Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə32/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36

Burada hangi kürenin olması gerekiyordu... hangisi kayıp? Sanki cevap Sauniere'in oyma mermerinden vahiy gelecekmiş gibi, cebindeki kriptek-se dokundu. Kâseyle aramda sadece beş harf var.

Koro sahnesinin köşesine doğru adım atarken, derin bir nefes aldı ve başını kaldırarak uzaktaki ana sunağın uzun nefıne baktı. Bakışları yaldızlı sunaktan parlak koyu kırmızı biniş giyen bir manastır gözetmenine kaymıştı. Onu el işaretiyle iki tanıdık sima yanlarına çağırıyordu.

Langdon ve Neveu.

Öğretmen sakince koro sahnesinin arkasına doğru iki adım attı. Bu çok hızlı oldu. Langdon ile Sophic'nin sonunda şiirin anlamını çözerek Newton'in mezarına geleceklerini tahmin etmişti ama bu, onun tahmin ettiğinden çok daha erken gerçekleşmişti. Öğretmen derin bir nefes alarak ihtimalleri gözden geçirdi. Beklenmedik olaylarla baş etmeye alışmıştı.

Kripteksi elimde tutuyorum.

Elini cebine sokarak, ona güven veren ikinci nesneye dokundu: Medusa marka tabancası. Tahmin edileceği gibi, Öğretmen sakladığı silahıyla altından geçerken manastırın metal detektörü ötmüştü. Ama yine tahmin edileceği gibi, güvenlik görevlileri Öğretmen'in öfkeyle çıkarttığı kimlik kartını görünce geri çekilmişlerdi. Resmi rütbeler her zaman beklenen saygıyı uyandırırdı.

Öğretmen ilk başta kripteksi tek başına çözmeyi umut etmiş olsa da, şimdi Langdon ile Neveu'nun gelişinin iyi bir gelişme olduğunu sezinliyordu. Bahsedilen "küre" ile ilgili başarısızlığını göz önünde bulundurarak, onların uzmanlığından faydalanabilirdi. Zaten eğer Langdon şiirdeki

435


Dan Brown

şifreyi çözerek mezara kadar gelmişse, küreyle ilgili bir şeyler bilme olasılığı da vardı. Ve eğer Langdon şifreyi biliyorsa, doğru baskıyı uygulaması yeterli olacaktı.

Ama elbette burada değil.

Özel bir yerde.

Öğretmen manastıra gelirken yolda gördüğü küçük bir tabelayı anımsadı. O an onları çekeceği mükemmel yer kafasında oluşmuştu.

Şimdi tek sorun... yem olarak neyi kullanacağıydı.

436

Da Vinci Şifresi



98

Langdon ile Sophie kuzey koridorunda, onu açık netten ayıran geniş sütunların gölgelerinde yavaşça ilerlediler. Nefin yarısına kadar yol kat etmiş olmalarına karşın hâlâ Newton'in mezarını göremiyorlardı. Bir nişe yerleştirilen lahit, bulundukları ters açıdan görünmüyordu.

Sophie, "En azından burada kimse yok," diye fısıldadı.

Rahatlamış olan Langdon başını salladı. Nefin Newton'in mezarının yanındaki bölümü tamamen boştu. "Ben oraya gideyim," diye fısıldadı. "Sen burada kalıp saklan, bir gören..."

Sophie çoktan saklandığı yerden çıkmış, açık alanda ilerlemeye başlamıştı.

"...olursa diyecektim," diyen Langdon koşturarak yanına gitti.

Geniş nefi çaprazlama geçen Langdon ile Sophie, boş ümitler uyandıran niceliklerle dolu kabri gördüklerinde hiç konuşmadılar... siyah, mermer bir lahit... Newton'in boylu boyunca yatan bir heykeli... kanatlı iki erkek çocuk... dev bir piramit... ve... devasa bir küre.

Sesi şaşırmış gibi gelen Sophie, "Bunu biliyor muydun?" dedi.

Aynı şekilde şaşırmış olan Langdon başını iki yana salladı.

Sophie, "Üzerine takımyıldızlar oyulmuş gibi duruyor," dedi.

Nişe yaklaştıklarında, Langdon yavaşça çöktüğünü hissetti. Newton'in mezarı kürelerle doluydu -yıldızlar, kuyrukluyıldızlar, gezegenler. Onun lahidinin üstündeki küreyi mi arayacaktı? Bu iş samanlıkta iğne aramaya benzeyecekti.

Kaygılı görünen Sophie, "Astrolojik simgeler," dedi. "Ve sayılan çok fazla."

437

Dan Brown



Langdon kaşlarını çattı. Kâse ile gezegenler arasında Langdon'ın aklına gelen tek bağ, Venüs'ün beş köşeli yıldızıydı. Ama Mabet Kilisesi'nc giderken zaten "Venüs" şifresini denemişti.

Sophie doğruca lahidin yanına yaklaştı ama Langdon birkaç adım geride durarak, manastın kolaçan etmeyi yeğledi.

Başını eğerek Nevvton'ın yaslandığı kitapların kapaklarını okuyan Sophie, "İlahiyat," dedi. "Kronoloji. Optik. Plıilosophiae Natııralis Pıincipia Mathematica?" Ona döndü. "Çağrışım yapıyor mu?"

Langdon düşünerek yaklaştı. "Hatırladığım kadarıyla Pıincipia Mathematica, gezegenlerin yerçekimiylc ilgili bir şeydi... bunlar kesinlikle küre ama ilgisiz görünüyor."

Kürenin üstündeki takımyıldızları gösteren Sophie, "Peki ya burçlar?" diye sordu. "Daha önce Balık'tan ve Kova'dan bahsetmiştiniz, öyle

değil mi?"

Zamanın Sonu, diye düşündü Langdon. "Balık Burcu'nun sonu ve Kova Burcu'nun başlangıcının, tarikatın Sangreal Belgcleri'ni dünyaya duyurmayı planladığı tarih olduğu iddia ediliyordu." Ama bin yıl sessiz sedasız gelip geçti ve tarihçiler gerçeğin ne zaman ortaya çıkacağı konusunda muallakta

kaldı.


Sophie, "Şiirin son dizesi," dedi. "Tarikatın gerçeği açıklamayı planlamasıyla ilgili olabilir."

Güldü teni doluydu göbeği diye. Langdon olasılığı düşündüğünde ürperdiğini hissetti. Dizeyi hiç bu şekilde düşünmemişti.

Sophie, "Bana daha önce," dedi. "Tarikatın 'gül'ü ve bereketli rahmini açıklamayı planladığı zamanın, doğrudan gezegenlerin -yani kürelerin-pozisyonlanna bağlı olduğunu söylemiştin."

İhtimalin giderek kuvvetlendiğini hisseden Langdon başını salladı. Buna rağmen, içgüdüleri ona anahtarın astronomide saklı olmadığını söylüyordu. Büyük Üstat'ın önceki cevaplan hep kelime oyunlarına ve sembolik özelliklere sahiptiler -Mona Lisa, Kayalıklar Bakiresi, SOFIA. Bu kelime oyunu kavramı gezegen küreleri ve burçlara kesinlikle uymuyordu. Şu ana kadar Jacques Sauniere çok titiz bir şifre yazarı olduğunu ispat etmişti ve Langdon son şifrenin... tarikatın en büyük sırrını koruyan beş harfin- sembolik açıdan uyum sağlamakla kalmayıp, kristal berrakh-

438

Da Vinci Şifresi



ğında olacağına inanıyordu. Bu cevap da diğerleri gibiyse, çözdüklerinde gün gibi ortada olduğunu anlayacaklardı.

Onu kolundan yakalayarak düşüncelerini bölen Sophie, "Bak!" diye heyecanlandı. Dokunuşundaki korkudan Langdon yanlarına birisinin geldiğini sandı ama Sophie'ye döndüğünde siyah mermer lahidin üstüne dehşetle baktığını gördü. Newton'm sağ ayağının yanındaki bir noktayı işaret ederken, "Buraya biri gelmiş," diye fısıldadı.

Langdon, onun neden kaygılandığını anlayamamıştı. Dikkatsiz bir turist, mezarlara sürttüğü füzen kalemini Newton'in ayağının yanındaki lahit kapağına bırakmıştı. Hiçbir şey demek değildi. Langdon, onu almak için uzandı ama lahide doğru eğildiği anda cilalı siyah mermer üzerindeki ışık değişti ve Langdon donakaldı. Sophie'nin neden korktuğunu o an anlamıştı.

Newton'in ayağının dibindeki lahidin kapağına güçlükle görülen bir füzen kalemiyle yazılan mesaj okunabiliyordu:

Tcabing elimde.

Papazlar Meclisi Binası'nda güney çıkışına gidin, Oradan halka açık bostana çıkın.

Langdon kalbi hızla çarparken, yazılanları iki kez okudu.

Sophie başını çevirerek, nefi inceledi.

Kelimeleri gördükten sonra kapıldığı korkuya rağmen, Langdon kendi kendine bunun iyi haber olduğunu söylüyordu. Leigh hâlâ yaşıyor. Bunun bir anlamı daha vardı. "Şifreyi bilmiyorlar," diye fısıldadı.

Sophie başını salladı. Yoksa neden burada olduklarını bildirsinler?

"Şifreyle Leigh'i değiş tokuş yapmak isteyebilirler."

"Ya da bir tuzak."

Langdon başını iki yana salladı. "Sanmıyorum. Bostan, manastır duvarlarının dışında. Halka açık bir yer." Langdon bir kez manastırın, keşişlerin doğal farmakolojik ilaçlar yetiştirdiği günlerden kalma Fakülte Bos-tanı'nı ziyaret etmişti -küçük bir meyve ve şifalı ot bahçesi. Büyük Britan-ya"daki en eski meyve ağaçlarını barındıran Fakülte Bostanı, manastıra girmek zorunda kalmadan ziyaret edebildikleri uğrak bir mekândı. "Sanı-

439


Dan Brown

rim bizi dışarıda bir yere göndermek bir çeşit itimat gösterisi. Böylece kendimizi güvende hissedeceğiz."

Sophie şüpheli görünüyordu. "Yani dışarda, metal detektörlerin olmadığı bir yerde."

Langdon yüzünü buruşturdu. Söyledikleri mantıklıydı.

Kürelerle dolu mezara bir kez daha bakan Langdon kripteks şifresi hakkında keşke bir fikrim olsaydı, diye düşündü... pazarlık yapabilecek bir şeyi olurdu. Bu ise Leigh'i ben bulaştırdım ve ona yardım etmek için ne

gerekiyorsa yapacağım.

Sophie, "Notta Papazlar Meclisi Binası'ndan güney çıkışına gidin, diye yazıyor," dedi. "Belki çıkıştan bostanı görebiliriz. Böylece dışarı çıkıp, kendimizi tehlikeye atmadan önce durumu değerlendirebiliriz."

İyi bir fikirdi. Langdon, Papazlar Meclisi Binası'nın, modern parlamento binasından önce orijinal İngiliz Parlamentosu'nun toplandığı sekizgen bir salon olduğunu hatırlıyordu. Oraya gideli yıllar olmuştu ama revaklı avludan çıkıldığını anımsayabiliyordu. Langdon geri birkaç adım atarak lahitten uzaklaştı ve geldikleri yönün aksi istikametinde nefin karşısında bulunan, sağ taraftaki koro sahnesine baktı.

Geniş bir tabelanın yanında tonozlu bir geçit vardı.

BU YOLDAN:

KEMERALTI

BAŞPAPAZIN EVİ

FAKÜLTE BİNASI

MÜZE


HAZİNE ODASI

AZİZ FAITH ŞAPELİ

PAPAZLAR MECLİSİ BİNASI

Langdon ile Sophie tabelanın altından koşarak geçerken, tadilat dolayısıyla bazı bölümlerin kapalı olduğunu yazan küçük ilanı göremediler.

Sabah yağmurunun ıslattığı, yüksek duvarlarla çevrili üstü açık bir avluya çıkmışlardı. Tepelerindeki rüzgâr, sanki birisi bir şişenin ağzına üflüyormuş gibi vızıldayarak esiyordu. Avluyu çevreleyen dar yürüyüş yo-

Da Vinci Şifresi

luna girdiklerinde Langdon, kapalı alanlarda hissettiği o tanıdık huzursuzluğu yaşamaya başladı. Bu yürüyüş yollarına kemeraltı deniyordu. Langdon bu kemeraltı (cloister) kelimesinin, Latincedeki kapalı yer fobisi (claustrophobic) kelimesiyle olan bağını iç sıkıntısıyla fark etti.

Dikkatini tünelin sonuna vererek Papazlar Meclisi Binası tabelalarını takip etti. Artık yağmur serpiştiriyordu. Yürüyüş yolu soğuk ve kemer-altının tek ışık kaynağı olan sütunlu duvarların arasından sızan yağmur damlaları yüzünden nemliydi. Kötüleşen havadan kaçarak diğer yönden gelen başka bir çift, yanlarından koşuşturarak geçti. Şimdi bomboş görünen kemeraltının, rüzgârda ve yağmurda manastırın en cazip yer olmadığını itiraf etmek gerekirdi.

Doğu kemeraltının kırk metre aşağısında sol tarafta, başka bir koridora bağlanan bir kemerli geçit belirmişti. Aradıkları giriş bu olduğu halde, giriş bir kordonla ve resmi görünüşlü bir tabelayla kapatılmıştı.

440


TADİLAT DOLAYISIYLA KAPALI

HAZİNE ODASI

AZİZ FAITH ŞAPELİ

PAPAZLAR MECLİSİ BİNASI

Kordonun arkasındaki boş ve uzun koridor, yapı iskeleleri ve örtülerle kaplanmıştı. Langdon kordonun hemen arkasında sağlı sollu yer alan Hazine Odası ve Aziz Faith Şapeli girişlerini görebiliyordu. Bununla birlikte Papazlar Meclisi Binası girişi koridorun sonunda, yani çok daha uzaktaydı. Langdon bulunduğu yerden bile, ağır ahşap kapının ardına kadar açık olduğunu ve Fakülte Bostanı'na bakan kocaman pencerelerden giren grimsi doğal ışıkla aydınlanan sekizgen iç mekânı görebiliyordu. Papazlar Meclisi Binası'nın güney kapısına gidin, oradan halka açık bostana çıkın.

Langdon, "Doğu kemeraltindan az önce çıktık," dedi. "O halde bostana giden güney çıkışı orada ve sağda olmalı."

Sophie kordonun üstünden aşarak ileri gitmeye başlamıştı bile.

Karanlık koridorda aceleyle ilerlerken, arkalarında kalan rüzgâr ve yağmur sesleri giderek zayıflıyordu. Papazlar Meclisi Binası, bir çeşit uy-

441

Dan Brown



duya benziyordu... Parlamento toplantılarının gizliliğini korumak için uzun koridorun sonunda tek başına duran ek bina.

Yaklaşırlarken Sophie, "Kocaman görünüyor," dedi.

Langdon bu odanın ne kadar büyük olduğunu unutmuştu. Girişin dışından bile geniş iç mekâna baktığında, sekizgenin arka tarafında tonozlu tavana kadar beş kat boyunca yükselen nefes kesici pencereleri görebiliyordu. İçeriden baktıklarında dışarıdaki bahçeyi gayet net görebildikleri

ortadaydı.

Kapı eşiğinden adımını atan Langdon ve Sophie, gözlerini kısmak zorunda kaldılar. Karanlık kemeraltından sonra Papazlar Meclisi Binası, onlara solaryum gibi gelmişti. Güney duvarını ararken, onlara bahsedilen kapının mevcut olmadığını fark ettiklerinde odada üç metre kadar ilerlemişlerdi.

Kocaman bir çıkmazdaydılar.

Ağır kapının arkalarından çıkardığı gıcırtılı sesle döndüler. Bu sırada kapı gümbürtüyle kapandı ve sürgüsü yerine oturdu. Kapının önünde duran adam, küçük silahını onlara doğrulturken oldukça sakin görünüyordu. İri yapılı ve alüminyum koltuk değnekleri kullanan bir adamdı.

Langdon bir an için rüya gördüğünü sandı.

Bu Leigh Teabing idi.

Da Vinci Şifresi

442

99

Medusa marka tabancasının ardından Robert Langdon ve Sophie Neveu'ya bakan Sir Leigh Teabing hüzünlü görünüyordu. "Dostlarım," dedi. "Dün gece evimden içeri girdiğiniz andan itibaren, size zarar gelmesini önlemek için elimden geleni yaptım. Ama ısrarcılığınız artık beni zor duruma düşürüyor."



Langdon ile Sophie'nin yüzlerindeki şok ve ihanete uğramışlık ifadesini görebiliyordu, ama yakında her ikisinin de, yolların kesiştiği bu noktada onları buluşturan olaylar zincirini anlayacaklarından emindi.

Her ikinize de anlatmam gereken o kadar çok şey var ki... hâlâ anlayamadığınız o kadar çok şey var ki.

Teabing, "Bu işe karışmaya," dedi. "Aslında hiç niyetim olmadığına lütfen inanın. Evime siz geldiniz. Beni arayan siz oldunuz."

Langdon sonunda, "Leigh?" diyebildi. "Sen ne yapıyorsun Tanrı aşkına? Başının dertte olduğunu sanıyorduk. Buraya sana yardım etmeye geldik!'

"Ben de böyle yapacağınızdan emindim," dedi. "Konuşmamız gereken çok şey var."

Langdon ile Sophie, kendilerine yöneltilmiş tabancadan gözlerini alamıyorlardı.

Teabing, "Sadece dikkatinizi çekmek için," dedi. "Eğer size zarar vermek isteseydim, şimdiye kadar ölmüş olurdunuz. Dün akşam evime geldiğinizde, hayatlarınızı kurtarmak için her şeyi tehlikeye attım. Ben onurlu bir adamım ve sadece Sangreal'e ihanet edenleri kurban edeceğime Kim kalbimle ant içtim."

443


Dan Brown

Langdon, "Sen neden bahsediyorsun?" dedi. "Sangreal'e ihanet etmek mi?"

Teabing içini çekerek, "Korkunç gerçeğin farkına vardım," dedi. "Sangreal Belgeleri'nin neden dünyaya açıklanmadığını öğrendim. Tarikatın gerçeği hiçbir şekilde açıklamamaya karar verdiğini öğrendim. Bin yılın aydınlanmadan geçip gitmesinin sebebi bu, Zamanın Sönu'na geldiğimizde hiçbir şey olmamasının sebebi bu."

Langdon itiraz edecekmiş gibi derin bir nefes aldı. Teabing, "Tarikat," diyerek devam etti. "Gerçeği paylaşmak gibi kutsal bir görevi üstlenmişti. Zamanın Sonu geldiğinde Sangreal Belgeleri'ni açıklayacaklardı. Da Vinci, Botticelli ve Newton gibi adamlar yüzyıllar boyunca bu belgeleri korumak ve görevi devam ettirmek için her şeylerini tehlikeye attılar. Ve sonra, gerçeğin ortaya çıkacağı zaman, Jacques Sauniere fikrini değiştirdi. Hıristiyanlık tarihindeki en büyük sorumlulukla onurlandırılan adam görevini yapmaktan kaçındı. Zamanın doğru olmadığına karar verdi." Teabing, Sophie'ye döndü. "Kâse'ye ihanet etti. Tarikata ihanet etti. Ve bu anı mümkün kılmak için uğraşan tüm nesillerin hatıralarına ihanet etti."

Sophie, "Sen?" diye sorarken farkına varmıştı. Başını kaldırıp hırs dolu yeşil gözleriyle ona baktı. "Büyükbabamın cinayetinden sen mi sorumlusun?"

Teabing alaycı bir tavırla konuşuyordu. "Büyükbaban ve onun senec-

haıvc'lan Kâse'ye ihanet eden kişilerdi."

Sophie içinde büyük bir öfkenin büyüdüğünü hissediyordu. Yalan

söylüyor!

Teabing'in sesi acımasızdı. "Büyükbaban kendini kiliseye sattı. Gerçeği saklı tutması için ona baskı yaptıkları çok açık."

Sophie başını iki yana salladı. "Kilisenin büyükbabam üstünde hiçbir

etkisi yoktu."

Teabing tuhaf şekilde güldü. "Tatlım, kilisenin yalanlarını açıklayacak olanlara baskı yapmakta iki bin yıllık tecrübesi var. Constantinc zamanından beri kilise, Magdalalı Meryem ve İsa hakkındaki gerçeği başarıyla gizli tuttu. Şimdi, dünyayı karanlıkta tutmak için bir yol daha bulduklarına şaşırmamak gerekir. Artık kilise inanmayanları kıyımdan geçi-

444


Da Vinci Şifresi

recek Haçlılar bulamayabilir ama nüfuzu en az o zamanlardaki kadar ikna edici. Bir o kadar da fırsatçı." Bir sonraki fikrini iyice vurgulamak istiyormuş gibi duraksadı. "Bayan Neveu, büyükbabanız bir süredir size aileniz hakkındaki gerçeği anlatmak istiyordu."

Sophie hayrete düşmüştü. "Bunu nasıl bilebilirsin?" "Benim hangi yöntemleri kullandığımın önemi yok. Şu anda anlamanız gereken önemli şey ise şu." Derin bir nefes aldı. "Annenizin, babanızın, büyükannenizin ve erkek kardeşinizin ölümü kaza değildi."

Kelimeler Sophie'nin duygularını altüst etmişti. Konuşmak için ağzını açtı ama yapamadı.

Langdon başını iki yana salladı. "Sen ne diyorsun?" "Robert, bu her şeyi açıklıyor. Tüm parçalar yerine oturuyor. Tarih kendini tekrarlar. Sangreal Belgeleri'ni gizli tutmak meselesine gelindiğinde, cinayet işlemekte kilisenin üstüne yoktur. Zamanın Sonu yaklaştığında, Büyük Üstat için değerli olan kişileri öldürmekle ona açık bir mesaj göndermiş oldular. Sesini çıkarma, yoksa sıradaki Sophie ve sen olursunuz."

Çocukluk acılarının depreştiğini hisseden Sophie, "O bir trafik kaza-sıydı," diye kekeledi. "Bir kazaydıF'

Teabing, "Masumiyetini korumak için uykudan önce anlatılan masallar," dedi. "Aileden sadece iki kişiye -tarikatın Büyük Üstat'ı ve tek torunu- dokunulmadığını düşünsenize. Kilisenin kardeşlik üzerinde hâkimiyet sahibi olabilmesi için mükemmel bir çift. Kilisenin geçen yıllar boyunca büyükbabanı, Sangreal sırrını açıklamaya kalkarsa seni öldürmekle ve Sauniere tarikatı eski yeminlerini tekrar gözden geçirmeye ikna etmezse, başladıkları işi bitirmekle tehdit ettiklerini hayal edebiliyorum."

Öfkesi tepesine sıçrayan Langdon, "Leigh," diye karşı çıktı. "Elinde, kilisenin bu ölümlerle ilgisi olduğunu ya da tarikatın kararını sessiz kalmak yönünde etkilediğini kanıtlayacak deliller olmadığı belli."

Teabing, "Delil mi?" diye püskürdü. "Tarikatın etkilendiğine dair kanıt mı istiyorsun? Yeni bin yıl geldi ama dünya hâlâ bilgisiz! Bu yeterli bir kanıt değil mi?"

Teabing'in kelimeleri kulaklarında yankılanırken, Sophie başka bir sesin konuştuğunu duydu. Sophie, sana ailen hakkındaki gerçeği anlatma-

445

Dan Brown



lıyım. Titrediğini hissetti. Bu, büyükbabasının ona anlatmak istediği gerçek olabilir miydi? Ailesinin öldürüldüğü gerçeği? Ailesinin öldüğü trafik kazası hakkında tam olarak ne biliyordu? Sadece, yarım yamalak ayrıntılar. Gazetelerdeki hikâyeler bile belirsizdi. Kaza mı? Uykudan önceki masalları mı? Sophie aniden büyükbabasının gereğinden fazla korumacı olduğunu ve küçükken onu yalnız bırakmaktan hiç hoşlanmadığını hatırladı. Sophie büyüyüp, üniversiteye gittiğinde bile büyükbabasının onu izlediği hissine kapılırdı. Bütün hayatı boyunca, onu gölge gibi izleyen tarikat üyeleri olup olmadığını merak etti.

Langdon inanmaz gözlerle Teabing'e ters bir bakış fırlatarak, "Onun kullanıldığından mı şüphelendin," dedi. "Bu yüzden mi onu öldürdün?"

Teabing, 'Tetiği ben çekmedim," dedi. "Sauniere, kilise ailesini ondan çaldığında zaten yıllar önce ölmüştü. Şerefi tehlikeye atılmıştı. Şimdi bu acıdan ve kutsal görevini yerine getirmekteki yetersizliğinden kaynaklanan utancından kurtuldu. Diğer seçeneği düşün. Bir şey yapılması gerekiyordu. Dünya sonsuza kadar bilgisiz mi kalacaktı? Kilisenin sonsuza kadar tarih kitaplarımıza kendi yalanlarını sokmasına izin mi verilecekti? Kilisenin sonsuza kadar cinayet ve haraçla sözünü geçirmesine müsaade mi edilecekti? Hayır, bir şey yapılması gerekiyordu! Ve şimdi biz Sauni-ere'nin mirasını yerine getirmeye hazırız ve son derece büyük bir yanlışı düzeltmeye." Duraksadı. "Üçümüz. Birlikte."

Sophie sadece kuşku duydu. "Bizim sana yardım edeceğimizi nasıl

düşünebilirsin?"

"Çünkü, hayatım, tarikatın belgeleri ortaya çıkaramamasının sebebi sensin. Büyükbabanın sana olan sevgisi, kiliseye meydan okumasına engel oldu. Ailesinin geri kalan tek ferdine misilleme yapılması korkusu onu köstekledi. Gerçeği açıklama şansına hiç sahip olmadı çünkü sen onun ellerini bağlayarak ve onu bekleterek reddettin. Bunu, büyükbabanın hatırasına borçlusun."

Robert Langdon olayları anlamaya çalışmaktan vazgeçmişti. Aklından geçen soru seline rağmen, şimdi sadece tek bir şeyin önemli olduğunu biliyordu... Sophie'yi buradan canlı çıkarmak. Langdon'ın daha önce

446


Da Vinci Şifresi

yanlışlıkla Teabing'i bu işe bulaştırmasından duyduğu suçluluk duygusu, şimdi Sophie'ye kaymıştı.

Onu Chateau Villette'ye ben götürdüm. Ben sorumluyum.

Langdon, Leigh Teabing'in onları burada, Papazlar Meclisi Bina-sı'nda soğukkanlılıkla öldürebileceğine ve bu yolunu şaşırmış arayışında başkalarının öldürülmesi işine bulaştığına bir türlü inanamıyordu. Kalın duvarlı ve kuytu köşedeki bu odada, özellikle de yağmurda, silah seslerinin duyulmayacağı düşüncesi onu huzursuz etti. Ve Leigh az önce suçunu bize itiraf etti.

Langdon sarsılmış gibi görünen Sophie'ye baktı. Kilise, Sophie'nin ailesini tarikatı susturmak için mi öldürttü? Langdon modern kilisenin insanları öldürmediğine emindi. Bunun başka bir açıklaması olmalıydı.

Langdon, Leigh'e bakarak, "Sophie'yi bırak," dedi. "Bunu sen ve ben tartışmalıyız."

Teabing garip bir şekilde güldü. "Korkarım bu, benim gücümün yetmeyeceği bir güven gösterisi. Yine de, sana şunu önerebilirim." Silahını Sophie'ye çevrili tutarak, koltuk değneklerine dayandı ve cebinden kilit taşını çıkardı. Langdon'a uzatırken, biraz yana kaydı. "Bir güven sembolü Robert."

Robert tedbirli davrandı ve kıpırdamadı. Leigh kilit tasını bize geri mi veriyor?

Teabing, onu beceriksizce Langdon'a doğru uzatırken, "Al," dedi.

Langdon, Teabing'in onu geri vermesi için tek bir neden düşünebiliyordu. "Zaten açtın. Haritayı içinden aldın."

Teabing başını iki yana sallıyordu. "Robert, kilit taşını çözseydim, Kâse'yi tek başıma bulmak üzere çoktan ortadan kaybolmuş olurdum ve sizi de bu işe bulaştırmazdım. Hayır, cevabı bilmiyorum. Ve bunu rahatsızlık duymadan itiraf edebilirim. Gerçek bir şövalye, Kâse uğruna tevazu göstermeyi öğrenir. Kendisinden önce koyulan işaretlere uymayı öğrenir. Bunu, manastıra girdiğinizi gördüğümde anladım. Buraya gelmenizin bir nedeni vardı. Yardım etmek. Ben tek başıma zafer peşinde değilim. Kendi gururumdan çok daha büyük bir efendiye hizmet ediyorum. Gerçeğe. Gerçeği bilmek insanlığın hakkı. Kâse hepimizi buldu ve şimdi ortaya çıkarılmak için yalvarıyor. Birlikte çalışmalıyız."

447


Dan Brown

İşbirliği ve güven ricalarına rağmen, Langdon ileri adım atıp, soğuk mermer silindiri kabul ederken, Teabing silahının namlusunu hâlâ Sop- ¦ hie'ye doğru tutuyordu. Langdon silindiri eline alıp, geri adım atarken içindeki sirke şişesi lıkırdadı. Üzerindeki harfler hâlâ karışık ve kripteks

kilitliydi.

Langdon, Teabing'e göz attı. "Onu şu anda kırmayacağımdan nasıl

emin olabiliyorsun?"

Teabing'in kahkahası ürkütücüydü. "Mabet Kilisesi'ndeki kırma tehdidin boş bir tehdit olduğunu fark etmiş olmalıyım. Robert Langdon kilit taşını asla kırmaz. Sen bir tarihçisin Robert. İki bin yıllık tarihin anahtarını elinde tutuyorsun... Sangreal'in kayıp anahtarını. Onun sırrını korumak için yakılan şövalyelerin ruhlarını hissediyor olmalısın. Onların boş yere ölmelerine izin mi vereceksin? Hayır, sen onları temize çıkaracaksın. Hayranı olduğun diğer büyük adamların saflarına katılacaksın -Da Vinci, Botticelli, Newton-. Onların her biri şu an senin yerinde olmayı şeref sayarlardı. Kilit taşının içindekiler şu an bize yalvarıyor. Özgür bırakılmayı bekliyorlar. Vakit geldi. Kader bizi bu ana getirdi."

"Sana yardım edemem Leigh. Bunu nasıl açacağıma dair en ufak fikrim yok. Newton'in mezarını kısa bir süre için gördüm. Şifreyi bilsem bile..." Gereğinden fazla konuştuğunu fark eden Langdon sustu.

"Bana söylemez miydin?" Teabing içini çekti. "Bana borçlu olduğunu takdir etmemen karşısında hayal kırıklığına uğradım ve şaşırdım Robert. Chateau Villette'ye geldiğiniz anda, Remy ile birlikte işinizi bitirmek benim için çok daha kolay olurdu. Ama ben daha saygın olanı yapmak için her şeyi tehlikeye attım."


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə