Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə18/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   36

"Bankasında saklıydı. Büyükbabamı tanıyordu, belki de olanları biliyordur. Kâse'yi kendi almak istemiş olabilir."

Langdon başını iki yana salladı. Vernet o tip birine benzemiyordu. "Tecrübelerimden öğrendiğim kadarıyla, insanlar Kâse'yi sadece iki se-

239

Dan Brown



bepten ötürü isterler. Ya saftırlar ve İsa'nın uzun zamandır kayıp olan kadehini aradıklarına inanırlar..."

"Ya da?"


"Ya da gerçeği bilirler ve bu yüzden tehdit altındadırlar. Tarihte Kâ-

se'yi yok etmek isteyen pek çok grup olmuştur."

Aralarında yaşanan sessizlik, yere sürten tampon sesinin iyice duyulmasına yardımcı olmuştu. Birkaç kilometre yol kat etmişlerdi. Kamyonun önünden gelen kıvılcımları seyreden Langdon tehlikeli olup olmadığını düşünüyordu. Yine de başka bir arabaya bindikleri takdirde dikkat çekeceklerdi. Langdon kararını vermişti.

"Şu tamponu geri takmaya çalışacağım." Bankete çekerek, kamyonu durdurdu. Sesler sonunda kesilmişti.

Langdon kamyonun önüne doğru yürürken kendini hiç alışmadığı bir şekilde gergin hissediyordu. Bu gece bir başka silahın namlusuna bakmak onu kendine getirmişti. Ciğerlerine derin derin gece havası çekti ve aklını başına toplamaya çalıştı. Aranan biri olmanın verdiği vahametin yanı sıra, şimdi bir de taşıdığı sorumluluğun ağırlığını hissetmeye başlamıştı. O ve Sophie, tüm zamanların en büyük gizemine giden şifreli talimatları taşıyor olabilirlerdi.

Bu yük yeterli değilmiş gibi, Langdon şimdi de kilit taşını tarikata iade etme şansının yok olduğunu görüyordu. Diğer üç cinayet haberinin korkunç bir anlamı vardı. Tarikat çözüldü. Tehlikedeler. Kardeşliğin izlendiği ya da aralannda bir muhbir olduğu anlaşılıyordu. Sauniere'in kilit taşını Sophie ile Langdon'a devretmesini açıklıyordu... kardeşliğin dışından kimseler, tahmin edilemeyeceklerini bildiği kişiler. Kilit taşını kardeşliğe iade edemeyiz. Langdon'ın herhangi bir tarikat üyesini nasıl bulacağına dair bir fikri olsa bile, kilit taşım almak için adım atacak kişinin düşman çıkma olasılığı da vardı. En azından şu an için, isteseler de istemeseler de kilit taşı Sophie ile Langdon'daydı.

Kamyonun ön tarafı Langdon'ın tahmin ettiğinden daha berbat görünüyordu. Sol far artık yoktu, sağ far ise yuvasından dışarı fırlamış bir göze benziyordu. Langdon, onu düzeltti ama tekrar fırladı. Tek iyi haber, ön tamponun neredeyse düşmek üzere olduğuydu. Langdon sıkı bir tekme savurunca, tamamen kırıp yerinden çıkarabileceğini anladı.

240


Da Vinci Şifresi

Çarpılmış metale peş peşe tekmeler savururken, Sophie ile daha önce yaptığı konuşmayı hatırladı. Sophie, ona, büyükbabam telefonuma bir mesaj bırakmış, demişti. Bana ailem hakkındaki gerçeği açıklayacağını söylemiş. O an için hiçbir şey ifade etmemişti ama şimdi Sion Tarikatı'nın işin içinde olduğunu bildiğinden, Langdon yeni bir olasılığın söz konusu olduğunu hissediyordu.

Tampon birden gürültülü bir ses çıkartarak koptu. Langdon nefes almak için durdu. En azından kamyon artık Dört Temmuz maytapları gibi görünmeyecekti. Tamponu kaldırarak, ağaçların arasına sürüklerken, buradan nereye gideceklerini düşünüyordu. Kripteksi nasıl açacaklarına ya da Sauniere'in bunu onlara neden verdiğine dair hiç fikirleri yoktu. Ne yazık ki, bu gece hayatta kalmaları bu çok önemli soruların cevaplarına bağlı gibiydi.

Yardıma ihtiyacımız var. Langdon kararını vermişti. Profesyonel yardıma.

Kutsal Kâse ve Sion Tarikatı dünyasında, bu tek bir adam anlamına geliyordu. Ama elbette asıl sorun bu fikri Sophie'ye kabul ettirmekti.

Zırhlı aracın içinde Langdon'ın dönmesini bekleyen Sophie, kucağındaki gül ağacı kutunun ağırlığını hissederek yakınıyordu. Büyükbabam bunu bana niye verdi? Onunla ne yapacağına dair en ufak bir fikri yoktu.

Düşün Sophie! Aklını kullan. Grand-pere sana bir şey anlatmaya çalışıyor.

Kutuyu açarak, kripteksin üstündeki harflere baktı. Hak ettiğini ispatlamak. Bunda büyükbabasının parmağının olduğunu hissedebiliyordu. Kilit taşı, sadece uygun kişinin izleyebileceği bir haritadır. Halis muhlis büyükbabasının işi gibiydi.

Kripteksi kutudan çıkaran Sophie, parmaklarını harflerin üzerinde gezdirdi. Beş harf. Yuvarlakları teker teker çevirdi. Mekanizma yavaşça hareket etti. Diskleri, seçtiği harfler kripteks silindirinin her iki ucunda bulunan iki pirinç hiza çubuğu arasında sıralanacak şekilde döndürdü. Şimdi yuvarlaklar, Sophie'nin fazlasıyla bariz olduğunu bildiği beş harfli bir kelime oluşturmuşlardı.

K-A-D-E-H

241

F: 16


Dan Brown

Silindiri nazikçe iki ucundan tuttu ve hafif bir baskı uygulayarak çekti. Kripteks açılmıyordu. İçindeki sirkeden sesler geldiğini duyunca durdu. Sonra tekrar denedi.

V-I-N-C-I

Yine hiç hareket yoktu.

K-E-M-E-R

Hiçbir şey olmamıştı. Kripteks sapasağlam kilitli duruyordu.

Kaşlarını çatarak gül ağacı kutuya yerleştirdi ve kapağını kapattı. Dışarıda duran Langdon'a bakarak, bu gece onunla birlikte olduğu için minnet duydu. P.S. Robert Langdon'ı bul. Büyükbabasının onu da işin içine karıştırma mantığı şimdi açıkça anlaşılıyordu. Sophie, büyükbabasının niyetini anlayacak kadar bilgiye sahip değildi, bu yüzden Robert Langdon'ı ona rehber atamıştı. Eğitimini üstlenecek bir özel öğretmen. Fakat ne yazık ki Langdon, bu gece öğretmenlikten çok daha fazlasını yapmak zorunda kalmıştı. Bezu Fache'nin hedefi haline gelmişti... ve Kutsal Kâse' yi ele geçirmek isteyen bilinmeyen bir gücün.

Kâse sonunda ne çıkacaktı?

Sophie bunun cevabını bulmanın hayatını tehlikeye atmaya değip değmeyeceğini düşündü.

Zırhlı kamyon tekrar hızlandığında Langdon artık onu çok daha rahat kullanabildiği için halinden memnundu. "Versailles'e nasıl gidildiğini biliyor musun?"

Sophie yan gözle ona baktı. "Dolaşmak için mi?"

"Hayır, bir planım var. Tanıdığım bir din tarihçisi Versailles yakınlarında yaşıyor. Yerini tam olarak hatırlamıyorum ama bulabiliriz. İsmi Leigh Teabing. Eski bir İngiliz Kraliyet Tarihçisi."

"Paris'te mi yaşıyor?"

'Teabing'in en büyük tutkusu Kâse'dir. On beş yıl önce tarikat kilit taşıyla ilgili fısıltılar ayyuka çıktığında, onu kiliselerde arayıp bulma ümidiyle Fransa'ya taşındı. Kilit taşı ve Kâse hakkında bazı kitaplar yazdı. Onu nasıl açacağımıza ve sonra onunla ne yapacağımıza yardımcı olabilir."

Sophie kaygılı gözlerle bakıyordu. "Ona güvenebilir misin?"

"Ne için güvenebilir miyim? Bilgiyi çalmayacağına mı?"

"Ve bizi ele vermeyeceğine?"

242


Da Vinci Şifresi

"Ona polis tarafından arandığımızı söylemek niyetinde değilim. Her şeyi yoluna sokana kadar bizi evine kabul edeceğini sanıyorum."

"Robert, Fransa'daki tüm televizyon kanallarının resimlerimizi yayınlamak için hazırlık yaptığının bilmem farkında mısın? Bezu Fache medyayı daima kendi lehine kullanır. Tanınmadan etrafta dolaşmamızı jmkânsızlaştıracağına eminim."

Fevkalade, diye düşündü Langdon. Fransız televizyonunda ilk sahne alışım "Paris'in En Çok Arananları" dizisinde olacak. En azından Jonas Faukman bu işe sevinecekti; Langdon haberlere her konu oluşunda kitap satışları artıyordu.

Sophie, "Bu adam yeterince iyi bir arkadaş mı?" diye sordu.

Langdon, Teabing'in özellikle de bu saatte televizyon seyreden biri olduğunu sanmıyordu ama yine de dikkate alınacak bir soruydu. Sezgileri Langdon'a Teabing'in kesinlikle güvenilecek biri olduğunu söylüyordu. Sığınılacak ideal bir liman. Şartları göz önüne alınca Teabing onlara mümkün olduğunca yardım etmeye çalışacaktı. Sadece Langdon'a iyilik borcu olduğu için değil, aynı zamanda bir Kâse araştırmacısı olduğu için. Üstelik bir de Sophie, büyükbabasının Sion Tarikatı'nm Büyük Üstat'ı olduğunu söylüyordu. Bunu duyduğunda, sorunu çözmelerine yardımcı olmak için Teabing'in ağzının suyu akacaktı.

Langdon, "Teabing güçlü bir müttefik olabilir," dedi. Tabii ona ne kadarını söylemek istediğine bağlı.

"Fache para ödülü koyabilir."

Langdon güldü. "İnan bana bu adamın ihtiyacı olan son şey para." Leigh Teabing'in serveti, küçük ülkelerin zenginliği ile boy ölçüşebilirdi. İngiltere'nin ilk Lancester Dükü'nün torunu olan Teabing, sahip olduğu parayı eski moda bir yolla elde etmişti... miras yoluyla. Paris yakınlarındaki on yedinci yüzyıl sarayında kendisine ait iki özel göl vardı.

Langdon onunla ilk kez, yıllar önce İngiliz Radyo Televizyon Yayın Şirketi vasıtasıyla tanışmıştı. Teabing BBC'ye, televizyon seyircilerine Kutsal Kâse'nin tartışmalar yaratacak tarihini açıklayacağı bir tarih belgeseli teklifiyle gelmişti. BBC prodüktörleri Teabing'in önerisine sıcak bakmışlar, araştırmalarına ve dayanaklarına bayılmışlardı ama o kadar şaşırtıcı ve haz-medilmesi o kadar zor bir konuydu ki, kaliteli yayıncılık ünlerine leke gelmesinden çekinmişlerdi. BBC itibar korkularını Teabing'in, hepsi de kendi

243

Dan Brown



yaptıkları araştırmalarla Kutsal Kâse'nin şaşırtıcı yapısını doğrulayan, dünyanın saygın tarihçilerinden üç uzman çağrılması teklifiyle çözmüştü.

Langdon seçilenler arasındaydı.

BBC, Langdon'ı film çekimi için Teabing'in Paris'teki malikânesine göndermişti. Teabing'in zengin görünüşlü kabul salonunda kameraların karşısına geçerek kendi hikâyesini paylaşmış, farklı bir Kutsal Kâse hikâyesini ilk duyduğunda şüphelendiğini itiraf ederek, doğru olduğuna ikna oluncaya dek yıllarca araştırma yaptığını anlatmıştı. Langdon en sonunda, kendi araştırmalarından bazılarını açıklamıştı... tartışmalı iddiaları kuvvetle destekleyen bir dizi sembolik bağlar.

Program Britanya'da gösterime girdiğinde, zengin kadrosuna ve kaynak gösterilen delillere rağmen, iddialar popüler Hıristiyan inancına öylesine zıttı ki, anında şimşekleri üzerine çekmişti. Birleşik Devletler'de hiç yayınlanmadığı halde, yankıları Atlantik'i aşmıştı. Langdon kısa süre sonra eski bir arkadaşından bir posta kartı almıştı... Philadelphia Katolik Piskoposu. Kartta sadece şunlar yazıyordu: Sen de mi, Robert?

Sophie, "Robert," diye sordu. "Bu adama güvenebileceğimizden emin

misin?"


"Kesinlikle. Meslektaşımın paraya ihtiyacı yok, ayrıca Fransız yetkililerinden hoşlanmadığını biliyorum. Fransız Hükümeti tarihi bir arazi satın aldığı için ondan fahiş vergi alıyor. Fache ile işbirliği yapmak için acele etmeyecektir."

Sophie karanlık yola baktı. "Ona gidersek, ne kadarını anlatmak istiyorsun?"

Langdon kayıtsız görünüyordu. "İnan bana, Leigh Teabing Kutsal Kâse ve Sion Tarikatı hakkında bu dünyada yaşayan herkesten daha fazlasını biliyordur."

Sophie, ona baktı. "Büyükbabamdan da mı fazla?"

"Kardeşliğin dışındaki herkesten demek istedim."

"Teabing'in kardeşlik üyesi olmadığını nereden biliyorsun?"

'Teabing tüm hayatını Kutsal Kâse hakkındaki gerçeği açıklamaya çalışmakla geçirdi. Tarikat ise onun özyapısını saklı tutmaya yeminli."

"Bana çıkar çatışması gibi geldi."

Langdon, onun kaygılarını anlıyordu. Sauniere kripteksi doğrudan Sophie'ye vermişti ve içinde ne olduğunu veya onunla ne yapacağını bil-

244


Da Vinci Şifresi

mediği halde, işin içine tamamen yabancı birini sokmaya tereddüt ediyordu. İçinde barındırdığı bilgi gözönüne alındığında bu doğru bir içgüdü sayılırdı. 'Teabing'e hemen kilit taşından bahsetmemiz gerekmez. Hatta belki de hiç bahsetmemiz gerekmez. Evinde saklanıp düşünebiliriz ve belki onunla Kâse hakkında konuştuğumuzda büyükbabanın bunu sana neden verdiği hakkında bir fikir edinebilirsin."

"Bize," diye düzeltti Sophie.

Langdon mütevazı bir gurur duydu ve tekrar Sauniere'in neden kendisini bu işe karıştırdığını merak etti.

Sophie, "Bay Teabing'in aşağı yukarı nerede oturduğunu biliyor musun?" diye sordu.

"Chateau Villette adında bir yer."

Sophie, ona dönerek, inanmayan gözlerle baktı. "Chateau Villette mi dedin?"

"Evet o."

"İyi arkadaşmış."

"Orayı biliyor musun?"

"Evet. Şatoların olduğu bölgede. Buradan yirmi dakika uzakta."

Langdon kaşlarını çattı. "O kadar uzak mı?"

"Evet, bu arada sen de bana Kutsal Kâse'nin gerçekten ne olduğunu anlatabilirsin."

Langdon duraksadı. "Sana bunu Teabing'de anlatırım. O ve ben efsanenin farklı alanlarında uzmanız, bu yüzden ikimiz birlikteyken tam hikâyeyi öğrenebilirsin." Langdon gülümsedi. "Ayrıca Kâse Teabing'in hayatı sayılır, Kutsal Kâse hikâyesini ondan dinlemek, İzafiyet Teorisi'ni Einstein'dan dinlemek gibi olacaktır."

"Dua edelim de Leigh gece yarısı misafirlerinden rahatsız olmasın."

"Unutmadan söyleyeyim, Sir Leigh." Langdon bu hataya yalnızca bir kez düşmüştü. "Teabing ilginç biridir. Yıllar önce York Sarayı 'nin zengin tarihini yazdıktan sonra kraliçe tarafından şövalye payesi verilmişti."

Sophie dikkatle ona baktı. "Şaka yapıyorsun, değil mi? Şimdi bir şövalyeyi mi ziyaret edeceğiz?"

Langdon beceriksizce sırıttı. "Kâse'nin peşindeyiz Sophie. Bize bir Şövalyeden daha fazla kim yardımcı olabilir?"

245

Dan Brown



52

Versailles yakınlarındaki 185 dönümlük Chateau Villette, Paris'in yirmi beş dakika kuzeybatısındaydı. 1668 yılında Francis Mansart tarafından Aufflay Kontu için tasarlanan malikâne, Paris'in en önemli tarihi şatolarından biriydi. Chateau Villette, tasarımını Le Nötre'un yaptığı iki dörtgen göl ve bahçeleriyle, bir malikâneden çok mütevazı bir kaleyi andırıyordu. İnsanlar buraya sempatiyle la Petite Versailles diyorlardı.

Langdon zırhlı kamyonu, garaj yolunda titreterek durdurdu. Görkemli güvenlik kapısının ardındaki çayırlarda Sir Leigh Teabing'in malikânesi yükseliyordu. Kapıdaki tabela İngilizceydi: ÖZEL MÜLKTÜR. GİRİLMEZ.

Teabing evinin kendisine ait bir İngiliz adası olduğunu göstermek istercesine, tabelaları İngilizce yazmakla yetinmemiş, kapının dahili haberleşme sistemini kamyonun sağ tarafına gelecek şekilde yerleştirmişti... İngiltere hariç dünyanın her yerinde yolcu koltuğunun bulunduğu tarafa.

Sophie yanlış yerde duran sisteme tuhaf bir bakış fırlattı. "Ya şoförün yanında kimse yoksa?"

"Sorma." Langdon bu konuyu Teabing'le daha önceden tartışmıştı. "Her şeyin vatanındaki gibi olmasını tercih ediyor."

Sophie camını aşağı indirdi. "Robert, sen konuşsan daha iyi olur." Langdon düğmeye basmak için Sophie'nin bulunduğu tarafa doğru eğildi. Bunu yaptığı sırada Sophie'nin iç gıcıklayıcı parfüm kokusu burun deliklerinden sızınca, ne kadar yakın olduklarının farkına vardı. Garip bir şekilde eğilmiş beklerken, küçük hoparlörden çalan telefon sesi duyulmaya başlamıştı.

246


Da Vinci Şifresi

Sonunda cızırtıların ardından, sinirli bir adam aksanlı Fransızcasıyla cevap verdi. "Chateau Villette. Kim arıyor?"

Sophie'nin üstüne abanmış olan Langdon, "Ben Robert Langdon," diye seslendi. "Sir Leigh Teabing'in bir dostuyum. Yardımına ihtiyacım var."

"Efendim uyuyor. Ben de öyle yapıyordum. Onunla ne işiniz vardı?" "Özel bir konu. Kendisini çok ilgilendirecek bir konu." "O halde eminim yarın sabah sizi memnuniyetle kabul edecektir." Langdon ağırlığını biraz daha vererek uzandı. "Çok önemli." "Şu anda Sir Leigh uyuyor. Eğer arkadaşıysanız, sağlığının iyi olmadığından haberiniz vardır."

Sir Leigh Teabing küçükken, çocuk felci geçirmişti ve şimdi koltuk değnekleriyle yürüyordu, fakat son ziyaretinde Langdon, onu o kadar canlı ve neşeli bir adam olarak görmüştü ki, bunun bir hastalık olduğunu unutmuştu. "Lütfen kendisine Kâse ile ilgili yeni bir bilgi edindiğimi söyleyin. Sabaha kadar bekleyemeyecek bir bilgi."

Uzun bir sessizlik oldu.

Kamyon gürültüler çıkartarak yerinde sayarken, Langdon ile Sophie beklediler.

Tam bir dakika geçmişti.

Sonunda birisi konuştu. "Sevgili dostum, zannedersem hâlâ Harvard Standart saatine göre yaşıyorsun." Kendinden emin ve yumuşak bir ses konuşuyordu.

Ağır İngiliz aksanını tanıyan Langdon gülümsedi. "Leigh bu münasebetsiz saatte uyandırdığım için özürlerimi kabul et."

"Uşağım bana, Paris'te bulunmakla kalmayıp, bir de Kâse'den bahsettiğini söyledi."

"Bunun seni yatağından kaldıracağını düşündüm." "Öyle yaptı."

"Eski bir dostun için kapıyı açma ihtimalin var mı?" "Gerçeği arayanlar arkadaştan ötedir. Onlar kardeştir." Teabing'in dramatik konuşmaları yeğlemesine alışkın olan Langdon Sözlerini Sophie'ye çevirdi.

247


Dan Brown

Teabing, "Aslına bakarsan kapıyı açacağım," dedi. "Ama ilk önce kalbinin doğruluğundan emin olmalıyım. Bir şeref sınavı. Üç soruyu cevaplandıracaksın."

İniltiler çıkaran Langdon, Sophie'ye fısıldadı. "Buna tahammül edeceksin. Sana ilginç bir tip olduğunu söylemiştim."

Herkül gibi bir ses tonuyla, "İlk sorun," dedi Teabing. "Sana çay mı yoksa kahve mi ikram edeyim?"

Langdon, Teabing'in Amerikalıların kahve alışkanlığı hakkındaki duygularını biliyordu. "Çay," diye cevap verdi. "Earl Grey." "Mükemmel. İkinci soru. Süt mü şeker mi?" Langdon tereddüt etti.

Sophie kulağına, "Süt," diye fısıldadı. "Sanırım İngilizler sütlü içiyor." Langdon, "Süt," dedi. Sessizlik. "Şeker?"

Teabing cevap vermedi.

Bekle! Son yaptığı ziyarette kendisine ikram edilen acı içeceği hatırlayan Langdon, bu sorunun bir aldatmaca olduğunu fark etmişti. "Limon!" dedi. "Limonlu Earl Grey."

"Doğru." Teabing gerçekten keyiflenmişe benziyordu. "Ve son olarak, en ciddi soruyu sormalıyım." Teabing durup, resmi bir sesle konuşmaya başladı. "Harvard'lı kürekçi Henley'de en son hangi senede Ox-

ford'lu birini geçti?"

Langdon'ın hiç fikri yoktu ama sorunun tek bir sebepten sorulmuş olduğunu düşünebiliyordu. "Elbette böyle bir rezalet hiç yaşanmadı."

Kapı açılmıştı. "Kalbin doğru dostum. Girebilirsin."

Da Vinci Şifresi

248


53

"Monsieur VernetF Zürih Emanet Bankası'nın gece müdürü, telefonda başkanın sesini duyunca rahatlamıştı. "Nereye gittiniz efendim? Polis burada, herkes sizi bekliyor."

Banka başkanı kaygılı bir sesle, "Ufak bir sorunum vardı," dedi. "Acil yardımınıza ihtiyacım var."

Müdür, ufak bir sorundan daha fazlası var, diye düşündü. Polis bankayı tamamen kuşatmıştı, ayrıca DCPJ şefinin bizzat bankanın istediği arama emriyle geleceğini söylüyorlardı. "Size nasıl yardım edebilirim efendim?"

"Üç numaralı zırhlı kamyon. Onu bulmalıyım." Müdür şaşkınlıkla dağıtım çizelgesini inceledi. "Burada. Aşağıdaki yükleme havuzunda."

"Doğrusunu istersen hayır, orada değil. Kamyon, polisin peşine düştüğü iki kişi tarafından çalındı."

"Ne? Dışarı nasıl çıktılar?"

"Telefonda ayrıntılara girmeyeceğim. Yalnız şu anda banka için son derece talihsiz olabilecek bir durumla karşı karşiyayız."

"Ne yapmamı istiyorsunuz efendim?"

"Kamyonun acil durum vericisini devreye sokmanı istiyorum."

Gece müdürünün gözleri, odanın karşı tarafındaki LoJack kontrol kutusuna gitti. Bankanın tüm kamyonları, pek çok zırhlı araba gibi, bankadan harekete geçirilebilen. uzaktan kumandalı bir telsiz sistemiyle donatılmıştı. Müdür, bir kaçırılma olayının ardından bunu sadece bir kez kullanmak zorunda kalmıştı ve sistem kusursuz bir şekilde işlemişti... kamyonun yerini tespit edip, koordinatları otomatik olarak yetkililere

249


Dan Brown

iletmişti. Ama müdür bu gece, başkanın biraz daha tedbirli davranmak istediği izlenimine kapılmıştı. "Efendim, LoJack sistemini devreye soktuğum anda, vericinin yetkililere bir sorunumuz olduğunu haber vereceğinin farkındasınızdır."

Vernet birkaç saniye sessiz kaldı. "Evet, biliyorum. Yine de yap. Üç numaralı kamyon. Bekliyorum. Tespit ettiğin anda kamyonun tam yerini bilmek istiyorum."

"Hemen efendim."

Otuz saniye sonra, kırk kilometre ötedeki zırhlı kamyonun yük kasasının altına gizli küçük vericinin ışığı yanarak çalışmaya başladı.

Da Vinci Şifresi

250

54

Langdon ile Sophie zırhlı kamyonu, kenarında kavak ağaçlarının dizildiği kavisli yoldan eve doğru sürerlerken, Sophie kaslarının gevşediğini hissetmeye başlamıştı bile. Yoldan çıkmış olmak rahatlatıcıydı, ayrıca iyi huylu yabancının sahip olduğu bu özel malikâneden daha güvenli bir yer aklına gelmiyordu.



Geniş araba yoluna saptıklarında, Chateau Villette sağ taraflarında belirmişti. Üç katlı ve en azından altmış metre yüksekliğindeki yapının gri taş cephesi, dışarıdaki spot ışıklarıyla aydınlatılıyordu. Mükemmel bakımlı bahçeleriyle, cam gibi parıldayan durgun gölet kaba cepheyle yan yana duruyordu.

İçerideki ışıklar yanmaya başlamıştı.

Langdon ön kapıya kadar sürmek yerine, aracı yeşillikler arasındaki parka çekti. "Yoldan fark edilmeye gerek yok," dedi. "Ya da Leigh'i neden zırhlı bir araçla geldiğimiz konusunda meraklandırmaya."

Sophie başını salladı. "Kripteksi ne yapacağız? Burada bırakamayacağımız ortada ama Leigh görürse, ne olduğunu bilmek isteyecektir."

Arabadan inerken ceketini çıkaran Langdon, "Endişelenme," dedi. Tüvit ceketini kutunun etrafında sararak, bebeği kucaklar gibi kolunun altına aldı.

Sophie kuşkulu görünüyordu. "Anlaşılır."

"Teabing kapıyı asla kendisi açmaz; salona konuğundan sonra girmeyi tercih eder. O bize katılmadan önce bunu saklayacak bir yer bulurum." Langdon duraksadı. "Aslında, onunla tanışmadan önce seni uyarmalıyım. Sir Leigh'in, diğer insanların biraz... garip bulduğu bir espri anlayışı vardır."

251


Dan Brown

Sophie bu gece artık onu başka bir şeyin şaşırtabileceğini sanmıyordu.

Ana girişe giden patika çakıl taşlarıyla döşenmişti. Kıvrılarak, greyfurt büyüklüğünde pirinç bir kapı tokmağı olan, meşe ve kiraz ağacından yapılmış kapıya doğru gidiyordu. Sophie tokmağa uzandığı sırada, kapı içeriden açıldı.

Üstüne henüz geçirdiği belli olan beyaz kravatıyla smokinindeki son düzeltmeleri yapan, resmi ve zarif bir uşak karşılarında duruyordu. Elli yaşlarında görünüyordu ve zarif bir çehresi vardı. Yüzündeki sert ifade, orada bulunmalarına hiç memnun olmadığını şüpheye yer bırakmayacak kadar iyi anlatıyordu.

Ağır Fransız aksanıyla, "Sir Leigh birazdan aşağıda olacak," dedi. "Giyiniyor. Ziyaretçilerinin karşısına gecelikle çıkmaktan hoşlanmaz. Ceketinizi alabilir miyim?" Langdon'ın kollarındaki sarmalanmış tüvit cekete doğru uzandı.

'Teşekkürler, ben rahatım." "Elbette öylesiniz. Buradan lütfen."

Uşak onları lüks mermer antreden geçirerek, püsküllü Victoryan abajurların hafifçe aydınlattığı, ince bir zevkle döşenmiş kabul salonuna götürdü. İçeride pipo tütünü, çay yaprakları, sıcak İspanyol şarabı ve taş yapının kendine has kokusunun bileşiminden oluşan bir çeşit saray kokusu hâkimdi. Arka duvardaki pırıltılı iki zırhlı elbisenin ortasında, öküz çevirmeye yetecek büyüklükte bir şömine duruyordu. Şömineye doğru yürüyen uşak çömelerek, önceden yerleştirilmiş meşe kütükleriyle çıraların üstüne bir kibrit attı. Ateş hemen yanmaya başlamıştı.

Adam ayağa kalkarak ceketini düzeltti. "Efendim kendinizi evinizde hissetmenizi istedi." Bunu söyledikten sonra Sophie ile Langdon'ı yalnız bırakarak, odadan ayrıldı.

Sophie şöminenin yanındaki hangi antikaya oturacağına karar vermeye çalışıyordu... kadife Rönesans divan mı, rustik kartal pençesi ayaklı salıncaklı sandalye mi, yoksa Bizans mabedinden alınmış gibi görünen taş sıralara mı?

Kripteksi ceketinden çıkaran Langdon kadife divanın yanına giderek, tahta kutuyu görünmeyecek şekilde altına itti. Ardından ceketini sil-

252

Da Vinci Şifresi



keleyerek yeniden giydi, klapalarını düzeltti ve sakladığı hazinenin üstüne otururken Sophie'ye gülümsedi.

Divana, diye düşünen Sophie, Langdon'ın yanına geçti. Sophie büyüyen alevlere bakıp, sıcağın keyfini çıkarırken, büyükbabasının bu odaya bayılacağını düşündü. Koyu lambri kaplı duvarlarda eski ustaların tabloları asılıydı. Sophie bunlardan birinin, büyükbabasının en sevdiği ikinci ressam olan Poussin'e ait olduğunu fark etmişti. Şöminenin üstündeki örtünün üzerinde, İsis'in kaymaktaşından yapılmış bir büstü odayı seyrediyordu.

Mısır tanrıçasının altındaki şöminenin içinde, ayaklık olarak kullanılan iki taş gargoyle'*' tehditkâr boğazlarını göstermek için ağızlarını açmışlardı. Sophie küçüklüğünde gargoyle'lerden hep korkmuştu; ta ki yağmurlu bir günde büyükbabası onu Notre Dame Katedrali'nin tepesine çıkartana kadar. Ağızlarından yağmur suyu püskürten gargoyle oluklarını göstererek, "Prenses, bak ne kadar aptal yaratıklar," demişti. "Boğazlarından gelen komik sesi duyuyor musun?" Boğazlarından gelen gurultulu sesi duyan Sophie gülümseyerek başını sallamıştı. Büyükbabası, ona, "Gargara yapıyorlar," demişti. "Gargaracı! Bu aptal 'gargoyle' ismini bu yüzden almışlar." Sophie bir daha onlardan korkmamıştı.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə