Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə24/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   36

"Telif hakkımdan kesersin Jonas. Sauniere sonra sana geri döndü

mü? Çalışmayı beğenmiş mi?"

"Bilmiyorum. Henüz beni aramadı."

"Şey, sen uykuna devam et. Şimdi kapatmam gerek ama bu çok şeyi açıkladı. Teşekkürler."

"Robert..."

Ama Langdon telefonu kapatmıştı.

İnanamayan bir edayla kafasını sallayan Faukman telefonu yerine koydu. Yazarlar, diye düşündü. Akıllıları bile kaçık.

Leigh Teabing, Range Rover'da nahoş bir kahkaha attı. "Robert, gizli bir cemiyeti araştıran bir araştırma yazıyorsun ve editörün kopyasını bu gizli cemiyete gönderiyor, öyle mi?"

Langdon koltuğuna gömüldü. "Öyle görünüyor."

"Kötü bir tesadüf dostum."

Langdon bunun tesadüfle alakası olmadığım biliyordu. Jacques Sauni-ere'den tanrıça tarihi hakkındaki bir çalışmayı onaylamasını istemek, golf hakkında yazılmış bir kitabı Tiger Woods'a sormak gibiydi. Ayrıca tanrı-

320


Da Vinci Şifresi

ça tapınmasıyla ilgili herhangi bir kitapta Sion Tarikatı'ndan bahsedileceği neredeyse garanti gibiydi.

Hâlâ kıkırdamakta olan Teabing, "İşte bir milyon dolarlık soru," dedi. 'Tarikat hakkındaki görüşlerin olumlu muydu, olumsuz mu?"

Langdon, Teabing'in asıl sormak istediğini anlayabiliyordu. Pek çok tarihçi, tarikatın Sangreal Belgeleri'ni neden hâlâ gizli tuttuğunu sorgulu-yordu. Bazıları bilginin dünyayla çoktan paylaşıldığına inanıyordu. "Ben tarikatın tutumu hakkında yorum yapmadım." "Yani görmezden geldin."

Langdon omuzlarını silkti. Teabing'in belgelerin halka açıklanması gerektiğine inandığı belli oluyordu. "Ben kardeşlik tarihini yazdım ve onları tanrıçaya tapınan modern bir cemiyet, Kâse koruyucuları ve eski belgelerin bekçileri diye anlattım."

Sophie, ona baktı. "Kilit taşından bahsettin mi?" Langdon yüzünü buruşturdu. Bahsetmişti. Pek çok kez. "Ben bahsedilen kilit taşından, tarikatın Sangreal Belgeleri'ni korumak için yapacaklarına bir örnek olarak bahsettim."

Sophie şaşırmış görünüyordu. "Sanırım P. S. Robert Langdon'ı bul. böylece açıklanmış oluyor."

Langdon, Sauniere'in ilgisini asıl çekenin araştırmada yazan başka bir şey olduğunu hissediyordu ama bu konuyu Sophie'yle yalnız kaldığında tartışabilirdi.

Sophie, "Demek," dedi. "Yüzbaşı Fache'ye yalan söyledin."

Langdon, "Ne?" diye sordu.

"Ona büyükbabamla hiç karşılaşmadığını söylemiştin."

"Karşılaşmadım. Çalışmamı editörüm göndermiş."

"Düşün Robert. Yüzbaşı Fache, editörünün gönderdiği zarfı bulma-dıysa, onu senin gönderdiğin sonucuna varmıştır." Durdu. "Ya da daha kötüsü, elden verdiğini ve yalan söylediğini düşünmüştür."

Le Bourget Havaalanı'na vardıklarında Remy Range Rover'ı pistin sonundaki küçük bir hangara doğru sürdü. Onlar yaklaşırken haki renkli Pantolon giyen dağınık saçlı bir adam hangardan dışarı koşturarak el salladı ve oluklu dev metal kapıyı açarak, içerideki beyaz jet uçağını gözler °nüne serdi.

321

F:21


ban Brown

Langdon parıldayan uçak gövdesine baktı. "Elizabeth bu mu?"

Teabing sırıttı. "Kör olası Manş'ı bile geçer."

Farlar yüzünden gözlerini kırpıştıran nakili adam onlara yaklaştı. İngiliz aksanıyla, "Neredeyse hazır efendim," diye seslendi. "Gecikme için özür dilerim ama beni hazırlıksız yakaladınız ve..." Arabadakiler inmeye başlayınca lafı kısa kesti. Sophie ile Langdon'a baktıktan sonra Teabing'e

döndü.

Teabing, "Ortaklarımla Londra'da acil bir işimiz var. Kaybedecek vaktimiz yok. Lütfen hemen kalkışa hazırlan." Teabing konuşurken silahı arabadan alıp, Langdon'a uzattı.



Tabancayı gören pilotun gözleri yuvalarından fırladı. Teabing'in yanma giderek, "Efendim, affedin ama diplomatik uçuş iznime göre sadece sizi ve uşağınızı götürebilirim, misafirlerinizi alamam," dedi.

Teabing sıcak bir tebessümle, "Richard," dedi. "İki bin sterlin ve bu dolu tabanca misafirlerimi götürebileceğini söylüyor." Range Rover'ı gösterdi. "Ve arkadaki talihsiz herifi."

322

Da Vinci Şifirsi



69

Hawker 731'in Garrett TFE-731 ikiz motorları gürleyerek, uçağı muazzam bir kuvvetle havalandırmıştı. Pencerenin dışındaki Le Bourget Havaalanı şaşırtıcı bir süratle geride kalıyordu.

Vücudu deri koltuğunda gücün etkisiyle geriye giden Sophie, ülkeden kaçıyorum, diye düşündü. O ana kadar, Fache ile oynadığı kedi fare oyununun bir şekilde Savunma Bakanlığı'na açıklanabilir olduğuna inanmıştı. Masum bir adamı korumaya çalışıyordum. Büyükbabamın ölmeden önceki son isteğini yerine getirmeye çalışıyordum. Sophie bu fırsat kapısının artık kapandığını biliyordu. Aranan bir adamın yanında, haber vermeden ve bağlı bir rehineyle ülkeden ayrılıyordu. Eğer bir "mantık sınırı" varsa, o sınırı aşmıştı. Hem de ses hızında.

Sophie kabinin ön kısmında -kapıdaki altın madalyada yazdığına göre Fan Jet Elite Design- Langdon ve Teabing ile yan yana oturuyordu. Pelüş döner koltuklar yerdeki raylar üzerine oturtulmuştu ve dörtgen bir ahşap masanın etrafında yerleri değiştirilebilecek şekilde tasarlanmıştı. Ufak bir toplantı odası. Fakat bu şahane dekor, uçağın arka tarafında, tuvaletin yanındaki ayrı bir bölümde Teabing'in emirleri üzerine yerde kanlar içinde yatan keşişin başında elinde silahla nöbet bekleyen Remy'nin pek de şahane olmayan görüntüsünü kamufle etmeye yetmiyordu.

Teabing, "Dikkatimizi kilit taşına vermeden önce," dedi. "İzin verirseniz birkaç kelime etmek istiyorum." Çocuklarına kuşlardan böceklerden bahsedecek bir baba gibi ciddi görünüyordu. "Dostlarım, bu yolculukta sadece bir misafir olduğumun farkındayım ve bu beni onurlandırıyor. Bununla birlikte, hayatını Kâse'yi aramakla geçirmiş biri olarak, geri dönüşü olmayan bir yola adımınızı attığınızı size hatırlatmam gerektiğini

323


Dan Brown

düşünüyorum." Sophie'ye döndü. "Bayan Neveu, büyükbabanız Kutsal Kâse sırrını devam ettirmeniz umuduyla bu kripteksi size verdi."

"Evet."

"Bu yol her nereye götürecekse gitmeye kararlı olduğunuz anlaşılıyor."



Sophie içinde bir başka dürtünün de alev aldığının bilinciyle başını salladı. Ailem hakkındaki gerçek. Langdon kilit taşının onun geçmişiyle hiçbir bağlantısı olamayacağı konusunda telkin edici açıklamalar yapmış olsa da, Sophie hâlâ bu gizemle kişisel bir bağlantısı bulunduğunu hissediyordu. Sanki büyükbabası tarafından ona emanet edilen bu kripteksi onunla konuşup, yıllar boyunca onu etkisi altına alan boşluğa bir çözüm

getirmeye çalışıyordu.

Teabing, "Bu gece büyükbabanız ve diğer üç kişi öldü," diyerek devam etti. "Bunu, kilit taşını kiliseye kaptırmamak için yaptılar. Opus Dei'nin bu gece ona ulaşması an meselesiydi. Umarım bunun sizi, son derece mesuliyet isteyen bir pozisyona soktuğunun farkındasınızdır. Meşale size verildi. Sönmesine izin verilemeyecek iki bin yıllık bir alev. Bu meşale yanlış ellere devredilemez." Bakışlarını gül ağacı kutuya çevirerek durdu. "Bu konuda size başka şans tanınmadığını görüyorum Bayan Neveu, ama buradaki tehlikeler düşünülecek olursa, ya bu sorumluluğu olduğu gibi kabul edeceksiniz... ya da bu sorumluluğu başka birine vereceksiniz."

"Büyükbabam kripteksi bana verdi. Sorumluluğu kaldırabileceğimi

düşündüğüne eminim."

Teabing duyduklarından cesaret almış fakat ikna olmamış gibiydi. "Güzel. Hırs gerekli. Bununla birlikte, kilit taşını açmanın, beraberinde çok daha ağır bir sorumluluk getireceğini anladığınıza emin değilim."

"Nasıl yani?"

"Tatlım, aniden elinizde Kutsal Kâse'nin yerini gösteren bir harita tuttuğunuzu farz edin. O anda, tarihi sonsuza dek değiştirecek gerçeğe sahip olursunuz. İnsanların yüzyıllardır aradıkları bir gerçeğin koruyucusu olacaksınız..Bu gerçeği dünyaya açıklama sorumluluğu sizin olacak. Bunu yapan kişiyi pek çokları yerecek, pek çokları övecek. Asıl soru, bu görevi taşımaya yetecek güce sahip olup olmadığınız."

Sophie duraksadı. "Bunun benim kararım olacağına emin değilim."

Teabing'in kaşları yukarı kalkmıştı. "Değil mi? Kilit taşını elinde tutan kişinin kararı değilse, kimin karan olabilir?"

324

Da Vinci Şifresi



"Sırrı bunca zaman başarıyla koruyan kardeşliğin."

'Tarikat mı?" Teabing kuşkuyla bakıyordu. "Ama nasıl? Kardeşlik bu gece dağıldı. Boynu vuruldu demek daha doğru olur. İster konuşmaları gizlice dinlenmiş olsun, ister içlerinden biri casusluk yapmış olsun, bunu asla bilemeyiz. Ama gerçek şu ki, bin onları buldu ve en üstteki dört üyenin kimliklerini öğrendi. Bu noktadan sonra kardeşlikten herhangi birine ben olsam güvenmezdim."

Langdon, "Peki ne öneriyorsun?" diye sordu.

"Robert, tarikatın bunca yıldır gerçeği sonsuza kadar tozlansın diye saklamadığını sen de en az benim kadar biliyorsun. Sırlarını paylaşmak için tarihteki doğru zamanın gelmesini bekliyorlardı. Dünyanın gerçeği kaldırmaya hazır olduğu zamanı."

Langdon, "Ve sen bu zamanın geldiğine mi inanıyorsun?" diye sordu. "Kesinlikle. Daha bariz olamazdı. Tüm tarihi işaretler uyuyor, ayrıca eğer tarikat gerçeği yakında açıklamaya karar vermediyse kilise neden saldırsın?"

Sophie, "Keşiş henüz bize amacını anlatmadı," diye karşı çıktı.

Teabing, "Keşişin amacı, kilisenin amacı," diye yanıt verdi. "O büyük yanılgıyı açıklayan belgeleri ortadan kaldırmak. Kilise bu gece amacına her zamankinden daha çok yaklaştı. Tarikat sana güvendi Bayan Neveu. Kutsal Kâse'yi kurtarmak görevi, tarikatın gerçeği dünyayla paylaşmak isteğini gerçekleştirmeyi de içeriyor."

Langdon müdahale etti. "Leigh, Sophie'den bu kararı vermesini istemek, Sangreal Belgeleri'nin varlığını yalnızca bir saat önce öğrenen biri için biraz fazla."

Teabing iç geçirdi. "Baskı yapıyorsam özür dilerim Bayan Neveu. Doğruyu söylemek gerekirse, ben bu belgelerin her zaman halka duyurulmasından yanaydım, ama karar yine de sizin. Sadece kilit taşını açabi-ürsek, olabilecekler hakkında fikir sahibi olmanızı istedim."

Sophie ciddi bir sesle, "Baylar," dedi. "Sizin de söylediğiniz gibi, 'Kâse'yi sen bulmazsan, Kâse seni bulur.' Bir nedenden ötürü Kâse'nin beni bulduğuna ve zamanı geldiğinde ne yapmam gerektiğini bileceğime inanıyorum."

Her ikisi de şaşırmış gibiydi.

Sophie gül ağacı kutuyu işaret ederek, "O halde," dedi. "Haydi başlayalım."

325

Dan Brown



70

Chateau Villette'in kabul salonunda duran Teğmen Collet sönmekte olan ateşi seyrederken kendini çaresiz hissediyordu. Dakikalar önce gelen yan odadaki Yüzbaşı Fache telefonda kayıp Range Rover'ın yerini tespit etmeleri için gerekli talimatları verirken bağırıp duruyordu. Collet şimdiye kadar herhangi bir yere gitmiş olabilir, diye düşündü. Fache'nin verdiği emirlere itaat etmeyen ve Langdon'ı ikinci kez elinden kaçıran Collet, teknik bölümün yerde kurşun deliği bulmasına seviniyordu, en azından Collet'nin silah sesi duyduğuna dair iddialarını desteklemişti. Yine de Fache'nin suratı asılmıştı ve Collet ortalık sakinleştikten sonra daha büyük yankılar duyacağını hissedebiliyordu.

Ne yazık ki burada buldukları ipuçları, neler olduğunu ya da işe kimin karıştığını aydınlatacak bir bilgi vermiyordu. Dışarıdaki Audi, sahte bir isim ve sahte bir kredi kartıyla kiralanmıştı, ayrıca bulunan parmak izleri Interpol'ün veri bankasındakilerle uyuşmamıştı.

Bir başka ajan salondan içeri telaşla girdi. "Yüzbaşı Fache nerede?" Collet gözlerini korlardan güçlükle ayırıp, başını kaldırabildi. "Telefonda."

Odadan içeri hışımla giren Fache, "Telefonda değilim," diye müdahale etti. "Ne oldu?"

İkinci ajan, "Efendim, Zürih Emanet Bankası'ndan Andre Vernet az önce merkezi aramış. Sizinle özel olarak görüşmek istiyormuş. Hikâyesini

değiştirmiş."

Fache, "Ya?" dedi.

Şimdi Collet de başını kaldırmıştı.

"Vernet bu gece Langdon ile Neveu'nın bir süre bankasında bulunduklarını itiraf etmiş."

326

miş


Da Vinci Şifresi

Fache, "Biz bunu zaten biliyorduk," dedi. "Vernet neden yalan söyle-

?"

"Sadece sizinle konuşacağını söylemiş ama tam işbirliği yapmayı kabul etmiş."



"Neyin karşılığında?"

"Bankasının ismini haberin dışında tutmamız ve çalınan eşyayı bulmasına yardımcı olmamız karşılığında. Langdon ile Neveu, Sauniere'in hesabından bir şey çalmış gibi görünüyor."

Collet, "Ne?" diye patladı. "Nasıl?"

Fache gözlerini ikinci ajandan ayırmadan, vücudunu biraz geri çekti. "Ne çalmışlar?"

"Vernet ayrıntılara girmedi ama onu geri almak için her şeyi yapmaya razı gibi."

Collet olanları zihninde açıklamaya çalıştı. Langdon ile Neveu, bir banka çalışanını silahla zorlamış olabilirler miydi? Belki de Vernet'yi Sauniere'in hesabını açmaya ve zırhlı araçla kaçmalarına yardımcı olmaya zorlamışlardı. Her ne kadar mantıklı gelse de, Collet, Sophie Neveu'nun böyle bir şeye karışacağına inanmakta güçlük çekiyordu.

Bir başka ajan mutfaktan Fache'ye seslendi. "Yüzbaşım? Bay Teabing' in hızlı arama kayıtlarını incelerken, Le Bourget Havaalanı'na ulaştım. Kötü haberlerim var."

Fache otuz saniye sonra Chateau Villette'den ayrılmak üzere hazırlanmaya başlamıştı. Teabing'in yakınlardaki Le Bourget Havaalanı'nda özel bir uçağı olduğunu ve yaklaşık yarım saat önce havalandığını öğrenmişti.

Telefondaki Bourget temsilcisi uçakta kimlerin bulunduğunu ve nereye gittiğini bilmediğini iddia etmişti. Uçuş önceden planlanmamıştı ve uçuş planı bildirilmemişti. Küçük bir hava sahası için bile oldukça yasadı-§ıydı. Fache doğru baskıyı uygularsa aradığı cevapları bulabileceğine inanıyordu.

Kapıya yönelen Fache, "Teğmen Collet," diye gürledi. "Buradaki teknik bölüm soruşturmasının başına seni bırakıyorum. Tüm yetki sende. Benim gitmem gerek. Kendini bağışlatmak için doğru bir şeyler yapmaya Çalış,"

327

Dan Brown



71

Hawker rotasını düzeltip burnunu İngiltere'ye çevirdiğinde Langdon kalkıştan beri kucağında koruduğu gül ağacı kutuyu dikkatle kaldırdı. Kutuyu masanın üstüne koyarken, Sophie ile Teabing'in merakla öne doğru eğildiğini hissedebiliyordu.

Kapağı kaldırıp kutuyu açan Langdon, dikkatini kripteksin üstündeki harflere değil, kapağın altındaki minik deliğe vermişti. Bir kalemin ucunu kullanarak, üstteki gül kabartmasını dikkatle çıkarıp, altındaki metni açığa çıkardı. Sub rosa, diye mırıldanırken, metne dikkatle yeniden bakınca anlayacağını ümit ediyordu. Langdon tüm enerjisini yoğunlaştırarak, tuhaf metni inceledi.
h

r/'
Bir süre sonra, ilk hissettiği hüsran duyguları yeniden canlanmaya başlamıştı. "Leigh, hiçbir şeye benzetemiyorum."

328

Da Vinci Şifresi



Sophie masanın karşısında oturduğu yerden metni göremediği halde, Langdon'ın lisanı hemen tanıyamaması onu hayrete düşürmüştü. Büyükbabam bir simgebilimcinin bile tantmlayamadığı bir lisan mı konuşuyordu? Sonra hemen bunun o kadar da şaşırtıcı olmaması gerektiğini fark etti. Jacques Sauniere'in torunundan sakladığı tek sır bu olmamalıydı.

Sophie'nin karşısındaki Leigh Teabing patlamak üzereydi. Metni görmek için sabırsızlanırken heyecanla titreyerek, kamburunu çıkartıp kutuyu kapatmış olan Langdon'ın arkasından yazıyı görmek için öne doğru eğildi.

Langdon dalgın bir edayla, "Bilmiyorum," dedi. "İlk tahminim Sami diliydi ama şimdi o kadar emin değilim. Pek çok Sami dilinde harekeler vardır. Bunda yok."

Teabing, "Belki de çok eskidir," diye tahminde bulundu.

Sophie, "Hareke mi?" diye sordu.

Teabing gözlerini kutudan bir an olsun ayırmıyordu. "Çağdaş Sami alfabelerinin çoğunda ünlü harfler yoktur ve ünsüz harfle hangi ünlünün beraberinde kullanılacağını göstermek için hareke kullanırlar, ünsüz harflerin altına veya yanına eklenen minik noktalar ya da kesme işaretleri. Tarih açısından bakacak olursak, harekeler lisana yakın zaman önce eklenmişlerdir."

Langdon hâlâ kıpırdamadan yazıyı inceliyordu. "Belki de başka alfabeyle yazılmış Sefardik dilidir..."

Teabing daha fazla dayanamayacaktı. "Belki ben..." Uzanarak kutuyu Langdon'ın önünden kendine doğru çekti. Langdon'ın bilinen eski dillere -Yunan, Latin, Roma- aşina olduğuna hiç şüphe yoktu ama kısa bir süre bakabildiği bu lisan Teabing'e daha karmaşık bir dili, belki Raşi ya da STA"Mn yazısını andırıyordu.

Teabing derin bir nefes alarak, gözlerini oymalı yazıya dikti. Uzun süre tek kelime etmedi. Teabing her geçen saniyede, kendine duyduğu güvenin kaybolduğunu hissediyordu. "Çok şaşkınım," dedi. "Bu lisan şimdiye dek gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor!"

Langdon koltuğuna yığıldı.

Sophie, "Görebilir miyim?" diye sordu.

İbranice şifreli el yazmaları.

329

Dan Brown



Teabing, onu duymamış gibi davrandı. "Robert, daha önce buna benzer bir şey gördüğünü söylememiş miydin?"

Langdon'ın canı sıkkın gibiydi. "Öyle sanmıştım. Emin değilim. El yazısı bir şekilde tanıdık geliyor."

Tartışmaya dahil edilmediğine pek sevinmediği anlaşılan Sophie, "Leigh?" diye tekrar etti. "Büyükbabamın yaptığı kutuya bakabilir miyim?"

Kutuyu ona doğru iten Teabing, "Elbette hayatım," dedi. Niyeti onu küçümsemek değildi ama Sophie Neveu'nun onunla aynı kefeye konulması için bir fırın ekmek yemesi lazımdı. Eğer bir İngiliz Kraliyet Tarihçisi ve Harvard'h bir simgebilimci bile lisanı tanımlayamıyorlarsa...

Sophie kutuyu inceledikten saniyeler sonra, "Aaa," dedi. "Tahmin etmeliydim."

Teabing ile Langdon aynı anda dönüp ona baktılar.

Teabing, "Neyi tahmin etmeliydin?" diye sordu.

Sophie omuzlarını silkti. "Bunun büyükbabamın kullandığı lisan olduğunu."

Teabing, "Şimdi bu metni okuyabildiğim mi söylüyorsun?" diye sesini

yükseltti.

Eğlenmeye başladığı anlaşılan Sophie, neşeyle, "Hem de çok kolay," dedi. "Büyükbabam bu dili bana altı yaşındayken öğretti. Çok iyi biliyorum." Masanın öbür tarafına doğru eğilerek, Teabing'e ters ters baktı. "Ve samimi olmak gerekirse bayım, kraliyet ailesine bu kadar bağlı olmanıza rağmen yazıyı tanıyamamanıza çok şaşırdım."

Langdon bir anda anlamıştı.

El yazısının bu kadar tanıdık gelmesine şaşmamak lazım!

Langdon yıllar önce Harvard'ın Fogg Müzesi'ndeki bir davete katılmıştı. Harvard'daki eğitimini yarım bırakan Bill Gates, paha biçilmez edinimlerinden birini müzeye vermek için eski okuluna dönmüştü... Armand Hammer Vakfı'ndaki açık arttırmadan satın aldığı on sekiz sayfayı.

Arttırmayı kazandığı fiyat... 30.8 milyon dolar gibi sağlam bir rakamdı.

Sayfaların yazarı... Leonardo da Vinci, idi.

Bu on sekiz sayfa -şimdilerde Leicester El Yazmaları olarak bilinen ve adını eski sahibi Leicester Kontu'ndan alan- Leonardo'nun büyüleyici not defterlerinden geriye kalan son sayfalardı. Denemeler, Da Vinci'nin

330


Da Vinci Şifresi

astronomi hakkındaki teorilerinin çizimleri, jeoloji, arkeoloji ve hidroloji konusunda yaptığı çalışmaların özetiydi.

Langdon sırada bekledikten sonra, paha biçilmez parşömeni ilk gördüğü anı asla unutamıyordu. Mutlak hayal kırıklığı. Sayfalar anlaşılmazdı. Güzel korunmuş ve düzgün bir el yazısıyla -krem rengi kâğıt üstüne kırmızı mürekkeple- yazılmış olmasına rağmen, yazılar anlamsız görünüyordu. Langdon ilk başta, Da Vinci defterlerine arkaik İtalyancayla yazdığı için okuyamadığını sanmıştı. Ama daha yakından inceledikten sonra, tek bir İtalyanca kelimeyi, hatta harfi bile tanıyamadığını fark etmişti.

Sergi tezgâhının başında duran bayan doçent, "Bunu deneyin efendim," diye fısıldamıştı. Tezgâhın üstünde zincirle asılı duran el aynasını göstermişti. Langdon aynayı eline alıp, aynadaki metni incelemeye koyulmuştu.

Her şey bir anda anlaşılır olmuştu.

Langdon, büyük düşünürün fikirlerini okumaya öylesine heveslen-mişti ki, onun sayısız sanatsal yeteneğinden biri olan tersten yazma üslubunu unutmuştu. Böylece yazdıklarını kendisinden başka kimse anlaya-mıyordu. Tarihçiler hâlâ Da Vinci'nin eğlence olsun diye mi yoksa omzundan yazdıklarını okuyup fikirlerini çalmaya çalışanları uzak tutmak için mi böyle yazdığı konusunda tartışıyorlardı ama gerçek olan bir şey vardı. Da Vinci canının istediğini yapmıştı.

Robert'ın kendisini anladığını fark eden Sophie tebessüm etti. "İlk birkaç kelimeyi okuyabiliyorum," dedi. "İngilizce."

Teabing heyecanlanmıştı. "Neler oluyor?"

Langdon, "Tersten yazılmış," dedi. "Bir aynaya ihtiyacımız var."

Sophie, "Hayır yok," dedi. "Bu ağacın yeterince ince olduğunu zannediyorum." Gül ağacı kutuyu duvardaki ışığa tutarak, kapağın altını incelemeye başladı. Büyükbabası aslında tersten yazamıyordu, bu yüzden önce normal yazıp, sonra kâğıdı ters çevirerek yazıların üstünden geçmek gibi bir hileye başvuruyordu. Sophie, büyükbabasının metni bir tahtanın üstüne yakarak düzden yazdıktan sonra tahtanın arkası kâğıt inceliğine gelene kadar zımparaladığını tahmin ediyordu. Böylece tahtaya yakılarak kazınan yazı tersten bakıldığında okunur olacaktı. Ardından tahta parçasını ters çevirip yerine yerleştirmiş olmalıydı.

331

Dan Brown



Sophie kapağı ışığa iyice yaklaştırdığında haklı olduğunu gördü. Işık ince tahtadan süzülmüş ve kapağın arkasındaki yazı meydana çıkmıştı. Yazı okunuyordu. Başını utançla sallayan Teabing, "İngilizce," dedi. "Anadilim."

Uçağın arkasında oturan Remy Legaludec, ön tarafta konuşulanları duymak için kendini zorluyor ama motor sesinden duyamıyordu. Remy gecenin akış şeklinden hoşlanmamıştı. Hem de hiç. Ayaklarının dibinde bağlı bir şekilde uzanan keşişe baktı. Adam hiç kıpırdamadan duruyordu, bir çeşit kabullenme haline geçmiş ya da sanki kurtuluş için sessiz bir dua okuyor gibiydi.

332

Da Vinci Şifresi



72

Langdon yerden en az bin altı yüz elli metre yükseklikte, dikkatini Sauniere'in kapağın arkasından ışıldayan ayna etkili şiirine verirken, gerçek dünyayla bağlarını koparttığını hissediyordu.

Hemen bir kâğıt parçası bulan Sophie, yazıyı aynen aktardı. Bitirdiğinde, üçü de sırayla metni okudular. Bir çeşit arkeolojik bilmeceye benziyordu... kripteksin nasıl açılacağını vaat eden bir bilmece. Langdon mısraları yavaşça okudu.

Eski hikmet sözü çözer bunu... ve toplar size savruk bir soyu... tapınakçı kilit lahde tapar... gerçek neyse atbash ışık tutar.

Langdon mısraların hangi eski şifreyi anlatmaya çalıştığını düşünmeye başlamadan önce, çok daha belirgin bir tını sezinlemişti. Bir kısa bir "zun beş heceli ölçü.

333


Dan Brown

1

Langdon, Vatikan Gizli Arşivleri'nde geçirdiği geçen yıl da dahil olmak üzere Avrupa'daki gizli cemiyetleri araştırdığı yıllar süresince bu hece ölçüsüyle oldukça sık karşılaşmıştı. Bir kısa bir uzun beş heceli ölçü, eski Yunan yazar Archilochus'tan, Shakespeare'e, Milton'a, Chaucer'e ve Voltaire'e kadar, tüm dünyada yüzyıllarca tercih edilen bir şiir ölçüsü olmuştu. Bu kişiler sosyal yapıtlarını, çoğu çağdaşlarının mistik özellere sahip olduğunu düşündüğü bir ölçüyle yazacak kadar cesurdular. Bir kısa bir uzun beş heceli ölçünün kökleri paganlara dayanıyordu.



Bir kısa bir uzun hece ölçüsü. Zıt vurgulu iki hece. Vurgulu ve vurgusuz. Yın yang. Dengeli bir çift. Beşli dizgi içinde. Beş heceli mısra. Venüs'ün ve kutsal dişinin beş köşeli yıldızına ithaf en beş sayısı.

Langdon'a dönen Teabing, "Beş heceli mısra!" deyiverdi. "Ayrıca mısralar İngilizce! La Lingua puraF'

Langdon başını evet anlamında salladı. Kiliseyle geçinemeyen pek çok Avrupalı gizli cemiyet gibi tarikat da, yüzyıllar boyunca İngilizcenin tek saf Avrupa dili olduğunu kabul etmişti. Latin -Vatikan dili, kökenli Fransızca, İspanyolca ve İtalyancadan farklı olarak İngilizce, Roma'nın propaganda makinesinden ayrı tutulmuş ve böylece kardeşliğin öğrenmesini gerektirecek kutsal ve gizli bir dil haline gelmişti.

Teabing, "Bu şiir," diye methetmeye başladı. "Sadece Kâse'den değil, aynı zamanda Tapınak Şövalyeleri'nden ve Magdalah Meryem'in dağılan ailesinden bahsediyor! Daha başka ne isteyebilirdik?"

Yeniden şiire bakan Sophie, "Şifre," dedi. "Eski bir hikmet sözüne ihtiyacımız olduğu belli."

Gözlerini kırpıştıran Teabing, "Abrakadabra olabilir mi?" diye dalga

geçti.

Beş harfli bir kelime, diye düşünen Langdon hikmet sözü olarak nite^ lendirilebilecek eski kelimeleri aklından geçiriyordu... mistik tilavetlerden bölümler, astrolojik kehanetler, gizli cemiyet talimatları, Wicca sihirleri, Mısır büyü kelimeleri, pagan mantraları. Liste dipsiz bir kuyuydu.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə