Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə16/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   36

Sophie kaşlarını çatarak, "Fonction terminer," dedi. "Tek şansımız var gibi görünüyor." Standart ATM makineleri, banka kartını alıkoymadan önce doğru PIN kodunu girmek için üç deneme hakkı verirdi. Bunun sıradan bir nakit çekme makinesi olmadığı ortadaydı.

Ekrana girdikleri sayıyla elindeki bilgisayar çıktısını dikkatle karşılaştıran Langdon, "Sayıyı doğru girdik sanırım," dedi. Eliyle GİRİŞ tuşunu işaret etti. "Ateşleyelim bakalım."

İşaret parmağını tuş takımına uzatan Sophie aklına gelen garip düşünceyle tereddüt etti.

Langdon, ona, "Hadisene," diyerek hızlandırmaya çalıştı. "Vernet az

sonra burada olur."

"Hayır." Sophie elini geri çekmişti. "Asıl hesap numarası bu değil."

"Elbette bu! On haneli. Başka ne olabilir ki?"

"Fazlasıyla gelişigüzel."

Gelişigüzel mi? Langdon bu fikre kesinlikle katılmıyordu. Bankalar müşterilerinden -PIN kodlarını gelişigüzel sayılardan seçmelerini isterdi, böylece numarayı kimse tahmin edemezdi. Elbette buradaki müşteriler de hesap numaralarını gelişigüzel sayılardan seçeceklerdi.

212

Da Vinci Şifresi



Sophie ekrana yazdığı her şeyi sildi ve kendinden emin bir ifadeyle Langdon'a baktı. "Bu gelişigüzel sayının, Fibonacci Dizimi'nden seçilmiş olması büyük bir tesadüf olurdu."

Langdon, onun haklı olabileceğini fark etmişti. Sophie daha önce bu sayıyı Fibonacci Dizimi'ni oluşturacak şekilde sıralamıştı. Bunun olabilme ihtimali gerçekten çok düşüktü.

Sophie sanki hesap numarası ezberindeymiş gibi bir kez daha tuş takımına uzanmış, yeni bir sayı giriyordu. "Ayrıca büyükbabamın sembollere ve şifrelere olan tutkusu göz önüne alınırsa, mutlaka kendisi için anlam ifade eden bir hesap numarası seçmiş olmalı, kolaylıkla hatırlayabileceği bir şey." Sayıyı yazmayı bitirdikten sonra sinsi bir ifadeyle gülümsedi. "Gelişigüzel gibi görünen... ama olmayan bir şey."

Langdon ekrana baktı.

HESAP NUMARASI: 112 3 5 8 13 2 1

Ekrana baktığı anda Sophie'nin haklı olduğunu anlaması Lang-don'ın sadece saniyelerini almıştı.

Fibonacci Dizimi.

1-1-2-3-5-8-13-21

Fibonacci Dizimi, on haneli tek bir sayı haline getirildiğinde kesinlikle ne olduğu anlaşılmıyordu. Hatırlaması kolay ama görünüşü gelişigüzel. Sauniere'in asla unutamayacağı on haneli dâhice bir şifre. Bunun dışında, Louvre'un zeminindeki karışık sayıların sıraya sokulduğunda ünlü diziyi meydana getirmesini mükemmel bir biçimde açıklıyordu.

Sophie uzanarak GİRİŞ tuşuna bastı.

Hiçbir şey olmadı.

En azından fark edebilecekleri bir şey olmadı.

O sırada, bankanın altlarında bulunan yeraltı mahzenindeki robo-tumsu bir pençe harekete geçmişti. Tavana bağlı çift eksenli bir taşıma sisteminde kayarak hareket eden pençe, aldığı koordinatlara doğru ilerliyordu. Aşağıdaki beton zeminde, devasa bir ızgaranın üstünde yan yana dizilmiş plastik kasalar duruyordu... bir yeraltı odasına sıralanmış küçük tabutları andırıyorlardı.

213


Dan Brown

Pençe, doğru noktaya geldiğinde durup alçaldı, bu sırada elektrikli bir göz, kutunun üstündeki barkod numarasını okuyordu. Ardından, pençe bir bilgisayar hassasiyetiyle ağır kulpu kavradı ve kutuyu diklemesine kaldırdı. Devreye giren yeni cihazların yardımıyla pençe kutuyu odanın diğer ucuna taşıdı ve taşıyıcı bandın üzerine geldiğinde durdu. Sonra kol kutuyu nazikçe bırakarak, geri çekildi. Kol devre dışı kaldıktan sonra taşıyıcı bant dönmeye başladı... Yukarıda, Sophie ile Langdon taşıyıcı bandın hareket etmeye başladığını görünce rahatlamışlardı. Bandın yanında dururlarken, kendilerini içinden ne çıkacağını bilmedikleri gizemli bir bavulu bekleyen yorgun tatilciler gibi hissediyorlardı.

Taşıyıcı bant odaya, sağ taraflarındaki hareketli kapının altındaki dar aralıktan girdi. Metal kapı yukarı kayarak açıldığında, taşıyıcı bandın gerilerinde muazzam bir plastik kutu belirmişti. Bu siyah ve plastik kutu, Sophie'nin tahmin ettiğinden çok daha büyüktü. Uçaklarda evcil hayvan taşımaya yarayan kafeslerin deliksiz olanlarına benziyordu.

Kutu, tam önlerine gelince durdu. ; Orada sessizce duran Sophie ile Langdon, gizemli kutuya gözlerini

dikmişlerdi.

Bankadaki diğer her şey gibi, bu kutu da sanayi yapımıydı, metal menteşeleri, üzerinde bir barkod etiketi ve ağırlığa dayanıklı kulpları vardı. Sophie, onu dev bir alet çantasına benzetmişti.

Sophie hiç vakit kaybetmeden, önünde duran iki tokayı çözdü. Sonra Langdon'a göz attı. Ağır kapağı birlikte kaldırarak, arkaya doğru ittiler.

Öne doğru yaklaşarak, kasanın içine dikkatle baktılar.

Sophie ilk baktığında kutunun boş olduğunu sanmıştı. Ardından bir şey gördü. Kutunun en altında duruyordu. Tek bir nesne.

Ayakkabı kutusu büyüklüğündeki cilalı tahta kutunun menteşeleri oymalıydı. Parlak mor ağacın koyu damarları vardı. Sophie bunun gül ağacı olduğunu fark etti. Büyükbabasının en sevdiği. Kapağında güzel bir gül deseni buluriuyordu. Sophie ile Langdon birbirlerine şaşkınlıkla baktılar. Sophie eğilip kutuyu kavrayarak, dışarı çıkardı.

Tanrım, ne kadar ağır!

Da Vinci Şifresi

Büyük bir dikkatle geniş masanın üstüne taşıyıp, bıraktı. Langdon, onun yanında duruyordu. Her ikisi de, büyükbabasının bulmaları için gönderdiği küçük hazine sandığına gözlerini dikmişti.

Langdon kapaktaki el oyması beş yapraklı güle hayretle bakıyordu. Bu türden gül şekillerini pek çok kez görmüştü. "Beş yapraklı gül," diye fısıldadı. "Tarikatın Kutsal Kâse için kullandığı semboldür."

Sophie dönüp ona baktı. Langdon, onun ne düşündüğünü anlayabiliyor, kendisi de aynı şeyi düşünüyordu. Kutunun boyutları, içindekinin ağırlığı ve tarikatın kullandığı Kâse sembolü kuşkusuz tek bir sonuca götürüyordu, ha 'nın Kadehi bu sandığın içinde. Langdon bir kez daha kendisine bunun mümkün olmadığını söyledi.

Sophie, "Bu bir," diye fısıldadı. "Kadehi koymak için en uygun boyut."

O bir kadeh olamaz.

Sophie kutuyu açmaya hazırlanarak, sandığı masanın üstünde kendine doğru çekti. Fakat o kutuyu hareket ettirirken beklenmedik bir şey oldu. Kutudan garip lıkır lıkır bir ses geldi.

Langdon iyice anlamak için kulağını eğdi. İçinde sıvı mı var?

Sophie de aynı derecede şaşırmış görünüyordu. "Sen de duydun mu?..."

Langdon boş bir ifadeyle başını salladı. "Sıvı." İleriye uzanan Sophie yavaşça kopçayı açtı ve kapağı kaldırdı. İçindeki nesne, Langdon'in o güne dek gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu. Ama her ikisi de bir şeyi o anda iyice anlamıştı. Bu kesinlikle İsa'nın Kadehi değildi.

215


Dan Brown

45

Bekleme odasından içeri giren Andre Vernet, "Polis yolları kapatıyor," dedi. "Sizi buradan çıkartmak zor olacak." Kapıyı arkasından kapatırken, taşıyıcı bandın üzerindeki plastik çantayı görünce, olduğu yerde sıçradı. Tanrım! Sauniere'in hesap numarasını mı buldular?



Sophie ile Langdon masadaki büyük ahşap bir mücevher kutusuna benzeyen şeyin başında birbirlerine sokulmuşlardı. Sophie hemen kapağı kapatıp başını kaldırdı. "En başından beri hesap numarası bizdeydi," dedi.

Vernet'nin sesi soluğu kesilmişti. Bu her şeyi değiştiriyordu. Gözlerini saygıyla kutudan kaçırdı ve bir sonraki hareketini planlamaya çalıştı. Onları bankadan çıkartmalıyım! Ama polis yolları kapatmış olduğundan, Vernet'nin aklına bunu yapmanın tek bir yolu geliyordu. "Mademoiselle Neveu, sizi bankadan güven içinde çıkartabilirsem, bu nesneyi yanınızda mı götüreceksiniz, yoksa ayrılmadan önce kasaya iade mi edeceksiniz?"

Sophie, Langdon'a bir bakış fırlattıktan sonra Vernefye döndü. "Yanımızda götürmemiz gerekiyor."

Vernet başını salladı. "Çok güzel. O halde bu nesne her ne ise, koridorda yürürken onu ceketinize sarmanızı tavsiye ederim. Başka birinin görmesini istemem."

Langdon ceketini çıkarırken, Vernet taşıyıcı bandın yanına giderek boş kasayı kapattı ve ekrana bir dizi emirler girdi. Taşıyıcı bant, üzerindeki plastik kasayla birlikte aşağıdaki mahzene doğru hareket etmeye başladı. Vernet altın anahtarı konsoldan çıkararak, Sophie'ye uzattı. "Bu yoldan lütfen. Acele edin."

Arka taraftaki yükleme havuzuna gittiklerinde Vernet polis arabası ışıklarının yeraltındaki garajı doldurduğunu gördü. Kaşlarını çattı. Ram-

216

Da Vinci Şifresi



payı kapatıyor olmalıydılar. Gerçekten bu işi alnımın akıyla başaracak mıyım? Artık terlemeye başlamıştı.

Vernet bankanın küçük zırhlı araçlarından birini işaret etti. Transport sûr, Zürih Emanet Bankası'nın sunduğu diğer bir hizmetti. Büyük ve ağır arka kapıyı açarken, "Kargo kısmına geçin," diyerek, eliyle parlayan çelik bölmeyi gösterdi. "Hemen dönerim."

Sophie ile Langdon araca binerlerken, Vernet yükleme havuzu denetçisinin ofisine girerek kamyonun anahtarlarını aldı ve kendine bir şoför üniformasıyla şapkası buldu. Ceketiyle kravatını çıkararak, şoför ceketini giymeye başladı. Her ihtimale karşı, üniformasının altına omuz tabancası kılıfını taktı. Dışarı çıkarken şoförün tüfekliğinden bir tabanca" aldı ve kılıfa yerleştirdi, üniformasını üstüne çekti. Kamyona geri dönen Vernet şapkayla yüzünü iyice örterek dikkatle, boş çelik kasanın içinde oturmakta olan Sophie ile Langdon'a baktı.

"Bunun açık durmasını istersiniz herhalde," diyen Vernet, içeriye uzanıp, tavandaki tek ampulü yakmak için duvardaki düğmeyi çevirdi. "Ayrıca otursanız iyi olur. Kapıya giderken hiç sesinizi çıkartmayın."

Sophie ile Langdon metal yere oturdular. Langdon tüvit ceketine sarmalanmış olan hazineyi kucağına aldı. Vernet ağır kapıları örterek onları içeri kilitledi. Ardından direksiyona geçip, motoru çalıştırdı.

Zırhlı kamyon rampayı çıkarken Vernet şapkasının altında biriken terlen hissetmeye başlamıştı. Ön tarafta tahmin ettiğinden daha fazla polis ışığı olduğunu görebiliyordu. Kamyon rampayı çıkmaya başladığında, geçişlerine izin vermek için kapılar içeri doğru açıldı. Vernet ilerleyip bir sonraki bilgisayar mekanizmasına gelmeden önce kapının arkasından kapanmasını bekledi. İkinci kapı kalktığında, çıkış yolu açılmıştı. Rampanın önünü kesen polis arabası dışında. Vernet alnını silip, aracı ileri doğru sürdü.

Leylek gibi bir polis memuru dışarı çıkıp, barikatın birkaç metre ilerisinde ona durmasını işaret etti. Dışarıda dört devriye arabası park etmişti.

Vernet durdu. Şoför şapkasını daha da aşağı indirerek, kültürlü terbiyesinin elverdiğince kaba görünmeye çalıştı. Direksiyonun başından ayrılmadan kapıyı açtı ve sert yüzlü ajana baktı.

Vernet sert bir ses tonuyla, "Geçiş iznin varını?" diye sordu.

217


Dan Brown

Ajan, "Je suis Jerome Collet," dedi. "Adli polisten teğmen." Kamyonun yük kasasını işaret etti. "Bunun içinde ne var?"

Vernet bozuk bir Fransızcayla, "Nerden bileyim?" diye karşılık verdi. "Ben sadece bir şoförüm."

Collet etkilenmişe benzemiyordu. "İki suçluyu arıyoruz."

Vernet güldü. "O halde doğru yere gelmişsiniz. Şoförlüğünü yaptığım bu heriflerden bazılarının o kadar çok parası var ki, mutlaka suçlu olmalılar."

Ajan, Robert Langdon'ın pasaport resmini kaldırdı. "Bu adam bu

gece bankanıza geldi mi?"

Vernet omuzlarını silkti. "Hiç fikrim yok. Bizim müşterilerin yanına girmemize izin vermiyorlar. İçeri girip ön masaya sormanız gerekiyor."

"Bankanız içeri girmek için bizden arama belgesi istiyor."

Vernet tiksintili bir ifade takındı. "Müdürler. Ağzımı açtırmayın benim."

"Kamyonu açın lütfen." Collet yük kasasını gösteriyordu.

Vernet, ajana bakarak, iğrenç bir kahkaha attı. "Kamyonu açmak mı? Bende anahtarlar var mı sanıyorsunuz? Bize güvendiklerini mi düşünüyorsunuz? Bana ödedikleri bozuklukları görmeniz lazım."

Ajan şüpheli bir ifadeyle, başını yana doğru eğmişti. "Kendi kamyonunuzun anahtarlarının sizde olmadığını mı söylüyorsunuz?"

Vernet başını iki yana salladı. "Yük kasasının anahtarları yok. Sadece kontak anahtarı. Bu kamyonlar, yükleme havuzundaki denetçiler tarafından mühürleniyor. Sonra birisi yük kasasının anahtarım varış yerine götürene kadar kamyon yerinde bekliyor. Anahtarların alıcıya ulaştığı çağrısını aldıktan sonra, yola çıkmak için onay alıyoruz. Daha önce değil. Hiçbir zaman ne taşıdığımı bilmem."

"Bu kamyon ne zaman mühürlendi?"

"Saatler önce olmalı. Bu gece St. Thurial'a kadar gideceğim. Kargo anahtarları oraya ulaşmış."

Ajan hiç cevap vermeden susuyor, gözleriyle adeta Vernet'nin zihnini okumaya çalışıyordu.

Bir ter damlası Vernet'nin burnundan aşağı akmak üzereydi. Burnunu ceketinin koluyla silip, yolunu kesen polis arabasını işaret ederken, "Sakıncası var mı?" diye sordu. "Çok uzun bir yolum var."

218

Da Vinci Şifresi



Ajan, Vernet'nin kolunu göstererek, "Bütün şoförler Rolcx mi takıyor?" diye sordu.

Vernet başını eğip baktığında, ceket kolunun altından parlayan son derece pahalı saatinin kayışını gördü. Merde. "Bu bok mu? St. Germain des Pres'teki Tayvanlı sokak satıcısından yirmi euroya aldım. Size kırka satarım."

Ajan biraz duraksadıktan sonra kenara çekildi. "Hayır teşekkürler. Güvenli yolculuklar."

Kamyon sokağın elli metre uzağına gidene kadar Vernet nefes almadı. Şimdi başka bir sorunu vardı. Yükü. Onları nereye götüreceğim?

219

Dan Brown



46

Odasındaki hasır kilimin üstünde yüzükoyun yatmış olan Silas taze kırbaç yaralarının pıhtılaşmasını bekliyordu. Bu gece kendine verdiği ikinci cezalandırma onu sersemletmiş ve güçsüz bırakmıştı. Ayrıca keçe kemerini artık çıkartması gerekiyordu, kalçalarının iç kısımlarından kan aktığını hissedebiliyordu. Yine de kayışı çıkartmak hakkını kendinde görmüyordu.

Kiliseye ihanet ettim. Daha da kötüsü, piskoposa ihanet ettim.

Bu gecenin Piskopos Aringarosa'nın kurtuluş gecesi olması gerekiyordu. Piskopos beş ay önce Vatikan Rasathanesi'nden döndüğünde, onu derinden değiştirecek olan bir şey öğrenmişti. Haftalarca depresyonda gezen Aringarosa, en sonunda haberi Silas'la paylaşmıştı.

Silas, "Ama bu imkânsız!" diye haykırmıştı. "Bunu kabul edemem!" Aringarosa, "Doğru," demişti. "İnsanın aklına gelecek türden değil, ama doğru. Sadece altı ay var."

Piskoposun sözleri Silas'ı dehşete düşürmüştü. Kurtulmak için dua etti ve o karanlık günlerde bile Tanrfya ve Tarik'e olan inancını kaybetmedi. Bir ay sonra bulutlar mucizevi bir şekilde aralanmış ve umut ışığı

doğmuştu.

Aringarosa buna, ilahi müdahale demişti.

Piskopos ilk kez umutlu görünüyordu. "Silas," diye fısıldamıştı. "Tanrı bize Tarik'i korumamız için bir fırsat sunuyor. Tüm mücadeleler gibi bizim mücadelemiz de fedakârlık gerektirecek. Sen Tanrı'nın neferi olacak mısın?"

¦ 220


Da Vinci Şifresi

Silas, Aringarosa'nın -ona yeni bir hayat veren adamın- önünde diz çökmüş ve, "Ben Tanrı'nın kuzusuyum. Beni yüreğinizin dilediği gibi güdün," demişti.

Aringarosa ortaya çıkan fırsatı anlattığında Silas bunun sadece Tanrı'nın yardımıyla olabileceğini anlamıştı. Mucizevi kader! Aringarosa, Si-las'a planı yapan adamla -kendine Öğretmen diyen bir adam- temas kur-durtmuştu. Öğretmen ile Silas asla yüz yüze gelmedikleri halde, her telefon konuşmalarında Silas, onun hem inancına, hem de gücünün büyüklüğüne korkuyla karışık saygı duyuyordu. Öğretmen, her yerde gözü ve kulağı olan, her şeyi bilen bir adama benziyordu. Silas, Öğretmen'in bu bilgileri nasıl topladığını bilmiyordu, ama Aringarosa'nın ona büyük bir güveni vardı ve Silas'a da aynını yapmasını söylemişti. Piskopos, Silas'a, "Öğretmen'in söylediklerini yap," demişti. "O zaman zafere ulaşırız."

Zafer. Silas şimdi çıplak zemine bakarken zaferin ellerinden kaçmış olmasından korkuyordu. Öğretmen aldatılmıştı. Kilit taşı meselesi dolambaçlı bir çıkmaza dönüşmüştü. Ve bu düzenin içinde tüm umutlar yok olmuştu.

Silas, Piskopos Aringarosa'yı arayıp onu uyarmak istiyordu, ama Öğretmen o gece için doğrudan yapacakları tüm iletişimi yasaklamıştı. Kendi güvenliğimiz için.

Sonunda dayanılmaz korkularını yenen Silas ayağa kalkıp, yerde duran cüppesini aldı. Cebinden telefonunu çıkardı. Başını utançla sallarken telefon numarasını çevirdi.

"Öğretmen," diye fısıldadı. "Her şeyi kaybettik." Silas, adama nasıl tuzağa düşürüldüğünü tüm dürüstlüğüyle anlattı.

Öğretmen, "İnancını çok çabuk kaybediyorsun," diye karşılık verdi. "Yeni bir haber aldım. Beklenmedik ama iyi bir haber. Sır devam ediyor. Jacques Sauniere ölmeden önce sırrı devretmiş. Seni yakında arayacağım. Bu geceki işimiz henüz bitmedi."

ı

221


Dan Brown

47

Zırhlı kamyonun loş yük kasasında yolculuk yapmak, hücrenin içinde müebbet hapse götürülmek gibi bir histi. Langdon kapalı yerlerde gelip kendisini vuran o tanıdık heyecan duygusuyla boğuşuyordu. Vemet bizi şehirden güvenli bir mesafeye götüreceğini söyledi. Nereye? Ne kadar uzağa?



Langdon'ın bacakları yerde bağdaş kurup oturmaktan uyuştuğundan, vücudunun alt kısmında kan dolaşımını sağlayacak yeni bir pozisyon aldı. Kollarıyla bankadan aldıkları garip hazineye sıkı sıkı sarılmıştı.

Sophie, "Sanırım artık otoyola çıktık," tiedi.

Aynı şeyi Langdon da hissetmişti. Kamyon, rampanın sonundaki cesaret kırıcı duraklamanın ardından sola dönmüş, bir iki dakika sonra sağa sapmıştı. Şimdi ise son süratle gidiyor gibiydi. Altlarındaki kurşun geçirmez lastikler yumuşak asfalt üzerinde vızıldıyordu. Dikkatini zorla kollarında tuttuğu gül ağacından kutuya vermeye çalışan Langdon kıymetli bohçasını yere bıraktı, ceketini açtı ve içinden kutuyu çıkararak kendine çekti. Sophie yan yana oturacakları şekilde pozisyonunu değiştirmişti. Langdon birden kendilerini, yılbaşı ağacının altında birbirine sokulmuş iki çocuk gibi hissetti.

Gül ağacı kutunun sıcak renkleriyle tezat oluşturacak soluk bir ağaçtan, muhtemelen dişbudaktan yapılmış olan gül işlemesi, loş ışıkta belirgin biçimde parlıyordu. Gül. Gizli cemiyetler gibi pek çok ordu ve din de bu sembol üstüne kurulmuştu. Rozenkruzlar. Gül Haçı Şövalyeleri. Sophie, "Devam et," dedi. "Aç şunu."

Langdon derin bir nefes aldı. Elini kapağa uzatırken, hayranlık uyandırıcı ağaç oymasına son bir kez daha baktı ve sonra kancayı açarak kapağı kaldırdı ve içindeki nesneyi ortaya çıkardı.

222


Da Vinci Şifresi

Langdon bu kutunun içinde bulabilecekleri nesneye dair pek çok fantezi kurmuştu ama bütün tahminleri yanlış çıkmıştı. Kutunun yumuşak koyu kırmızı ipek iç yüzeyinin üstüne yerleştirilen nesne, Langdon'ın anlayabileceği türden bir şey değildi.

Cilalı beyaz mermerden oyulmuş, tenis topu kutusu büyüklüğünde taş bir silindirdi. Bununla birlikte tek bir gövdeden oluşmak yerine, taş silindir pek çok parçadan oluşuyor gibiydi. Amerikan şekerli çöreği büyüklüğündeki beş mermer yuvarlak, ince bir pirinç karkas üzerine yerleştirilip bir araya getirilmişti. Boru şeklindeki bir kaleydeskopa benziyordu. Silindirin her iki ucu da, içi görülmeyecek şekilde mermer bir kapakla örtülmüştü. İçindeki sıvı sesini duyan Langdon silindirin içinin oyuk olduğunu tahmin etti.

Tüpün etrafındaki oymalar da ilk bakışta, silindirin gizemli yapısı kadar Langdon'ın dikkatini çekmişti. Beş diskin her birine, diğerinden farklı harfler kazınmıştı... tüm alfabe. Üzerinde harfler bulunan silindir Lang-don'a çocukluğunda en sevdiği oyuncağını hatırlatmıştı... farklı kelimeler türetmek için çevrilebilen harf tabletleri takılı bir sopa.

Sophie, "Etkileyici, öyle değil mi?" diye fısıldadı.

Langdon başını kaldırıp ona baktı. "Bilmiyorum. Bu da ne böyle?"

Şimdi gözleri parlayan Sophie idi. "Büyükbabam hobi olarak bunları yapardı. Leonardo da Vinci tarafından icat edildiler."

Sophie loş ışıkta bile Langdon'ın gözlerindeki şaşkınlığı görebiliyordu.

Silindire yeniden bakan Langdon, "Da Vinci mi?" diye mırıldandı. "Evet. Buna kripteks deniyor. Büyükbabamın anlattığına göre planları Da Vinci'nin gizli günlüklerinden birinde bulunmuş." "Ne işe yarıyor?"

Sophie, o gece olanlar düşünüldüğünde cevabın ilginç bir anlam içerdiğini biliyordu. "Bu bir kasa," dedi. "Gizli bilgileri saklamak için."

Langdon'ın gözleri daha da büyüdü.

Sophie, büyükbabasının en sevdiği hobisinin Da Vinci'nin icatlarının modellerini yapmak olduğunu açıkladı. Ahşap ve maden atölyesinde saatler geçiren yetenekli bir zanaatkar olan Jacques Sauniere, ünlü ustala-°n taklitlerini yapmaktan hoşlanırdı... çeşitli emaye işleriyle Faberge Yumurtaları ve Leonardo da Vinci'nin sanattan çok pratik çalışmaları.

223

Dan Brown



Da Vinci'nin günlüklerine şöyle bir bakmak bile, neden dehasıyla olduğu kadar başladığı işi bitirmemekle ünlü olduğunu anlamaya yeterdi. Da Vinci asla yapmadığı yüzlerce icadın modelini çizmişti. Jacques Sa-uniere'in en büyük uğraşı, Da Vinci'nin çapraşık icatlarını hayata geçirmekti... saatler, su pompaları, kripteksler ve hatta şimdi gururla masasının üstünde duran eklemli ortaçağ Fransız şövalyesi. Anatomi ve vücut hareketi çalışmalarının bir ürünü olarak Da Vinci'nin 1495 yılında tasarladığı robot şövalyenin iç mekanizması, yanhşsız eklemler ve tendonlar içeriyordu. Ayrıca dik oturabilecek, kollarını açabilecek, bükülebilir boynu üzerindeki başını oynatabilecek ve anatomik yapısı doğru bir çeneyi açıp kapayabilecek şekilde tasarlanmıştı. Sophie daima bu zırhlı şövalyenin, büyükbabasının yaptığı en güzel nesne olduğunu düşünmüştü... bu gül ağacı kutunun içindeki kripteksi görene kadar.

Sophie, "Küçükken bana bunlardan bir tane yapmıştı," dedi. "Ama bu kadar süslüsünü ve büyüğünü hiç görmedim."

Langdon gözlerini kutudan ayırmıyordu. "Ben hiç kripteks diye bir

şey duymadım."

Sophie şaşırmamıştı. Leonardo'nun üretmediği icatlarının üstünde hiçbir zaman çalışılmamış ya da onlara isim verilmemişti. Kripteks terimi büyükbabasının uydurduğu bir kelime olmalıydı. Parşömen kâğıtları ya da kodeks üstüne yazılı bilgiyi saklamak için kriptoloji bilimini kullanan bu alet için uygun bir terimdi.

Sophie pek sık bahsedilmese de, Da Vinci'nin bir kriptoloji öncüsü olduğunu biliyordu. Sophie'nin üniversitedeki öğretmenleri, veri saklamak için bilgisayarda şifreleme yöntemlerini anlatırlarken, Zimmerman ve Schneier gibi çağdaş kriptografları övmüşler fakat asırlar önce ilk şifreleme biçimlerini icat etmiş olan Leonardo'dan bahsetmemişlerdi. Bunu Sophie'ye anlatan kişi elbette büyükbabası olmuştu.

Zırhlı kamyon otoyolda gürleyerek ilerlerken Sophie, Langdon'a, kripteksin uzun mesafelere güvenli mesajlar göndermek için Da Vinci'nin bulduğu çözüm olduğunu açıkladı. Telefonların ve e-postaların olmadığı bir dönemde, insanların uzaktaki birilerine özel bilgi göndermek için yazı yazmaktan ve taşıyan kişiye güvenmekten başka çaresi yoktu. Ne yazık ki ulak, mektupta değerli bir bilgi olduğundan kuşkulandığında,

224


Da Vinci Şifresi

mektubu yerine ulaştırmak yerine içindeki bilgiyi rakiplere satarak daha çok para kazanabileceğini düşünürdü.

Tarihteki pek çok büyük zekâ, bilginin korunması için kriptolojik çözümler üretmişlerdi: Jül Sezar, Sezar Kutusu adlı bir şifreli yazım tekniği geliştirmişti; İskoç Kraliçesi Mary, icat ettiği sırası değiştirilmiş şifrelerle hapisten gizli bildiriler göndermişti; ve dâhi Arap bilim adamı Ebu Yusuf İsmail al-Kindi sırlarını, zekice tasarladığı çok alfabeli bir şifreleme sistemi sayesinde korumuştu.

Bununla birlikte Da Vinci mekanik bir çözüm üretmek için matematikten ve kriptolojiden uzak durmuştu. Kripteks. Mektupları, haritaları, şemaları ve akla gelebilecek her şeyi güvenlikle saklayabilecek bir muhafaza. Bilgi kripteksin içine yerleştirildikten sonra, ancak doğru parolayı bilen kişi ona erişebilirdi.

Sophie disklerin üstündeki harfleri göstererek, "Bir parolaya ihtiyacımız var,", dedi. "Bir kripteksin çalışma sistemi bisiklet kilitlerine benzer. Numaralar doğru sırayı oluşturacak şekilde dizildiğinde kilit açılır. Bu kriptekste ise beş harf var. Doğru sıra dizildiğinde içerdeki dişler yerine oturur ve silindir ayrılır." "Peki içinde ne olur?"

"Silindir açıldıktan sonra ortadaki boş bölmeye ulaşabilirsin. Orada da genellikle gizli kalmasını istediğin bilginin yazılı olduğu kâğıt rulosu bulunur."

Langdon inanmıyormuş gibi görünüyordu. "Ve büyükbaban küçükken sana bunlardan yaptı, öyle mi?"

"Daha ufaklarından, evet. Doğum günlerimde birkaç kez bana kripteks verip bir bilmece sormuştu. Bilmecenin cevabı kripteksin parolası olurdu. Cevabı bulduktan sonra açıp doğum günü kartımı alırdım."


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə