Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə21/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   36

Uzun bir bekleme süresinin ardından, sert ve kaygılı sesiyle bir başka adam telefonu cevapladı. "Piskopos, sonunda size ulaştığıma çok memnun oldum. Sizinle tartışmamız gereken pek çok konu var."

Da Vinci Şifresi

280


60

Sangreal... Sang Real... San Great... Asil Kan... Kutsal Kâse.

Hepsi iç içe geçmişti.

Kutsal Kâse Magdalalı Meryem... İsa Mesih'in asil soyunun annesi. Sophie sessiz balo salonunda durup Robert Langdon'a bakarken, yeni bir dalganın zihnini karıştırmaya başladığını hissediyordu. Teabing ile Lang-don bu gece masaya ne kadar delil koyarsa, bulmaca o kadar belirsizleşi-yordu.

Bir kitap rafını karıştıran Teabing, "Anlayacağın hayatım," dedi, "Kutsal Kâse hakkındaki gerçeği dünyaya anlatmak isteyen tek kişi Leonardo değildi. İsa Mesih'in asil soyu, çok sayıda tarihçi tarafından geniş kapsamlı biçimde anlatılmıştır." Parmağını düzinelerce kitabın üstünde gezdirdi.

Başını yana eğen Sophie kitap isimlerine göz gezdirdi.

TAPINAKÇI KEŞFİ:

İsa 'nın Gerçek Kimliğinin Gizli Bekçileri

KAYMAKTAŞI K A VAN O Z UT AŞ I YA NK AD I N:

Magdalalı Meryem ve Kutsal Kâse

DİZELERDEKİ TANRIÇA Kutsal Dişiyi Geri İstemek '

Kitapların arasından kalın kapaklı, yırtık pırtık birini çıkarıp, Sop-hie'ye uzatan Teabing, "En çok duyulanı bu olmalı," dedi. Kapakta şöyle yazıyordu:

KUTSAL KAN, KUTSAL KÂSE Alkışlanan Uluslararası En Çok Satan

281


Dan Brown

Sophie başını kaldırıp baktı. "Uluslararası en çok satan mı? Ben bunu hiç duymadım."

"Sen daha küçüktün. Bin dokuz yüz seksenlerde ortalığı fena halde karıştırmıştı. Bana göre yazarlar incelemelerinde bazı belirsiz boşluklar bırakmış ama temel iddiaları oldukça kuvvetli, ayrıca sonunda İsa'nın bir nesli olduğu fikrini açığa çıkarmış oldular." "Kilisenin bu kitaba tepkisi nasıl oldu?"

"Elbette çok öfkelendiler. Ama bu beklenen bir şeydi. Her şeyden önce, Vatikan bu sırrı dördüncü yüzyılda örtbas etmeye çalışmıştı. Haçlı Seferleri'nin bir sebebi de buydu. Bilgileri toplayıp, yok etmek. Magdalah Meryem'in eski kilisenin erkeklerine karşı oluşturduğu tehdit yıkıcıydı. Mesih'in kilise kurma görevini verdiği kadın olmakla kalmıyor, kilisenin yeni ilan ettiği ilahın aslında ölümlü nesiller dünyaya getirdiğinin fiziksel ispatını taşıyordu. Magdalah Meryem'in gücüne karşı kendini korumak isteyen kilise, onu bir fahişe olarak tanıttı ve İsa'nın onunla evlendiğine dair tüm delilleri sakladı. Böylece İsa'nın yaşayan vârisleri bulunduğu ve ölümlü bir peygamber olduğunu iddia edecek kimse kalmayacaktı."

Sophie başını sallayan Langdon'a baktı. "Sophie bunu doğrulayan tarihi deliller oldukça sağlam."

Teabing, "İtiraf etmeliyim ki," dedi. "İddialar müthiş ama bu örtbas olayına başvurmak için kiliseyi harekete geçirecek güçlü unsurlar vardı. Halkın kanbağını öğrenmesi durumunda, kilisenin sürekliliği mümkün değildi. Mesih'in bir çocuğunun var olması, İsa'nın Tanrısallığına ve dolayısıyla kendini, Tanrı katına ulaşmanın ve cennet krallığına girmenin tek yolu olarak ilan eden Hıristiyan Kilisesi'ne zarar verecekti."

Aniden Teabing'in kitaplarından birinin sırtını işaret eden Sophie, "Beş yapraklı gül," dedi. Gül ağacı kutunun üstündeki kabartmayla aynı

desen.


Langdon'a göz atan Teabing sırıttı. "Gözünden hiçbir şey kaçmıyor." Yeniden Sophie'ye döndü. "Bu tarikatın Kâse sembolüdür. Magdalah Meryem. İsmi kilise tarafından yasaklandığı için onu pek çok gizli takma isimle andılar -Kadeh, Kutsal Kâse ve Gül." Durdu. "Gülün, Venüs'ün beş köşeli yıldızı ve kılavuz Pusula Gülü'yle bağları vardır. Bu arada gül kelimesi İngilizce, Fransızca, Almanca ve diğer pek çok dilde birbirine benzer."

282


Da Vinci Şifresi

Langdon, "Gül," diye ilave etti. "Aynı zamanda Eros'un anagramıdır, Yunan cinsel aşk tanrısı."

Teabing konuşmaya devam ederken, Sophie, Langdon'a hayretle baktı.

"Gül, daima dişi cinselliğinin en önemli sembolü olmuştur. İlkel tanrıça mezheplerinde beş yaprak, dişi hayatının beş evresini temsil ederdi... doğum; âdet, annelik, menopoz ve ölüm. Modern çağlarda çiçek açan gülün, kadınlıkla olan bağlarının çok daha görsel olduğu kabul edildi." Ro-bert'a bir göz attı. "Belki bunu simgebilimcimiz açıklayabilir." Robert tereddüt ediyordu. Fazlasıyla uzun sürmüştü. Teabing, "Ah, Tanrım," diye yakındı. "Siz Amerikalılar fazlasıyla er-demlik taslıyorsunuz." Yeniden Sophie'ye baktı. "Robert'ın gevelediği şey, açmakta olan çiçeğin kadın cinsellik organına benzediği, insanoğlunun dünyaya adım attığı yüce çiçek. Georgia O'Keeffe'nin resimlerini görmüşsen, ne demek istediğimi anlarsın."

Yeniden kitap rafını işaret eden Langdon, "Burada asıl konu," dedi. "Tüm bu kitapların aynı tarihi iddiayı ispatladığı." "İsa bir babaydı." Sophie hâlâ emin olamıyordu. Teabing, "Evet," dedi. "Ve Magdalah Meryem, onun asil soyunu taşıyan rahimdi. Sion Tarikatı günümüze kadar Magdalah Meryem'e Tanrıça, Kutsal Kâse, Gül ve İlahi Anne olarak tapınıştır."

Sophie'nin aklına yeniden bodrum katında gördüğü ayin gelmişti. Teabing, "Tarikata göre," diyerek devam etti. "Çarmıh olayı sırasında Magdalah Meryem hamileydi. İsa'nın doğmamış çocuğunun güvenliği için Kutsal Topraklar'dan'"' kaçmaktan başka çaresi yoktu. Mesih'in güvendiği amcası Arimatea'h Yusuf un yardımıyla Magdalah Meryem, o zamanlar gizlice Gaul olarak bilinen Fransa'ya gelmişti. Oradaki Yahudiler arasında kendine sığınacak güvenli bir yer buldu. Kızına doğum yaptığı yer burası, yani Fransa'ydı. İsmi Sarah idi."

Sophie başını kaldırıp baktı. "Çocuğun ismini gerçekten biliyorlar mı?"

"Bundan çok daha fazlası biliniyor. Yahudi koruyucular Magdalah ile Sarah'nın hayatlarını dikkatle inceleyip kaleme almışlardı. Magdalalı-nın çocuğunun Yahudi kralları -Davut ve Süleyman- soyundan geldiğini

Filistin.

283


Dan Brown

unutmamak gerekir. Bu yüzden Fransa'daki Yahudiler Magdalahnın kutsal asaleti olduğunu kabul ettiler ve ona soylu kralların atası olarak saygı gösterdiler. O dönemde sayısız alim Magdalalı Meryem'in Fransa'da geçirdiği günleri, Sarah'nın doğumu ve gelecek kuşakların aile ağacı da dahil olmak üzere, tarihsel bir dille yazmıştı."

Sophie şaşkına dönmüştü. "İsa Mesih'in soyağacı mı var?" "Doğru. Ayrıca Sangreal Belgeleri'nin köşe taşlarından biri olduğu düşünülüyor. İsa'nın ilk torunlarının tam şeceresi."

Sophie, "Ama İsa'nın torunlarını yazan bir şecere varsa ne olacak yani?" diye sordu. "Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz. Tarihçiler doğruluğunu ispat-

layamazlar."

Teabing kendi kendine güldü. "İncil'in gerçekliğini ispatlayamaya-

cakları gibi."

"Yani?"


"Yani tarih daima kazananlar tarafından yazılır. İki kültür çarpıştığında, kaybeden silinir ve tarih kitaplarını kazanan taraf yazar... kendi davalarını yücelten ve kaybeden düşmanı küçük düşüren bir tarih. Napol-yon bir zamanlar, 'Tarih, üzerinde anlaşmaya varılan bir masaldan başka nedir ki?' demişti." Gülümsedi. "Tarih, yapısı itibariyle daima tek taraflı

bir tutanaktır."

Sophie hiç böyle düşünmemişti.

"Sangreal Belgeleri, İsa hikâyesinin diğer yüzünü anlatır. Sonunda hikâyenin hangi tarafına inanacağın imanına ve kişisel takdirine bağlıdır, ama en azından bilgiler günümüze kadar gelmiştir. Sangreal Belgeleri, on bin sayfalık bilgi içerir. Sangreal hazinesinin görgü tanıkları, dört dev kasada taşındıklarım söylemişlerdir. Bu kasalarda Purist Belgeleri'nin olduğu sanılmaktadır... İsa'nın ilk inananları tarafından yazılan, Constantine öncesi değiştirilmemiş binlerce sayfalık belge. İsa'dan tamamıyla insan bir öğretmen ve peygamber diye bahsediyorlardı. Ayrıca hazinenin bir kısmının efsanevi'Q' Belgeleri'nĞen -Vatikan'ın bile var olduğuna inandığını itiraf ettiği el yazmaları- oluştuğu söylentiler arasındadır. İddia edildiğine göre, kendi el yazısıyla yazılmış İsa öğretileri." "İsa'nın kendi el yazısı mı?"

Teabing, "Elbette," dedi. "Mesih kendi papazlığının tarihini neden tutmasın? O günlerde pek çok kişi bunu yapardı. Hazinenin içinde bu-

: 284


Da Vinci Şifresi

lunduğuna inanılan bir başka belge de Magdalalı Günlüğü diye bilinen el yazmaları. Magdalalı Meryem'in İsa ile olan ilişkisini, çarmıha gerilişini ve Fransa'da geçirdiği günleri anlatan kendi yazıları."

Sophie bir süre sessiz kaldı. "Bu dört sandık belge, Tapınak Şövalye-leri'nin Süleyman Mabedi'nin altında bulduğu hazine mi?"

"Kesinlikle. Şövalyeleri bu denli güçlü kılan belgeler. Tarih boyunca sayısız Kâse araştırmasına konu olan belgeler."

"Ama Kutsal Kâse'nin Magdalalı Meryem olduğunu söylemiştiniz. Eğer insanlar belgeleri arıyorlarsa, neden Kutsal Kâse'yi aradıklarını söylüyorsunuz?"

Teabing göz ucuyla ona bakarken, ifadesi yumuşuyordu. "Çünkü Kutsal Kâse'nin saklandığı yerde bir lahit var."

Dışarıda rüzgâr ağaçlar arasında uğulduyordu.

Teabing artık daha alçak sesle konuşuyordu. "Kutsal Kâse arayışı, aslında Magdalalı Meryem'in kemikleri önünde diz çökme arayışıdır. Dışlanan birinin, kayıp kutsal dişinin ayakları dibinde dua etmek için çıkılan bir yolculuk."

Sophie birden meraklanmıştı. "Kutsal Kâse'nin saklandığı yer... bir mezar mı?"

Teabing'in ela gözleri buğulanmıştı. "Öyle. Magdalalı Meryem'in cesedinin ve onun gerçek hayat hikâyesi yazan belgelerin bulunduğu bir mezar. Kutsal Kâse arayışı, her zaman için Magdalalı arayışı olmuştur -Suçlanan Kraliçe, ailesinin haklı iktidar talebinin kanıtıyla birlikte gömüldü."

Teabing kendini toparlarken, Sophie biraz düşündü. Büyükbabası hakkındaki bunca şey hâlâ bir anlam ifade etmiyordu. Sophie sonunda, "Tarikat üyeleri," dedi. "Bu kadar yıl süresince, Sangreal Belgeleri'yle Magdalalı Meryem'in mezarını korumak görevini mi yerine getirdi?"

"Evet, ama kardeşliğin daha önemli bir görevi daha vardı... nesli korumak. İsa'nın soyu sürekli tehlike altındaydı. Eski kilise, onun neslinin artmasından, Mesih ile Magdalalı sırrının açığa çıkmasından ve temel Katolik öğretilerine meydan okumasından korkuyordu... kadınlarla arkadaşlık etmeyen ve cinsel ilişki kurmayan ilahi bir Mesih." Duraksadı. "Her şeye karşın İsa'nın nesli, on beşinci yüzyıldaki cesur bir harekete kadar Fransa'da gizlice çoğaldı. Fransız asillerinden biriyle evlenildi ve Merovingian Hanedanı diye bilinen bir soy oluştu."

285

Dan Brown



1

Bu haber Sophie'yi şaşırtmıştı. Fransa'daki her öğrenciye Merovingian terimi öğretilirdi. "Merovingianlar Paris'i kurdular."

"Evet. Kâse efsanesinin Fransa'da bu kadar ünlü olmasının nedeni de bu. Vatikan'ın Kâse arayışları, aslında bu asil hanedan üyelerini gizlice yok etme girişimleridir. Kral Dagobert'i duydun mu?"

Sophie bu ismi tarih dersindeki tüyler ürpertici bir hikâyeden şöyle böyle hatırlıyordu. "Dagobert bir Merovingian kralıydı, öyle değil mi? Uyurken gözlerinden hançerlenmişti."

"Kesinlikle. Vatikan'ın Pepin d'Heristal ile ortak suikast girişimi. On yedinci yüzyıl sonları. Dagobert'in cinayetiyle Merovingian Hanedanı neredeyse yok oluyordu. Bereket versin ki, Dagobert'in oğlu Sigisbert saldırıdan kaçmayı başarmış ve nesli devam ettirmişti. Aileye daha sonra Go-defroi de Bouillon da eklenmişti... Sion Tarikatı'nın kurucusu."

Langdon, 'Tapınak Şövalyeleri'ne," dedi. "Sangreal Belgeleri'ni Süleyman Mabedi'nin altından almalarını söyleyen adam. Böylece Merovingian-lann İsa Mesih ile kan bağı olduğunun ispatını elinde bulunduracaktı."

İçini ağır ağır çeken Teabing başını salladı. "Günümüzdeki Sion Tarikatı'nın ciddi bir vazifesi var. Onların yükü üç katı ağır. Kardeşlik Sangr real Belgeleri'ni korumak zorunda. Magdalalı Meryem'in mezarını korumak zorundalar. Ve elbette İsa soyunu yetiştirip, korumak zorundalar... Merovingian Hanedanı'ndan günümüze kadar gelen birkaç soylu üyeyi."

Kelimeler boşlukta asılı kaldı. Sophie kemikleri yeni bir tür gerçekle yankılanıyormuş gibi tuhaf bir titreme hissetti. Günümüze kadar yaşamış olan İsa torunları. Büyükbabasının sesi yine kulağına fısıldamaya başlamıştı. Prenses, sana ailen hakkındaki gerçeği anlatmalıyım. Vücudunu bir ürperti kapladı. Asil kan. İnanamıyordu. Prenses Sophie.

"Sir Leigh?" Uşağın kelimeleri duvardaki dahili haberleşme sisteminden cızırdayarak yükseldiğinde Sophie yerinden sıçradı. "Acaba mutfakta bana bir süre eşlik edebilir misiniz?"

Teabing vakitsiz kesinti yüzünden kaşlarını çattı. Cihazın yanma gidip düğmeye bastı. "Remy, bildiğin gibi misafirlerimle ilgileniyorum. Eğer bu

286

Da Vinci Şifresi



gece mutfaktan başka bir şeye ihtiyaç duyarsak kendimiz alabiliriz. Teşekkürler ve iyi geceler."

"Odama çekilmeden önce sizinle görüşmem gerekiyor efendim. Lütfen."

Teabing söylenerek düğmeye bastı. "Çabuk ol Remy." "Evle ilgili bir mesele efendim. Misafirlerin duyması hoş olmayabilir."

Teabing inanamıyormuş gibi bakıyordu. "Sabaha kadar bekleyemez mi?"

"Hayır efendim. Sorum bir dakikanızı bile almayacak."

Teabing gözlerini yuvarlayarak Langdon ile Sophie'ye baktı. "Bazen kimin kime hizmet ettiğini merak ediyorum." Düğmeye yeniden bastı. "Hemen geliyorum Remy. Gelirken bir şey getirmemi ister misin?"

"Sadece baskıdan kurtaracak özgürlük efendim."

"Remy hâlâ yanımda çalışmanın tek sebebinin çok lezzetli biberli bonfile pişirmek olduğunun farkında mısın?"

"Teveccühünüz efendim. Teveccühünüz."

287


Dan Brown

61

Prenses Sophie.



Teabing'in koltuk değneklerinin koridorda giderek azalan tıkırtılarını dinlerken, Sophie içinden bir şeylerin koptuğunu hissediyordu. Uyuşmuş bir halde arkasını dönünce, boş balo salonunda Langdon ile karşılaştı. Langdon, onun aklını okuyormuşçasına, başını iki yana sallıyordu.

"Hayır Sophie," diye fısıldarken, gözleriyle adeta onu temin ediyordu. "Büyükbabanın tarikatta olduğunu ve sana ailen hakkında bir sır vermek istediğini öğrendiğimde aynı düşünce benim de aklımdan geçti. Ama bu imkânsız." Langdon durdu. "Sauniere bir Merovingian ismi değil."

Sophie rahatlaması mı yoksa hayal kırıklığı duyması mı gerektiğine karar veremedi. Daha önce Langdon, ona annesinin genç kızlık soyadı gibi alışılmadık bir soru sormuştu. Chauvel. Sorunun anlamı şimdi ortaya çıkmıştı. Gergin bir ifadeyle, "Peki ya Chauvel?" diye sordu.

Langdon bir kez daha başını iki yana salladı. "Üzgünüm. Bunun senin için bazı soruları cevaplayacağını biliyorum. Merovingianlann sadece iki bağlantısı kaldı. Onların da soy isimleri Plantard ve Saint-Clair. Her iki aile de saklanıyor, tarikat tarafından korunuyor olmalılar."

Sophie isimleri içinden tekrarladıktan sonra başını hayır anlamında salladı. Ailesinde Plantard ya da Saint-Clair adında kimse yoktu. Şimdi akıntıya karşı kürek çektiğini hissediyordu. Büyükbabasının kendisine açıklamak istediklerini anlamaya, Louvre'da olduğundan daha yakın değildi. Büyükbabasının o akşamüstü ailesinden hiç bahsetmemiş olmasını diledi. Eski yaralan yeniden açmıştı. Öldüler Sophie. Geri gelmeyecekler-Annesinin uyuması için geceleri ona ninni söylemesini, babasının onu omuzlarında gezdirmesini, büyükannesiylc erkek kardeşinin yeşil gözle'

288


Da Vinci Şifresi

riyJe ona bakıp gülümsemelerini hatırladı. Hepsi gitmişti. Geriye yalnızca büyükbabası kalmıştı.

Ve şimdi o da gitti. Yalnızım.

Sessizce Son Akşam Yemeği'ne dönen Sophie, Magdalah Meryem'in uzun kızıl saçlarına ve sakin gözlerine baktı. Kadının ifadesinde, sevdiği birini kaybetmenin yansıması görülüyordu. Bunu Sophie de hissedebiliyordu.

Yumuşak bir sesle, "Robert?" dedi. Langdon, ona yaklaştı.

"Leigh'in Kâse hikâyesinin her yerde olduğunu söylediğini biliyorum ama ben bu gece ilk kez duydum."

Langdon teselli edici bir tavırla elini omzuna atmak istiyor gibi baktı ama kendini tuttu. "Hikâyeyi daha önce duydun Sophie. Herkes duymuştur. Sadece duyduğumuz zaman fark etmeyiz." "Anlamıyorum."

"Kâse hikâyesi her yerde var ama gizli bir şekilde. Kilise, Magdalalı Meryem'den bahsetmeyi yasakladığında, onun hikâyesi ve önemi daha tedbirli kanallarla gelecek kuşaklara aktarılmalıydı... mecaz ve sembolizm içeren kanallarla." "Elbette. Sanat."

Langdon Son Akşam Yemeği'ni işaret etti. "Mükemmel bir örnek. Günümüze kadar gelen pek çok sanat, edebiyat ve müzik eseri gizlice Magdalalı Meryem'le İsa'nın hikâyesini anlatır."

Langdon, ona kısaca Da Vinci, Botticelli, Poussin, Bernini, Mozart ve Victor Hugo'nun yasaklanan kutsal dişinin arandığını fısıldayan çalışmalarını anlattı. Sir Gawain ve Yeşil Şövalye, Kral Arthur ve Uyuyan Güzel gibi efsaneler, Kâse alegorileriydi. Victor Hugo'nun Notre Dame 'in Kamburu ve Mozart'ın Sihirli Flüt'ü Mason sembolleri ve Kâse sırlarıyla doluydu.

Langdon, "Bir kez Kutsal Kâse'yi aramaya başladın mı," dedi. "Her yerde onu görürsün. Resimlerde. Müzikte. Kitaplarda. Hatta çizgi filmlerde, çocuk parklarında ve sevilen filmlerde."

Langdon, Mickey Mouse saatini kaldırarak, Walt Disney'in yaptığı ¦§te hayatı boyunca Kâse hikâyesini gelecek nesillere aktarmaya çalıştığı-nı söyledi. Disney yaşadığı müddetçe, 'modern zamanın Leonardo da Vinci'si' diye övülmüştü. Her iki adam da yaşadıkları zamanın ötesinde, yetenekli birer sanatçı, gizli cemiyet üyeleri ve en önemlisi şakacı insan-'ardı. Leonardo gibi Walt Disney de sanatına gizli mesajlar ve semboller

289

F:19


Dan Brown

yerleştirmeye bayılırdı. Eğitimli bir simgebilimci, eski Disney filmlerini seyrederken bir kinaye ve mecaz yağmuruna tutulduğunu hissederdi.

Disney'in çoğu gizli mesajı din, pagan mitleri ve eziyet gören tanrıça hikayeleriyle ilgili olurdu. Disney'in Sinderella, Uyuyan Güzel ve Pamuk Prenses gibi masalları yeniden ele alması bir tesadüf değildi -hepsi de kutsal dişinin hapsedilmesini anlatıyordu. Ayrıca Pamuk Prenses'teü sembolik elmanın -zehirli elmadan ısırık alan prensesin kendinden geçmesi-Havva'nın Cennet Bahçesi'nden kovulmasına açık bir gönderme olduğunu anlamak pek de zor değildi. Uyuyan Güzel'deki Prenses Aurora ise -şifreli ismi "Gül" idi ve onu kötü cadıdan korumak için ormanın derinliklerinde saklanıyordu- çocuklar için yazılmış bir Kâse hikayesiydi.

Disney'in şirket imajına karşın, çalışanlarının eğlenceli bir yanı vardı ve sanatçılar Disney ürünlerine gizli semboller karıştırmaya bayılırlardı. Langdon öğrencilerinden birinin Aslan Kral DVD'sini sınıfa getirdiği günü unutamıyordu. Öğrenci filmi bir sahnesinde dondurduğunda, Sim-ba'nın başının üstünde uçuşan toz taneciklerinin belirgin bir şekilde SEKS kelimesini oluşturduğu görülüyordu. Langdon bunun pagan cinselliğine yapılan bir gönderme olmak yerine, çizgi film sanatçısının çocukça şakası olduğunu düşünse de, Disney'in sembolizm anlayışını küçümseme-mek gerektiğini öğrenmişti. Küçük Denizkızı'ndaki dini semboller tanrıça ile öylesine özdeşleşiyordu ki, tesadüf olması mümkün değildi.

Langdon, Küçük Denizkızı'nı ilk gördüğünde, Ariel'in denizin altındaki evindeki resmin, on yedinci yüzyıl sanatçılarından George de la To-ur'un Tövbekar Magdalalı -yasaklı Magdalalı Meryem'e hürmeten yapılmış ünlü bir tablo- tablosunun aynısı olduğunu ve tüm dekorun doksan dakika boyunca açıkça İsis'in, Havva'nın, balık tanrıça Pisces'ın ve tekrar tekrar Magdalalı Meryem'in kutsallığına sembolik göndermeler yaptığını fark edince nefesi kesilmişti. Küçük Denizkızı'na. verilen Ariel isminin, kutsal dişiyle güçlü bağları vardı ve İşaya Kitabı'ndaki "kuşatma altındaki Kutsal Şehir" ile aynı anlamdaydı. Ve elbette Küçük Denizkızı'nm dalgalanan kızıl saçları bir tesadüf değildi.

Koridordan koltuk değneklerinin sesleri duyulan Teabing, alışılmadık biçimde canlı adımlarla yürüyordu. Çalışma odasına giren ev sahibinin yüzü sertti.

Soğuk bir sesle, "Açıklama yapsan iyi olur Robert," dedi. "Bana karşı

dürüst davranmadın."

Da Vinci Şifresi

62

Soğukkanlılığını bozmamaya çalışan Langdon, "Leigh, su*u benim üstüme atıyorlar," dedi. "Beni tanırsın. Kimseyi öldüremem."



Teabing'in sesi yumuşamamışti. "Robert, Tanrı aşkına, seni televizyonda gösteriyorlar. Yetkililerin seni aradığını biliyor muydun?"

"Evet."


"O zaman güvenimi suiistimal ettin. Buraya gelerek beni tehlikeye atmana ve evimde saklanabilmek için Kâse hakkında sorular sormana şaşırıyorum."

"Ben kimseyi öldürmedim."

"Jacques Sauniere öldü ve polis senin yaptığını söylüyor." Teabing üzgün görünüyordu. "Sanata o kadar katkıda bulunan biriydi ki..."

"Efendim?" Uşak çalışma odasının kapısında, Teabing'in arkasında ellerini kavuşturmuş bir halde duruyordu. "Onlara yolu göstereyim mi?"

"Ben yaparım." Teabing topallayarak çalışma odasında yürüdü, cam kapıların kilidini açtı ve arka bahçeye giden yolu gösterdi. "Lütfen arabanıza binip, burayı terk edin."

Sophie yerinden kıpırdamadı. "Elimizde def de voûte hakkında bilgi var. Tarikatın kilit taşı."

Birkaç saniye ona bakan Teabing alaycı bir tavır takındı. "Ümitsiz bir hile. Robert, onu ne kadar aradığımı biliyor."

Langdon, "Söyledikleri gerçek," dedi. "Bu gece buraya gelişimizin nedeni, seninle kilit taşını konuşmaya geldik."

Uşak müdahale etti. "Burayı terk edin yoksa yetkililere haber vereceğim."

Langdon, "Leigh," diye fısıldadı. "Yerini biliyoruz."

291 •

Dan Brown



Teabing'in sert tutumu bozuluyor gibiydi.

Rimy odanın ortasına doğru sert adımlarla yürüdü. "Hemen gidin!

Yoksa zor kullanmak..."

Arkasını dönüp, lafı uşağının ağzına tıkayan Teabing, "Remy!" dedi.

"Bize biraz izin ver."

Uşağın ağzı açık kalmıştı. "Efendim? K^şı çıkmak zorundayım. Bu

insanlar..."

"Bu konuyla ben ilgileneceğim." Teabing koridoru gösteriyordu.

Şok etkisi altındaki birkaç saniyenin ardından Remy, başını öne eğerek azarlanmış bir köpek gibi dışarı çıktı.

Açık kapılardan gelen serin akşam rüzgârında Teabing, yüzündeki tedbirli ifadeyle Sophie ile Langdon'a döndü. "Böylesi daha iyi. Kilit taşı hakkında ne biliyorsunuz?"

Teabing'in çalışma odasının dışındaki sık taflanların arasında saklanan Silas silahına sarılmış, cam kapıdan içeri bakıyordu. Birkaç dakika önce evin etrafında dolaşırken, Langdon ile kadını geniş çalışma odasında konuşurlarken görmüştü. O harekete geçemeden, koltuk değnekli bir adam içeri girip, Langdon'a bağırmaya başlamış, kapıları iterek açmış ve misafirlerinden gitmelerini istemişti. Sonra kadın kilit taşından balısetmiş ve her şey değişmişti. Bağırtılar fısıltılara dönüşmüştü. Tutumlar yumuşamıştı. Ve cam kapılar çabucak kapanmıştı.

Şimdi taflanların arasına saklanan Silas, camdan içeri bakıyordu. Kilit taşı evin içinde bir yerlerde. Silas bunu hissedebiliyordu.

Konuşulanları duymaya can atarken, karanlığın içinde cama biraz daha yaklaştı. Onlara beş dakika süre tanıyabilirdi. Kilit taşının yerini açıklamazlarsa, içeri girip onlara zorla söyletecekti.

Çalışma odasındaki Langdon, ev sahibinin şaşkınlığını hissedebiliyordu.

Sophie'ye bakan Teabing, "Büyük Üstat mı?" diyerek yutkundu. "Jacques Sauniere mi?"

Onun gözlerindeki şaşkınlığı gören Sophie başını salladı.

"Ama bunu bilemezsin!"

"Jacques Sauniere benim büyükbabamdı."

292

Da Vinci Şifresi



Teabing koltuk değneklerinin üstünde sendelerken, başını sallayarak onaylayan Langdon'a göz attı. Teabing yeniden Sophie'ye döndü. "Bayan Neveu, nutkum tutuldu. Eğer bu doğruysa, kaybınız için gerçekten üzgünüm. İtiraf etmem gerekiyor ki, Paris'te tarikat üyesi olabilecek kişilerin bir listesini tutmuştum. Pek çoklarıyla birlikte Jacques Sauniere de bu listedeydi. Ama Büyük Üstat diyorsunuz kabullenmek zor." Teabing bir süre sessiz kaldıktan sonra başını iki yana salladı. "Yine de mantıklı gelmiyor. Büyükbabanız tarikatın Büyük Üstat'i olsa ve kilit taşını kendisi yaratmış olsa bile, onu nasıl bulacağınızı size asla söylemedi. Kilit taşı kardeşliğin nihai hazinesine giden yoldur. Torunu olun ya da olmayın, bu bilgiye ulaşmaya yetkili değilsiniz."

Langdon, "Bay Sauniere bilgiyi devrederken ölmek üzereydi," dedi. "Çok az seçeneği vardı."

Teabing, "Seçeneğe ihtiyacı yoktu," diyerek karşı çıktı. "Aynı sırrı bilen üç senechaıvc daha var. Sistemin güzelliği burada. İçlerinden biri Büyük Üstat'lığa terfi eder ve aralarına yeni bir se'nechal alarak, kilit taşı sırrını paylaşırlar."


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə