Mars ve tanrıça gezegen Venüs için kullanılan eski astronomi sembollerinden gelir. İlk semboller çok daha basitti." Langdon kâğıda bir başka ikona çizdi.

Ona, "Bu sembol, erkek için çizilen orijinal ikonadır," dedi "Gelişmemiş bir penis."

Sophie, "Tam isabet," dedi.

265


Dan Brown

Teabing, "Sanki," diye ekledi.

Langdon devam etti. "Bu ikona bıçak ağzı olarak bilinir ve saldırganlıkla erkekliği temsil eder. Doğrusunu istersen bu penis sembolü günümüzdeki askeri üniformalarda rütbe nişanı olarak hâlâ kullanılıyor."

"Gerçekten." Teabing sırıtıyordu. "Ne kadar çok penisin varsa, rütben o kadar yüksektir. Erkekler erkektir."

Langdon yüzünü buruşturdu. "Devam edecek olursak, dişi sembolü tahmin edeceğin gibi tam tersidir." Kâğıda başka bir sembol çizdi. "Buna kadeh denilir."

Başını kaldırıp bakan Sophie şaşkın görünüyordu. Langdon onun bağlantıyı anladığını görebiliyordu. "Kadeh," dedi. "Bir kâseye ya da tasa benzer ya da daha önemlisi kadın rahmini andırır. Bu sembol dişilik, kadınlık ve doğurganlıkla ilgilidir." Langdon şimdi doğruca ona bakıyordu. "Sophie, efsane bize Kutsal Kâse'nin bir kadeh olduğunu söylüyor... bir tas. Ama Kâse'nin kadeh olarak tasvir edilmesi, Kutsal Kâse'nin asıl yapısını korumak için uydurulmuş bir alegoriydi. Yani, efsanede kadeh, çok daha önemli bir şeyin mecazı olarak kullanılıyor." Sophie, "Bir kadın," dedi.

"Kesinlikle." Langdon gülümsüyordu. "Kâse aslında eski bir kadınlık sembolüdür. Kutsal Kâse kutsal dişiyi ve elbette şimdi kilise tarafından tamamen yok edilmiş olan tanrıçayı temsil eder. Kadının gücü ve onun hayat verebilme yetisi bir zamanlar kutsaldı ama erkek egemen kilisenin yükselişine tehdit oluşturuyordu. Bu yüzden kutsal dişi şeytanlaştırıldı ve ona günahkâr dendi. Havva'nın elmayı yiyerek insan ırkını çöküşe uğrattığı 'ilk günah' kavramını yaratan Tanrı değil, insandı. Bir zamanlar hayat veren kutsal kadın artık düşman olmuştu."

Teabing, "Şunu eklemeliyim ki," dedi. "Kadının hayat vermesi kavramı ilk dinin temelini atmıştır. Çocuk doğumu mistik ve güçlü bir şeydi. Ne yazık ki Hıristiyan felsefesi biyolojik gerçeği görmezden gelerek kadının yaratıcı gücünü zimmetine geçirmiş ve Yaratıcı'yı erkek ilan etmiştir. Başlangıç'ta bize Havva'nın Adem'in kaburgasından yaratıldığı anlatılır.

266

Da Vinci Şifresi



Kadınlar erkeklerin bir yan ürünü olmuştu. Ve ayrıca günahkâr. Başlangıç, tanrıça için sonun başlangıcı olmuştu."


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə