Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə22/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   36

Sophie, "Sanırım haberleri tamamen dinlememişsiniz," dedi. "Büyükbabamın yanı sıra, bugün üç önemli Parisli daha öldürüldü. Hepsi birbiriyle bağlantılı gibi görünüyor."

Teabing'in ağzı açık kalmıştı. "Ve siz de onların şey olduğunu düşünüyorsunuz..."

Langdon, "Senechaux," dedi.

"Ama nasıl? Katilin Sion Tarikatı'nın en üst dört üyesinin birden kimliklerini öğrenmesi imkânsız! Bana bakın, ben onları yıllardır arıyorum ama hâlâ bir üyenin ismini bile bilmiyorum. Üç senechaıoc ile Büyük Üstat'ı bulup aynı gün içinde öldürdüklerine inanmak biraz zor."

Sophie, "Sanırım bilgiyi bir gün içinde edinmişler," dedi. "Kulağa, iyi planlanmış bir suikast gibi geliyor. Organize cinayet örgütleriyle mücadele etmek için kullandığımız bir tekniktir. DCPJ belirli bir gruba karşı harekete geçmek isterse, aylarca onları dinleyip gözetleriz, tüm başrol oyuncularını tespit eder ve hepsini aynı anda ele geçiririz. Çıban başını yakalamak. Lideri olmayan grup kargaşaya düşer ve diğer bilgileri açık verir. Birinin, en baştaki kişilerin kilit taşının yerini açıklayacağını uma- . rak tarikatı sabırla izlemesi ve sonra saldırmış olması muhtemel."

293

Dan Brown



1

Teabing ikna olmuşa benzemiyordu. "Ama kardeşler asla konuşmazlar. Gizlilik yeminleri var. Öleceklerini bilseler bile."

Langdon, "Kesinlikle," dedi. "Yani eğer sırrı asla açıklamadılar ve öl-

dürüldülerse..."

Teabing yutkundu. "O zaman kilit taşının yeri sonsuza dek kaybolacaktı!"

Langdon, "Ve beraberinde," dçdi. "Kutsal Kâse'nin yeri."

Langdon'ın ağzından çıkan kelimelerle Teabing'in vücudu adeta sallandı. Ardından daha fazla ayakta durmaya mecali yokmuş gibi, kendini -bir sandalyeye bırakıp, pencereden dışarı baktı.

Yanına giden Sophie yumuşak bir sesle konuşuyordu. "Büyükbabamın içinde bulunduğu durum gözönüne alınırsa, tamamen ümitsizlik içinde sırrı, kardeşliğin dışından birine geçirmeye çalıştığı düşünülebilir. Güvenebileceğini düşündüğü birine. Ailesinden birine."

Teabing'in benzi atmıştı. "Ama böyle bir saldırıyı yapabilecek kişi... kardeşlik hakkında bunca bilgiyi öğrenebilecek biri..." Durdu, farklı bir korku duymaya başlamıştı. "Tek bir gücün işi olabilir. Bu tip bir sızıntıyı ancak tarikatın en eski düşmanı yapabilir." Langdon başını kaldırdı. "Kilise." "Başka kim olabilir? Roma yüzyıllardır Kâse'yi arıyor." Sophie kuşku duyuyordu. "Büyükbabamı kilisenin öldürdüğünü mü

düşünüyorsunuz?"

Teabing, "Kilisenin kendisini korumak için tarihte işlediği ilk cinayet bu değil. Kutsal Kâse'nin beraberindeki belgeler çok tehlikeli ve kilise onları yıllardır yok etmek istiyor," diye yanıtladı.

Langdon, Teabing'in, bu belgeleri elde etmek için kilisenin insanları alenen öldürdüğü iddiasını kabullenmekte güçlük çekiyordu. Yeni Papa ve kardinallerin çoğu ile tanışmış olan Langdon, onların asla bir suikast planlamayacak, dinine derinden bağlı adamlar olduklarını biliyordu. Tehlikeler ne olursa olsun.

Sophie'nin de aklından benzer düşünceler geçiyor gibiydi. "Tarikat

üyelerinin kilise dışından biri tarafından öldürülmeleri olası değil mi?

Kâse'nin gerçekten ne olduğunu bilmeyen biri? Her şeyden önce İsa'nın

Kadehi çekici bir hazine. Hazine avcıları çok daha azı için bile cinayet iş-

' liyor."

294


Da Vinci Şifresi

Teabing, "Tecrübelerimden öğrendiğim kadarıyla," dedi. "İnsanlar ulaşmak istediklerini elde etmekten çok, korktuklarının başlarına gelmemesi için daha büyük tehlikeleri göze alırlar. Ben bu suikastta tarikata karşı ümitsiz bir saldırı sezinliyorum."

Langdon, "Leigh," dedi. "Önermede paradoks var. Katolik papazları, eğer bu belgelerin sahte olduklarına inanıyorlarsa, onları bulup yok etmek amacıyla neden tarikat üyelerini öldürsünler?"

Teabing kıkırdayarak güldü. "Harvard'ın fildişi kuleleri seni yumuşatmış Robert. Evet, Roma'daki papazların imanı çok kuvvetli ve bu yüzden inançları, kutsal saydıkları her şeye karşı çıkan bu belgeler de dahil olmak üzere, her türlü felakete karşı koyabilir. Ama ya dünyanın geri kalanı? Kesin itikat sahibi olmayanlara ne olacak? Dünyadaki zorbalıklara bakıp bugün Tanrı nerede diyenlere ne olacak? Kilise skandallarına bakıp kendi papazlarının çocuklara cinsel taciz yaptığını saklamak için yalan söyleyen bu adamlar kim oluyor da İsa hakkındaki gerçeği konuştuklarını iddia ediyor, diyenlere ne olacak?" Teabing durdu. "Bu insanlar Robert, bilim kilisenin İsa hikâyesinin yalan olduğunu ispatladığında, kendilerine anlatılan en büyük hikâyenin, tüm zamanların en çok satan hikâyesi olduğunu düşünecekler." Langdon cevap vermedi.

Teabing, "Belgeler ortaya çıkarsa sana ne olacağını söyleyeyim," dedi. "Vatikan iki bin yıllık tarihinde görülmemiş bir inanç kriziyle karşılaşacak."

Uzun bir sessizliğin ardından Sophie, "Ama bu saldırının sorumlusu kilise ise, neden şimdi harekete geçtiler? Neden bunca yıldan sonra? Tarikat Sangreal Belgeleri'ni saklı tutuyor. Kiliseye tehdit oluşturmuyorlar

ki."

Sıkıntıyla içini çeken Teabing, Langdon'a baktı. "Robert sanırım sen tarikatın son hamlesini biliyorsundur?"



Langdon düşündüğü anda nefesinin kesildiğini hissetti. "Biliyorum." Teabing, "Bayan Neveu," dedi. "Kilise ile tarikat arasında yıllardır sözlü bir anlaşma vardı. Kilise tarikata saldırmayacak, tarikat da Sangreal Belgeleri'ni gizli tutacaktı." Durdu. "Ama tarikat tarihinin bir bölümünde S]m açıklamak için yapılan bir plan hep vardır. Tarihteki o özel gün geldiğinde, kardeşlik sessizliği bozmayı ve Sangreal Belgeleri'ni dünyaya

295


Dan Brown

açıklayıp, İsa Mesih'in gerçek hikâyesini haykırarak en büyük zaferine ulaşmayı planlamıştır."

Sophie sessizce Teabing'e bakıyordu. Sonunda o da oturdu. "Ve siz bugünün yaklaştığını mı düşünüyorsunuz? Yani kilise bunu biliyor mu?"

Teabing, "Spekülasyon," dedi. "Ama çok geç olmadan belgeleri bulmak için kiliseyi saldırıya teşvik edebilecek bir olasılık."

Langdon, Teabing'in söylediklerinin akla yatkın olmasından huzur-suzlanmıştı. "Sence kilise gerçekten tarikatın gizli tarihini öğrenmiş olabilir mi?"

"Neden olmasın... eğer kilisenin tarikat üyelerinin kimliklerini öğrendiğini varsayabiliyorsak, o halde mutlaka planlarını da öğrenmiş olmalı. Kesin tarihi bilmeseler bile, batıl inançları onları bu yargıya götürmüş olabilir."

Sophie, "Batıl inançları mı?" diye sordu.

Teabing, "Kehanet," dedi. "Büyük bir değişiklik çağındayız. Yakın zaman önce bin yıl sona erdi ve onunla birlikte iki bin yıllık Balık Burcu Çağı da kapandı... aynı zamanda Mesih'in burcu. Herhangi bir astroloji simgebilimcisinin söyleyeceği gibi, Balık Burcu'na göre, insana ne yapması gerektiği yüksek makamlarca söylenmelidir, çünkü insan kendisi için neyin iyi olduğunu düşünme yeteneğine sahip değildir. Dolayısıyla hararetli bir din devri yaşanmıştır. Fakat şimdi, Kova Burcu Çağı'na giriyoruz, bu burca göre insan gerçeği öğrenecek ve kendi adına düşünme yeteneğine sahip olacaktır. Aradaki ideolojik değişim çok büyük ve gerçekleşmeye başladı."

Langdon ürperdiğini hissetti. Astrolojik kehanetler onun için hiçbir zaman ilginç ya da kayda değer olmamıştı ama kilisede yakın takipçileri olduğunu biliyordu. "Kilise bu geçiş dönemine Zamanın Sonu diyor." Sophie şüpheyle bakıyordu. "Dünyanın sonu gibi mi? Kıyamet mi?" Langdon, "Hayır," diye cevap verdi. "Bu ortak bir yanılgı. Pek çok dinde Zamanın Sonu'ndan bahsedilir. Bahsedilen dünyanın sonu değil, çağın sonudur, İsa'nın doğumuyla başlayan Balık Çağı iki bin yıl sürdü ve kapanan bin yılla sona erdi. Şimdi Kova Çağı'na geçtik, Zamanın Sonu

geldi."


Teabing, "Kâse tarihçilerinin çoğu," diye ekledi. 'Tarikat sahiden gerçeği açıklamayı planlıyorsa, tarihin bu anının sembolik açıdan uygun olaca-

296


Da Vinci Şifresi

ğma inanıyor. Çoğu tarikat uzmanı, ki bunlara ben de dahilim, kardeşliğin yapacağı açıklamanın yeni bin yılla çakışacağını tahmin ediyordu. Öyle olmadığı ortada. Kabul etmek gerekir ki, Roma takvimi astrolojik tarihlerle tam olarak uyuşmaz, bu yüzden kehanette bazı karanlık alanlar var. Kilise kesin tarihin yaklaştığını içerden mi haber aldı yoksa astrolojik kehanet yüzünden endişeye mi kapıldı bilemiyorum. Zaten hiç önemli değil. Her iki senaryo da kilisenin kendini müdafaa etmek için tarikata karşı saldırıya geçmesinin nedenini açıklıyor." Teabing kaşlarını çattı. "Ve inan bana, eğer kilise Kutsal Kâse'yi bulursa onu yok edecek. Beraberinde belgeleri ve Magdalah Meryem'in kalıntılarını." Gözleri yaşarmıştı. "İşte o zaman hayatım, yok olan Sangreal Belgeleri'yle birlikte tüm kayıtlar kaybolacak. Kilise binlerce yıllık tarihi yeniden yazmak savaşını kazanmış olacak. Geçmiş sonsuza dek silinecek."

Sophie yavaşça haç şeklindeki anahtarı süveterinin cebinden çıkararak Teabing'e uzattı.

Anahtarı eline alan Teabing, dikkatle baktı. "Aman Tanrım. Tarikat mührü. Bunu nereden buldunuz?"

"Bu gece büyükbabam ölmeden önce bana verdi."

Teabing parmaklarını haçın üstünde gezdirdi. "Bir kilise anahtarı mı?"

Sophie derin bir nefes aldı. "Bu anahtar kilit taşına ulaşmaya yarıyor."

Teabing yüzündeki inanmayan ifadeyle başını aniden yukarı kaldırdı. "İmkânsız! Hangi kiliseyi atlamış olabilirim? Fransa'daki bütün kiliseleri aradım!"

Sophie, "Kilisede değildi," dedi. "Bir İsviçre emanet bankasındaydı." Teabing'in heyecanlı görüntüsü kaybolmuştu. "Kilit taşı bir bankada mıydı?"

Langdon, "Kasa," diye düzeltti.

"Bir banka kasası mı?" Teabing başını hızla iki yana salladı. "Bu imkânsız. Kilit taşının gül işareti altında saklı olması gerekiyordu."

Langdon, "Öyle," dedi. "Beş yapraklı gül kabartmalı gül ağacından bir kutunun içinde saklıydı."

Teabing iyice afallamıştı. "Siz kilit taşını gördünüz mü?"

Sophie başını salladı. "Bankaya gittik."

297

Dan Brown



Gözleri korkuyla dolan Teabing yanlarına yaklaştı. "Dostlarım, bir şeyler yapmalıyız. Kilit taşı tehlikede! Onu korumak bizim görevimiz. Peki ya başka anahtarlar varsa? Mesela öldürülen senechaux'larda? Eğer kilise de sizin yaptığınız gibi bankaya girebilirse..."

Sophie, "O zaman çok geç kalmış olurlar," dedi. "Kilit taşını biz aldık."

"Ne! Kilit taşını saklandığı yerden çıkardınız mı?"

Langdon, "Endişelenme," dedi. "Kilit taşı iyi bir yerde saklı."

"Umarım, fazlasıyla iyi bir yerdedir!"

Kendini tutamadan sırıtan Langdon, "Aslında," dedi. "Koltuğunun altındaki tozlan hangi sıklıkta temizlediğine bağlı."

Chateau Villette'in dışında esen rüzgâr artmış ve pencerenin yanına emekleyerek yaklaşan Silas'ın cüppesini havalandırmıştı. Konuşulanların çoğunu duyamadığı halde, kilit taşı kelimesi pek çok kez camdan dışarı sızmıştı.

İçeride.


Öğretmen'in sözleri kelimesi kelimesine aklındaydı. Chateau Villet-

te'ye gir. Kilit taşını al. Kimseye zarar verme.

Şimdi Langdon ile diğerleri aniden başka bir odaya geçerek, çalışma odasının ışıklarını söndürmüşlerdi. Silas avına yaklaşan bir panter gibi cam kapıya doğru sürünerek ilerledi. Kilitli olmadıklarını görünce içeri girerek, kapıları arkasından sessizce kapattı. Diğer odadan gelen boğuk sesleri duyabiliyordu. Silahı cebinden çıkaran Silas emniyeti açtı ve koridorda ilerlemeye başladı.

Da Vinci Şifresi

298

63

Teğmen Collet, Leigh Teabing'in garaj yolunun başında tek başına durmuş, heybetli eve bakıyordu. Issız. Karanlık. Saklanmak için iyi bir yer. Collet yarım düzine adamının sessizce çitlerin etrafını sardığını gördü. Üzerinden aşıp, evi birkaç dakika içinde kuşatabilirlerdi. Langdon, Collet'nin adamlarının ani baskın yapması için daha uygun bir yer seçemezdi.



Sonunda telefonu çaldığında, Collet, Fache'yi kendisi aramak üzereydi.

Fache, gelişmelerden Collet'nin tahmin ettiği kadar memnun değildi. "Neden kimse bana Langdon'm yerini tespit ettiğimizi söylemedi?"

'Telefonda görüşüyordunuz ve..."

"Tam olarak neredesin Teğmen Collet?"

Collet, ona adresi verdi. "Arazi, Teabing isimli bir İngilize ait. Langdon buraya gelmek için hatırı sayılır bir yol kat etmiş, araç güvenlik kapısının ardında. İçeriye zorla girildiğine dair bir belirti yok, yani Langdon ev sahibini tanıyor olabilir."

Fache, "Geliyorum," dedi. "Yerinizden ayrılmayın. Bu meseleyle şahsen ilgileneceğim."

Collet'nin ağzı bir karış açık kaldı. "Ama yüzbaşım, yirmi dakika uzaktasınız! Hemen harekete geçmemiz gerekli. Onu köşeye sıkıştırdım. Toplam sekiz adamım var. Dördü tüfekli, diğerlerinin tabancası var."

"Beni bekleyin."

"Yüzbaşım, ya içerde Langdon birini rehin almışsa? Ya bizi görüp yaya kaçmaya karar verirse? Şimdi harekete geçmemiz gerek! Adamlarım pozisyonlarını aldı ve hazır bekliyorlar."

"Teğmen Collet, harekete geçmek için benim gelmemi bekleyeceksiniz. Bu bir emirdir." Fache telefonu kapatmıştı.

299

Dan Brown



Hayret içindeki Teğmen Collet, telefonunu kapattı. Fache ne diye beklememi istiyor? Collet cevabı biliyordu. Sezilerinin kuvvetli olmasıyla ün yapmasına rağmen, Fache gururuna fazlasıyla düşkün biriydi. Fache tutuklama vesilesiyle itibannı artırmak istiyor. Televizyonlarda Amerikalı kadar kendi yüzünün de gösterilmesini istiyordu. Patron gelip günü kurtarana kadar Collet'nin vazifesi kaleyi kollamaktı.

Beklerken, Fache'nin gecikmesinin başka bir nedeni aklına geldi. Hasar kontrolü. Emniyet teşkilatında, bir kaçağın tutuklanması sadece bir nedenden ötürü geciktirilirdi, şüphelinin suçundan emin olmadıkları zamanlarda. Fache, Langdon'ın aradığımız adam olmadığından mı şüpheleniyor? Bu düşünce korkutucuydu. Yüzbaşı Fache, Langdon'ı tutuklamak için o gece herkesi seferber etmişti... Interpol bile cinayet zanlısını arıyordu. Ayrıca Fransız televizyonunda tanınmış bir Amerikalıyı cinayet suçuyla haksız yere yargılarsa, bu işin siyasi sonuçlarından Bezu Fache bile kurtulamazdı. Eğer Fache şimdi bir hata yaptığını fark etmişse, Collet'ye harekete geçmemesini söylemesi mantıklı olurdu. Fache'nin ihtiyaç duyacağı son şey Collet'nin masum bir İngilizin özel mülküne yıldırım baskını yaparak Langdon'ı silah zoruyla almasıydı.

Collet bununla birlikte, Langdon'ın masum olmasının davadaki en garip paradokslardan birini açıkladığını fark ediyordu: Kurbanın torunu Sophie Neveu, neden katil zanlısına yardım etmişti? Langdon'ın haksız yere suçlandığını bilmediği müddetçe tabii. Fache bu gece Sophie'nin tuhaf tutumunu açıklamak için tüm açıklamaları düşünmüştü. Bunlara, Sauniere'in tek vârisi olan Sophie'nin gizli âşığı Robert Langdon'ı miras parası için büyükbabasını öldürmeye ikna etmiş olması da vardı. Sauniere bundan şüphe-lendiyse, polise P. S. Robert Langdon'ı bul, diye bir mesaj bırakmış olabilirdi. Collet işin içinde başka bir iş olduğundan emindi. Sophie Neveu, böylesine alçak bir işe karışmayacak kadar güvenilir biriydi.

"Teğmenim?" Ajanlardan biri koşarak yanına geldi. "Bir araba bulduk." Collet, ajanın peşinden garaj yolunun yaklaşık elli metre arkasına yürüdü. Ajan, yolun karşı tarafındaki geniş banketi işaret etti. Orada, çalılıklar arasında siyah bir Audi, neredeyse görünmeyecek biçimde park edilmişti. Kiralık araba plakası vardı. Collet kaportayı tuttu. İsı hâlâ hissediliyordu. Hatta sıcaktı.

Collet, "Langdon bununla gelmiş olmalı," dedi. "Araba kiralama şirketini arayın. Çalınmış mı öğrenin."

300


Da Vinci Şifresi

"Peki efendim."

Parmaklıkların bulunduğu taraftan bir başka ajan, Collet'ye seslendi. 'Teğmenim, şuna bir bakar mısınız?" Collet'ye bir çift gece görüş gözlüğü uzattı. "Garaj yolunun bitimindeki koruluğa bakın."

Collet gözlüğü tepeye doğru kaldırdı ve görüş ayarlarıyla oynadı. Yeşilimsi şekiller yavaşça belirginleşmeye başlamıştı. Garaj yolundaki virajdan başlayarak, yukarı doğru takip etti ve korunun olduğu yerde durdu. Bakakalmıştı. Orada, ağaçların arasında zırhlı bir kamyon duruyordu. Collet'nin o gece Zürih Emanet Bankası'ndan ayrılmasına izin verdiği kamyonun aynıydı. Bunun bir çeşit garip rastlantı olmasını diliyor, ama olmadığını biliyordu.

Ajan, "Her şey ortada," dedi. "Langdon ile Neveu bankadan bu kamyonla kaçmışlar."

Collet'nin sesi kesilmişti. Barikatta durdurduğu zırhlı kamyonun şoförünü düşündü. Rolcx. Gitmek için sabırsızlanması. Yük kasasını kontrol etmedim.

Collet bankadan birinin Langdon ile Sophie'nin bulunduğu yer hakkında yalan söyleyip, kaçmalarına yardımcı olduğunu fark etmişti. Ama kim? Ve neden? Belki de Fache, bu yüzden Collet'nin henüz harekete geçmesini istemiyordu. Belki de Fache bu akşamki olaya Langdon ile Sophie'den daha fazla kişinin karıştığını düşünüyordu. Peki Langdon ve Sophie zırhlı kamyonla geldiyse, siyah Audi'yle kim geldi?

Yüzlerce kilometre güneyde, kiralık bir Beechcraft Baron 58 Tiren Denizi üstünden kuzeye doğru uçuyordu. Gökyüzü sakin olduğu halde, her an midesinin bulanabileceğini hisseden Piskopos Aringarosa, elinde koltuğun arkasındaki torbayla hazır bekliyordu. Paris'le yaptığı görüşmenin beklediği telefonla ilgisi yoktu.

Küçük kabinde tek başına oturan Aringarosa, parmağındaki altın yüzüğü döndürdü ve duyduğu korku ve ümitsizlik hislerini bastırmaya çalıştı. Paris'te her şey ters gitti. Gözlerini kapayan Aringarosa, Bezu Fache'nin durumu düzeltebilmesi için bir dua okudu.

301


Dan Brown

64

Divanda oturan Teabing, kucağındaki tahta kutuyu bebek beşiği gibi tutarken, kapaktaki özenle işlenmiş gül kabartmasına hayranlıkla bakıyordu. Bu gece hayatımın en tuhaf ve en sihirli gecesi oldu.



Teabing'in başında, Langdon ile yan yana duran Sophie, "Kapağı

açın," diye fısıldadı.

Teabing gülümsedi. Bana acele ettirme. Kilit taşını arayarak geçirdiği yıllardan sonra, bu anın her salisesinin tadını çıkartmak istiyordu. Avucu-nu tahta kapağın üstünde gezdirirken, kabartmalı çiçeğin dokusunu hissediyordu.

"Gül," diye fısıldadı. Gül, Magdalalıdır, Kutsal Kâse'dir. Gül, yolu gösteren pusuladır. Teabing kendini sersemlemiş gibi hissediyordu. Kilit taşını aradığı yıllar boyunca, Fransa'daki tüm kiliselerin ve katedrallerin gizli geçitlerine, gül pencerelerin altındaki yüzlerce kemere bakmıştı. La def de voûte... Gül işaretinin altındaki taş anahtar.

Teabing yavaşça kapağın kilidini açarak, kaldırdı. Bakışları sonunda kutunun içindekiyle karşılaştığı anda, bunun kilit taşı olabileceğini anlamıştı. Birbiriyle bağlantılı döner harflerle bezenmiş taş bir silindire bakıyordu. Gördüğü nesne ona şaşırtıcı derecede tanıdık

geliyordu.

Sophie, "Da Vinci'nin günlüklerine bakarak tasarlandı," dedi. "Büyükbabamın hobisi bunları yapmaktı."

Elbette, diye düşündü Teabing. Eskizlerini ve taslaklarını görmüştü. Kutsal Kâse'ye götüren anahtar bu taşın altında yatıyor. Teabing nazikçe tuttuğu ağır kripteksi kutudan kaldırdı. Silindirin nasıl açılacağına dair en ufak fikri olmamasına rağmen, kendi kaderinin içinde durduğunu hissc-

302

Da Vinci Şifresi



diyordu. Ümitsizliğe kapıldığı anlarda Teabing hayatını adadığı bu arayışın ödüllendirilip ödüllendirilmeyeceğini sorgulamıştı. Artık bu şüpheler _ sona ermişti. Eski kelimeleri duyabiliyordu... Kâse efsanesinin doğuşunu:

Vous ne trouvez pas le Saint-Graal, c'est le Saint-Graal qııi vous tro-uve.

Kâse'yi sen bulamazsan, Kâse seni bulur.

Ve bu gece inanılmaz bir şekilde, Kutsal Kâse'yi bulmak için gerekli olan anahtar, ön kapısından içeri girmişti.

Sophie ile Teabing kriptcks ile oturup, sirkeden, harflerden ve şifrenin ne olabileceğinden bahsederlerken, Langdon gül ağacı kutuya daha iyi bakabilmek için, odanın arka tarafındaki aydınlık bir masaya götürdü. Teabing'in az önce söylediği sözler, Langdon'ın zihninde tekrarlıyordu.

Kâse'nin anahtarı gül işaretinin altında gizli.

Langdon kutuyu ışığa tutarak, gül kabartmasını inceledi. Ahşap işleri ve kabartmalı mobilyalar sanattaki uzmanlık alanına girmese de, Madrid yakınlarındaki İspanyol manastırının mozaik kaplı ünlü tavanının, yapımından üç yüzyıl sonra dökülerek, keşişler tarafından alttaki sıvaya yazılan kutsal metinleri açığa çıkarttığını hatırlıyordu.

Langdon güle bir kez daha baktı.

Gülün altında.

Sub Rosa.

Sır.

Koridorda duyduğu bir çarpma sesi Langdon'ın arkasını dönmesine neden oldu. Teabing'in uşağı geçmiş olmalıydı. Langdon yeniden kutuya döndü. Gülü çıkarıp çıkaramayacağını düşünürken parmaklarını kabartmanın kenarlarında gezdiriyordu, ama işçilik mükemmeldi. Gül işlemesiyle, üzerine yerleştirildiği içi oyulmuş katman arasına keskin bir bıçak sokabileceğini düşündü.



Kutuyu açarak, kapağın içini inceledi. Girinti çıkıntısı yoktu. Kutunun pozisyonunu değiştirdiğinde ışık, kapağın altında ve tam ortasında küçük deliğe benzeyen bir şeyi aydınlatmıştı. Langdon kapağı kapatarak, kabartmalı sembolü üst tarafından inceledi. Delik yoktu.

İçinden geçmiyor.

303

Dan Brown



Kutuyu masanın üstünde bırakarak, gözleriyle odayı aradı ve ataşla tutturulmuş bir kâğıt destesi gördü. Atası alarak kutunun yanma gitti. Kapağı açıp, deliği yeniden inceledi. Atası düzleştirip bir ucunu dikkatle delikten içeri soktu. Nazikçe itti. Fazla kuvvet harcamasına gerek kalmamıştı. Masanın üstüne düşen bir şeyin sesini duymuştu. Bakmak için kapağı kapattı. Yapboz parçalarına benzeyen küçük bir tahta parçasıydı. Tahta gül kapaktan çıkarak, masanın üstüne düşmüştü.

Sesi soluğu kesilen Langdon, kapakta gülün çıktığı noktaya bakıyordu. Oraya, kusursuz bir el tarafından, daha önce hiç görmediği bir dilde dört satırlık bir metin kazınmıştı.

Sami dili karakterlerine benziyor, diye düşündü Langdon ama lisanı

tanıyamadım.

Arkasında hissettiği ani bir hareket dikkatini çekmişti. Başına yediği apansız bir darbe onu dizlerinin üstüne yuvarlamıştı.

Yere düşerken, silah tutan, soluk bir hayaletin etrafında dolaştığını gördüğünü sandı. Ardından her taraf simsiyah oldu.

304

Da Vinci Şifresi



65

Sophie Neveu emniyet teşkilatında çalıştığı halde o geceye kadar kendisine hiç silah doğrultulmamıştı. Şimdi bakmakta olduğu silah, uzun beyaz saçlı, devasa bir Albino'nun soluk elinde duruyordu. Ürkütücü kırmızı gözlerle Sophie'ye bakıyordu. Üzerine giydiği yün cüppe ve belindeki ip kuşakla, ortaçağdan kalma papazları andırıyordu. Sophie, adamın kim olduğu konusunda tahmin yürütemediği halde Teabing'in, işin arkasında kilisenin yer aldığı hakkındaki şüphelerine saygı duymaya başlamıştı.

Keşiş boğuk sesiyle, "Ne için geldiğimi biliyorsunuz," Jedi.

Sophie ile Teabing, saldırganın isteği üzere kollarını havaya kaldırmış bir halde divanda oturuyorlardı. Langdon inleyerek yerde yatıyordu. Keşiş gözlerini derhal Teabing'in kucağındaki kilit taşına çevirdi.

Teabing'in meydan okuyan bir sesi vardı. "Bunu açamazsın."

Silahını bir Sophie'ye bir Teabing'e çeviren keşiş, biraz daha yaklaşarak, "Öğretmen'im çok akıllıdır," diye cevap verdi.

Sophie, Teabing'in uşağının nerede olduğunu merak ediyordu. Robert'in düştüğünü duymadı mı?

Teabing, "Öğretmen'in kim?" diye sordu. "Belki sorunu parayla çözebiliriz."

"Kâse'ye paha biçilemez." Biraz daha yaklaştı.

Teabing, keşişin bacağından akan kanın toplandığı bileğini göstererek, sakin bir tonla, "Kanaman var," dedi. "Ve topallıyorsun."

Teabing'in yanı başında duran metal koltuk değneklerini gösteren keşiş, "Senin gibi," diye yanıtladı. "Şimdi kilit taşını bana ver."

Teabing şaşkın bir sesle, "Sen kilit taşını biliyor musun?" diye sordu.

305

F:20


Dan Brown

"Benim ne bildiğimi boş ver. Şimdi yavaşça ayağa kalk ve onu bana ver."

"Ayağa kalkmakta güçlük çekiyorum."

"Çok iyi. Kimsenin ani hareket yapmamasını tercih ederim."

Teabing sağ eliyle koltuk değneklerinden birini, sol eliyle kilit taşını tuttu. Ağır silindiri sol eliyle taşırken yalpalayarak ayağa kalktı ve sonra ' sağ koltuk değneğinin üzerine doğru eğildi.

Keşiş doğrudan Teabing'in başına doğru tuttuğu tabancasıyla ona otuz santim kadar yaklaştı. Keşiş silindire doğru uzanırken, Sophie kendini son derece çaresiz hissediyordu.

Teabing, "Başaramayacaksın," dedi. "Bu taşı ancak uygun kişi açabilir."


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə